Özgürlük bir bilinç ögesidir. İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, bilinçli bireylere özgü bir istem, bir davranış sistematiğidir.
Bu üç sloganı, bir arada okuyunca, bu üçgende kocaman bir Türkiye portresi ortaya çıkmaktadır. Teokratik,, militarist rejimlerde, kelimeler anlamlarını yitirir, herşey çarpıtılır, yalanlar gerçeklerin yerini alır, algı yaratılarak topluma kabul ettirilir.
Savaş barıştır deniliyor, bu doğru mu? Şüphesiz ki hayır. Savaş şiddettir, işgal, talan, ölüm, tecavüz, baskı ve zulümdür.
Savaş yokluk ve yoksulluktur. Savaş yıkımdır, tükeniş, umutsuzluk ve korkudur, savaş barışın ve insanlığın düşmanıdır.
Savaş barıştır, anlayışla eğitilen bir toplum, sorgulamayan ve düşünmeyen kölelerdir.
Bu sahte sloganlar hangi sınıf ideolojisini temsil ederse etsin, beyinleri teslim alan ahmaklar topluluğu oluşur. Bu tarzda zehirlenmiş beyinler, sorgulayamaz, itiraz edemez, başkaldıramaz, kölelikten kurtulamazlar. İktidardakiler, kendilerine bağlı, denetim ve takip altında tutmak için, düşünce polisi, ispiyonculuk yaygınlaştırır, insanların birbirine olan güvensizlikleri örgütlenir.
Fazla uzağa gitmeden içinden geçtiğimiz bu süreçte, Terörist Erdoğan ve Türkler, Kürdlere karşı savaş ilan ettiler. Savaşa, barışın simgesi olan “zeytin dalı” ve “barış pınarı” adını verdiler. Bu ne riyakarlık, bu ne çirkinlik, bu ne ahlaksızlıktır.
Niçin savaşa barış diyorlar?
Çünkü barışı, huzur ve güveni bilmiyorlar ki.
Tarihlerinde barış, anlaşma diye birşey bulamazsınız. Olanlarda karşı tarafı tuzağa düşürmek için yapılmıştır. Bu nedenle kavramları kirleterek, anlamlarını özünden boşaltarak topluma savaş barıştır politikasını empoze ettiler. Ve kimse bu kirli, çirkin kanlı operasyona, savaş diyemiyor. Savaş “barıştır” tam Türk kafasına göre bir slogan, bir çarpıtma.
Bu üç slogan, bu denklem, ne kadar çarpık görünsede, dikta rejimlerini özetlemektedir. Cahalet bir toplumu çökertmek için en büyük faktördür. Faşizmin kitle tabanı daha çok lümpen kesimden oluşur, ne yazık dikta rejimlerinde okumuş, mürekkep yallamış kendine akademisyen, yazar, çizer diyenler devlete bağlı, ittaatkar, yalakalıkta yarışarak imtiyazlarını kaybetmemek için çırpınır ve lümpenlerle ayni safta yer alırlar. Okumuş cahiller bilinçsiz kesimle aynı düşünmektedirler.
Özgürlük bir bilinç ögesidir. İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, bilinçli bireylere özgü bir istem, bir davranış sistematiğidir.
Köleler bilinçsiz ve cahil olduklarından, kendilerine yön verecek, iradelerini özgürce kullanabilecek kapasiteye sahip değildir.
Herşeyi kendisiyle başladığını, kendisiyle biteceğini söyleyen otoriter faşist liderler, geçmişte, yaşanan işgalcilikleriyle övünürler.
Gelecek diye bir sorunları yoktur. Gelecekleri olmadığından olsa sadece bugünü kurtarmaya çalışırlar. Çünkü gelecek umutdur, düşüncedir, hayaldir, bilinçtir bunlar egemenler için, hoş seyler değildir. Kimsenin düşünmesi gerekmiyor, herkesin yerine Başkan babaları düşünüyor bu yetmiyor mu?
Teokratik, militarist rejimlerde, kelimeler anlamlarını yitirir, her şey çarpıtılır, yalanlar gerçeklerin yerini alır, algı yaratılarak topluma kabul ettirilir.
Diktatörler hangi sınıf veya ideolojiyi temsil ederse etsin özünde aynıdır. Tek amaç sadakatli kullar yaratmak, farklı düşünen ayni sloganı atmayanlar, hain ilan edilir ve cezalandırılırlar. Devlet mekanizması resmi ideolojiyi savunmayan, onu yaymayan, ve karşı olanları ihbar etmeyenleride cezalandırır. Bu tarz bir yaşam çok yorucu, bunaltıcı, ötekileştirici, güvende olmamak ve her an başlarına birşey gelecek korkusuyla kendilerini ispatlamak için, casus gibi «hainler» bulmaya çalışırlar. Farklılığı kabul etmeyen bu tarz yaşam ruhsuz ve renksizdir. Çünkü tek amaç Başkan Babayı korumaktır.
Düşünen insanlar potansiyel suçludur.
Çünkü bir toplumu ileri taşıyan motor gücü bilim insanlarıdır, felsefe, edebiyat, müzik sanaat üreten entelektüellerdir. Düşüncenin suç olduğu bir toplumda, hukuk ve adalet diye birşey yoktur. Özgür düşünmek egemenlere ve kalabalıklara karşı bilinçli ve sağlam, kararlı bir duruş, bilinçli bireylere özgü bir davranış ve mücadele yöntemidir.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlının kirli ve kanlı mirası üzerine kuruldu. Türk -İslam sentezini rejimin resmi ideolojisi olarak tüm halka ve özellikle Kürdlere ve farklı inançlara kabul ettirmek için, yalan, hile, şiddet, katliam ve asimilasyonu devreye koydular. Öyle bir hale gelindi ki, ya Türklük ve Müslümanlığı kabul edeceksin, yada öleceksin. Yeni Osmanlı torunları, dedeleri gibi entrikacı ve barbardır, bu genetik bozukluk fazlasıyla görülmektedir.
Yeni kurulan Osmanlı-Kemalist/Türkçü devlet, kaybettiği toprak ve milletlerden geriye kalan Kürdler üzerindeki hakimiyetini korumak için her türlü yol ve yönteme baş vurdu. Daha öncesinde yaptığı, Ermeni, Rum, Potnos katliam ve tehcirden sonra topraklarına ve taşınmaz varlıklarına el koyarak Türk milli sermayesi oluşturdular.
Sırada Kürdler vardı, ancak islam ve ümmet kardeşliği adı altında birlikte savaşma, birlikte yaşamaya zorlanıyor ve asimilasyona tabii tutuluyor. Buna itiraz eden Kürdlerin büyük felaketler yaşadığı, agır bedeller ödediğini bilmeyen yoktur. Türk resmi tarihi yalan ve yanlışlar tarihidir. Türkler Osmanlı gibi entrikada ustalık dönemini Kürdlere uygulamaktadır.
Kürdlere uygulanan katliamlara giderken, “vahşi, dağ Kürdlerine Medeniyet götürüyoruz” deniliyordu.
Savaşa, barış demek, Özgürlük çok kötüdür, barış tehlikelidir bunları savunmak suçtur, demektir.
Oysa suçların en büyüğü savaştır, can almaktır, tecavüz etmektir. Düşünmek suçtur, Özgür olmak yasaktır. Böylesine katı bir sistemde her şeyin tersi kitlelere kabul ettirildi. Herkese Türklük ve İslamcılık dayatılarak, tek millet, tek vatan, tek dil ve tek din denilerek, tüm farklılıkları imha etmek ve baskı altında şiddet veya asimilasyon politikalarıyla, eğitim ve medya aracılığıyla denetim ve kontrol altına tutmaktadır.
Tarih diye yazılan ve anlatılanlar tamamen gerçekleri inkar etmek amaçlıdır. Türkler hep güçlü olduklarını söylerler. Bu kanımca şöyle doğrudur: şiddet uygulamakta, savunmasız ve güçsüz insanlara zulüm etmekte çok acımasız olma hususunda güçlüler.
Hele yalan, talan ve yağma konusunda dahada güçlüler.
Güçlüler karşısında ise çok zayıf ve teslimiyet göstermeleri konusunda da çok mahirler.
Başka ülkelerde işlenen hak ihlallerine karşı çok yüksek sesle bağırırlar.
Başka devletlerin ırkçı ve faşist politikalarını korkusuzca eleştirmekte güçlüler. Anlayacağımız Türkler bu kadar güçlü. Nedense kendi ülke ve devletlerine gelince kimseden çıt çıkmaz veya çok az bir kesim kısık sesle itiraz eder.
Güçlü Türkler, kendi devletleri ve egemenlerine karşı, kul ve köledir. Kedilerine yapılan haksızlıkları, hak ettiklerini savunurlar, anlayış nerde görülmüştür?
Barış içinde yaşamak, huzur ve güven içinde olmayı kendine hak bulmadığı gibi başkalarının bunu yaşamasını da engellemeyi kendilerinde hak buluyorlar.
Savaş, barış olabilir mi? Kimse soramıyor, çünkü sorgulamak, düşünebilen insanlara mahsustur. Bu ülkede insanların köleleştiği, cehaletin güç olduğu ve güce tapan kalabalıklar, kendilerini sistemin kulları olarak görüyorlar. Cahaletin diz boyu olduğu ülkede Bilim insanları, akademisyenler hiçleştirildi.
Cahil muhtarlar Cumhurbaşkanın en yakın kurmaylarıdır, bir toplumda seviye bu olunca ürkütücü bir durum ortaya çıkıyor.
Kanun hukuk diye birşey yok, tam bir çete devleti mafya gibi işlemektedir. Tek adam rejimi, bu ülkenin ve milletin sahibidir. İki dudağı arasından çıkan her şey kanundur. Ve bu ülkede insanlar duygularını yitirmiş, hırsızlık, dolandırıcılık, fuhus, yoksuluk, işsizlik, kadına şiddet ve cinayet hat safhada, intiharlar sıradan bir olay gibi kanıksanmıştır. Yoz kültür toplumsal ahlak çökmüş ve hiçbir insani değer kalmamıştır. Bu gidişat sistemin çürümüş ve çöküntü içine kırdığı çıkmazı ortaya koymaktadır.,
Yaşlı ve hasta bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Osmanlı nasıl çöktü ise ayni çöküşe hızla giden bir Türkiye., Tarih tekerrür mü ediyor diye sormaktan insan kendini alamıyor.
Çünkü Cumhuriyet kurulalı bir asır olacak, bir adım ileri gidemiyor. Hep ayni sorunlarla, ayni yöntemle uğraşmaktadır. Çözülmeyen sorunlar dahada büyümekte ve kara delik gibi Türkiye'yi içine çekmektedir ve kimse buna dur demiyor. Neden? Çünkü soru sormak hainlikle eş anlamlıdır.
9 Ekim 2019'da Batı Kürdistan'a savaş ilan ettiler. Savaşa «barış pınarı» diyorlar. Savaşa hayır demek yasaklandı, barış istemek hainlik oldu.
Kürdlere karşı yapılan savaşı kutsadılar, camilerde fetih süreleri okundu. Kiralık kalemşörler özel tim gibi haberler yaparak, daha çok savaş çığırtkanlığı yaparak, ne kadar güçlü olduklarını tekrarladılar. Kürdlerin yurdunu istila etmek, soykırım yapmakla övünmek, son ferdine kadar öldürün diyen bir mantık, hasta ruh hali ile ölüm döşeğinde can çekişen, son krizleridir.
Bir toplum yalan ve gerçeği bilinçli olarak bu denli çarpıttırıyorsa bitmiştir. Eğitimsiz, kültürsüz, entelektüel birikimden yoksun insanlar tam da Terörist Diplomasız Erdoğan’ın hayal ettiği toplum yapısıdır. Emret yapalım diyen cahil itaatkârlar ordusuyla güçlü olduğunu övünerek söylemektedir.
Terörist Erdoğan'ın gücü Kürdlere yetiyor. Kürdler karşısında zalim, yıkılmaz, bükülmez ve zafer kazandığı naraları atmaktadır. Türk'ün gücü cahilliğinden gelmektedir, kaba kuvvet dışında başka bir güç bilmezler. Utanç duyulacak durumla övünmek buna denir.
Rusya ve ABD, boyunduruğu altında, ne tam ABD'ye nede Rusya'ya gidebiliyor. Çünkü irade sahibi değil. Durum böyle olunca bükemediği bilegi öpüyor ve secde ediyor. Zayıf olan Kürdleri ez, kendinden güçlü olanlar karşısında ezil. İşte bu yaşam anlayışı Türklere özgündür.
Herşeyi bir yana bırakıp, bir kaç noktayı öne çıkarmakta fayda var. En önemlisi yüz yıldır, Kürdleri periyodik olarak soykırımdan geçiriyorlar ve her defasında bitirdik zafer kazandık diyorlar. Varsayalım ki Diplomasız terörist Erdoğan ve Türkiye'si zafer kazandı, Nasıl bir zafer?
Çok Kürd öldürüldü, etnik temizlik yapılıyor, insanlar göçertiliyor, büyük yıkım ve talan yapılıyor, bunların hepsi doğru.
Peki sonuç olarak Kürdleri bitirdiniz mi? Kürd sorunundan kurtuldunuz mu? O halde tekrar sormak lazım ne kazandınız, neyin zaferini kazandınız?
Ülkeniz ve milletiniz huzura erdimi? İnsanlar mutlu mu? Ekonomi kalkındı mı? Toplumsal sorunlarınız çözüldü mü? İnsanlar özgür mü? Düşünce ve medya özgürlüğü var mı? İnsan hakları uluslararası evrensel hukuk normlarına göre işliyor mu? Kadınlara şiddet sonlandı mı? İnanç özgürlüğü var mı? Cezaevleri boşaldı mı? Üniversiteler bilimsel eğitim veriyor mu, bilim insanları yetişiyor mu? Kültürel aktiviteler, felsefe, edebiyat, müzik, tiyatro vs. üretiliyor mu?
Soruyorum, ırkçılıkla zehirlenmiş ruhlarınız, kanlı elleriniz, Kürdlerin kanından temizlendi mi? Dünyayı kendinize düşman gören bir mantıkla yeni dostlar edindiniz mi? Tek adam rejimine köle olmaktan kurtuldunuz mu? Hayır o halde neyin zaferini kazandınız?
Kürdleri öldürmek zafer olsaydı bunu bir asıdır yapıyorsunuz, ancak bir adım ileri gidemediğinizi görüyorsunuz. Teröristler, Kürdleri öldürürken terörist diyerek gerçeği değiştiremez. En büyük terörist Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyetidir. Nasıl savaş barış değilse, özgürlük kölelik değil ve kaybetmek de zafer değildir.
İnsanlara zulüm yapmak, acımasızlık vicdansızlık zafer olamaz. Savaşa hayır diyen cesur ve yürekli insanların zindanlara doldurulduğu bu coğrafya ölüm ve kan kokuyor.