Osmanlı imparatorluğunun aldığı büyük yenilgiden sonra, Anadolu ve Mezopotamya topraklarına ait olmayanların kurdukları T.C. Devletinin kuruluşundan günümüze kadar bir asır geçmiş olmasına karşılık, dünyada ve bölgemizde birçok şeyin değişmiş olmasına rağmen, bu toprakların öz evlatları olan Kürd’lere yönelik kin, nefret, inkâr ve düşmanlık her geçen gün artarak devam etmektedir.
T.C. Devletinin tek ırk, tek millet, tek din ve tek mezhep üzerinden inşa eden bu konularda büyük bir bağnazlık içerisinde olan Balkan ve Kafkas devşirmeleri, bu coğrafyanın kadim zenginlikleri saydığımız Rum, Ermeni ve Süryanileri farklı yöntemler kullanarak ya sürgünlere tabi tutarak ya da kendi içlerinde eriterek yok ettiler.
Bütün bunlarla da yetinmeyen bu ırkçı şoven anlayışın sahipleri bu sefer de kendilerine birçok alanda yardımlarını esirgememiş ve büyük bedeller ödeyen Kürd halkına da uzun yıllardan bu yana sistematik bir biçimde zulüm, sürgün ve asimilasyon politikaları uygulayarak yok etmek istemektedirler.
Oysa kurtuluş savaşından beri memleketin yeniden inşasında büyük emekleri olan, alın teri döken ve kanını akıtan mazlum Kürd halkının T.C. Devletini yönetenlerden beklentileri sadece kendi dilini özgürce kullanmak, kültürünü ve tarihini geliştirecek kurumlara sahip olmak ve ayrıca da bu ülkede kendi kimlikleriyle yaşamaktan başka bir talepleri olmamıştır. Ancak bütün bu gerçekliğe rağmen, T.C. Devletinin kuruluşundan günümüze kadar muktedir olan anlayış, birçok iktidar değişimlerine karşılık Kürd’lerin millet ve insan olmaktan kaynaklı bu masum taleplerine, hiçbir dönemde sıcak bakmayarak farklı entrikalarla ve provokasyonlarla mazlum Kürd halkını birçok alanda tahrik ederek, onları yasadışı ilan etmiş ve adeta düşmanlaştırmanın tüm çirkin oyunlarını hayata geçirmiştir.
Osmanlılardan bu yana bölgede yaşayan kadim milletlere karşı kin ve nefret dolu birçok oyun tezgâhlayan bu anlayış, Kürd’lerin millet olmaktan kaynaklı tüm kolektif hak taleplerini yerine getirmemek ve bu coğrafyayı kendileri için dikensiz bir gül bahçesine dönüştürmenin türlü oyunlarını sergilemekten geri durmamaktadırlar. Bütün bunlar yapılırken Kürd halkının bu coğrafyada ki on bin yıllık tarihi altmış milyonluk nüfusu zalimlere yönelik dirençli mücadelesini ve bölgede kök salmış dilini ve kültürünü adeta yok saymaktadırlar.
Yine Kürd halkının uzun yıllardır meşru zeminlerde sürdürmekte oldukları hak ve özgürlük mücadelesini esas rayından saptırmak üzere, özellikle Türk sol örgütlerinden ve bir takım sözde İslamcı çevrelerden devşirdikleri ve derin devletin güdümünde özel eğitimlere tabi tuttukları unsurlar vasıtasıyla, Kürdlerin haklı ve meşru mücadelesini ülke içinde ve uluslarası arenada gayri meşru ve yasa dışı gösterip ilan ederek, Kürd halkına büyük tuzaklar kurmaktadırlar.
Oysa devletin derin mahfillerinde özel eğitim görmüş bu kesimlerin, Kürd ’lükle ve Kürd’lerle hiçbir alakalarının olmadığını en iyi bilenler T.C. Devletini yönetmekte olan ırkçı ve tekçi egemenlerdir. Kürd’lerin haklı ve meşru taleplerini karşılamamak için, oyun içerisinde oyun tezgâhlayan bu çevreler ülkenin içerisinde bulunduğu çelişkileri, yoksulluğu, yolsuzluğu ve büyük vurgunlarını gizlemek üzere, Kürd halkını baş düşman gibi göstererek, ülke içinde ve komşu ülkelerde yürütmekte oldukları işgal ve saldırganlığı adeta meşru gösterme çabası içerisindedirler. Ayrıca da bu politikalarıyla da ülkenin büyük kaynaklarını tüketmekte ve bütün halkın önemli çoğunluğunun yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşamalarına sebep olmaktadırlar.
Geldiğimiz bu aşamada Kuzey Kürdistan’da ve Rojawa Kürdistan’ında, sürecin Kürd halkının aleyhine işlediğinin ne yazık ki içimiz kan giderek izlemekteyiz. Apo’cu baronların, Kürd’lerin ulusal demokratik haklarıyla ilgili hiçbir iddialarının olmadığını ve piyasaya sürüldüğü günden bu yana sömürgecilerin adına, Kürdistan topraklarında Kürd milli damarını etkisiz kılmak üzere profesyonelce çalıştıklarını bilmekteyiz. PKK örgütünün yarattığı bahanelerle Kürd’lere zulüm yapmak üzere sömürgecilerin gemi azıya aldığı bu dönemde, Kürdistani siyasi çevrelere büyük ve tarihi görev düşmektedir. Dolayısıyla Türkiye ve Kürdistan’da seçimlerin giderek yaklaştığı bir dönemde, gerçek yurtsever güçlerin ülkemiz ve bölgemizde ki gelişmeleri kendi halkına bütün çıplaklığıyla anlatabilmesi için, alanları Kürd halkını aydınlatmak amacıyla iyi ve doğru kullanmalarını tavsiye etmekteyiz.
Uzun yıllardır PKK’nın şiddete dayalı ve Kürd’lere büyük zarar veren sekter davranışlarını anlatabilmek için seçim meydanları oldukça uygun bir zemindir, şayet kendisine Kürdistani’yim diyen çevreler bu elverişli koşulları değerlendiremezseler, Kürd halkının çektiği acılar katmerli bir hal alacak ve dolayısıyla sahipsiz kalan bu mazlum Kürd halkı daha büyük acıları yaşamak zorunda kalacaktır.
Umuyor ve temenni ediyoruz ki, kendilerine Kürdistani’yim diyen çevreler geçmişte bazı kimselerin yaptığı gibi birkaç milletvekilliği uğruna, Kürd’lere ihanet etmez ve onurlu bir milli duruşu sergileyerek kendi halkının yanında dururlar. Yine bilinmelidir ki mevcut anayasa ve diğer yasalarla yönetilen T.C. parlamentosunda Kürd’lerin haklı ve meşru isteklerinin savunulmasının mümkün olmadığıdır.
Saygılarımla
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.