Kandil, PKK ve Cemil Bayık izlenimleri - Ruşen Çakır
Irak Kürdistanı’ndaki Kandil bölgesine daha önce bir kere, geçen yıl Nisan ayı sonunda, yine Foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile birlikte gelmiştim. O zaman Türkiye’deki PKK kadrolarının geri çekilmesinin ilan edileceği basın toplantısı vardı.
Irak Kürdistanı’ndaki Kandil bölgesine daha önce bir kere, geçen yıl Nisan ayı sonunda, yine Foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile birlikte gelmiştim. O zaman Türkiye’deki PKK kadrolarının geri çekilmesinin ilan edileceği basın toplantısı vardı. Yani olağanüstü bir durum söz konusuydu: her yer Türkiye ve diğer ülkelerden gelmiş gazeteci ve PKK militanlarıyla yöneticileri kaynıyordu. 30 Ocak 2014 günü ise, sabah saatlerinde ulaştığımız bölgedeki birkaç kontrol noktası dışında çıplak gözle PKK varlığını gözlemek mümkün değildi.
Nihayet bir köy evinde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık (Cuma) ile buluştuk ve yaklaşık iki saatlik bir söyleşi yaptık. Ardından birlikte öğle yemeği yedik, çay içip bir süre daha sohbet ettikten sonra Erbil’e döndük. Söyleşi için başvurduğumuz andan bitirip otelimize dönene kadarki değişik aşamalarda yaşadıklarımız PKK’nın ne derece profesyonelleşmiş bir örgüt olduğunu bize bir kere daha gösterdi.
“Eşitler arasında birinci”
Daha önce Duran Kalkan, Murat Karayılan gibi PKK’nın bazı üst düzey yöneticileriyle mülakat yapma imkanım olmuştu. Cemil Bayık ile ilk kez karşılaştım. Tıpkı Duran Kalkan ile söyleşiden sonra olduğu gibi Bayık hakkında da medyada çizilmiş olan “katı, sekter, şahin” imajının pek gerçeği yansıtmadığına tanık oldum. Gördüğüm kadarıyla kuruluşundan itibaren PKK içerisinde yer alan Kalkan, Karayılan, Bayık gibi isimler büyük ölçüde benzer profil çiziyorlar; diğer bir deyişle aradan geçen yıllarla birbirleriyle çok benzeşmişler; soru ve sorunlara benzer perspektiflerden bakıp benzer cevap ve çözümler geliştiriyorlar. Kuşkusuz aralarında bazı farklılıklar var. Örneğin her ne kadar PKK/KCK’nın başında uzun bir süre Karayılan bulunmuş olsa da Abdullah Öcalan’dan sonra gelen “eşitler arasındaki birinci”nin KCK’nın şimdiki eşbaşkanı Bayık olduğunu düşünüyorum.
Nötr ama aktif
Bayık ile söyleşimizin ana ekseninde hiç kuşkusuz Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasındaki savaş vardı. Bayık’ın, Öcalan’ın yaptığı kısa açıklamadan sonra PKK’nın kayıt şartsız hükümeti desteklediği intibaından rahatsız olduğu anlaşılıyordu. O çok daha net bir şekilde bu savaşa karşı daha nötr bir pozisyonu tarif etti. Ama bunun yaşananlara kayıtsızlık anlamına gelmediğini kuvvetle vurguladı ve “demokrasi güçleri”nin bu süreçten bir alternatif geliştirebileceğini savundu.
Lakin şu bir gerçek: Hükümet PKK ve Öcalan’ı bir şekilde muhatap alıyor, onlarla görüşüyor, hatta onlarla iyi-kötü bir “çözüm süreci” yürütüyor. Buna karşılık Gülen hareketi, Bayık’ın da belirttiği gibi PKK’dan gelen taleplere rağmen örgütü muhatap almaya yanaşmıyor ve Kürt sorununun çözümünde PKK ve Öcalansız formüller üzerine kafa yoruyor. Dolayısıyla PKK’nın Cemaat ile arasına daha fazla mesafe koyması şaşırtıcı değil. Öte yandan Gülen’in BBC mülakatında, devletin PKK ve Öcalan ile görüşmesine karşı olmadığını söylemesi Bayık’ı tam olarak ikna edememişe benziyor.
Bayık’ın sözlerinden PKK’nın, Cemaat-hükümet savaşından istifade edip ne zamandır yaşanan çatışmasızlık halini bozmaya, diğer bir deyişle fırsatçılık yapmaya yönelmeyeceği, her ne kadar bunu isteyen çok sayıda iç ve dış güç olsa da, anlaşılıyor. Yani PKK’nın bu krizi kendi imajını tazeleme fırsatı olarak gördüğünü söylemek de mümkün.
Öncelik Rojava’da
Bayık’la görüşmemizden, PKK’nın gündeminde birinci sırayı Türkiye’de değil de Suriye’de, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Rojava’da yaşananların aldığı net bir şekilde ortaya çıkıyor. Tıpkı Cemaat-hükümet savaşında olduğu gibi, Rojava başta olmak üzere bölgesel konularda Öcalan’ın Ankara ve ek olarak Erbil’le (Mesud Barzani yönetimiyle) mutlak bir uyum içinde hareket ettiği/edeceği imajının sürekli işlenmesinden Bayık’ın memnun olmadığını gözledim. Onun “Suriye’yi kazanan bütün Ortadoğu’yu kazanır” önermesinden hareketle, PKK’nın PYD üzerinden Suriye’de yakalamış olduğu inisiyatif üstünlüğünden, karşılığında fazla bir şey almadan feragat etmeye yanaşmayacağı kesin.
Yine Bayık’ın Öcalan hattında kalarak, Türkiye’deki “çözüm süreci” ile Rojava’nın statüsünü Ankara (ve ek olarak Erbil) ile birlikte tartışma ısrarının hayli gerçekçi bir strateji olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde, özellikle Leyla Zana’nın Barzani ve ardından Kandil ile görüşmelerine bağlı olarak, hem Rojava’nın durumu, hem de bir türlü yapılamayan Kürdistan Ulusal Kongresi hakkında ciddi gelişmelere tanık olabiliriz.
Nerina Azad
Bu haber toplam: 2425 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:18:32:35