Arap Baharı 15 Yıl Sonra: Demokrasi Umudundan Güç Kaymasına

Arap Baharı, otoriter Arap milliyetçi rejimlerin sonunu hızlandırırken, beklenen demokratik dönüşümü büyük ölçüde sağlayamadı; bölgesel güç dengesi Körfez ülkelerine kayarken birçok ülke yeniden otoriterliğe sürüklendi.

20 Aralık 2025 - 10:07
20 Aralık 2025 - 10:07
 0
Arap Baharı 15 Yıl Sonra: Demokrasi Umudundan Güç Kaymasına

Arap Baharı’nın başlamasının üzerinden 15 yıl geçerken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan tablo, başlangıçtaki demokrasi umutlarıyla büyük bir tezat oluşturuyor. 2010 yılının Aralık ayında Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan halk ayaklanmaları, kısa sürede bölgesel bir domino etkisi yaratmış, ancak uzun vadede istikrarsızlık, iç savaş ve otoriter yönetimlerin geri dönüşüyle sonuçlanmıştı.

Tunus: Devrimin Başladığı Ülkede Geriye Gidiş

Arap Baharı’nın çıkış noktası olan Tunus’ta, son gelişmeler sürecin nasıl tersine döndüğünü gözler önüne seriyor. Aralık ayı başında muhalif aktivist ve insan hakları savunucusu Ayachi Hammami’nin gözaltına alınması, ülkede artan baskıların son örneği oldu. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Hammami’nin tutuklanmasını yargı bağımsızlığına ve temel haklara yönelik ciddi bir ihlal olarak değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Kays Said’in son yıllarda muhalefeti, yargıyı ve sivil toplumu hedef alan adımları, Tunus’un Arap Baharı sonrası kısa süren demokratik deneyimden yeniden otoriter bir yönetime evrildiğini gösteriyor.

Domino Etkisi: Mısır ve Libya

Tunus’taki ayaklanmaların ardından, 2011 yılında Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Libya lideri Muammer Kaddafi de iktidardan düştü. Ancak bu değişimler farklı sonuçlar doğurdu.

Mısır’da 2012’de yapılan seçimleri Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi kazandı. Ancak Mursi’nin yönetimi yalnızca bir yıl sürdü. 2013’te ordu müdahalesiyle iktidardan uzaklaştırılan Mursi’nin yerine geçen Abdülfettah es-Sisi, ülkeyi bugün hâlâ sert bir güvenlik rejimiyle yönetiyor.

Libya’da ise Kaddafi’nin devrilmesi kanlı bir iç savaşa yol açtı. Ülke, General Halife Hafter’in kontrolündeki doğu ile Trablus merkezli rakip yönetimler arasında fiilen bölündü. 2012’de Bingazi’de ABD Büyükelçisi Christopher Stevens’ın öldürülmesi, Libya’daki kaosun uluslararası boyutunu gözler önüne serdi.

Milliyetçilik, Monarşi ve İslamcılık Arasında Sıkışan Bölge

Arap Baharı öncesinde Ortadoğu’da üç ana siyasi eğilim öne çıkıyordu: Arap milliyetçiliğine dayalı otoriter rejimler, Körfez monarşileri ve 1980’lerden itibaren güç kazanan İslamcı hareketler. Bu yapı, geniş halk kesimlerine neredeyse hiçbir siyasal katılım alanı bırakmıyordu.

Arap Baharı, bu tarihsel yapıyı kırma umudu yarattı. Ancak ortaya çıkan güç boşluğu, birçok ülkede iç savaşlara ve IŞİD gibi aşırı örgütlerin yükselişine zemin hazırladı. 2014’te IŞİD’ın Suriye ve Irak’ta geniş alanları ele geçirmesi, sürecin en yıkıcı sonuçlarından biri oldu.

Üç Farklı Yol: Otoriterlik, Kısmi Reform ve Çöküş

Son 15 yılda Arap rejimleri, Arap Baharı’nın yarattığı kaosu tersine çevirmek için üç temel yol izledi. Mısır ve Tunus’ta görüldüğü üzere, bazı ülkeler eski tip otoriterliğe geri döndü. Körfez ülkeleri ise monarşik yapıyı korurken sınırlı sosyal ve ekonomik reformlarla istikrar sağlamaya çalıştı.

Üçüncü yol ise Suriye’de ortaya çıktı. Beşar Esad rejiminin 8 Aralık 2024’te devrilmesi, Arap Baharı’nın gecikmiş bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Ancak yeni dönemin nasıl şekilleneceği belirsizliğini koruyor.

Suriye: Gecikmiş Bir Fırsat mı?

Suriye’de iktidara gelen Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), geçmişte El Kaide bağlantılı yapılarla ilişkilendirilmişti. Grup, yıllar içinde kendisini yeniden markalaştırsa da ülke hâlâ derin siyasi ve etnik bölünmeler yaşıyor. ABD destekli ve ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Güçleri ile Şam’daki merkezi yönetim arasındaki görüş ayrılıkları, ülkenin geleceğine dair soru işaretlerini artırıyor.

Gazze Sonrası Dönem ve Bölgesel Yansımalar

2025 Ekim’inde Gazze’de yürürlüğe giren ateşkes, Arap Baharı’nın Filistin meselesi üzerindeki sınırlı etkisini bir kez daha ortaya koydu. Ancak Libya’dan Mısır üzerinden Gazze’ye kaçırılan silahların, İsrail-Hamas çatışmalarını beslediği değerlendiriliyor. Bölgesel dönüşüm, dolaylı olarak İsrail’in güvenlik ortamını da etkiledi.

Güç Merkezi Körfez’e Kaydı

Arap Baharı’nın en kalıcı sonuçlarından biri, bölgesel güç merkezinin değişmesi oldu. Kahire, Şam ve Bağdat gibi tarihsel Arap başkentleri etkisini kaybederken; Doha, Abu Dabi ve Riyad siyasi ve ekonomik merkezler haline geldi. Körfez ülkeleri, hem finansal güçleri hem de diplomatik etkileriyle bölgenin yeni ağırlık noktası konumuna yükseldi.

Uzun Bir Toparlanma Süreci

Uzmanlara göre, Arap dünyasının önde gelen ülkeleri hâlâ son 15 yılın yarattığı yıkımı telafi etmeye çalışıyor. Bölgesel istikrarın yeniden tesis edilmesi ve ekonomik toparlanmanın tamamlanması için en az bir on yıla daha ihtiyaç olduğu ifade ediliyor.

Arap Baharı, sona ermiş bir olaydan ziyade, Ortadoğu’nun siyasi dokusunu kalıcı biçimde değiştiren bir süreç olarak değerlendiriliyor. Ancak bu sürecin demokrasiye mi yoksa daha sert otoriterliğe mi evrileceği sorusu, hâlâ yanıtını bekliyor. (Seth Frantzman)

 

 

Bu haber toplam 222 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 12:12:13