Bir ölümün anatomisi'nde siyasi rekabetin gerçeği baskılayan yanlışı

Zamanla ilgili çok güzel sözler vardır. Bunlardan biri de “Hayatta zaman iki şekilde akar. Biri nefes alıp verdiğin sürece kendi zamanındır. Diğeri de tanıklık ettiğin olay ve anlardır.” İkinci zaman yani tanıklık ettiklerinden toplumsal olaylar ve anlar kamusaldır. Sırf sana özgü değildir. Tanıklık ettiğin toplumsaL olayları, ilgili kişi ve toplumların da bilmesini sağlamak tarihi bir görevdir.

Ruşen Arslan

09.03.2024, Cts | 20:45

Bir ölümün anatomisi'nde siyasi rekabetin gerçeği baskılayan yanlışı
Makaleyi Paylaş

Yaş ilerlerken insanın yaşayacağı zaman kısalıyor. Yaşanacak zaman kısaldıkça, insan zamanın değerini daha iyi anlıyor. Her insanın ölmeden önce yapmak istediği şeyler vardır. Ancak ölümün ne zaman geleceği bilinmez. Hele her gün Facebook’a benim gibi “Bugün kimin ölümüyle karşılaşacağım?” korkusuyla bakan, “Benim ölüm haberim yapmak istediklerimi yapmadan mı çıkacak?” korkusuyla yaşayanlar için zaman daha da değerli oluyor.

Zamanla ilgili çok güzel sözler vardır. Bunlardan biri de “Hayatta zaman iki şekilde akar. Biri nefes alıp verdiğin sürece kendi zamanındır. Diğeri de tanıklık ettiğin olay ve anlardır.” İkinci zaman yani tanıklık ettiklerinden toplumsal olaylar ve anlar kamusaldır. Sırf sana özgü değildir. Tanıklık ettiğin toplumsal olayları, ilgili kişi ve toplumların da bilmesini sağlamak tarihi bir görevdir.

Hayatımın Avrupa’da mülteci olarak yaşamaya başladığım 1985 yılına kadar olan kısmını “Cim Karnında Nokta” adlı anı kitabımda yayımlamıştım. Sonrasını yazmayı ise sıraya koymuştum. İki yakın arkadaşım, anılarımın tümünü nehir söyleşi şeklinde kitaplaştırılmasını istediler. Beni yeni bir kitap yazmaktan kurtaracak, başka şeyler yazmama zaman kazandıracak bu öneriyi seve seve kabul ettim. Kitap için söyleşilere de başladık. Söyleşilerin tamamlanması ve kitaplaştırılması bu görevi yüklenen arkadaşların çalışkanlığına bağlıdır. Bu nedenle zaman veremiyorum.

Rızgari-Ala Rızgari ayrışmasında önemli yeri olan Mürsel Delen’in ölümünü, anılarımın ikinci cildinde yazmayı düşünüyordum. Ortaya nehir söyleşi çıkınca, yazmayı belirsiz bir zamana bırakmak istemedim. Ölüm yıldönümünün 45. yılında yazmayı vicdani bir görev olarak gördüm.

21 Mart 1976 yılında Rızgari dergisi yayın hayatına başladı. 1973 yılındaki genel affın Anayasa Mahkemesi tarafından genişletilmesi üzerine, DDKO davasından hükümlü olanlar 1974 yılında tahliye edilmişti. Aynı yıl birlikte hareket edebileceğimiz arkadaşlarla yaptığımız toplantıda, ideolojik inşanın tamamlanması sonrası örgütlenebileceğimiz karar altına alınmıştı. Aynı toplantıda ideolojik inşaya hizmet edecek bir yayınevi kurma ve dergi çıkarma da kararlaştırılmıştı. İdeolojik inşaya hizmet edecek Komal Yayınevi ve Rızgari dergisi bu karar üzerine hayat bulmuştu.

Rızgari Dergisi 21 Mart 1976’da yayın hayatına başladı. Dergideki görüşleri paylaşan geniş bir taraftar kitlesi oluşmuştu. 1978 yılına geldiğimizde hâlen ideolojik inşayı tamamlayamamıştık. Ne zaman tamamlayacağımız da belli değildi. Rızgarinin görüşlerini benimseyenler ise siyasi bir örgüt kurulmasını bekliyorlardı. Siyasi örgüt olmayınca taraftarlar arasında erozyon başlamıştı. Mevcut illegal Kürt partileri onlar için çekim merkezi olmuştu. Bu dönemde örgütlenme önerim, Rızgari yazı kurulunda “ideolojik inşa tamamlanmamıştır” gerekçesiyle kabul görmemişti. Ne var ki siyasi tıkanıklık, gerek taraftarlar ve gerekse Rızgari yazı kurulunda huzursuzluklara ve tartışmalara neden oluyordu. Sonuçta yazı kurulu bölündü ve böylece Rızgari ve Ala Rızgari ayrışması doğdu.

Ayrışma nedenlerini ve ayrışma sonrası tartışmaları anlatma, bu makalenin sınırlarını aşar. Ne var ki o zaman taraflarca savunulan ideolojik nedenler ve yakıştırmalar gerçeği yansıtmıyordu. Demokratik tartışma ve rekabet özümsenemediği için, tartışmalar çok sert ve kırıcı geçiyordu. İşte böyle bir ortamda İstanbul’daki Van Talebe Yurdu’nda, iki taraftaki gençler arasındaki tartışma kavga ile sonuçlanıyor ve daha sonra Rızgari taraftarı bir genç, önceden kavga ettiği Van Talebe Yurdu Müdürü Mürsel Delen adlı üniversite öğrencisini öldürüyor. Öldüren de üniversite öğrencisi olan bir gençti. Mürsel aynı zamanda Rızgari Yazı Kurulu üyesi olup, sonradan ayrılarak Ala Rızgari’yi oluşturan kanattan İkram Delen’in kardeşiydi.

Mürsel’in öldürülmesini otobüsle yaptığım bir yolculuk sırasında radyo haberlerinde duydum. Olaya çok üzülmüştüm. İşin aslını öğrenmek için sabırsızlanıyordum. O sırada Adana’da avukatlık yapıyordum. Olayın hengâmesi içinde Rızgari Yazı Kurulundan bir arkadaşın kaleme aldığı ve Rızgari Yazı Kurulunda -en az benimle tartışılmamış- “Bir Ölümün Anatomisi” adlı bildiri yayınlandı. Bildiri, Mürsel Delen’in hiç de hak etmediği suçlamaları içeriyordu.

Hem Mürsel Delen’in haksız şekilde öldürülmesi hem de olayla ilgili yayınlanan bildiride Mürsel hakkındaki haksız belirlemeler, bize karşı epeyce bir tepki oluşturmuştu. Tepki, özellikle taraftar gençliğin Ala Rızgari tarafını tercih etmesine neden oldu. Çünkü Mürsel Delen gençlik içinde çok sevilen, güvenilen, yurtsever bir gençti. Bu yüzden medeni bir düzeyde gitmesi gereken ayrışma tartışmaları gittikçe keskinleşti.

Olayın faili olan genç arkadaş, suçu kendi kararı ve kendi başına aşırıya kaçan bir davranışla işlemişti. Bununla birlikte suçlu yalnız o muydu? Siyasi rekabeti medeni ölçüler ve demokratik bir yarışma içinde tutamayan her iki taraftan bizlerin siyasi sorumluluğu yok muydu?

Olay sonrası kuruldan geçmemiş bildiriye kamuoyu önünde karşı çıkmamak, bildirinin sorumluluğunu taşımak anlamına geliyordu. Ben kişi olarak bu sorumluluğu taşıdığımdan yıllarca gereğini yapmaya çalıştım. İkram Delen de arkadaşlarının siyasi baskılarına ve akrabalarının öç alma isteklerine karşı durarak; o günlerde pek de kolay olmayan bir yurtseverlik sorumluluğuyla davrandı. Olayların büyümesini önledi. İkram Delen’in bu örnek davranışını her zaman takdir ettim ve her ortamda belirttim.

12 Eylül askeri darbesi silindir gibi üzerimizden geçmişti. Sıkıyönetim askeri cezaevleri ağzına kadar siyasi Kürtlerle dolmuştu. Özellikle Diyarbakır 5 No.lu Askeri Cezaevi’ndeki vahşet ve işkence, Kürt siyasi mahpusları arasındaki örgütsel ve ideolojik ayrılığı geri plana itmişti. Kürtlerin birlikte hareketi olmazsa hiçbir şeyin üstesinden gelinemeyeceği ortadaydı. İçerideki ortak davranışın dışarıda da temel siyaset haline getirilmesi gerekiyordu.

Cezaevinde birlikte olduğumuz arkadaşlarla bu konuları konuşuyorduk. Birlik ve ittifaklar üzerinde çalışmanın şart olduğunda düşünce birliğine varmıştık. Cezaevinden çıktığımızda bu yönde çalışmalar yapacaktık.

Ben 3 Ekim 1979\'da hapse girdikten sonra, Rızgari ilk kez örgütlenme için adımlar atmış ve ülkede kalıp çalışmaya karar vermişti. Sıkıyönetim şartlarında örgütlenebilmek için epeyce çalıştı. Ne var ki askeri cunta yönetimi sırasında yediği darbeler, amacına ulaşmayı engelledi. Yurtdışındaki kadrolarla ön örgütlenmenin yakalanmayan kadroları ve daha sonra cezaevinden çıkan bizler, 1987 yılında Partîya Rizgarîya Kurdistan’ı (PRK) kurarak partileştik.

PRK’nin kurucusu olarak merkez yönetimindeydim ve partinin dışişlerinden sorumluydum. Hapishanedeki birleşme ve ittifak için çalışma kararını siyasi çalışmalarımda hep önde tuttum ve bu yönde çalıştım. İşe bizden, ayrılığının ideolojik temeli olmayan Ala Rızgari’den başlamak gerektiğini düşünüyordum. Bu yönde çalışmalara başladığımda, Mürsel Delen’in ölümüyle ilgili özeleştiri yapmamız gerektiği isteğiyle karşılaştım. Ala Rızgariden arkadaşlar, özeleştiri isteklerinde haklıydılar. Çünkü hem öldüren taraftık ve hem de yayınladığımız bildiriyle öleni haksız ve asılsız suçlamıştık.

Bana göre meselenin zor yanı özeleştiri yapmak değil, nasıl yapılacağıydı. Çünkü Mürsel ve arkadaşlarına bir özeleştiri borcumuz vardı. Aradan yıllar geçmiş ve olayı duymayan, bilmeyen yeni bir nesil de yetişmişti. Yıllar sonra yapılacak özeleştiri, yerinde bir vesileyle yapıldığında anlam kazanır ve etkili olurdu. Burada şekil öz kadar önem kazanmıştı. Özeleştiri üzerinde çok düşündüm. Her zaman yaptığım gibi günlerce ormanda tek başıma hızla yürüyüş yaparak formül aradım. Nihayet formülü bulmuştum. 1989 yılında Rızgari\'nin Avrupa sorumluluğunu benden daha genç, insan ilişkilerini iyi götüren, Almanca ve Kürtçenin Kurmanci ve Kirdmancki (Zazaki) lehçelerini iyi bilen bir arkadaşa bırakmaya karar vermiştim. Bu konuda parti merkezinin onayını da almıştım. Rızgari Avrupa örgütünün genel toplantısında hem Avrupa\'da birlikte çalıştığım arkadaşlarıma hesap veren konuşma yapacak ve bu konuşmamda Rızgari\'nin tarihçesi içinde Mürsel’in öldürülmesine de değinecektim. Konuşmam Avrupa’da yayınlanan Rızgari dergisinde yayınlandığında özeleştiri sorunu çözülmüş olacaktı.

Bu dönemde örgüt içi ilişkiler iyiye gitmiyordu. Merkez yöneticileri arasında uyum da kalmamıştı. En azından benim parti siyaseti konusunda Genel Sekreter ile anlaşmazlığım vardı.

Rızgarinin Avrupa örgütü toplantısında Mürsel Delen’in ölümüyle ilgili şöyle konuşmuştum: \"Elbette 1978 ayrılığı yaşanmaması gereken ve Kürdistan açısından talihsiz bir ayrılıktı. Eğer o dönem bütünüyle siyasi bir olgunluğa varabilmiş olsaydık, belki ayrılığı ve ayrılıktan sonraki istenmeyen olayları engelleyebilirdik. Yeri gelmişken bir ölüm olayına değinmek istiyorum. Siyasi hareketimizin bölünmesi, tarafları bugün için pek de tasvip edilmeyen kısır bir mücadelenin içine sokmuştu. Bu kısır mücadele yıllardır ıstırabını çektiğimiz talihsiz olaylar da yaratmadı değil. Bunlardan birisi Mürsel Delen\'in ölüm olayıdır. Eski genç bir arkadaşımızın çıkan bir kavgada fevri davranışı sonucu meydana gelen bu olay, Rızgari\'nin tertiplediği bir olay değildi. Aynı şekide Mürsel Delen , bildirideki suçlamaları da hak etmiş biri değildi. Rızgari\'nin tarihinde yurtsever devrimci güçlere karşı saldırı yoktur. Bu, hep kınaya geldiğimiz bir husustur. Elbette ki bunu kendine ilke edinmiş bir örgütün böylesine bir olayı tertiplemesi düşünülemez. Bunu genç insanların kavgasında aşırılık olarak değerlendirip o sınırlar içinde tutmak gerekirdi. Bu açıdan tarafların konuya yaklaşımlarının yanlışlığı ortadadır. Örgütümüz Ala Rızgari Platformu ile birlik görüşmelerine bağlı olmaksızın, Mürsel Delen ile ilgili belirlemenin yanlışlığına çok önceden karar vermiştir. Gecikmiş olsa da bunu Rızgari Avrupa toplantısında açıklamayı bir görev sayıyorum.\"

Önce de belirttiğim gibi amacım, şekil ve zaman olarak iğreti durmayacak bir özeleştiri yapmaktı. Böylece birleşme ve ittifakların önünü de açmış olacaktık. Dikkat edilirse konuşmada Hem Rızgari, hem Alarızgari, hem ölen ve hem de öldüreni suçlayıp mahkûm etmekten uzak bir dil kullanıldığı görülecektir. Rızgari merkez yönetiminin de bu konuşmaya karşı herhangi bir şey dediğini duymadım.

Yazılı konuşmamı Ala Rızgari\'den yetkili arkadaşlara da verdim. “Bunun dergide yayınlanacağını ve bu suretle birleşme önündeki engel teşkil eden özeleştirinin yerine getirilmiş olacağını“ söyledim. Ala Rızgari’den yetkili arkadaşlar, konuşmamın dergide yayınlanması halinde özeleştiri yerine geçeceğini kabul ettiler. Ne var ki bu tarihi fırsat Rızgari tarafından yerine getirilmedi. Bu sorun da içinde olmak üzere, buna eklenen görüş ayrılıkları ve tavırlar, ben ve bana yakın düşünen arkadaşların 1990 yılındaki konferansta Rızgariden ayrılmamızla sonuçlandı.

Mürsel’in ölümünün 45. yılında bunları açıklamayı görev bildim. İstedim ki Kürtler arasındaki kardeş kavgaları yalnız bir ders olarak hatırlansın ve nasıl sağaltılabileceğine örnek olsun. Bir de kardeşinin ölümünün siyasi ve ailevi bir kan davasına dönüşmesini önleyen İkram Delen’i her gördüğümde duyduğum utanç, biraz daha hafiflesin diye tarihe not düşmek istedim.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

4283 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:21:39:54
x