Halep ve Menbic’te Kürtlere yönelik ırkçı 'Boyacı' söylemi yeniden hortladı
Halep’teki bazı Arap kesimlerin Kürtlere karşı kullandığı "Boyacı" ifadesi, Menbic’de düzenlenen son gösterilerde yeniden hortladı. Bir boyacı sandığını havaya kaldırarak atılan sloganlar, bu mesleğin Kürtlerin toplumsal hafızasındaki yerini, ekonomik yükselişlerini ve bu ifadenin neden ırkçı bir hakaret olarak algılandığını bir kez daha gündeme getirdi.

"Boyacı" (Boyaxçî), Halep’teki bazı Arapların öfkelendiklerinde veya gerilim anlarında Kürtlere karşı kullandığı bir ifadeye dönüşmüş durumda.
Kürtlere yönelik psikolojik ve toplumsal bir saldırı niteliği taşıyan bu durumun son örneği, Halep vilayeti sınırları içindeki Menbic kentinde geçen cuma günü Şam yönetimi taraftarlarınca düzenlenen gösterilerde yaşandı.
Göstericiler, bir boyacı sandığını havaya kaldırarak "Boya... Boya..." diye sloganlar attı.
Peki, bu ifadenin kökeni neye dayanıyor ve Kürtler neden buna tepki gösteriyor?
Göç, tren rayları ve kuraklık
Meselenin kökeni, Kürtlerin büyük bedeller ödediği 1940’lı ve 1950’li yıllara uzanıyor.
O dönemde Afrin ve Kobani gibi kırsal bölgelerden Halep kentine doğru yoğun bir göç dalgası yaşandı.
Bu göçün temelinde iki ana neden yatıyordu: Birincisi, demiryolu hatlarının çekilmesiyle Kürt bölgelerinin birbirinden koparılması; ikincisi ise baş gösteren şiddetli kuraklık ve kıtlık.
Kente inen Kürtler için geçim derdi başlamıştı. Şehir hayatının işleyişine yabancı olmaları ve kolay iş bulamamaları nedeniyle önlerinde genellikle hizmetçilik veya kapıcılık gibi seçenekler duruyordu.
Ancak Kürtler bu yolu seçmedi. Sermaye gerektirmeyen ama aynı zamanda "kendi işinin patronu" olabilecekleri bir iş arayışına girdiler. Bu işlerden biri de "ayakkabı boyacılığı" idi.
Zanaata dönüşen meslek
Ayakkabı boyacılığı şehirde zaten vardı ve Araplar tarafından yapılıyordu. Ancak Kürtler bu işe el attıklarında ona bir sanat ve zanaat kattılar.
El becerileriyle öne çıktılar ve kısa sürede bu sektörde büyük bir çoğunluk oluşturdular. Hatta içlerinden efsaneleşen isimler çıktı.
O dönemden bahsedildiğinde akla hemen Heso ve Abdo gelir. Özellikle de "Boyacıların Kralı" olarak bilinen Heso (Hesen Boyaxçî).
Boyacıların Kralı: Heso
Heso, sıradan bir boyacı değildi. Halep’in meşhur Baron Caddesi’nde, tarihi Baron Oteli’nin önünde tezgah kurardı. Oturduğu yer basit bir tabure değil, adeta bir "padişah tahtı" gibi yüksek ve süslüydü. Takım elbisesi, kravatı ve şıklığıyla bir İstanbul beyefendisini andırırdı.
Zeki, hazırcevap ve politik bir zekaya sahip olan Heso, bir hizmetkardan ziyade bir "şehir şahsiyeti"ne dönüşmüştü.
Halep’in üst düzey yetkilileri, milletvekilleri ve zenginleri sadece ayakkabılarını boyatmak için değil, onunla sohbet etmek, ondan haber ve nükte dinlemek için yanına giderdi.
Heso’nun sandığı küçük bir tahta kutu değil; sarı çivilerle bezeli, büyük ve süslü bir sandıktı. Müşterisinden daha yüksekte oturur, bu haliyle ona iş yaptıranlara karşı bir üstünlük ve saygınlık simgesi oluştururdu.
Sandıktan fabrikaya: Kürtlerin ekonomik yükselişi
Boyacılık bir dönemdi ve bir basamaktı. Halep’teki Kürtler zekice bir strateji izledi. Babalar, boyacı sandığından kazandıkları paralarla oğullarına dikiş makineleri aldı. Bu makineler zamanla atölyelere, atölyeler fabrikalara dönüştü. Kürtler tekstil sektöründe ustalaştı ve ticarete atıldı.
Zamanla Eşrefiye ve Şeyh Maksud gibi mahallelerde Kürtler, Halep piyasasının hakimi ve söz sahibi oldular.
Eskiden ayakkabısını boyatmak için bir Kürde giden Arap, artık kumaş veya elbise almak için o Kürdün dükkanının önünde beklemek zorundaydı.
İşte bu durum, bazı kesimlerde rahatsızlık ve kıskançlık yarattı. Kürtlerin bu başarısını hazmedemeyen ve onları küçümsemek isteyen ırkçı zihniyet, Kürtlerin şanını ve bugünkü konumunu inkar etmek için "Boyacı" ifadesini bir hakaret gibi kullanmaya başladı.
Amaç, Kürtlerin sanayi, ticaret ve kültürdeki ilerleyişini yok saymak ve onları 1950’lerin yoksulluk günlerine hapsetmekti. Kürtler ise bu tavrı, kazandıkları statünün inkarı olarak gördü.
Edebiyatta "boyacı" imgesi
Bu kavram, Kürt edebiyatına ve romanlarına da yansıdı. Jan Dost ve Selim Berekat gibi usta yazarlar, eserlerinde bu figürü işlediler.
Aslen Kobanili olan ve Halep’te yaşamış yazar Jan Dost, meseleye gerçekçi bir pencereden baktı.
Onun için boyacı; Araplaştırma politikaları ve kuraklık nedeniyle toprağını terk edip Halep’in soğuk betonuna sığınmak zorunda kalan saf, temiz yürekli köylüdür.
"Mijabad" romanında Jan Dost, Eşrefiye ve Şeyh Maksud gibi yoksul mahalleleri boyacıların beşiği olarak tasvir eder. Boyacı sandığını ise bir Kürt gencinin hayallerinin gömüldüğü "küçük bir tabuta" benzetir.
Kamişlolu yazar Selim Berekat ise, kendine has büyülü gerçekçi üslubuyla boyacıyı efsaneleştirir ve ona "Demir Çocuk" adını verir.
Berekat’a göre sandığın üzerinde oturan o Kürt çocuğu, ayakkabılara değil, uzak ufuklara bakmaktadır. Elindeki fırça sadece bir temizlik aracı değil, bu yabancı şehirde varlığını ispatlamak için tuttuğu bir silahtır.
"Babalarımızın elleri boyayla karardı"
Gerek yazarlar, gerekse Rojava aydınları, bu tarihi süreci özetleyen tek bir cümlede birleşiyor:
"Bizim ellerimiz mürekkeple kararsın diye, babalarımızın elleri boyayla karardı."(Rudaw)
Son güncellenme: 17:53:29


































































































































































































