Kadına yönelik şiddet öncelikle bir sağlık sorunudur. Töre ve Namus cinayetleri ile ayyuka çıkan ve gündemini koruyan tek ülke Türkiye\' dir. Evliliklerin azaldığı, boşanmaların çoğaldığı ülkede kadınlar en çok boşanma süreçleri içerinde öldürülüyor. Ne var ki , bu ölümlere erkeğin hastalıklı egemen sevgisi neden oluyor. Sivil kadın kuruluşları .\"Erkeklerin sevgisi her gün üç, beş kadını öldürüyor! Kadın cinayetlerine karşı isyandayız!\" sloganıyla sokağa çıkıyor ve acil önlem alınması için mücadele ediyor. Ne yazık ki, yargılama aşamasında da yine erkek egemen bakış açısı kendisini gösteriyor. Kadın cinayeti davalarında, sudan sabundan nedenlerle \"haksız tahrik\" indirimi uygulanıyor, erkek katillerin cezası indiriliyor.
Kısacası bütün sistem erkek şiddetine sırtını dayıyor, bu şiddeti yeniden üretiyor ve çoğaltıyor. Tablo çok can sıkıcı olsa da, son süreçte edindiğim izlenim ve oluşan düşüncem şöyle:
Direnme ve karşı koyma güçleri sayesinde kadının adını var ettik, artık anaerkil döneme adım atmış sayılırız.
Kadın sorununu genel olarak insan sorunundan soyutlayıp kutuplaştıranlara karşın göstereceğimiz dirençle, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşacağız ve var olma mücadelemizi devam ettirerek, kaderimizi değiştireceğiz. Kadın düşüncesinin erkeğe göre çok daha barışçıl ve daha üretken olduğunu kanıtladık. Ayrıca cadılık kisvesinden kurtularak daha güçlü olduğumuzu da kanıtlayacağız. Zaten öyle olmasaydı, Almanya Başbakanı Angela Merkel\'in, her gün sabah evden çıkmadan önce eşine \"alınacaklar listesi\" yazmasının farklı bir anlamı olabilir miydi?
Mitolojide: \"Bir zamanlar Kybele, Batı Anadolu\'daki İda Dağı\'nın hanımıdır. Doğanın anası olarak aslında yaşamın sahibi olan, yaşamın döngüselliğini düzenleyen, onun sürüp gitmesini sağlayan, yaşam verme kudretine sahip olan Ana Tanrıça, aynı zamanda sunduğu yaşamı geri alma kudretine de sahiptir. Yaşamı bahşeden, onu pekâlâ da geri alabilir. Kybele hem hayat verir hem de hayat alır\"
\"Fransa\'da bulunan Yarım mağara büyüklüğündeki büyük bir kaya girintisinin duvarına kazınmış bir kadın resmi arkeolojide Laussel Venüsü diye anılıyor. Yaşı uzmanlarca 30.000 yıl tahmin edilen ve elinde bir bizon boynuzu tutan bu kadının bir tanrıça olduğu sanılıyor. Aynı duvardaki başka resimlemelerde üç kadın daha görülüyor, kadınlardan birinin aşağı kısmında, başaşağı duran bir insan başı ve omuzları gözüküyor ki, bunun bir doğum sahnesini betimlediği sanılıyor. Gene bir başka köşede, başı ve kolları kopmuş, ama kargı attığı sanılan bir erkek figürü var. Aynı duvarda ayrıca bir sırtlan ve at resimleriyle kabartmalar halinde gösterilmiş birkaç dişilik organı bulunuyor. Bu çağa ait Ön Asya\'da bulunan mağara resimlerinden ve heykellerden ibaret o dönemin sanatı, tanrıçaların ve kadının toplumdaki üstün konumunu gösteriyor. Kadının saygınlığının ve üstünlüğünün diğer boyutu onun doğurmasıydı. Çocuğun hangi etkenle dünyaya geldiğini henüz bilmeyen erkek, doğurduğu için kadına giz ve kutsallık atfediyordu. Bulunan sayısız arkeolojik objelerde kadının doğurganlığı vurguyla tasvir edilmiştir. Doğa karşısında güçsüz olan insanlarda ölüm yaygın olduğundan, doğum topluluğun devamı için çok önemliydi, ölüme karşı koyan başlıca etmen doğumdu, doğuran insan ise kadındı\"
Peki, öngörüldüğü gibi tarihin bir döneminde kadın toplumsal erki ele geçirebilmiş midir? Mümkün gözükmüyor; özellikle tarım döneminde cinselliğini işgücü üretmek için kullandıran kadın, silahı kimliğiyle özdeşleştirmiş olduğunu bildiğimiz erkeğe nasıl üstünlük sağlayabilir? O dönem buluntularında ok uçları, bıçak gibi silahlar erkek mezarlarından çıkarken, kadın mezarlarında ayna ve takılara rastlanmış. Her neyse...
Kadınların haklarını elde etmek için başlatıkları ilk hareketlerinden biri olan 8 Mart dünya kadınlar gününü kutladığımız şu günlerde, kadınların o günden bu güne çok çetin mücadeleler verdiklerini biliyoruz. Dünya kadınlar gününü kutlarken, kadınlara dayatılan her çeşit baskıyı birlikte savarak, acıları paylaşıp birbirimize aktararak ve dayanışarak eşitsizliğe karşı olan savaşı kazanabiliriz...
Benisa erdem
[email protected] Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.