Referandum tartışmalarıyla, gündem işgal edilerek, Kürdistan'da devam eden savaşı, yapılan katliamları yoğunlaştırmaktır. Büyük bir ekonomik iflası gizlemeye çalışıyorlar. Kürd halkının öfkesini büyüterek, siz ne kadar seçim yaparsanız yapın, seçimlerde ne kadar çok oy alırsanız alın siz kazanmış olamazsınız.
Korku baskı, horlanmak, ezilmek ve bastırılmışlığın beslediği bir moralsizlik halidir. Çok korkanlar, kendilerini, güçlü, cesur, kahraman yenilmez hatta ölmez şeklinde lanse ederler. Bir toplum neden korkar? Korkunun başlıca nedenleri, bastırılmak, ezilmek, sürülmek, büyük haksızlıklara maruz kalmak ve ölmektir, .
Korkak kişi ve toplumlara genel olarak korkmayın derler, çünkü korkuyu gizlemenin kalkanıdır. Güçsüzlüğünü, çok güçlüyüz şeklinde yüksek perdeden dillendirenler ciddi sorunlar yaşamaktadırlar.
Korkmayan bir topluma neden korkma diyorsunuz? Geçenlerde Türk Milli Eğitim bakanlığının yayınladığı Zazaca / Türkçe açıklamalı kitaplara bakıyordum. sayfaları çevirdikçe, İstiklal marşı, Atatürk'ün gençliğe hitabesi ve M. Kemal Atatürk’ün resmini görüyorum. Hemen istiklal marşının ilk mısrası dikkatimi çekiyor ve hiç bu kadar anlamlı gelmemişti bana. Hatırlayın, İstiklal Marşı Korkma diye başlıyor! Düşündüm neden ilk dikte edilen şey korkma ile başlıyor?
Çünkü korkak bir toplum mevcuttur, maneviyattan yoksun, çaresizdirler, iradesizdirler, bunu söylerken Türkleri aşağılamak için söylemiyorum. Korkak toplumun kendi milli marşlarında kendileri zaten bunu net bir şekilde haykırmaktadırlar. Korkmayanlar'a KORKMA denilir mi?
Türkler sorgulama cesaretine ve kapasitesine sahip olmadıklarından, kendilerini yöneten korkakların tüm saldırı, tehdit ve hakaretlerine büyük övgü kaynağı olarak sahip çıkmaktadırlar. Korkak olamasalar, korkma denildiğinde, biz korkak değiliz bize böyle diyemezsiniz deyerek tepki gösterirler, göstermiyorlarsa, başından korkaklığı kabul etmiştir. Korkma denildiğinde bile bir emirle, tehditle terbiye etme vardır. Güçlü olmak kaba-kuvvetle ölçülmez, güçlü olmak öncelikle, güçsüzlere sahip çıkmak ve korumakla mümkündür. Bu bilinç, kültürün gelişmişlik seviyesini gösterir. Bilinçli toplumlarda Hukuk devleti tüm birey hakkını savunur ve korur. Peki Türkiye'de hukuk sistemi var mı? Varsa kimin Hakkını korumak için vardır?
Korku salmak, çaresizliktendir. Korkmayanlar sırtını bir güç odağına dayamadan, haksızlığa karşı çıkanlardır. Güçsüz olmak, haksız olmak değildir. Güçlü olmak çok silaha, vurucu güce sahip olmak hiç değildir. Güç, üstün bir zekaya sahip olmak, adil davranmak, onurlu ve cesaretli duruşla haksızlık kimden ve nerden gelirse gelsin ve bedeli ne kadar ağır olursa olsun bunun karşısında dik durmaktır. Bu korkmayanların davranışıdır. Şayet Türkler korkmuyorsa, devlet şiddetine karşı çıkmalıdır. Kürdlere uygulanan her türlü vahşete dur demelidir, bu kirli savaşın bir parçası olmayacağını yüksek sesle haykırmalıdır. Aksine devletin gücüne secde edip, asker, polis, silah ve devletin tüm imkanlarına dayanarak Kürdlere horozlandıkça siz korkak olduğunuzu kabul etmiş oluyorsunuz.
Bedel ödemekten korkanlar güçlü değil aslında güce tapanlardır, yani kul ve köle olanlardır. Tabi ki bu kullar korkaktır. Yönetenler korkuyla yönetiyor, yönetilenler ise korkuyor, bu analizi yapan Atatürkçüler, haliyle istiklal marşında korkma diyerek bu gerçeği teslim etmiştir.
Korkmayın Türkler, insanca yaşamak için kendiniz için ayağa kalkın, şiddet devletine karşı, kendi iradenizle güzel yarınlar için umutlarınızı dile getirin.
Susmayın, konuşun, düşünün, korku duvarlarını yıkın, yoksa hep korkak olarak kalacaksınız.
Bu ülkede en çok tartışılan bir terör sorunu vardır, evet terörün en büyüğü ve tehlikelisi devlet terörüdür. Devlet terörüne karşı çıkma cesareti gösteremeyen Türk toplumu, devlet terörüne tapıyor. Birey olma özelliğinden yoksun, köleler sırtını güçlüye dayadılar mı, barbarlıkta sınır tanımazlar. Durum böyle olunca kirli savaşın bir parçası olarak, sivil faşistler ordusu yaratılmıştır.
Bir toplumu cezaevlerine tıkmalar, toplumu susturmak için şuursuzca saldırılar yapılmaktadır. Polisle millet terbiye edilemez. Silahın gölgesinde insanlar özgür ve mutlu olamaz.
Silah her şeye kadir değildir.
Keskin öfke ve nefret toplumu korkunç bir iç savaşa doğru sürüklemektedir.
Türkler bu tehlikenin farkında mıdır?
Düşünen toplum soru sormalı, sorgulamalı ve kendisiyle yüzleşme cesareti göstermelidir.
Türklükleriyle övünenlerin, vicdanları sızlamadıkça, haksızlıklara sessiz kaldıkça ırkçılığın kokuşmasından başka birşey olamazlar.
Utanılması gereken olaylarda doğru refleks gösteremiyorsa toplumsal kronik bir hastalık vardır.
Üstün olmak, güçlü olmak, susmakla olmaz. Üstünlük Kürd ulusunun masum bebelerini, silahsız ve savunmasız sivilleri öldürmekle sağlanamaz. Üstünlük elde etmek korku ve şiddetle başarılamaz.
Çocuk öldürülüyor, tepki gösterilmiyor, insanlar toplu halde yakılarak katlediliyor, kürdlerin yerleşim alanları yerlebir ediliyor ve yine hiç bir şey olmamış gibi davranılıyor, veya olanlar başarı diye alkışlanıyorsa durum vahimdir.
Uygulanan şiddet siyaseti yukardan aşağıya doğru toplumda şiddet hastalığı yaygınlaştırmaktadır. Bu ruh hali herşeye, herkese düşmandır. Hiçbir milleti sevmediği gibi kendisini de sevemez.
Çünkü değerleri olmayan bir toplum, ölümlere, tecavüze, hırsızlığa ses çıkarmıyorsa tedavisi mümkün olmayan bir hastalığın pençesinden kurtulamaz.
Vicdan yaralayan olaylara karşı çıkmayan, kişiliksiz ve basiretsizdir.
Suç işleyen, cinayet işleyen katiller sahipleniliyor. Hırsızlık yüz kızartıcı suç olmaktan çıkyor, katillerle gurur duyulan bir ülkede nefes alınamaz hale gelmiştir.
Kirli bir sistem ancak böyle bir utanç eseri yaratır, kirli bir ahlak anlayışı hakimdir. Şayet böyle olmasaydı Erdoğan- AKP'si 15 yıl iktidarda tek başına bu milleti korkuyla yönetemezdi.
Oysa normal koşullarda iktidar ve partiler milletin gücünden korkar.
Türkiye'de ise aksine, millet – iktidar'dan korkuyor, çünkü kokak bir milletin ruh hali böyledir.
Dindarlık adına toplumu yozlaştırmak genel kabul görmüştür.
Bir toplum topyekün suç ortağıdır.
Erdoğan ve sözde muhalefet aynı kutuptadır. Çünkü AKP şiddetli şekilde Kürdlere saldırmakta, Kürdistan'da resmen bir iç savaş yaşanmaktadır, Bu savaşta CHP - MHP ve bir cümle Türkler bu seferberliğin tarafı olmuş, Erdoğan başkanlığında saf tutmuştur. Bu davranış, objektif olarak Erdoğan'ın Başkanlığına onay vermişlerdir. Savaşa karşı çıkan iktidarın açıktan eleştirisini yapan Akademisyenler, gazeteciler ve HDP'lileri zindanlara doldurdular, buna onay verenler, Erdoğan'ın başkanlığına hizmet etmektedirler.
Resmi ve sivil faşist ordu Kürdlere karşı acımasızca katliamlar yapmaktadır.
AKP ve muhalefet tüm yapılanlarda uzlaşı içindedirler, suç ortağıdırlar. Bu iktidarın alternatifi yok, muhalefet ise iktidarı güçlendiren ırkçı politikalarıyla hiçbir farkındalık ortaya koyamıyor.
Hukuk dışında iktidar olmak, en güçlü olan iktidardır. En güçlü olan, en çok silaha sahip olandır. Bu ne demektir? Ordunun çok silahı var, ordu çok güçlüdür ve ordunun dokunulmazlığı vardır. Bu ne demektir? Bu şiddet siyaseti, AKP ve askerin modern metodlarla darbesidir.
AKP siyasetin tüm şiddetiyle, silahın gölgesinde Başkanlık için Referandum yapacaktır.
Bu şaka gibi bir oyun ve bu oyunda herkes, tüm partiler Evet veya Hayır diyecek ve sonucu değişmeyen bir tuzağın içindeler.
Pratik olarak 12 Eylül 1980 darbe anayasasında, tek parti AKP, tek adam Erdoğan'a Başkan olması için tüm olanaklar mevcuttur.
Hayır demek, mevcut durumu kabul etmektir. Evet demek ise 12 Eylül darbe anayasası artı Erdoğan'ı onaylamaktır.
Referandum tartışmalarıyla, gündem işgal edilerek, Kürdistan'da devam eden savaşı, yapılan katliamları yoğunlaştırmaktır. Büyük bir ekonomik iflası gizlemeye çalışıyorlar.
Kürd halkının öfkesini büyüterek, siz ne kadar seçim yaparsanız yapın, seçimlerde ne kadar çok oy alırsanız alın siz kazanmış olamazsınız.
Seçimleri kazanmış olmanız şiddetin, savaşın ve istikrarsızlığın devamını onaylamaktır. Savaş ve şiddet isteyenler, Kürdistan'daki savaşın kendilerine doğru yayılarak, Türkiye'ye doğru hızla ilerlediğini görmüyor olamazlar.
Referandumun Kürdeler için hiçbir getirisi olmayacaktır. Sandıktan Evet veya Hayır'ın çıkması mevcut faşist rejimi kabul etmektir. Oysa bugün yapılan şiddet, katliam, tecavüz, hırsızlık, yoksulluk ve yolsuzluk hat safhadadır.
Hayır demekle var olanları kabul etmektir. Bu yol çıkmaz bir yoldur, Evet deseniz de sonuç değişmez. Her iki halde kaybedileceği belli olan bu oyunu boşa çıkarmanın tek yolu bu oyunun tarafı olmamaktır. Doğru olan bu sistemi red etmektir.
Devlet gücünü arkasına alarak, Kürdlere karşı milli birlik yapan, ırkçı, Türk devleti ve milleti kendi sonunu hazırlamaktadır. Türk milleti kendi geleceği için önce cesaret edip geçmişlerine baksınlar, kendileriyle yüzleşsinler vicdan muhasebesi yapsınlar. Güvende insanca yaşamak için korkmayın. Siz korktuğunuz için her şeyinizi kaybettiniz.
Oysa yanınızda yiğitçe, boyun eğmeyen Kürdler var onlardan direnmeyi, itiraz etmeyi hak aramayı, dik durmayı öğrenin, Korkmayın, cesaretli olun, siz ancak böyle kurtulursunuz korkunun esaretinden.
Erdoğan'ın, başkanlığına hayır, 12 Eylül darbe anayasasına hayır demekten geçiyor.
Evet ve Hayır bir birine zıt iki kelimedir, fakat referandumda çok yanlış formüle edilmiştir, çünkü anlamlarını yitirmiştir. Tıpkı Türkiye'nin içinde bulunmuş olduğu kaos gibi, Evet ve Hayır'la aynı şeyi onaylatıyorlar. Bu durumda Evet'de çıksa-Hayır'da çıksa sonuç değişmeyecektir.
Yani Reis Erdoğan milleti kendi minderine çekerek, Evet'in ve Hayır'ında kazananı olacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.