Dağ Kavmi -I

Bütün bu kitlesel baskıların, kitlesel işkencelerin, Kürdlerde, birlik olma, birbirlerine taviz verip güçlenme, bu baskılara, zulümlere karşı birlikte mücadele etme duygusu yaratamaması dikkate değer bir süreçtir.

İsmail Beşikci

31.03.2018, Cts | 17:28

Dağ Kavmi -I
Makaleyi Paylaş

Dağ Kavmi Kayıtdışı Bir İsyan, romanını büyük bir heyecanla ve zevkle okudum. Roman ile ilgili duygularımı ve düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım. Abdullah Kaya, Dağ Kavmi, Kayıtdışı Bir İsyan, Avesta, 3. basım, İstanbul 2018

Nedenlerini, tatminkar bir şekilde açıklayamadığım olgularla, olgusal ilişkilerle bu çalışmada da bol bol karşılaştım.

Kürdler, geçmişte, halk olarak, çok büyük eziyetler, işkenceler, zulümler yaşadı. Eziyetler, işkenceler bugün de devam ediyor. Eziyetin, işkencenin, zulmün bu romanda da örneği çok. “… Nuh Begi Mazikerê Dağları’nda yakalayamayan alayın tümü, aşağıdaki iki köyü basıyor. Mermend ve Meydan köylerini. İki köyün tüm halkını bir araya topluyor ve içlerinden sekiz ileri geleni seçiyor, elleri ve ayakları bağlı bu şahısları herkesin gözü önünde, kaynamakta olan iki büyük kazana önce ayakları, sonra da tüm vücutları itiliyor. Köyün rispileri denen bu şahıslar, kaynayan kazanlarda can verinceye dek tutuluyorlar, sonara da bu cesetler, gömülmelerine izin verilmeksizin köyün çöplüğüne bırakılıyor.” (s. 109)

“… Mıntıka-i Memnu’da, direnişçiler için iki çeşit infaz vardı. Birincisi müsademe sırasında öldürülmek, diğeri ise yakalandıklarında. Yakalanan direnişçiler hiçbir zaman asılmaz ya da kurşuna dizilmezdi. İlle de kafaları kesilirdi ve kafası kesilen kimi direnişçilerin kellesi, ibret-i alem olsun diye, sokaklarda, milisler tarafından bir mızrağın ucunda dolaştırılırdı genellikle. “ (s. 245)

“İnsanın içini inciten çile ve cefa görüntüleri, özellikle yaklaşmamak, zinhar onlarla konuşmamak kaydıyla halka açılırdı.” (s. 245)

Sürgünler sırasında, “hasta ve yaşlılar, kafileyi ağırlaştırdıklarından, dipçik darbeleriyle yol kenarlarına savruluyorlardı. “ (s. 246)

“… Karı kocanın, kardeşlerin, baba oğulun bile ayrı ayrı illere verildiği bir sürgün sürecinde…” (s. 254)

Görüldüğü gibi baskılar, işkenceler, zulümler, sadece baskı, işkence, zulüm olarak yaşanmamaktadır. Çok ağır bir hakaret, aşağılama da vardır. Rıspilere işkenceyi böyle değerlendirmek gerekir. Bu hakaretlerin, milislere yaptırıldığı da sürecin farklı bir boyutudur. Bu sistemetik ve kararlı baskılar, insanların kendi kimliğinden, kendi ulusal değerlerinden utanmasını sağlamayı amaç edinmektedir. Böylece, kendilerine sunulan egemen ulus kimliği, egemen ulus değerleri daha kolay bir şekilde kabul görecektir.

Bütün bu kitlesel baskıların, kitlesel işkencelerin, Kürdlerde, birlik olma, birbirlerine taviz verip güçlenme, bu baskılara, zulümlere karşı birlikte mücadele etme duygusu yaratamaması dikkate değer bir süreçtir. Uzun savaşlara rağmen, peşmerge böyle bir süreci yaratamamıştır. Böyle bir süreci, 30 yılı aşkın mücadelesine rağmen gerilla da yaratamamıştır. Bunun nedenlerini tatminkar bir şekilde açıklayamadığımı yukarıda belirtmiştim.

İlkokullarda her sabah gündeme gelen, ‘Türküm, doğruyum… Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ şeklinde, her sabah çocuklara içirilen bir ant vardı. Bu ant’ı Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde, hükümet kaldırdı, AKP kaldırdı. Şüphesiz, bu konuda Kürdlerin de çabası oldu. Ama bu sonuç almayı sağlayacak kadar ciddi ve sistematik değildi.

Geçmişte yaşanan, günümüzde de hala yaşanmakta olan temel süreç nedir? Aileler, kan davalarıyla birbirleri ile yoğun bir çatışma, mücadele içincedir. Bu süreç içinde ailelerden biri, diğerini imha için devletden de yardım almaya çalışmaktadır. Devlet bu yardımı seve seve kabul etmektedir. Böylece, devlet, kendini meşgul eden ailelerden birini öbürü aracılığıyla hırpalamış, geriletmiş, zayıflatmış olmaktadır. Sıra, kısa bir zaman sonra, şüphesiz öbürüne gelecektir. Ama öbürü bunun bilincinde değildir. Kitlesel baskıların, işkencelerin, zulmün nedeni şüphesiz, halkın gözünü korkutma, Kürdlerde mili duygunun, giderek milli bir hareketin, Kürd, Kürdistan, Kürd dili bilincinin doğmasını engellemektir. Devlet, yaptığının bilincindedir, ama, Kürdlerin çok büyük bir kısmı, neden kitlesel işkencelere, baskılara maruz kaldıklarının bilincince değildir. Bunun için, birbirlerine taviz verip, büyüyüp çoğalıp güçlenmeyi akıl etmemekte, düşman güçlere taviz vermektedir. Bu da sorunun daha da büyümesini, derinleşmesini, perçinleşmesini getirmektedir.

Dağ Kavmi romanının konusu kısaca şudur: Olaylar, Kozluk, Sason, Muş üçgenindeki Xerzan mıntıkasında geçmektedir. Burası Mıntıka-i Memnu’ bir alandır. Bu alanda yaşayanlara Xerzi denmektedir. Bu alanda akan Norşen Suyu’nun iki tarafında, devleti meşgul eden iki aile yaşamaktadır. Suyun bir tarafında, Teterê Badik ve adamları, bir tarafında da bölgesel muhtariyet için mücadele yürüten Malaşeref, yani Abdurrahmanê Ali, Aliye Yunus vardı. (s. 85, 159) Bu iki aile birbirlerine düşman değildi. Ama birbirleriyle işbirliği içinde de değillerdi.

Teterê Badik ve adamları askerlik yapmak istemeyen, vergi vermeyen bu şekilde yaşamı sürdürmek için ovaya inmeye, yerleşmeye yanaşmayan, devletle bu çerçevede mücadele yürüten adamlardır. Bunun dışında siyasal tutumları, bilinçleri yoktur. Malaşerefler, Abdurrahmanê Ali’nin ise, Kürdi bir muhtariyet peşinde koştuğu belirtilmektedir ama, bu muhtariyetin içeriği belirsizdir. Örneğin, Bölge Jandarma Komutanı Yüzbaşı Cemal Madanoğlu’nun kendisiyle yaptığı görüşmede, bu konu hiç konuşulmamış, gündeme gelmemiştir. Abdurrahmanê Ali, teslim olup sürgüne gitmeyi de kabul etmekte, ama, teslim olduktan sonra, kendisi hakkında, çevre halkın vermesi olası yüzlerce dilekçeye karşı, bir muafiyet sağlanmasını istemektedir. Yüzbaşı Cemal Madanoğlu’da bunu garanti edemediği için teslim olma gerçekleşmemiştir. Zira Yüzbaşı Madanoğlu bu görüşmeyi, üst komutanların, “eşkıya ile görüşme olmaz…” anlayışına rağmen yapmaktadır. (s. 169 vd. )

Bölge, dağlık bir bölgedir. Burada yaşayanlara, Kewmê Çiyê denmektedir. Komutanlar bu alanı, “Sason arazisine göre Dersim mıntıkası mesire yeridir…” (s. 85) “Dersim buralara göre seyir-seyranlık…”(s. 226) diye tarif etmektedirler. Kermelêh Dağı, Xerqîz Dağı, ve mağaraları Xırbaq Vadisi halkın kendilerini güvenlik kuvvetlerinin baskılarından korumaları için gizlendikleri önemli alanlardır. Kermelêh Dağı’nın ve Xelqîz Dağı’nın zirvelerinde, çok geniş, dipsiz bucaksız mağaralar vardır.

Bölgede, hükümete çalışan milisler büyük bir faaliyet içindedir. Bölgede, kim Teterê Badik’e katılıyor, kim Malaşereflere katılıyor, kim onlara sempati gösteriyor, kim onlara yataklık ediyor vs. hemen öğrenip güvenlik birimlerine haber veriyor. Hükümet, milislerin tesbit ettiği bu ailelere saldırıp evlerini yıkıyor, yakıyor, ailenin tüm fertlerin de elleri-kolları bağlı bir şekilde ve birbirlerindem ayrı olarak, Batı Anadolu’da çeşitli illere sürgün ediyor.

Kemal, ailesiyle birlikte, Kendoların başı Teterê Badik’e katılıyor. Ailesi köyde, kendisi artık Kermelêh Dağı’nda ve Xelqîz Dağı’nda, mağaralarda yaşam sürüyor. Arasıra köye inip ailesiyle buluşup bir gece kalıp dağa geri dönüyor. Başmilis Dehak, bu durumu kısa zamanda öğrenip Jandarma karakollarına bildiriyor. Kemal’i yakından izleyen Jandarma Komutanı Yüzbaşı Refik, Kemal’in evde olduğu bir gece, sabaha karşı eve baskın düzenliyor. Çatışma sırasında ev bombalanıyor. Ev yıkılıyor, yakılıyor. Çatışmada evde bulunan 6 kişi yaşamını yitiriyor. Kemal, ihtiyar babası, en küçük oğlu altı yaşındaki Sipan, büyük oğlu Musa ve eşi Nesime, Musa’nın kayınbiraderi Sabri yaşamını yitirenler arasında… Kemal, ölürken, karısı Sêvê’ye, ‘kurmê darê’, ‘ağacın kurdu’ diyerek Dehak’ı işaret ediyor. (s. 25)

Kemal’in eşi Sêvê kolu kırılmış, yaralı ve baygın halde bulunuyor. Üç küçük kızları, Gewher, Gewre ve Gerdengaz yaşıyor. Diğer oğlu topal Murad ve eşi Besê, bu çatışmada bir şekilde kurtuluyor. Yaşayanlar sürgün kafilesine katılacaklar…

Başmilis Dehak, Sêvê kadına vurgun bir kişidir. Çok zamandır ona duygusal hisler beslemektedir. Fakat, kocası Kemal yüzünden Sêvê’ye yanaşamamaktadır. Kemal’in ölümünü fırsat bilip tutkunluğunu açıklamayı düşünmektedir. Yaralanmasını, kolunun kırılmasını da fırsat bilerek, baygın haldeki Sêvê’yi ,üç küçük kızıyla birlikte, ablası Caziye’nin evine götürmüştür. Kırık -çıkıkçı Sarkis Efendi’ye haber vererek Sêvê’nin kırık kolunun tedavi edilmesini sağlamıştır. Bu süre içinde, dil dökerek Sêvê’ye aşkını, duygularını açıklamaya çalışmıştır. Ama Sêvê’yi ikna edememiştir. Sêvê,Dehak’ın ailesine ve köyüne yaptığı kötülüğün farkındadır. Her defasında ‘… Eğer yaşarsam… ‘ diye öfkesini, kinini belli etmektedir. ‘Yaşarsam, eğer yaşarsam…’ (s. 123, 233, 255)

Sêvê kadını ikna edip nikahına alamayınca, komutanların da isteği üzerine Sêvê’yi üç küçük çocuğuyla birlikte sürgün kafilesine katmak zorunda kaldı. Sason’da görev yapan milis Çolak Biçar Çavuş’un da yardımıyla, günlerdir, Timok’da anasıyla görüşme planları yapan, Topal Murad ve eşi Besê’de sürgün kafilesine katılır. Sason, Mıntıka-i Memnu içinde yer almadığı için Çolak Biçar Çavuş’a ‘muhbir bir milis’ gözüyle bakılmamaktadır. Çolak Biçar Çavuş, Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslarla savaşırken tek kolunu kaybetmiş bir gazidir. Bu bakımdan devlet katında itibarı yüksektir. Bunun dışında, öbür milislere benzemiyen insani bir yönü de vardır. Sürgünlerin, Kürdler, Kürd aileler üzerinde yaptığı tahribatı bilmektedir, onlara içten içe acımakta, bu duygularının da belli etmektedir. Sêvê kadın, üç küçük kız çocuğuyla, oğlu Topal Murad ve gelini Besê ile, yine Çolak Biçar Çavuş’un yardımlarıyla, birbirlerinden koparılmadan sürgün yerine ulaştırılır. (s. 248 vd.)

Aile, önce, Antalya’nın Elmalı ilçesinin Gömbe yaylası civarındaki bir köye, sonradan gelen bir emirle, Manisa’nın Salihli ilçesi’nin Dereköy bucağına yerleştirilir. (s. 254)

Burada, Topal Murad’ın ve Besê’nin ikiz iki oğlu olur. Besê doğum yaparken yaşamının yitirir, ama ikizler sağlıklıdır. Topal Murad da mezarlıktan döndüğü sırada, yolun karşı tarafına geçerken arabanın altında kalıp yaşamını yitirir. (s.254)

Sêvê kadın torunları Gernas ve Darçin’, üç kızının da yardımıyla büyük bir özveriyle yetiştirir. Gernas ve Darçin, kendilerine, ailelerinin yaşadığı felaket anlatılarak büyürler. Her fırsatta bu acılar dile getirilir. Dedeleri Kemal’in intikamı alınmalıdır. Bunun sorumlusunun Dehak olduğu her gün her saat dile getirilir. Sêvê kadının bütün hayatı, torunlarına bu kini aşılayarak geçmektedir.

Gernas ve Darçin, Salihli’den, Dereköy’den kalkıp tren yoluyla Kurtalan’a oradan da Sason tarafına geçerek, çok sessiz bir şekilde Dehak’ın ölümünü gerçekleştirir. Dehak ve ailesi, Dehak’ın kan davasında hedef olacağının bilincindedir ama Manisa’dan, Salihli’den, Dereköy’den kalkıp geleceklerin bu işi gerçekleştirebileceklerini hiç akıl etmemiştir. Batı illerinde geçen uzun yılların bu işin üstünü örtebileceği düşünülmektedir.

Gernas ve Darçin, Dehak’ın ölümünden sonra, yardımcılarının da isteğiyle bir süre Timok Köyünde eğleşirler. Ortalık biraz sakinleşince, otobüse binerek, İzmir’e doğru yola çıkarlar. Otobüsü bindikleri sırada bir grup polisin ellerindeki bir tomar kağıtla otobüs terminaline girdiklerin farkederler. Büyük bir endişeye, korkuya kapılırlar. Gözucuyla duvarlara yapıştırılan ilanlarda fotoğraflar olduğunu görürler. Bu fotoğrafların, Sinan Cemgil, Cihan Alptekin gibi devrimcilere ait olduğunu anlarlar. ‘Fotoğraflarda görülen bu kişilerin gördüğünüz yerde en yakın karakola haber verin…’ Bu ilişkilerden, Başmilis Dehak’ın öldürülmesinin, 1970 sonlarında, 1971 başlarında, 12 Mart döneminde gerçekleştiğini anlıyoruz. (s. 259)

***

Romanda doğa tasvirleri çok güçlü. Bu tasvirler insanda, Xerzan’ı, Kermelêh Dağı’nı, Xerqîz Dağını, Xırbaq Vadisi’ni, yürüyerek, adım adım, karış karış dolaşma hissi uyandırıyor.

Romanın kurgusu da çok sağlam. Kaleyi içten fethetmek için, Kürdlere daha yakın olmak isteyen, bunun için bir Kürd kızıyla evlenmeyi aklına koyan Yüzbaşı Cemal Madanoğlu’nun buna ilişkin tutumu roman boyunca etraflı bir şekilde anlatılıyor. Yüzbaşı Cemal Madanoğlu’nun, evinde, 60 kedi besleyen anası oğlunun bu isteğine, teşebbüsüne şiddetle karşı çıkmıştı. Yazar Abullah Kaya, romanının başında, romanını yazarken Cemal Madanoğlu’nun anılarından da yararlandığını belirtmektedir. (s. 6)

Têtêre Badik’in ve Abdurrahmanê Ali’nin isyanları karşısında, Pencinaranlar’ın, Elikanlar’ın, Slokanlar’ın, Babosiyanlar’ın, Şerwênler’in, Reşkotanlar’ın, durumları da değerlendiriliyor. (s. 105 vd. )

Aydınların İşlevi

Sistematik ve kitlesel zulümler, İşkenceler karşısında Kürdlerde birlik duygusunun oluşmadığını, kitlesel katliamların, soykırımların, Kürdlerde birlik duygusu yaratamadığını, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nın (Emma Sur) bile bunu gerçekleştiremediğini, bunun nedenleri konusunda tatminkar bir açıklama getiremediğimi belirtmeye çalışmıştım. Bu çerçevede, toplumsal bir kategori olarak aydınların durumuna bakmanın gerekli ve yararlı olacağını düşünüyorum.

Aydın, aydınlar, bir toplumda, çok eleştirilen, kınanan, suçlanan toplumsal kategorilerden biridir. ‘Aydın görevini yerine getirmedi.’, ‘Aydınlar, toplumsal görevlerinin bilincinde olmadı’, ‘Aydınlar halktan kopuk’ vs. gibi eleştiriler, suçlamalar sık sık yapılır. Sık sık aydın, aydınlar göreve davet edilir.

Bütün bunlara rağmen aydın, aydınlar çok önemli bir toplumsal kategoridir. Özelikle gelişmekte olan toplumlarda, az gelişmiş toplumlarda, geleneksel toplumlarda aydınların, işlevi çok büyüktür. Kürd toplumu gibi bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış toplumlarda aydının işlevi çok daha büyüktür. Aydın, dünyayı, dünyadaki temel gelişmeleri, Yakındoğu’yu, Ortadoğu’yu, kavramış bir kişidir. Yakındoğu, Ortadoğu içinde, Türk, Arap ve Fars toplumları karşısında Kürd toplumunun çok çok olumsuz olan, sıfırın altında eksilerde olan konumunun bilincine varmış, bu olumsuz ilişkiler konusunda kendi halkını aydınlatan, bunun için eşitlik ve özgürlük peşinde koşan bir kişidir.

Bir toplumu susturmanın, ileri sürülen demokratik talepleri etkisiz bırakmanın, demokratik talepleri baskılamanın, ötelemenin en etkin yolu, aydınların çeşitli yollarla susturulmasıdır, toplumsal etkilerinin azaltılmaya, sıfırlandrılmaya çalışılmasıdır. Buysa, bu tolum için çok büyük bir kayıptır. Çünkü aydın, toplumun temel sorunlarını ilk kavrayan gündeme getiren kişidir. Bu temel toplumsal kategorinin etkilerinin yok edilmesiyle devlet o toplum için düşündüğü, tasarladığı politikaları daha rahat bir şekilde yaşama geçirebilir.

Bu süreçte, devlet, devlet aydınları yaratmak için çok büyük bir çaba içine girer. Çünkü, devlet, yapıp ettiklerini meşrulaştıracak bir toplumsal kategoriye her zaman ihtiyaç duyar. Kendi aydınlarını yaratmaya çalışmak bu bakımdan çok önemlidir. Rüşvet, maddi manevi ödüller bu süreçte gündeme gelir. Aydınları susturmada, etkisiz bırakmada ise, evlere, iş yerlerine, sık sık yapılan baskınlar, sık sık yaşanan, güvenlik aramaları, soruşturmalar, tutuklamalar, mahkemeler, cezaevleri, suikastler, kaçırıp yok etmeler, ‘faili meçhul’ denen ancak, faili toplum tarafından çok açık bir şekilde bilinin cinayetler… önemli uygulamalarıdır. Taciz, yıldırma, oturduğu alanı, köyünü, şehrini, evini barkını terke zorlama, giderek ülkeyi terke zorlama, sıkı sık gündeme gelir… Bu yönden gerçek aydınların büyük, ağır baslılarla karşılaşan bir toplumsal kategori olduğu da söylenebilir.

Buna genel olarak intelligentsia deniyor. Bunun üniversite okumakla, üniversite bitirmekle bir ilişkisi yoktur. Bugün medrese çıkışlı mellelerin önemli bir kısmı, üniversite çıkışlı Kürdlerin çoğundan, çok daha fazla aydındır. Hele hele, Kürd/Kürdistan sorununun ağırlığı karşısında, internasyonalist olduğunu söyleyen Kürdler, tam anlamıyla bir kaçış sürecindedirler. Kürd olmanın, Kürd toplumunun bir üyesi olmanın yüklediği sorunlardan kaçış… Sosyalist internasyonalizm için de ümmetçi internasyonalizm için de durum aynıdır, farketmez.

Dağ Kavmi, Kayıtdışı Bir İsyan romanına dönelim. Sason’da, Tetêrê Badik’in ve Abdurrahmanê Ali’nin isyanları var. Çevrede, Pencinaran, Slokan, Elikan, Babosiyan, Şerwên, Reşkotan gibi aşiretler var. Burada, gerek isyancıların, gerek öbür aşiretlerin, hem birbirleriyle, hem de devletle, milislerle, korucularla ilişkilerinde, çok eksik olan, eksikliği hissedilen temel kategori aydın kategorisidir. Aydın ne yapacaktır? Aydın şunu yapacaktır.

Aydın, Tetêrê Badik’i ve Abdurrahmanê Ali’yi çadırlarında, evlerinde ziyaret ederek, onlara, Kürd, Kürdistan, Kürd milleti, Kürd dili konularında, temel sorunların ne olduğunu konuşacaktır. Aydın, bunu, İstanbul’da yayınlanıp posta aracılığıyla Kürdistan’a gönderilen dergilerle, gazetelerle değil, çadırlara, köylere, evlere bizzat giderek yapacaktır. Çevredeki, Pencinaran, Slokan, Elikan, Babosiyan, Şerwên, Reşkotan… aşiretlerine bizzat giderek yapacaktır. Örneğin, onlarla, bu güzelim ülkede, neden dağlarda , mağaralarda yaşamaya zorlandıklarını konuşacaktır, Binxet’in nasıl oluştuğunu, Kürdistan’ın nasıl bölündüğünü, paylaşıldığını konuşacaktır. Dehak gibi kendi halkına hasım Kürdlerin neden çok olduğunu konuşacaktır… Gelişmeler, örgütlenmeler bu doğrultuda olacaktır…

Abdurrahmanê Ali, ancak, müsademelerin sonunda, yenilginin yaşandığı anda, Tetêrê Badik ile yaptığı bir sohbette, çok önemli eksiğimiz, teşkilat ve siyasetti diyerek temel meseleye biraz yaklaşmıştır. ‘Mücadelede yiğitlik ve dürüstlük var ama bu iki eksikten dolayı sonuç kötüdür…’ demektedir. (s. 283)

Aşiret reisleri, aşiretler, bu görüşmelerden, görüşmecilerden rahatsız olduklarını, hatta, bir daha görüşmek istemediklerini vs. söyleyebilirler. İlk görüşmeler böyle değerlendirilebilir, ama, aydın, tekrar tekrar gidip bunları konuşacaktır. Kürdler, İsrail tarihini, Yahudi halkının tarihini iyi öğrenmek durumundadır. Theodore Herzl 1890’larda, Yahudi zenginlerine ne diyordu? Theodore Herzl, ABD’deki, Fransa’daki, Rusya’daki, Almanya’daki, İngiltere’deki, Avusturya’daki, İspanya’ vs. Yahudi zenginlerini ziyaret ederek, onlara, ‘eğer bir devletiniz yoksa, zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur…’ diyordu. Aynı zamanda, Yahudi devleti için alınacak toprak konusunda para istiyordu. Yahudi zenginlerinin önemli bir kısmı, yaşadıkları devletle aralarının bozulabileceğini düşünerek, bu görüşmelerden rahatsız olduklarını söylüyordu. Hatta kendisiyle bir daha görüşmek istemediklerini dile getiren zenginler de vardı. İstenen parayı az veya çok veriyorlardı ama görüşmelerden rahatsız olduklarının da dile getiriyorlardı. Ama, Theodore Herzl, onlara, bir daha bira daha giderek, ısrarlı bir şekilde giderek onlara aynı şeyi söylüyordu. ‘Eğer bir devletiniz yoksa, zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur…’

Kürd aydının da aynı tutum içinde olmalıydı… Yukarıda da belirtildiği gibi, romanda, Çolak Biçar Çavuş isimli bir karakter var. (s. 248) O da, Sason’da bir milis. Kürd… Ama öbür milislere göre Kürdlere daha yakın, insani değerlere sahip bir milis… Devlet onun bu niteliğini biliyor ama, yararlarının daha çok olduğunu düşünerek, onun bu şekilde davranmasına göz yumuyor. Çolak Bişar Çavuş, Seferberlik’te, Ruslarla çarpışırken, yaralanmış, tek kolunu kaybetmiş bir Kürd. Bitlis hastanesinde, bir Rus subayıyla tanışmıştı. Aynı koğuşta kalıyorlardı. Rus ordusunda görev yapan binbaşı Kafkas Kürdlerindendi. İleri görüşlü bir subaydı. Çolak Biçar Çavuş, bu binbaşıyla konuşmalarından çok şey öğrenmişti. İnsani değerlerinin gelişmiş olması, kanımca bu Kürd subayla konuşmalarının etkisiyledir.

Buradan farklı bir konuyu, bilinç konusunu gündeme getirebiliriz. ‘Kafkasyalı, Rus ordusunda görev yapan Kürd subay da Kürdçe biliyordu. Konuştuk…’ Bu cümle sadece bir saptamadır. Burada, Kürd/Kürdistan sorunlarını gündeme getiren bir bilinç yoktur. Bilinç, ‘neden ayrı gayrı düşmüşüz?’ sorusunu sorup süreci irdeleyebilmektir. Bilinç, Bölünmenin tarihsel geçmişini, bu süreçte, Kürdlerin zaaflarını gündeme getirip tartışabilmekle gelişir.

Referandum Üzerine…

25 Eylül 2017 bağımsızlık referandumu üzerinden bugünkü duruma da kısaca bakabiliriz. Geçmişte, Kürdistan’da hanedan aileler, aşiretler birbirlerine karşı üstünlük taslarlardı. Günümüzde de örgütler, siyasal partiler birbirlerine karşı üstünlük taslıyor. YNK’nin bir kısmı, Goran, bazı İslami partiler, PKK, sırf Mesut Barzani’nin prestiji yükselmesin diye, referandum karşıtı bir durum geliştirdiler… Irak’la, Haşdi Şabi ile yaptıkları gizli anlaşmalarla, onların, 16 Ekim 2017 sabahında Kerkük’e girmesine destek verdiler. Bu süreçte, Başkan Mesut Barzani’nin Bağımsız Kürdistan politikasının darbe aldığı şüphesizdir. Ama bunun ötesinde Kürdistan’da çok büyük bir darbe almıştır. Kürdler, birbirlerine değil, düşman güçlere taviz vererek Kürdistan’ın daha büyük kaybetmesine neden olmuşlardır. Halbuki, Kerkük’ün verilmesi Afrin’in verilmesini de kolaylaştırmıştır.

2015 Ekim’inden beri, Şengal’in bir kesimi PKK güçlerinin denetimi altındaydı. KDP, PKK’nin Şengal’den çekilmesini, bu kesimlerin KDP denetimine bırakılmasını istiyordu. PKK buna yanaşmıyordu. Ama Kürd düşmanı Haşdi Şabi ile, Irak güçleriyle çok rahat anlaşıyor, onlara üslenme olanakları sağlıyor ama, KDP ile anlaşamıyordu. Bugün de, elinde tuttuğu alanları, Irak ve Haşdi Şabi güçlerine bırakarak bu alanlardan tamamen çekildiği söyleniyor…

16 Ekim 2017 sabahında, daha önceki açıklamalarına uygun olarak, neden direniş kararı vermediği konusunda Başkan Mesut Barzani eleştirilebilir. Bu eleştiri yapılmalıdır… Ama şu bir gerçektir. Referandum sürecinde, en sağlıklı tutum gösteren Başkan Mesut Barzani’dir. Bu tutumun, geleceğe muhakkak olumlu bir etkisi olacaktır. Zira, % 72 katılım, % 93 evet tapu gibi güçlü bir belgedir. Öte yandan Mesut Barzani’nin neden direniş kararı vermediği KDP’deki çeşitli gruplar açısından da değerlendirilmelidir. KDP’de de, YNK’deki gibi referanduma karşı olan bazı kesimler olabilir.

YNK’nin olumlu bir özelliği var. YNK’de olup biten her şey, taraftarlar tarafından kamuoyu önünde tartışılabilmektedir. KDP ise, iç sorunlarını dışarıya fazla aksettirmemeye gayret etmektedir. Bu bakımda, Başkan Mesut Barzani’nin, KDP’deki çeşitli kesimler üzerinde ne kadar etkili olduğu belirsizdir…

Ahlak

Dine dayalı bir ahlakı değil, doğa-toplum ilişkileri üzerine kurulan bir ahlakı savunmak gerekir. Doğa-toplum ilişkileri sürecinde gelişen bir ahlak anlayışı, merhamet ve yardımseverlik gibi duyguları geliştirir. Ama, dine dayalı bir ahlak bu duyguları köreltebilir. Doğa-toplum ilişiklerine dayalı bir ahlak anlayışı, eşitlik ve özgürlük gibi evrensel değerleri de geliştirebilir.

Bugün dindar olan ama ahlaki niteliklerden yoksun olan pek çok inşan, grup vardır. Ama ateist olan, herhangi bir dine bağlı olamayan ama çok ahlaklı olan pek çok kişi ve grup da vardır.

Onbinlerce insanı zehirli gazlarla boğma sürecinde, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan edip sürgün sürecinde, onların mallarına mülklerine el koyma sürecinde, genç kızlara tecavüz sürecinde, ahlakilikten eser yoktur. Enfal böyle bir süreçti. Ama bunu yapanlar kendilerini suçlu hissetmemektedir. Çünkü, zehirli gazlarla boğulanlar, sürgünlere gönderilenler, kafir kabul edilmekte, kafire karşı savaşanların ise cennete gidecekleri vurgulanmaktadır. Hiçbir dine inanmayan kişiler, böyle bir süreçte, şüphesiz daha ahlaki bir tutum sergilemektedir. Onların, böyle süreçleri onaylaması mümkün değildir.

Türkçe’nin Kullanımı Üzerine…

Dağ Kavmi romanında, Sêvê kadın, torunları Darçin ve Gernas’la, Anadolu’da Türk köylülerin konuştuğu gibi konuşuyor. ‘len biliyom gızıyonuz emme, bi kez daha deyyom…’ (s. 12) Sêvê kadın, kızları ve Gernas’ın sözlüsü Zerya ile de böyle konuşuyor. ‘Dönecekle helbet…’ (s. 256-257)

Kürd köylüleri bu şekilde konuşturmanın doğru olmadığı kanısındayım. Bu konuşmaların, düzgün Türkçe’yle verilmesi gerekir. Örneğin, Tolstoy’un, Dostoyevsky’nin romanlarında da Rus köylülerle şehirli Ruslar konuşmaktadır. Ama onların konuşmaları, Anadolu’da Türk köylülerin konuşmaları gibi verilmemektedir. Düzgün Türkçe’yle verilmektedir. Doğrusu da budur.

Yazar, bu konuda kendini şu şekilde savunabilir. Gernas ve Darçin, Manisa’nın, Salihli ilçesinin Dereköy beldesinde doğdu, büyüdü. Türkçe öğrenemedi. Sêvê’kadın onlara, Kürdçe öğretemedi… Onlar da Türkçe’yi bu şekilde konuşuyor. Bu savunmada haklılık payı olabilir. Örneğin, Dehak’ın, ablası Caziye ile konuşmalarının Kürdçe olduğu, ama düzgün Türkçe’yle verildiği, yazarın bu konuda hassas olduğunu göstermektedir. (s.121-122) Bundan dolayı, bu konuda, Kürdçe-Türkçe ilişkisine dikkat etmek gerekir…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Hüda-Par: Türkiye Afrin'de YPG ile savaşmıyor, Hazar Çevko: Hüda-Par: Türkiye Afrin'de YPG ile savaşmıyor,
16801 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:12:46:15

İsmail Beşikci

Yazarın Önceki Yazıları

Son Gelişmeler Üzerine Türkiye’de Üniversite İbrahim Kaypakkaya Anması Değinmeler 3 Kürdistan'a Sor Malazgirt ve Kürtler Kurdiana Düğümü Kemalizm ve Kürd Ulusal Sorunu IV Köklere Yolculuk Toprak Temelli Milliyetçilik Kürdlerin Geleceği Konusunda Birkaç Söz Antik Kürdistan Din Ve Bilim Karakoçan (Dep) ve Yayladere (Holhol) İle İlgili İki Kitap Uludere (x) Newroz 2024 Akre Üç Kitap Hazro Beyleri Simurglar Mehmet Bayrak’ın Kürt Kimliği Mücadelesi Şeyh Said Direnişi İle İlgili İki Kitap Diyarbakır Kitap Fuarı 2023 Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi Ehmedê Xanî’nin Hatırası Üzerine Abdurrahman Önen-Erdnîgarîya Kurdistanê Kürtler ve Güller Cilt 3 ‘49’lar’, ‘55’ler’, ‘23’ler’ … 'Yaşamın Kıyısında' Behdinan, Barzan, Milli Lider Suyu Arayan Halklar Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler(II) Suyu Arayan Halklar Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler Yüzüncü Yılında Lozan Antlaşması Son Kız ‘Deniz’in Ütopyası’ Üzerine Rudaw TV Stockholm Kürd Sürgün Müzesi Üzerine Düşünceler Lozan Konferansı, Kürdler ve Kürdistan II Lozan Konferansı, Kürdler ve Kürdistan Diaspora Kürdleri Mele Mıstefa Barzani Ulusal Müzesi Rovîyê Xasûk Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi III Kendi Kendini Yönetme Hakkı ‘Ayrılıkçı Yazılar’ Peywend Yayınları Duhok Üniversitesi’nin 30. Yılı Ahamenişlerden İran İslam Cumhuriyeti’ne II Kürtçülük Ahamenişlerden İran İslam Cumhuriyeti’ne Kürd Aydınları II Bedirhan Epözdemir’in Anıları Seyidlik-Şeriflik Kürdizade Ahmed Ramiz Medreseler-Üniversiteler Medya Kitabevi Birleşmiş Milletler ve Kürdler Mülteci Yaşamlar Öncü Bir Kürt Aydını 59 Yıl Sonra Şemdinli Kemalizm Ve Kürd Ulusal Sorunu III Ortadoğu Bir Ailenin Son 200 Yıllık Tarihi Tarih Okumaları, Kürdlerin Hikayesi Hewler’de, Soran’da ve Cambridge Koleji’nde Konferans Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor? Aforizmalar Son Yolcu Irkçılık Hakkında … Aydınlar Hakkında… Latife Fegan’ın Anıları Adil Yargılama/Yargılanma Mümkün mü? Kürd Aydınları İlim-Bilim Kürdçe Derslerinin Önemi Yaş 83…* Mezopotamya Uygarlığında Hakkari Kemalizm Ve Kürd Ulusal Sorunu - II Bediüzzaman’ın Hançeri Doğu-Güneydoğu Dernekleri Platformu* Destar Kitap-Kafe Kürdistan’ın Güney'ine Seyahat Kürd Tarihinin Yazılı Ana Kaynakları Bingöl-Van Gezi İzlenimleri Göbekli Tepe Hakkında… Güvenlik Munzur Çem’in Anıları Derve Cendere II Saatin İçindeki Sır Mehmet Öncü Kitapları Zarema, Yahudi Devleti Juli’nin Sesi ‘Ateşte Doğanlar’ Kadri Hoca… Kürt Hâkim Alevilik Üzerine II ‘Aleviler ve Sosyalistler’ Kitabı Üzerine Uygur Türkleri Başkanlık Seçimleri, ABD Üniversite Raporu OFra Bengio’nun Kürd Liderlere Eleştirisi Dr. Said Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Maaş Sorunu… Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde PKK-Haşdi Şabi İşbirliği Ama Onlar Kardeştiler… Mustafa Suphi ‘Kürdistan Ortadoğu’nun Polonya’sıdır’ İSkan Tolun II Kürt Dil Hareketi (Harekata Zımanê Kurdî) II ‘Doğumun Ölümü’ Kürt Dil Hareketi (Hereketa Zimanê Kurdî) Kürdistan Bayrağı’nın ve KDP Binasının Yakılması Üzerine… Ermeniler, Kürdler, Azeriler Devrimci Doğu Kültür Ocakları Eylül 2020 Kürdler-Kürdistan Bir AİHM Başkanı Halepçe arşivlerinin yakılması ve KDP’ye saldırı Devran İskan Tolun Woodrow Wilson Harf Devrimi’nin Kürdler İçin Anlamı Mehmet Elbistan Kürtler, Şehir Şehirlileşme ‘Kürt Çalışmaları…’ Zini Gediği Katliamı Kürd Tarihini Kürdlerin Yazması… ‘Kürtlerin Kürt Olmama Hakkı’ II ’Kürtlerin Kürt Olmama Hakkı’ Değinmeler-2 Irkçılık Üzerine Seyid Ahmed Cebari Şengal, Afrin Mustafa Selîmî Kemalizm ve Kürd Ulusal Sorunu Orhan Kotan’ın Şiiri Leylan - II Kürt Meselesiyle İlgili Bir Projen Var mı? Leylan Xwebûn Orta Karadeniz’de Etnisite İlişkileri Alevilik Üzerine… Güvenli Bölge Duvarımızı Yapamadık… Doktor Said Alevilik ve Tarihi Bitlis ve Ahalisi 1916 Kürd Tehciri Bir Diplomatın Anıları Xızır Nasıl Ali Oldu? Kürd Tarihi Üzerine Gözlemler Adıyla Çağırmak Kürdistan’ın Güneyinde Soykırım Kürdlerin Tarihi Milliyetçilik Üzerine Hong Kong, Kürdistan ‘Kürtlerle Türkler’ Ortadoğu’da Devletlerin Kurulması Abdurrahman Qassemlu’nun Katledilmesinin 30. Yıldönümü Üniversitenin Bilim Anlayışında Temel Sorunlar Cumhuriyet, 19 Mayıs 2019 'Özgürlük İçin Sanat' Helsinki’de Sosyal Forum Teknoloji, Bilim, Eğitim Milletler Cemiyeti Döneminde Kürdler/Kürdistan Hewler - Duhok - Zaho Bir Tartışma Üzerine… Dönemin Romanları Eleştirilerin İzinde Rêya Heqîyê (Alevilik) ABD Ziyareti - IV ABD Ziyareti - III ABD Ziyareti - II ABD Ziyareti - I Berlin’de Dersim 37-38 Paneli Başur’da Siyaset Duhok-Hewlêr Gezisi Kürdçe Yasaklarının İşlevi ‘Aleviliğin Doğuşu’ II ‘Kimliksiz Çığlıklar’ Türkiye’de Adalet Arayışları 'Aleviliğin Doğuşu' Kürdlere Soykırım… Moskova’da Kürd Konferansı Cevat Geray’a Sevgi… Bilim Ahlakı Mahallenin Arkadaşları Selahattin Demirtaş’ın Şarkısı Canip Yıldırım Kütüphanesi Devşirmeler ve Devletsizler Dağ Kavmi - II Adaylar… Geleceğini Belirleme Hakkı ve Kürdler Farhad Daftary, Şiilik Alevilik Şiizm ‘Türklük Sözleşmesi’ Timure Halil Hakkında … Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk… Celal Talabani... Kürdler Zoru Başardı… Bağımsızlık... Güvenlik... Domino Etkisi Referandum-Bağımsızlık Tartışmaları Danimarka Seyahati Sekesûr’da Kürd-Alevi Soykırımı İnsanlık Araştırmaları Merkezi Fahriye Adsay’ın Eleştirileri Üzerine… Bir Kürd... İki Kürd... Üç Kürd Yezda... Ermeniler, Kürdler… Yeni Bir KDP Kurma Çalışmaları Hasta Adam Avustralya Gezisi Hayatımdan Kesitler Birey Toplum İlişkileri Peşmergelik Yüce Bir Değerdir Kaderine Küsmek Kürd Halkının, Kürdistan’ın Başı Sağolsun… Kürdistan’ın Hayırlı Evladı Doktor Said Suriyeli Mülteciler Parlamento Milli Düşünce Sempozyumu Desmond Fernandes Kürtlerin Bulunduğu Ülkeler Bölünemez!... Kürtler Ne İstiyor? Eşkiya 28 Devlet Bağımsız Kürdistan’ı Tanımayacak... Devlet, İslam, Kürdler ve Darbe Pencinarîler II Pencinarîler I Azim... 'Afrika Edebiyatı' Üzerine… Yaresan (Ehl-i Hak) Rêya Heqîyê, Ezdan Zağros’un Ötesine… Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı 'Peçar Tenkil Harekatı/1927' Üzerine Birkaç Söz İttifaklar Mahmut Yeşil’e Sevgi… Tunceli Kanunu, Getirdiği Esaslar ve Devletin Asimilasyon Planları Yakındoğu’nun İmhası ve Pontus Sorunu Keşiş’in Torunları Dersimli Ermeniler Anlıyorum Ama Konuşamıyorum 1128 Akademisyen Yaşar Kaya Alevilik... Elveda Güzel Vatanım Alevilerin Kitabı Uluslararası Barışı Kurma Çabaları, Kürdler/Kürdistan III Uluslararası Barışı Kurma Çabaları, Kürdler/Kürdistan II Uluslararası Barışı Kurma Çabaları, Kürdler/Kürdistan (I) Komkurd-An Nelson Mandela - Aziz Sancar Barış, Yüzleşme, Müzakere İBV Hewler Temsilciliği 558. Oturma Şengal’i Ziyaret Şengal TBMM Kürdlerde/Kürdistan’da Ana Sorun Özyönetim Üzerine... Norveç Seyahati Alaine Tuoraine’e Eleştiri Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Yönetim Zaafları Güneşin Krallığı Keyakisar Barzani bir dönem daha görevde kalmalıdır Temel şart Kürdistan Ordusu! Girê Spî'nin Kurtarılması... Üniversitenin Ana Sorunu Mardin: Hüzünlü Kent Alevilik-Müslümanlık Osmanlılar ve Acemler Arasında Kürdler İslam’ın barış, huzur, adalet ve eşitlik anlayışı Kerbela’da son buldu Kürd Kültürü Neden Yağmalanıyor? Kürd Êzidîlerin Azizesi 'Begê' İki Olay Üzerine Düşünceler Barış ve Çözüm Süreci - III Eleştiriler Ev Jin û Mêrê bi Maskê Barış ve Çözüm Süreci - II Murat Bozlak’a sevgiler... Barış ve Çözüm Süreci… Rejim, İslamileşme, Kürdler/Kürdistan Alman Şarkiyatçı Dr. Friç Soykırımlar ve Devletsiz Halklar IŞİD’in Zuhuru Şeyh Ahmet, IŞİD Saldırıları ve Osman Baliç'in Katili Ulusların Kendi Geleceklerini Tayin Hakkı ve Kürdler/Kürdistan Bitlis Anıları, 1960’lı Yıllarda Bitlis’de Yaşam Uluslararası Bitlis Sempozyumu Barzaniler Değinmeler İfade Özgürlüğü ve ABD Türk Siyasal Kültürü Üzerine… Birleşik Krallık, Fransa, Kürdler/Kürdistan Anti-Kürd Uluslar arası Nizam Kürd/Kürdistan incelemelerinde temel soru... Ulus İnşa Sürecinde Dilin Rolü Mustafa Barzani'yi sevgiyle anıyoruz Düşün Hayatında ve Edebiyatta Kurumlaşmalar Yakındoğu’nun İmhası,1915 Ermeni Soykırımı ve Hrant Dink’in Katledilmesi Resmi İdeolojinin Temel Özelliği Roboski – Goyiler Türk-İslam Sentezi ve Kürd Sorunu Kürdistan sorunu her şeyden önce duruş sorunudur Barış
x