Arkadaşım Kadir Amaç’ın gönderdiği iki kitabını da okudum. ‘Siyasal İslam’ın krizi ve Kürdistan’da din ve siyaset sosyolojisi’ Kadir’in yazdıklarıdır; kendisiyle zaman zaman yaptığımız sohbetlerde aşina olduğum değerli konulardır ve bunların eser haline getirilmesini önemsiyorum ; çünkü sözler kelebekler gibi uçarken geriye yazılmış olanlar kalır.
Sömürge halklar birbirine çok benzer, çünkü yaşadıkları acılar, ezilmişlik, horlanmışlık, korku onları güvensiz kıldığı gibi sevgiden de mahrum kılar. Albert Memmi bu olguya ‘sömürge pikolojisi’ der. Birbirlerinin övgüye değer niteliklerini övmekten adeta korkar ve çekinirler, bilinç sıçraması yapıp özgüven kazanıncaya kadar… Sömürge psikolojisini yaşayanlar kendi aralarında hiçte özverili değiller. Bilinç ile erdemin kişide buluşması insanı kendisine güvenli kıldığı gibi iç dünyasını ve duygularını da güçlendirir. Bilinçlenmiş insanın aşılanmış insan olduğu söylenir; bu anlamda aydın insan, bilimin yol göstericiliğini savunan, sorgulayan kişidir. Her şeyden önce toplumsal sorumluluk taşır. Halkının acılarına ortaktırlar ve onu gücü oranında aydınlatmayı bir sorumluluk haline getirirler. Halkını savunan savaşçıları destekler fakat partilerin yakını ve üyesi, çalışanı olsalar da halkın vicdanı olmak onlarda ağırlık basar ve partilerin yanlışlarına da işaret etme cesaretini de gösteriler ve partilerine gerektiğinde perspektif te sunarlar. Halkının herhangi bir partisinin mevziisinden halkının diğer partisine ateş etmez, birilerine yaranmak için kalemini karalamak için kullanmaz; kurtuluş için birliği savunur, eşit mesafeden halkının çıkarlarını partiler üstü tutar ve toplumsal aydınlanmayı esas alırlar. Bu kişilik aydın kişiliktir, insanların özgür ve bağımsız kimlik kazanmalarında, tüze ve türelere saygı konusunda yol göstericidirler. Fakat bunu yaparken tevazu ve akılverme dengesine özen gösterirler. Dolaysıyla tutarlı davranan, alçakgönüllü ve insanlara saygılı kişidirler. Bir anlamda \" düşünce namusu ve dürüstlüğü\" aydın insan olma niteliğinin ilk belirleyici unsurudur.
Okuduğum iki kitabı ve yazarını yazmak isterken aydın kişiliği ve duruşlarını yazmakta olduğumu fark ettim. Kadir Amaç islamcı gelenekten geliyor olması ve sömürgecilerin İslam’ı ve farklı ideolojileri, tüm araç ve olanaklarıyla egemenliğinin hizmetine sokmasının farkındalığıyla gerçeği görerek yazmasını önemsiyorum.
Cesur aydın niteliklerini taşıyan ve yıllardır tanıdığım gururla adını verebileceğim bir çok arkadaşım var; bunlardan biri de Hasan Bildirici’dir. Hasan, yazdıkları ve duruşuyla gerçek aydın nitelikleri taşıdığını vurgulamak içinden geldi. Dr. Ali Küçük, Mahmut Alınak, Fikrey Yaşar, Hüseyin Turhallı, Şamil Eskerof, televizyonlara çağrılmayan ve herhangi bir gazetede yazma olanağı bulamayan fakat sitelerde kendilerini ifade etme yoluyla Kürd aydınlanmasına kendilerince katkı sunan aydınlardır.
Haydar Işık, Ahmet Kahraman, Faysal Dağlı, Tahir Sileman, Dr. Işık İşcanlı’nın da isimleri yazmadan edemedim. Yıllardır M.Emin Pencewini ve Dr. Mahmut Osman saygı ile anılması ve okunması gereken gerçek Kürd aydınlarıdır benim için. Elbette listeyi çok daha uzatabilirim. Gezilerim sırasında Amerika, Kafkaslar ve Avrupa’da da gerçek aydın niteliğini taşıyan birçok Kürd aydını tanıdığımı ve bu potansiyelin gittikçe arttığını ifade etmeliyim.
Okuduğum kitaptan hareketle toplumsal sorumluluk ve gerçek aydın insanı yazarken gerçek aydın insanı bilim insanından farklı kılan özelliği kendimce ifade etmek istedim. Bilgi depolamış olmak tek başına bir şeyi ifade etmiyor, hatta bilgiyi kötülükler uğruna da kullanmak fevkalede mümkün. Darbeler ve diktatörlükler sürecinde çoğu eğitim ve bilim kurumları bilim insanlarıyla tamamen diktatörlüklerin hizmetine girdiğini, özellikle Türkiye ve Türkiye tipi ülkelerde çok gördük… Hatta Türkiye’de üniversitelerin çoğu Kemal Sunal’ın filmleri kadar toplumu aydınlatamıyorlar. İşte aydın insan çoğu zaman bilgi deposu olmaktan çok bireysel nitelikleri, duruşu ve doğru tahlilleri ile geliştireceği kombinasyonu, onu uyduruk değil gerçek bir aydın insan yapar. Bilim insanı bürosunda ya da laboratuvarda çalışıyorken toplumsal sorumluluk taşımıyorsa yada taşıyor da doğru yerde değilse o kesinlikle bir aydın değildir ve sadece bir mesleğini icra eden insandır.
Öte yandan, Kürd olup eli kalem tutan, güya düşünce üreten sömürgeciliğin kırıntılarına kişiliğini satan çok unsur var ve bunlarda kendilerine ‘aydın’ diyebiliyorlar. Bunlara ‘aydın’ değilde ‘karanlık’ demek belkide en doğru kısa tanım olacaktır.
Dogmalardan ve tabulardan arınmış, yeniliklere açık, ezilenlerden, zulum gören halkından yana, sorunların neden ve sonuç ilişkilerini doğru kuran ve sentezleyen kişi şüphesiz aydın kişiliktir. İşte Türkiye’nin temel sorunlarından birisi de gerçek aydınların çok az oluşu değil mi? Tüm baskılara, yıllarca zindan cezasına rağmen İsmail Beşikçi gibi doğru bildiklerini yazıp üreten savunan kaç bilim insanı var Türkiye’de? Elbette Fikret Başkaya, Haluk Gerger ve daha bir çok gerçek aydın ve bilim insanını sıralayabiliriz fakat toplumsal aydınlanma için bu potansiyel maalesef çok, çok az... Kitle ve iktidarların kuyrukçuluğunu yapmak aydın kişilik olmaktan çok uzak değil mi? Hatta bunlar köhne sistemi ayakta tutanlar ve savunanlardır çoğu zaman. Dolaysıyla aydın kişilik ile toplumsal sorumluluk taşımayan sıradan bilim insanını birbirinden ayıran özellikleri naçizane böyle görüyor ve değerlendirirken Alman şair ve düşünürü Goethe, ölüm döşeğinde Işık, biraz daha ışık” diye söyleniyormuş. Ölüm anındaki iç daralmasının sonucu söylenmiş olduğu, bu halet i ruhiyeyi yansıttığı ileri sürülebilirse de, bu sözler dünya edebiyatına mal olmuş ve yalnız Goethe’yi değil, Aydınlanma Devri’nin karakterini de dışarı vurmuş. İşte özgür düşünen ve düşüncelerini özgürce ifade eden bir toplum aydınlanabilir ve kadının da özgürleşmesi toplumsal aydınlanmadan geçer. Hâlâ Orta doğuda insanlığın canına okuyan da aydınlanma karşıtlığı değil mi?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.