İsrail-Kürt ilişkilerine romantizmin ve popülizmin dışından bakmak

Bölgedeki hızlı jeopolitik değişimlerin ardından, İsrail–Kürt ilişkilerine dair tartışmalarda bazı Kürt çevrelerinin romantik ya da popülist beklentilere kapıldığı görülüyor. Oysa İsrail–Kürt ilişkilerini gerçekçi bir şekilde kavramak ve anlamak; duygusal dalgalanmalardan uzak durarak, bu ilişkilerin hem imkânlarını hem de sınırlarını sağlıklı bir çerçevede değerlendirmeyi gerektiriyor.

3 Aralık 2025 - 16:02
3 Aralık 2025 - 16:02
 0
İsrail-Kürt ilişkilerine romantizmin ve popülizmin dışından bakmak

Tel Aviv Üniversitesi bünyesindeki Moshe Dayan Merkezi’nin Kıdemli Araştırma Görevlisi ve Kürt Çalışmaları Programı Başkanı Prof. Ofra Bengio’nun 20 Kasım’da Haaretz gazetesinde yayımlanan “Kürtler hâlâ İsrail’in doğal müttefiki mi?” başlıklı makalesi, 7 Ekim 2023 sonrasında Orta Doğu’da hızla değişen jeopolitik dengelerin ışığında İsrail-Kürt ilişkilerini yeniden değerlendirmek için önemli bir analitik çerçeve sunuyor. Bengio, makalesinde yalnızca mevcut siyasi dinamikleri değil, aynı zamanda Kürdistan meselesinin uluslararası ilişkiler alanındaki yerini ve dönüşen konjonktür içinde nasıl konumlandığını da kapsamlı bir şekilde tartışıyor.

Analizin en dikkat çekici yönü, İsrail-Kürt ilişkilerinin hem tarihsel arka planını hem de güncel siyasal dönüşümlerini dengeli bir şekilde ele almasıdır. Bu yaklaşım, ilişkilerin doğasını romantize etmeden ve aynı zamanda küçümsemeden değerlendirmesini sağlamaktadır. Bengio'nun Kürtler ve Kürdistan üzerine dört kitabı bulunmaktadır: Irak Kürtleri: Devlet İçinde Devlet Kurmak (1998), Kürtler ve İran-Irak Savaşı: Dersler Alındı mı? (2010), Kürt Uyanışı: Parçalanmış Bir Anayurtta Ulus İnşası (2014), Bağımsız Kürdistan'a Doğru: Bölgesel ve Küresel Yanıtlar (2017).

Bengio’ya göre Yahudiler ile Kürtler arasındaki yakınlık çoğu zaman romantize edilse de aslında çok daha derin tarihsel ve sosyopolitik köklere dayanır. İsrail’in Ortadoğu’da tarihsel olarak izole edilmiş bir aktör olması, onu 1950’ler ile 1970’ler arasında “Çevresel İttifak” stratejisini geliştirmeye yöneltmiştir. Bu çerçevede İsrail’in bölgedeki iki temel ortağı İran ve Türkiye olmuştur. Ne var ki bu iki devletle kurulan yakın ilişkiler, aynı dönemde bu devletlerin siyasi sınırları içindeki Kürt siyasi hareketleriyle açık veya kurumsal düzeyde bağ kurmayı neredeyse imkânsız hale getirmiştir.

Bununla birlikte Bengio, devletler düzeyindeki bu engellere rağmen Yahudiler ile Kürtler arasındaki sosyopolitik benzerliklerin, yani travmatik tarihsel deneyimler, kimliği koruma mücadelesi, Arap, Fars ve Türk çoğunluklarından etnik olarak ayrışma ve çoğu kez aynı Müslüman devletler tarafından hedef alınma gibi daha derin ve süreklilik arz eden bir ortaklık alanı yarattığını vurgular.

İşte bu ortak kader, özellikle 1960’lardan itibaren iki taraf arasında kesintili de olsa stratejik bir yakınlaşmayı mümkün kılmıştır. Bengio’nun özellikle Güney Kürdistan örneğini öne çıkarması da bu yüzdendir: Bağdat merkezli devlet yapısı hem İsrail’i hem de Kürtleri tehdit ettiği için, taraflar belirli dönemlerde örtülü iş birliğine yönelmiş ve ilişkiyi pratik bir zeminde karşılıklı güvenlik kaygıları üzerinden tanımlamıştır.

 Bengio’ya göre, Hamas, Hizbullah, İran ve İsrail savaşı sonrasında, Suriye’de meydana gelen rejim değişikliği ve Ortadoğu’da hızlanan jeopolitik kırılmalar, İsrail ile Kürtler arasında yeni bir yakınlaşma olasılığına dair beklentileri güçlendirmiştir. Bu beklentinin en görünür nedeni, İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın 10 Kasım 2024’te yaptığı ve çok tartışılan açıklamasıdır.

Saar, Kürtlerin İsrail’in “doğal müttefiki” olduğunu ve bu nedenle onlarla ilişkilerin hem siyasi hem de güvenlik boyutunda güçlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, uzun süredir aleni biçimde dillendirilmeyen bir pozisyonu tekrar gündeme taşımıştır. Bu tür bir ifade elbette hem birçok Kürt’ün hem de bazı İsraillilerin kulağına hoş gelmiştir. Ancak Bengio’nun da altını çizdiği gibi, bölgesel gerçekliklerin sertliği bu iyimser beklentinin önünde duran çok katmanlı engeller yaratmıştır.

İsrail’in küresel ve bölgesel düzeyde “her şeye muktedir”, istediğini kolaylıkla dayatabilen bir aktör olduğu yönündeki yaygın algı gerçeği yansıtmaz. Son yıllarda Körfez ülkelerinin hem ekonomik güçlerinin hem de Washington’daki lobi etkilerinin artması, ABD’nin Ortadoğu’da daha dengeli ve çok aktörlü bir siyaset izlemeye yönelmesine yol açmıştır. Özellikle Trump yönetiminin Körfez sermayesine ve yatırım akışına duyduğu ihtiyaç ile onları Çin’den uzak tutma gayreti, bu denge arayışını pekiştirmiştir.

Bu çerçevede, Suriye’deki rejim değişikliği sonrasında Ahmed el-Şara’nın Trump tarafından kabul edilmesi ve kendisine sağlanan diplomatik, siyasal ve finansal imkânların, büyük ölçüde Körfez ülkelerinin ısrarı ve baskısı sonucunda gündeme geldiği bilinmektedir. Bu örnek, Washington’un Suriye politikasına yaklaşımla Tel Aviv’in yaklaşımının örtüşmediğini gösteren somut bir gerçekliktir.

Ancak Bengio’nun altını çizdiği temel mesele şudur: Bugün Orta Doğu’da değişen dengelere rağmen Kürtlerle İsrail arasında açık ve resmîleştirilmiş bir ittifakın ortaya çıkmasını zorlaştıran yapısal engeller hâlâ mevcuttur. Bunların başında devlet ve devlet dışı aktörler asimetrisi gelir. İsrail uluslararası alanda tanınmış, askeri ve diplomatik kapasitesi yüksek bir devletken; Kürt siyasi yapıları birbirinden farklı dört devletin siyasi sınırları içinde bölünmüş ve çoğu zaman kendi aralarında da rekabet hâlindedir. Diğer bir engel, ortak sınırların olmamasıdır; bu durum doğrudan ve açık iletişimi zorlaştırmış ve İsrail’in önemli bir destek sağlayabilmesine engeller çıkarmıştır.

Dolayısıyla İsrail’in Güney Kürdistan ile yakın ilişki kurması Kuzey ya da Rojava Kürdistanı’ndaki Kürt hareketleriyle aynı yoğunlukta ilişki kurmasına yol açmamıştır. Kürtler açısından da İsrail’i açıkça anmak ve ilişki geliştirmek ağır siyasi maliyet yaratmaktadır. Nitekim Bengio, İsrail siyasetçilerinin Kürtlerle ilgili açıklamalarını yüksek sesle dile getirmelerine karşın, Kürt aktörler ve liderlerin aynı açıklığı göstermemelerini siyasi bir zorunluluk olarak değerlendirir. İsrail tarafında en belirgin örnek, Başbakan Netanyahu’nun 25 Eylül 2017’deki Kürdistan bağımsızlık referandumuna verdiği destektir.

Bengio’nun analizi, Rojava Kürdistanı deneyimi üzerinden daha da dikkat çekici bir boyut kazanır. Ona göre İsrail, Rojava’ya başlangıçta PKK bağlantısı nedeniyle mesafeli yaklaşmış; ancak Esad rejiminin zayıflaması, Türkiye’nin Suriye sahasındaki giderek genişleyen nüfuzu ve 7 Ekim sonrasında ortaya çıkan yeni jeopolitik düzen, Tel Aviv’in hesaplarını kısmen değiştirmiştir.

Bu yeni tabloda özellikle Rojava’nın askeri ve siyasi lideri Mazlum Abdi’nin, İsrail’in olası desteğini kamuoyu önünde olumlu karşılaması, Bengio’ya göre Kürt siyasetinin uzun yıllardır dikkatle koruduğu “İsrail konusunda sessizlik” tabusunun kırılması anlamına gelmiştir. Abdi’nin bu açıklaması, yalnızca bir açılım değil; aynı zamanda hem Şam hem Ankara karşısında bir denge ve caydırıcılık arayışının stratejik bir parçasıdır.

Yine de Bengio, bu karşılıklı sinyallerin somut bir ittifaka dönüşmediğini ifade eder. Çünkü hem İsrail hem de Rojava aktörleri, Esad sonrası siyasi düzenle çelişmeyecek bir pozisyon arayışında olduğu için ilişki kontrollü ve ihtiyatlı bir düzeyde kalmıştır. Bu çerçevede Bengio’nun göz ardı etmediği bir diğer unsur, Türkiye’nin Rojava üzerindeki diplomatik ve askerî baskısının sadece sahadaki güç mücadelesiyle sınırlı olmadığı, aynı zamanda bölgesel ittifakları şekillendirmeyi de hedeflediğidir.

Nitekim Türkiye’nin Öcalan ile başlattığı diyalog sürecinde kamuoyuna yansıyan görüşme notlarında, Rojava’nın İsrail ile temaslarının Ankara tarafından kritik bir tehdit olarak görüldüğünü göstermektedir. Öcalan’ın bu notlarda Rojava Özerk Yönetimi üzerinde “İsrail etkisi” bulunduğunu söylemesi ve bu etkinin kendi müdahalesiyle ortadan kaldırılacağını iddia etmesi, Türkiye’nin söz konusu İsrail ile Kürtler arasındaki ilişkileri kesme yönündeki temel amacının bir yansımasıdır. Bu durum, Rojava Kürdistanı–İsrail temasının yalnızca bir dış politika meselesi değil, aynı zamanda Kürt siyasi hareketinin kendi iç dengelerini de doğrudan etkileyen bir unsur olduğunu göstermektedir.

Bengio’nun çalışmasının en değerli yanı, ilişkilerin yalnızca güncel politik ihtiyaçlar üzerinden değil, aynı zamanda uzun vadeli yapısal dinamikler bağlamında ele alınmasıdır. Ona göre açık ve resmî bir ittifak ufukta görünmese de kültürel bağların güçlendirilmesi, diaspora düzeyindeki etkileşimlerin artması, İsrail’in uluslararası arenada Kürtlerin ulusal demokratik siyasal haklarının tanınması yönünde lobi faaliyetleri yürütmesi ve sınırlı düzeyde gizli diplomatik kanalların korunması iki tarafın ilişki kapasitesini olgunlaştıracak alanlar olarak belirtir. Daha önemlisi, Bengio iki tarafın varlığının birbirine stratejik bir derinlik sunduğunu ve bu durumun Ortadoğu’nun geleceğinde önemli etkiler yaratabileceğini vurgular.

Bütün bu değerlendirmeler ışığında Bengio’nun analizi, Kürt–İsrail ilişkilerini çoğu zaman gündemi meşgul eden “doğal müttefiklik” söyleminin ötesine taşıyarak, mevcut jeopolitik koşulların bu ilişkiyi nasıl şekillendirdiğini anlamaya odaklanıyor. Bu ilişkinin gerçek imkânlarını ve sınırlarını daha serinkanlı bir zemine oturtuyor.

Bu bakış, özellikle bölge siyasetinin duygusal dalgalanmalarına kapılan bazı Kürt çevrelerin romantik ya da popülist yorumlarının aksine, ilişkileri kendi bağlamı içinde değerlendirmeyi mümkün kılıyor. Böylece Bengio, Kürt–İsrail ilişkilerini gelecekte radikal bir dönüşüme uğratacak bir ittifak arayışından çok, mevcut jeopolitik bağlam içinde sürdürülebilir temas biçimlerinin nasıl oluşabileceğine dair daha ölçülü ve metodolojik bir yol haritası sunuyor.

X: @cetin_ceko


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı toplam 1 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 16:02:15