Ercan İlgin: Kürt Entelijensiyasının Milliyetçilikle İmtihanı - 3

17 Eylül 2025 - 11:55
17 Eylül 2025 - 11:55
 0
Ercan İlgin: Kürt Entelijensiyasının Milliyetçilikle İmtihanı - 3

Bir önceki bölümde, 1970’lerde ortaya çıkan Kürt örgütlerini kısaca ele almış ve bu örgütlerden ikisinin, yani PKK ile TKSP’nin kendi çizgilerini Kürt milliyetçiliğinin zıddında konumlandırdığını belirtmiştik. Keza bu iki örgütün liderlerinin esasen Türk sosyalist hareketinden gelmiş olmalarının da onların anti-milliyetçi kampta yer almalarında önemli bir etken olduğunu vurgulamıştık.

Bu iki örgütün dışındaki diğer Kürt örgütleri ise milliyetçi düşünceye karşı ikircikli bir tutum içindeydiler. Bir kere her şeyden önce kendilerini hiçbir zaman Kürt milliyetçisi olarak tanımlamayacaklar, onun yerine “yurtsever” ve “devrimci” kavramlarını kullanacaklardı. Hatta kendilerini “devrimci” değil, “proleter devrimci” olarak tanımlamak o dönemde daha çok tercih edilir bir durumdu.

Bu meyanda, bu iki kavrama sonraki bölümlerde eğilmek üzere bu bölümde o dönemin önemli bir Kürt örgütünü mercek altına alalım. Bu da, 1975’te çıkardıkları Rızgari dergisinden ötürü Kürdistan’da “Rızgariciler” olarak adlandırılan örgüttü. Ayrıca bu örgüt ilk ortaya çıktıktan çok kısa bir süre sonra Kürdistan’da önemli bir kitle desteğine de sahip olacaktı.

Aslında, Rızgari’yi bir örgüt veya bir hareket olarak tanımlamak bu yapının niteliği hakkında yanıltıcı olacaktır. Çünkü bu yapı, gerek sahip olduğu entelektüel birikime sahip kadroları, gerekse de Kürt düşün dünyasına teorik düzeyde kattığı özgün düşünceleriyle bir örgüt veya bir hareket olmanın ötesinde bir ekol olarak tanımlanmayı hak ediyor. Bu noktada, bir hafıza tazelemesi adına, yarım asrı aşkın mücadelesiyle “Türk toplumunun Sartre’ı” olarak tanımlamamız gereken İsmail Beşikçi’nin de bu ekol içerisinde yer aldığını belirtmeliyiz.

Ayrıca, dönemin diğer Kürt örgütleri legal zeminde kurdukları derneklerin isminde “Devrimci” veya “Demokrat” kelimelerini tercih ederken bu hareket legal platformdaki örgütlenmesini ASDK-DER – Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği adı altında oluşturacaktı. Bu da elbette bu hareketin milli çizgisi hakkında bize yeterli somut bulgu vermektedir.

Bu hareketin lideri olarak bilinen Mümtaz Kotan, sonrasında, bu hareketin çizgisini bu konuda değerli bir çalışma yapmış olan Celal Temel’e şu sözlerle anlatacaktı:

“Rızgari şunu açıklıyordu; Kürdistan diye bir ülke var ve burada Kürt ulusu yaşar. Burası, TC, İran, Irak ve Suriye tarafından askeri olarak işgal edilmiş ve sömürgeleştirilmiştir. Kürdistan uluslararası bir sömürgedir, bu statüden arınmadıkça ve üzerindeki askeri işgal kaldırılmadıkça bağımsız olamaz ve özgürleşemez.”

Yine bu hareket de Marksist ideoloji temelinde kurulmuş olmasına rağmen, Sovyet rejiminin, tarihsel süreçte her dönem anti-Kürt nizamda yer almış olmasının farkındaydı. Onların kendilerini, Sovyet yanlısı kampta konumlandırmamış olmasının temelinde de, bu gerçekliğin farkında olmaları yatıyordu. Yine bu hareket Maoist bir çizgiye kaymayacak ama, Kürdistan’da gelişen bu çizgiye karşı hasmane bir tutum da takınmayacaktı.

Fakat, bizim bu hareketi özel olarak ele almamızın nedeni ise o dönemde Kuzey Kürdistan’da hakim olan Marksist ideolojinin, Kürt milli hareketlerini manipüle etme becerisinin ne denli etkili olduğunun bu hareket ölçeğinde ortaya çıkmasıdır.

Bu doğrultuda, kendisini Kürt milliyetçiliğinin karşısında konumlandırmayan, hatta bu kavramı kullanmamakla birlikte bu çizgiye yakın duran Rızgari’nin ilk ortaya çıktığından sonra, iki yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde Marksist iklime karşı nasıl yelkenlerini indirmek zorunda kalmış olması irdelenmeyi hak ediyor. Şüphesiz bunun tek nedeni ise bu hareketin de Marksist ideolojiyi temel rehber olarak belirlemesiydi. Yani o dönemin diğer Kürt örgütleri gibi Rızgari’nin de aşil topuğu Marksist ideolojiye bağlılığıydı. Nitekim 1975’te, milli bir temelde başlayan hikayesi iki yıl sonrasında 1977’e gelindiğinde önemli bir sınavla karşı karşıya gelecek ve bu ilk sınavında deyim yerindeyse sınıfta kalacaktı. Bunu açalım:

Bu konuda ilk önemli adım bu hareketin 1975 yılında kendi yayınevi olan Komal Yayınları’ndan çıkardığı “Koçgiri Halk Hareketi” adlı kitaptı. Bu kitabın esas önemi ise içeriğinden ziyade bu kadrolarca kitaba yazılan önsözdü.

Bir Kürdistan devrimi hedefleyen bu yapı söz konusu bu önsözde Kürt halkının baş çelişmesinin sömürgeci Türk devleti ile olduğunu, buna bağlı olarak da Kürdistan’daki ağa-mütegallibe, eşraf vb. gibi sınıf ve tabakalarla olan çelişmelerin ise tali olduğunu vurguluyor, bu bağlamda da bu geleneksel sınıf ve tabakaların Kürt milli hareketi için hedef değil, engel olduğu saptaması yapılıyordu.

Elbette bu Kürt milliyetçiliği açısından çok önemli bir saptamaydı. Çünkü, ezilen milletlerde milliyetçilik, her şeyden önce kendi milleti arasındaki sınıf çatışmalarını tali duruma düşürme becerisi demektir. Dolayısıyla, bu önsözde ortaya konulan bu tespit, Kürdistan’da söz konusu bu kesimlere yönelik en doğru yaklaşımı ortaya koyuyordu. 

Fakat, bundan iki yıl sonra, 1977’e gelindiğinde bu konuda bir özeleştiri yapacaklar ve Kürdistan’daki bu güçleri engel değil hedef olarak belirleyeceklerdi.  Şüphesiz, deyim yerindeyse bu çark etme, her şeyden önce, bu hareketin her şeyden önce kendi kitlesinden gelen bir baskının sonucuydu. Çünkü Marksist ideoloji, en dogmatik biçimiyle bu hareketin tabanına da gözeneklerine kadar işlemişti.

Oysaki, Kürdistan’ın sosyolojik yapısına Marksist ideolojiden azade olarak bakıldığı zaman rahatlıkla görülebilecek bir çıplak gerçeklik vardı. O da, söz konusu bu feodal güçlerin ve eşrafın hiçbir biçimde Kürdistan’ın özgürlük mücadelesinde hedef olarak görülemeyeceği gerçekliğiydi.

Nitekim, o dönemde, Güney Kürdistan’da, uzun yıllar KDP’nin Genel Sekreterliğini yapan ve Marksist görüşlerinin etkisiyle Mela Mustafa Barzani’nin en önemli muhaliflerinden biri olan İbrahim Ahmed’in, bu hareketin yenilgisi sonrası yapmış olduğu özeleştiri son derece önemliydi. 

İbrahim Ahmed, 11 Temmuz 1974’de Fransız Le Monde dergisine verdiği mülakatta, kendilerinin “dervişler gibi” olduğunu vurguluyor, “Feodalizmi kırmak ve bir köylüler ordusu kurmak” istediklerini fakat bu noktada gerçekçi olmadıklarını belirtiyordu. Yine Ahmed, söz konusu bu özeleştirisinin devamında “köylü geleneğinin senyörsüz mücadele edilmemesini gerektirdiğini” vurgulayarak bu konuda Mela Mustafa Barzani’nin en doğru politikayı izlediğini kabul ediyordu.

Ama o dönemde kimsenin bu sosyolojik gerçekliği görebilecek durumu yoktu. Keza İbrahim Ahmed’in bu özeleştirisini de. Gün bir “sınıf savaşı” yürütme günüydü ve Kürtler öncelikle kendi toplumu içerisinde bu sınıf savaşını yürütülmeliydi.

Nitekim, sonrasında, bilindiği gibi, Rızgari hareketinin, öncesindeki bu milli çizgisinden sapmış olması ve bu meyandaki özeleştirisi bile, bu hareketin içindeki sınıf savaşı yürütme sevdalısı kesimi tatmin etmeyecek ve bunun devamında Rızgari hareketi ikiye bölünecekti. Bu yapıdan ayrılan ve kendilerine “Ala Rızgari” ismini verenler, kendilerini “proleter devrimci”, bu hareketin merkezini ise “burjuva milliyetçisi” olarak tanımlayacaklardı. Burada dramatik olan şey ise, bu hareketin merkezinin de, kendilerinin “burjuva milliyetçisi” olmadıklarını tersine yine kendilerinin de proleter devrimci olduğunu ısrarla dile getirmiş olmalarıydı. Onların, kendilerinin de asla burjuva milliyetçisi değil, diğer örgütler gibi proleter-devrimci oldukları şeklindeki savunmaları bile o dönem tüm Kürt örgütlerinin Markist ideolojiye olan koşulsuz bağlılıkları sonucunda nasıl bir şartlanmışlık içinde olduklarını gösteriyordu.

Bu bölünme sonrasında, kendisini proleter devrimci olarak adlandıran ve Kürdistan devrimi için öncelikle Kürdistan’daki feodal güçlerin ortadan kaldırılmasını savunan Ala Rızgari örgütü, bu ideolojisini pratiğe de dökecekti.

Bu örgüt, Kürdistan’daki aşiretlerin ve toprak ağalığının Kürt milli hareketinin temel düşmanları olduğu tespitinden hareketle, 1979 yılında PKK’nin Siverek ve Hilvan’da, o yörenin iki büyük aşiretine karşı başlattığı silahlı savaşa da kendi adına fiilen katılacaktı.

Sonuç olarak bu durum, Kürt milli uyanışının Marksist ideolojinin prangası altında nasıl manipüle edildiğinin en somut göstergesiydi.

Devam edecek…

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1753 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 05:45:52