Sömürgecinin ve Sömürgeleştirilenin Anatomisi Üzerine Bir Analiz -2
Filleşen Karıncalar, Beyazlaşan (Türkleşen) Kürdler

Şimdi ise romanda geçen filleştirme olgusunun çocukluk ve gençlik dönemimdeki etkilerini irdeleyelim. Romanda anlatılanlar, benim çocukluk deneyimimin bu büyük anlatının mikro düzeydeki bir karşılığı olarak okunabilir.
Yedi yaşındayken ailemle birlikte İzmir Tire’ye göç ettiğimizde, yanımızda getirdiğimiz en belirgin şey, bilinmeyen bir toplumsal alana duyduğumuz derin yabancılık ve anadilimizin taşıdığı kültürel hafızaydı. Aile içinde yalnızca babam Türkçe biliyordu; fakat onun bilgisi de kırık, dökük, sınırlı ve sürekli eksik bırakılan bir iletişimden ibaretti. Kendini ifade etme çabası çoğu zaman kesintiye uğruyor, dilsel yetersizliğin yarattığı sosyolojik baskı bütün ağırlığıyla hissediliyordu.
Tire’de karşılaştığımız gündelik yaşam, tıpkı diaspora deneyiminde olduğu gibi güçlü bir dışlanma ve ayrımcılık hissi yaratıyordu. Okulda, sokakta ve mahallede maruz kaldığımız ırkçı saldırılar, Kürd kimliğinin daha çocuk yaşta bastırılmasına, görünmezleşmesine ve zamanla konuşulamaz bir hâle gelmesine yol açtı. Bu durum, anadilden uzaklaşmayı basit bir eğitim sorunu olmaktan çıkarıp kültürel hafızanın aktarılmasını kesintiye uğratan yapısal bir şiddet biçimine dönüştürdü.
Zamanla Türkçeyi öğrenmek bir zorunluluk olmaktan çıkıp bir uyum stratejisine, hatta hayatta kalma pratiğine dönüştü. Bu süreçte yalnızca dili edinmedik; çoğu zaman dilin bizden talep ettiği normları içselleştirerek bir Türk’ten daha iyi Türkçe konuşabilecek ölçüde dönüşüme uğradık. Bu dönüşüm, Yaşar Kemal’in Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı eserindeki metaforu hatırlatır: Egemen kültürün baskın dili karşısında filleşmek, yani egemenin dilini onun kendisinden daha iyi konuşmaya mecbur bırakılan öznenin durumunu.
Bu noktada eserdeki filler–karıncalar ilişkisi derinleştirildiğinde benzer bir sosyolojik mekanizmanın işlediği görülür. Filler, karıncalara yalnızca kendi dillerini dayatmakla kalmaz; onların dünyayı algılama biçimlerini, hafızalarını, hayal güçlerini ve kendi tasavvurlarını da dönüştürür. Karıncalar bir süre sonra yalnızca fillerin dilini konuşmakla yetinmez; fillerin dünyasını, değerlerini, hatta onların ideolojik çerçevesini içselleştirir. Kendilerini artık karınca olarak değil, “iyi bir fil” olmanın gerektirdiği ölçütler üzerinden tanımlarlar. Bu içselleştirme, egemen hegemonik ilişkiyi yalnızca dışsal bir baskı olmaktan çıkararak öznenin ruhuna ve zihinsel dünyasına sızan bir hegemonya biçimine dönüştürür.
Bizim yaşadığımız deneyim de benzer bir dönüşümü içeriyordu: Dilsel uyum zamanla epistemik bir uyuma; ardından da kültürel bir hiyerarşiyi içselleştirme sürecine evriliyordu. Egemen dile geçiş, yalnızca iletişim kolaylığı sağlamıyor; aynı zamanda egemenin gözünden kendine bakmayı, “filleşme”yi ve karınca kimliğinin sessizce çözülmesini beraberinde getiriyordu. Bu nedenle Türkçeyi “bir Türk’ten daha iyi” konuşmaya başlamak, sadece dilsel bir başarı değil; aynı zamanda asimilasyonun görünmez katmanlarını temsil eden bir dönüşümün işaretiydi.
Yaşadığım bu deneyim bir göç hikâyesinden çok daha ötesine işaret eder. Anadilin kaybı, kimliksel öznenin parçalanması ve egemen kültürün normlarını içselleştirme zorunluluğu, bireysel yaşam üzerinden okunan ama kolektif hafızada derin izler bırakan bir sosyolojik dönüşüme işaret eder. Bu bağlamda yaşanan süreç, kültürel asimilasyonun mikro düzeydeki etkilerini, Yaşar Kemal’in alegorik evreniyle de örtüşen biçimde hem bireysel hem de yapısal bir dönüşüm olarak değerlendirilmelidir.
Kısacası Yaşar Kemal romanında, fillerin karınca ülkesini sömürgeleştirmesini, sömürmesini ve karıncaların bu sömürüye karşı mücadelesini anlatırken, Türkiye’nin siyasal yapısına ve asimilasyon politikalarına açık göndermelerde bulunur. Dışarıdan bir hayvan masalı ya da distopik hikâye gibi görünen eser, aslında iktidar-toplum ilişkilerini ve Kürd ulusunun yaşadığı tarihsel bastırılma, asimilasyon ve kimlik inkârını açık bir biçimde gözler önüne serer.
Yaşar Kemal’in romanı, yalnızca farklı bir anlatım biçimi sunmakla kalmaz; aynı zamanda toplum içindeki görünmez hiyerarşileri edebiyat aracılığıyla açığa çıkarır. Yüzeyde fillerle karıncalar arasında bir egemenlik mücadelesi anlatılır; fakat bu çatışmanın arkasında derin bir tarihsel ve siyasal gerçeklik yatar. Filler Sultanı, devletin merkezi otoritesini ve “modernleşme” adına yürütülen asimilasyoncu ideolojiyi temsil ederken, karıncalar bastırılmış halkların yani sömürge Kürdlerin kültürel varlığını, direniş bilincini ve kimlik arayışını simgeler.
Fillerin karınca diyarını işgali, Kürdlerin tarih boyunca maruz kaldıkları işgalleri, baskı, kimlik inkârı, dil yasağı ve kültürel asimilasyonu hatırlatır. Karıncaların kendi dillerini unutup “filce” konuşmaya zorlanmaları, Kürd toplumunun Türkçeye yönlendirilerek asimile edilmesini; geleneklerinden uzaklaşmaları ise kültürel belleğin sistematik biçimde silinmesini simgeler.
Fillerin medya araçlarını kullanarak karıncaları uyuşuk ve itaatkâr hâle getirmesi, Türkiye’deki egemen ideolojinin kitle iletişim araçları üzerinden yürüttüğü tekçi ulus inşasına benzer. Bu baskıcı düzende Kırmızı Sakallı Topal Karınca, boyun eğmeyen, hakikati arayan ve direnişin bilincini taşıyan bir figür olarak öne çıkar. Onun “Yeryüzünün bütün karıncaları birleşiniz.” çağrısı, Kürdler arasındaki parçalanmışlığın aşılması ve dayanışma ruhunun yeniden doğması yönünde güçlü bir metafordur.
Yaşar Kemal, bu romanında sömürünün yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve zihinsel bir biçimde de işlediğini gösterir. Bu yönüyle eser, Türk, Arap ve Fars sömürgeci egemenliğindeki Kürdlerin tarihsel tecrübesine ışık tutar; iktidarların asimilasyon politikalarını distopik bir anlatı içinde eleştiren bir uyarı metni niteliği taşır.
Romanda filler karınca ülkesine saldırdığında yalnızca toprakları değil, aynı zamanda dilleri, hafızaları ve düşünme biçimlerini de ele geçirir. Filler, karıncalara “filce” öğretmek ister ve onların kendi dillerini “yetersiz” ilan eder. Bu durum, Cumhuriyet döneminde Kürdçenin yasaklanması ve “yetersizliği”, eğitimin yalnızca Türkçe verilmesi ve farklı kimliklerin bastırılmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Sömürgeci düzen, son yıllarda Kürd toplumunu “Türkiyelileştirme” adı altında Türkleştirme sürecini artık yalnızca kendi kurumlarıyla değil, sömürge toplum içinden bir “lider kültü” yaratarak yürütmektedir. Bu liderin, Kürdçenin “yetersiz ve ilkel bir dil” olduğu ya da Kürdlerin bir millet değil “çöp” ya da “bir olgu” olduğu yönündeki söylemleri, Türkleştirme/Türkiyeleştirme politikasının içeriden yeniden üretilmesidir. Böylece sömürgeci, kendi ideolojik eğitimini bu kez Kürd toplumundan seçilmiş bir figür aracılığıyla meşrulaştırmakta, toplumu kendi kimliğini değersiz görmeye ikna etmeye çalışmaktadır. Dilin yasaklanması ya da “yetersiz ve ilkel” gösterilerek değersizleştirilmesi yalnızca bir iletişim biçiminin değil, bir ulusun belleğinin ve kimliğinin yok edilmesidir. Bu süreç, Ngũgĩ wa Thiong’o’nun “Dili sömürgeleştirmek, zihni ele geçirmektir” düşüncesiyle örtüşür.
Eserdeki en dikkat çekici karakter olan Kırmızı Sakallı Topal Karınca, halkının tarih boyunca yaşadığı acıları ve direnme iradesini temsil eder. Onun topallığı, halkının kesintiye uğramış tarihini; kırmızı sakalları ise kimlik bilincini ve farklılığını simgeler. Bireysel bir kahraman değil, kolektif bilincin ve örgütlü direnişin sembolüdür. Halkına geçmişini hatırlatarak unutulmuş dilin ve belleğin yeniden canlanmasına öncülük eder. Böylece roman, bireysel bir isyanı değil, ulusal ve toplumsal hafızanın politik bir uyanışa dönüşümünü anlatır.
Yaşar Kemal, iktidarın kendini sürdürme biçimlerini de çarpıcı biçimde işler. Filler, sadece zor kullanarak değil, zihinleri kontrol ederek egemenlik kurar. Borazanlar, gazeteler, televizyonlar ve “fil okulları” aracılığıyla karıncaların düşünme biçimleri değiştirilir. Egemenlik artık fiziksel değil, zihinsel bir düzlemde işler. Karıncaların gönüllü olarak filleşmek istemeleri, bir başka ifadeyle Kürdlerin Türkiyelileşmek adı altında Türkleşmeye gönüllü hâle gelmeleri, iktidarın rıza üretme biçimini gösterir. Sömürge ulus, efendilerinin dilini ve davranışlarını benimsemeye başladıkça kimliğini kaybeder. Bu süreç, Antonio Gramsci’nin “rızanın örgütlenmesi” kavramının edebî bir yansımasıdır.
Devam edecek...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 21:14:21




























































































































































































