Yazımı yeni biten ve bir süre sonra yayınlanacak \"yüreğime minnettar kaldım\" adlı romanımda yer verdiğim, Amed Zindanındaki ölüm orucu ile ilgili kısa bir alıntı..
Tarih, 14. Temmuz.1982… Ana davamız Urfa grubu ile devam ediyor… Duruşma, sanıklarla ilgili bazı raporların okunması ile devam ederken, Mehmet Hayri Durmuş “önemli açıklamalarda bulunmam lazım, çok önemlidir” diyerek söz hakkı istiyor… Mahkeme başkanı; sadece kendisi ile ilgili konularda ve ana hatlarıyla anlatmak şartı ile söz veriyor… Bunun üzerine M.Hayri Durmuş, yasaların sanıklara tanıdığı savunma hakkının fiilen ellerinden alınmış olduğunu, yazılı savunmasını cezaevi yetkililerine teslim ettiğini ancak bunun mahkemeye iletilmediğini belirtikten sonra o tarihi konuşmasına şöyle devam ediyor
__Biz burada, her şeyden önce siyasi bir davadan yargılanıyoruz… Bize cezaevinde insanlık onuruna yakışmayacak düzeyde baskı yapılmaktadır. Amaç ise pişmanlık duyduğumuzu kabul ettirmek, bizleri itirafçı duruma getirmektir. Duruşmalarda ideolojik bir konuşma yaptığımızda, ya da inandığımız ilkeleri savunduğumuzda, gönderildiğimiz cezaevinde söz konusu baskılar daha da artmaktadır… Bizim siyasi savunma yapma hakkımız elimizden alınmıştır. Bu nedenle ben de kendimi feda etmeye karar verdim. Bugünden itibaren ölüm orucuna başlıyorum. PKK hareketinin kuruluşunda ilk merkez komitesi üyeleri arasında yer aldım. Harekete katıldığım günden şimdiye kadar da harekete tam anlamıyla yararlı olamadığımı biliyorum. Bunun için de kendimi suçlu hissediyorum. Öncü kadrosu içinde yer alan birisi olarak cezaevinde de üzerime düşen sorumluluğu yeterince yerine getiremedim. Kürdistan bağımsızlık mücadelesi elbette başarıya ulaşacaktır. Ben şiddet faktörüne daima inanmışımdır. Bu nedenle de Kürdistan bağımsızlık mücadelesi de silahlı mücadeleye dönüştürülmedikçe başarıya ulaşacağına inanmıyorum. Ulusal kurtuluş hareketlerinin günümüz koşullarında silahlı mücadeleye başvurulmadan başarıya ulaşması mümkün değildir…
Başkan Emrullah Kaya, Mehmet Hayri Durmuş’un çok kararlı olduğunu görünce, belki de bir miktar iyi niyetinden dolayı onu vazgeçirmek için,
__Ölüm orucu kararından vazgeç. Mahkeme heyeti olarak savunma sorununuzu ve cezaevi koşullarınızı ilgili yerlere yazılar yazarak halledeceğiz. Savunma hakkınız vardır, savunma yapabilirsiniz… Demesi üzerine,
__Artık söyleyeceğiniz hiçbir şey umurumda değil… Bu sorun salt Hayrı Durmuş\'un sorunu değildir. En az 100 arkadaşım da aynı sorunları yaşamaktadır. Yani savunma hakkından fiilen yoksun bırakılmışlardır. Biz bu konuda mahkemenin iyi niyetine inanıyoruz ama mahkeme heyetiniz bu sorunu çözemez. Ben herhangi bir şart ve koşul öne sürmüyorum. Kayıtsız, koşulsuz ölüme yatıyorum. Bir sonraki duruşmada olmayabilirim, Bu yüzden arkadaşlarıma vasiyetimdir; mezar taşıma, \'Halkına karşı borçlu öldü\' diye yazılsın. Kararımda samimiyim. Bu benim son eylemim olacak. Kürdistan\'ın bağımsızlığı için yola çıkanlar bu direnişi esas alacaklardır. Kürdistan ancak böyle özgürleşir. Dünya, bölge ve ülkenin durumu bu yolu zorunlu kılıyor…
diyerek cevap veriyor…
Mehmet Hayri Durmuş’tan sonra, örgütün kızıl çiçeği olarak bilinen ve sorgu işkencelerinde tek kelime konuşmayıp ifade bile vermeyen, Ali Çiçek söz alarak,
__”PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti. Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Bu eylemde öleceğim için, partim ve halkım adına yaptığım bazı eylemleri açıklamak istiyorum” dedikten sonra, diğer arkadaşlarının yargılandığı birçok eylemi üstlenip tek tek açıkladı… Söz konusu eylemleri açıklayıp üstlenmesi, aslında; kendisini ölüme yatırma konusunda ne kadar kararlı ve çelikten bir iradeye sahip olduğunun kanıtından başka bir şey değildi…
İkisinin ardından Kemal Pir de söz alarak,
__”Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Hayri ve Ali Çiçek\'e katılıyorum. Ekleyeceklerim var; bu böyle olmamalıydı. İlk ölen biz olmalıydık. Geç kaldık” diyerek o gür sesiyle bağırıp adeta salonu inletiyor… ve onların ardından diğer tutsaklar ayağa kalkıyor ve hep bir ağızdan slogan atmaya başlıyor… Bunun üzerine askerler tutsaklara saldırıyor ve o gün duruşma kapanıyor…
Onların ölüm orucundan sonra, cezaevi tutsak kitlesini yeni bir direniş psikolojisine soktu. En azından tutsaklardaki; Yılgın ve çaresizlik, yerini; inanmış insanların istediğinde neler başarabileceği konusunda tam bir inancın oluşmasını sağladı… Baskı ve o korkunç işkencelerin deforme ettiği devrimci bilinç ve inancımız adeta yeniden restore edilmiş oldu, ancak tutsakların eskisi gibi omuz omuza verip kendi özüne dönmeleri ve toparlanmaları biraz zaman istiyordu… Özellikle de, bizim ana davanın sonuçlanması ve kimin ne kadar ceza alma durumların netleşmesi gerekiyordu. Özellikle de idam ve müebbet gibi ağır cezalıların belli olması, cezaevi sürecinde etkin yeni gelişmeler yaratacağı ihtimali yüksekti ve bu durum ileriki süreçte daha derli toplu ve ciddi örgütlenmelerin alt yapısının oluşturulup hemen kitlesel ve sonuç alıcı direnişlere geçilmesi hayati derecede, kendini dayatıyordu… Bu durum o kadar net kendini gösteriyor ve acil bir ihtiyaç haline gelmişti ki, tutsakların büyük kısmı bunu görür hale gelmişti… Bunun başka yolu kalmamıştı… Ancak tutsakların tekrar eski sağlıklı bünyeye, yani devrimci yapılanmaya kavuşması iyice bir zamana ihtiyaç vardı, çünkü tahribat çok büyüktü… Adeta harabelerden yeni binalar inşa etmek gibi bir durumdu, yaşadığımız ortam ama eğer bir gün o horlanmış ve adeta çeliğe su verilmiş gibi, o korkunç işkencelerden geçen kitle, ayağa kalkıp direnişe geçerlerse –ki bundan emindim- çok büyük şeylerin olacağından adım gibi emindim… Diyarbekir surlarında zafer türkülerin yankılanacağı serhıldanlar; sadece kendi gününü bekliyordu.
Duruşmadaki ölüm orucunun ilanıyla, sonra başka katılımlarda oldu ve ölüm kokan bir bekleyişle direnişçiler her geçen gün biraz daha ölüme yaklaşıyordu… Hem de hiçbir şart öne sürülmeden ama bütün bu yaşanılan işkenceler ve engellenen savunmalar protesto edilerek. Onlar herkesten çok işin farkındaydılar ve belliydi ki her hangi bir şart öne sürmenin de pratik anlamda bir faydası olmayacaktı, çünkü faşistlerin sözüne güvenmek ve ona göre hareket etmek kendini kandırmaktan öteye bir anlam ifade etmeyecekti. Çünkü şu bir gerçek ki; faşizme zeytin dalı uzatmakla, siz; sadece zeytin ağacına zarar vermiş olursunuz…
Ölüm orucu eylemi; Mazlumun ve dörtlerin isyan eylemlerinden sonra, idare ve kolordu bir hayli sarsmıştı, çünkü yargılandığımız mahkemede; dış basın ve özellikle dünyanın önemli medya ve haber ajansları tarafından önemli derecede izleniyordu. Duruşmamızda özellikle M.Hayri Durmuş, Mazlum Doğan, Kemal Pir gibi önder kadroların fotoğraf ve videolarını çekerek yakından izliyorlardı, hatta bir kaç kez Avrupa parlamentosundan milletvekilleri v.s. görevliler cezaevine gelerek yaşadıklarımız hakkında bilgi ve haberler ediniyorlardı… Bu durumdan dolayı, kolordu; ölüm oruçlarının önüne geçmek için çok uğraştı ancak bu işin tutsak liderleri devrimci ve kahraman duruşlarından ödün vermeyip gerekeni yaptılar… Ve sonuç itibarı ile 14 Temmuzda başlanan ölüm orucu;
1-Kemal PİR………………………………….. 7-eylül-1982
2_Mehmet Hayri DURMUŞ…….................. 12-eylül-1982
3- Akif YILMAZ……………………………...... 15-eylül-1982
4-Ali ÇİÇEK…………………………………… 17-eylül-1982,
Tarihlerinde birer birer hayatta gözlerini yumdular, arkalarında destan direnişler bırakıp, önder ve lider durumda olanların nasıl davranması gerektiğini bir hazine değerinde geriden gelenlere bırakarak… Özellikle de şunun altını çizerek gittiler: 1-Kitlelere önderlik ederken, her şart altında yüreğine; korkuları, teslimiyeti ve boyun eğmeyi yakıştırmadan, hep kitlenin önünde yürümeyi bileceksiniz… 2-Korkular ve zaafların esiri olup, geriden gelenlerin, seni ezip, çiğneyerek öne geçmelerine katlanmayacaksın... 3-Dilenmek ve direnmek arasındaki farkı yüreğine ve beynine kazıyacaksın… 4-Önderlerin bir tek kanun ve kuralı olduğunu ve bu kuralın: Önderlerin, her şart altında kendilerinin arkasında duranlara layık olma ve onlara örnek olması gerektiğinin asla unutmamasıdır… 5-Önder olmak; Özellikle, değerleri ve elde avuçta olan imkânları her şart altında daha da yüceltmeyi, fedakârlık, cesaret, halkına bağlılık, yoldaşlarına bağlılık konusunda düşmana bile parmak ısırtacak kadar; şahsi ve özel menfaatlerden uzak durmasını bilmesi gereğini temel alması, zor durumlarda düşmana boyun eğmeden, yalakalık ve kendini yoldaşlarını ve halkını basit durumlara düşüren davranış ve tavırlardan özellikle kaçınmayı gerektirir.
O kahramanların; özellikle de bir Mazlum’un, Hayri’nin, Kemal’in, Ferhat’ın giderken Kürt çocuklarına bıraktıkları onurlu mirası izah etmeye çalışmak çok zordur… Hele de bunu layıkıyla anlattım diyebilmek, şahsen beni aşar… Yukarıda sadece bir kaç maddeyle değinmeye çalıştım ama şu noktanın altını çizmek isterim, yeri gelmişken… O insanları tanımak, birlikte uzun sayılabilecek bir vakit geçirmek; benim için hayatımın en onurlu ve unutulmaz anlarıdır. Bunu ifade etmemin temel sebebi ise şudur; onlardaki doğruları görmeseydik, ya da şöyle diyeyim; devrimcilik ve insanlık anlamında eğer doğruyu, onurlu ve namuslu olmayı, cesareti, fedakârlığı, direnmeyi, insana değer vermeyi, yalancı ve hilebaz olmamayı o kahramanların şahsında, yaşamlarında, tutum ve davranışlarında tanık olmasaydık ve onlardan öğrenmeseydik; yine devrimcilik ve insanlık adına görüp tanık olduğumuz, bir sürü; şarlatanlığa, korkaklığa, teslimiyete, ihanete, yalan-dolana, kendini bir tas çorba ve sigaraya satacak kadar aşağılanmalara, başı dara düşünce olmadık maskaralıklar yaparak; işine geldiğinde devrimci, işine geldiğinde Atatürkçü, işine geldiğinde itirafçı bile olarak kurtuluşu maharet saymayı v.s. kepazelikleri belki de o kadar fark etmeyebilir ve bu konularda bizi hassas kılan bir bilince erişemezdik. Siz; devrimciliğin ne olduğunu öğrenmeden, devrimciliğin ne olmadığını nasıl öğreneceksiniz ki, bunun başka yolu da yok gibi. Kısacası onlar; bu anlamda, bir hazine bırakacak kadar; kürt çocuklarını minnettar bırakıp gittiler…
...................
__MERVAN NASIM__ Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.