Sosyolog ve 'Kürdlerin Vatandaşlığı' Sorunu!

Nereden bakılsa bakılsın, Kürdler bir ideolojik ve haliyle bir stratejik kuşatma ile karşı karşıya. Kimse Kürd davasının Kürd ve Kürdistan’dan kaynaklı bir millet ve toprak davası olduğunu tartışmıyor. Biri olmayan solcuları ‘kurtarıcı’ olarak, diğeri de islamcıları ‘kurtarıcı’ olarak öneriyor. Oysa Kürdler büyük bir millettir, kendi tarihi vatanları üzerinde yaşıyor ve bu topraklarda devlet hakkı gasp edilmiştir. Bu hakkın geri alınması lazım demiyor.

Şeyhmus Özzengin

16.06.2023, Cum | 12:47

Sosyolog ve 'Kürdlerin Vatandaşlığı' Sorunu!
Makaleyi Paylaş

13.06.2023’te, Mehmet Sabri Akgönül imzası ile “Serbestîyet” dergisinde Sosyolog Mucahit Bilici’nin bir röportajı yayınlandı. Röportaj türkçe olduğu için, röportajı türkçe değerlendireceğim.

Röportaj iki bölümden oluşuyor. Ben değerlendirmemi ikinci bölüme ilişkin yazacağım. M. Bilici, islami değerlere sahip, hatırı sayılır bir Kürd sosyologdur. Bu açıdan M. Bilici’nin görüşleri, olumlu-olumsuz benim için önemlidir, Kürd davası için önemlidir.

Röportaj, ağırlıklı olarak PKK ve M. Bilici’nin deyimiyle “memuru” gördüğü HDP ile ilgilidir. Ama bu ilgi alanı içinde genişçe, kısa, kesik ve birbirini felsefik ve stratejik olarak dışlayan önermelerle doludur.

Röportaj ilk bakışta cümle cümle değerlendirildiği zaman, okuyucuyu okşayan, iyi gelen cümleler var. Ama bir bütün olarak bakıldığı zaman birbirini dışlayan önermelerle dolu ve aslında; ‘’Kürtler Türkiye’nin sahipliğine oynayacaklar. Öyle bize acıyın, azınlık hakları değil yani. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sahip olacak Kürtler.“ Cümlesi ile eleştirdiği PKK ve HDP ile ayni stratejiye düşüyor. ‘’Türkiyelileşme’ (Türkleşme) ile ‘’Türkiye’yi Kürdlerin devletini yapmak“ arasında bir fark yoktur. Ama M. Bilici bu önermeyi yaparken ‘’Kürdlerin de bir devleti olmalı“ önermesine geçiyor. Birbirini dışlayan iki önerme. Kürdler, ’Türk Devleti’ni sahiplenecekse o zaman, ‘’Kürdlerin de devleti olmalı“ önermesine ne gerek var?

Bu önermeye takiben ‘’kardeşlik’ sloganını dillendiriyor. HDP ve PKK de ‘Türkiyelileşme’ adı altında Türk devletinin kamburunu düzeltmeyi hedef haline getiren stratejiye sahipler.

En son KCK Yürütme Konseyi üyesi olduğu iddia edilen Mustafa Karasu; ‘’HDP…Milliyetçi bir parti değildir. Aslında HDP’yi dayandığı 50 yıllık mücadele çizgisinden koparıp Kürtlere kaybettirecek bir milliyetçi çizgiye çekmek istiyorlar” diyerek; ‘’HDP’nin Türkiyelileşme çizgisinde ısrar edeceğini” tehditvari bir şekilde namlunun ucunu HDP’yi eleştirenlere göstermiştir.

Peki o zaman M. Bilici‘nin; ‘’Ama Türklere düşman olmak zorunda değiliz. Türkler bizim kardeşlerimizdir. Senin Müslüman müttefiğindir, kardeşindir.” Belirlemesi ile, HDP ve PKK’nin, sol kardeşlik adı altında; ‘’HDP Başkan Apo’nun ulus devlet karşıtı paradigmasına göre kuruldu” ve HDP bu paradigmanın Türkiyelileşme programının bir parçasıdır’’ önermesi arasında ne fark var? Biri Kürdlere ‘Müslüman kardeşliği’, diğeri de, ‘türk sol kardeşliği’ adı altında Kürdlere ‘Türkiyelileşme’yi (Türkleşmeyi) önermektedir.

M. Bilici, Röportajın sonlarına doğru; ‘’Ben şuna inanıyorum: Dünyada güçlü bir Müslüman devleti olmalı ki ihtiyaç olduğunda Müslümanların hukukunu savunsun.“(!) Diyor. Bu önermeden de anlaşılacağı gibi, herkes kürdleri kendi ideolojik hedeflerine göre dizayn ediyor. Dünyada Bütün Kürd düşmanı ve zulüm eden devletler, hem devlet olarak ve hem de millet olarak müslümandır. Sabahtan akşama kadar camilerinde Kürdlere dua yerine beddua okunmaktadır. Ne bu müslüman devletlerden, ne müslüman milletlerden ve ne de islami kurum ve örgütlerden en ufak bir destek bir kuruma görmediği gibi, onların zulmünün kurbanı olmuşlardır. Demek ki ‘ne güçlü bir solcu devlet, ne güçlü bir müslüman devlet’ müslüman kürdleri savunmamıştır. Tam tersine Kürdler müslüman devletlerden ve islami örgütlerden hep zulüm görmüştür.

Tezatın bir diğer yanı ise; hem, ‘’Kürtlerin bir devleti olmalı ki bir Kürt bir yerde hırpalandığı zaman onun hukukunu müdafaa etsin“, hem de ‘’Ama Türkiye’nin Kürtlerin devleti haline getirilmesi lazım. Ve Kürtlerin davası bu olmalı.“(!) Diyor. Birbirini dışlayan iki önerme. Biri ‘bir Kürd devleti olmalı’ önermesini yapıyor, diğeri de; Türk devleti var, kürdlerin de devletidir, başka devlet kurmaya ne gerek var (!) diyor. Bu da Abdullah Öcalan’ın ‘devlet paradigması’ ve ‘devletin reddi’ önermelerinin aynisi. Ama birisi solcu kardeşliği versiyonu, diğeri de islami kardeşlik versiyonu.

Nereden bakılsa bakılsın, Kürdler bir ideolojik ve haliyle bir stratejik kuşatma ile karşı karşıya. Kimse Kürd davasının Kürd ve Kürdistan’dan kaynaklı bir millet ve toprak davası olduğunu tartışmıyor. Biri olmayan solcuları ‘kurtarıcı’ olarak, diğeri de islamcıları ‘kurtarıcı’ olarak öneriyor. Oysa Kürdler büyük bir millettir, kendi tarihi vatanları üzerinde yaşıyor ve bu topraklarda devlet hakkı gasp edilmiştir. Bu hakkın geri alınması lazım demiyor.

Mucahit Bilici, ‘’Kürtler direkt egemenliğe talip olmalılar.“ (!) Diyor. Bu cümleyi tek başına ele aldığımız zaman, Kürdler açısından uygun bir önerme. Ama, ‘’Türkiye Cumhuriyeti egemenliği bizim egemenliğimizdir, bizden çalınmış egemenliktir. Ortak olarak kurduk bu devleti, egemenliğin ortaklığına taliptir Kürtler.“ Cümlelerini hemen ardından okuduğumuz zaman, Mucahit Bilici’nin niyeti ortaya çıkıyor.

Türk devleti, 100 yıllık tarihinin hiç bir döneminde Kürdlerin devleti olmamış ve ayrıca Kürdlerden de çalınmamıştır. İnkar ve gasp politikaları sonucu Kurdistan sömürgeden de geri bir alt statüde yok sayılmış. Kürdler yok sayıldığı bir devlette, nasıl ortak oluyorlar, doğrusu bunu sosyoloğumuza sormak lazım. Kürdler, bu devletin bir inşa aracı olarak kullanılmış, ama bu yapılırken de; Kürd olarak değil, müslüman olarak, Türkleştirmek üzere yapılmıştır. Sorun şudur; Türkler adına gasp edilmiş topraklarda yaşayan gayri müslimler yok edilmiş, müslümanlar türkleştirilmiş, ama Kürdler kadim bir ulus oldukları için, bu uygulamaya Türkiye’nin kuruluşundan itibaren karşı çıkmışlar. Katliam, jenosid ve sürgünlere tabi olmuşlar. Ama son 25 yıl harici, hiç bir Kürd Türk devletini kendi devleti olarak görmemiştir. Hep yüreğinin bir köşesinde bir Kürd devleti hayalını saklı tutmuştur. Bazılarının, özellikle yüreğin bu köşesinden, bu cevheri çıkarıp öldürme çabası türk devletinin talebidir, Kürdün talebi değildir. Kürdler üzerinde çok yönlü olarak yürütülen asimilasyon, dejenerasyon ve türkiyelileşme programları, Türk devlet programıdır. Bunu açıkça görmek ve tedbir almak gerekiyor.

M. Bilici; ‘’…Kürt düşüncesinin dar bir zihniyete hapsolması büyük bir sıkıntıdır.“ Diyor. Peki Kürdleri stratejik hedeflerinden alıkoymak, ‘türk devletini de onların devleti’ yalanına angaje etmek sıkıntı değil mi?

Muhterem Bilici, Kürdlere ilişkin ne düşündüğünün son noktasını koyuyor: ‘’Türkiye’nin başarılı olması Kürtlerin hayrınadır. Kürtler zayıf bir Türkiye’de daha özgür olmayacaklar. Zengin, başarılı, onurlu, izzetli bir Türkiye’de daha başarılı olacaklar.“(!)

Ben tam tersini öneriyorum; Güçlü bir Türkiye, Kürdlere yönelik tarihe yayılan zulüm, katmerleşen baskı, katliam ve jenosidler zinciri, asimilasyon ve yok olma, türkleşme demektir. Güçlendirilmiş kölelik zinciri demektir. Kürdleri, kendi topraklarına sahip çıkma ve devletleşmelerini engelleme demektir.

Esaret altındaki milletlerin sosyologları, akademisyenleri onlara kurtuluş reçeteleri öneriyor. Bizimkiler, türklere teslim olmayı ve ‘türkiyelileşme’ adı altında türkleşmeyi öneriyor. Bir Kürd sosyoloğun bize önereceği şeyler bunlar olmamalı diye düşünüyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

4668 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:01:57:01
x