Bu yazıda Nezirê Cibo’nun Mülteci Yaşamlar kitabıyla ilgili düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.
Mülteci Yaşamlar, Liman Yayınları, Temmuz 2022, Ankara, XV+ 249 s.
Kitabın VII-XV sahifeleri arasına yer alan Önsöz’ün çok değerli bir metin olduğu kanısındayım. Bu metin 12 Eylül Rejimi’nden önceki Kürd gençliğinin, devrim, demokrasi, enternasyonalizm, Kürd, Kürdçe, Kürdistan konusundaki duygularını, düşüncelerini algılarını açık bir şekilde göstermektedir. Bu süreçte araştırmacı-yazar Nezirê Cibo özeleştirisini de açıklamaktadır.
Bu Önsöz’de yazar Nezirê Cibo, her şeyden önce böyle bir araştırmaya neden gerek duyduğunu belirtmektedir.
“Son yüzyılda Kuzey Kürdleri, denilebilir ki her on yılda bir katliamlara, sürgünlere maruz kalmış, ya da göç etmek zorunda kalmıştır. Bu acılı, karanlık süreçleri yazmak ve yeni nesillere aktarmayı bir görev saymak gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda yeterli çalışma yapıldığı kanısında değilim. Kuşkusuz tüm olup bitenleri yazmak için kalemimin yetersiz kalacağını da bilmekteyim. Yine de ufak da olsa bir katkı sağlayabilirim diye yola çıktım.” (s. VII)
“Özellikle askeri diktanın zulmünden kurtulmak için soluğu Avrupa ülkelerinde alan binlerce mülteci ile ilgili çok şey yazıldığı kasında değilim. Birer mülteci olarak bu diyarlara giden insanların çoğu, daha sonra yerleştiler ve bir daha memleketlerine dönmediler. Döndülerse de sadece birer misafir olarak döndüler. Çoğu 20’li yaşlarda birer genç olarak gittikleri diyarlarda kök saldılar. Evlendiler. Çoluk-çocuğa karıştılar. Yerleştikleri devletlerden vatandaşlık hakkı aldılar. Yıllar geçti. Yaşlandılar. Saçları döküldü, ak-pak oldu. Yeni hayatlar kurdular, yeni kimlikler edindiler. Ne var ki gerçek anlamda ne Avrupalı ne Türk ne Kürd oldular. Kitapta sayıları binleri bulan bu ‘mülteci’lerin sadece birkaçının yaşam macerasını bulacaksınız.” (s. VIII)
Nezirê Cibo, Kürdlerde çok belirgin, sık sık izlenen, gözlenen bir tutumu şu şekilde dile getiriyor:
“Kürtlerin, yaşayan değerlerinin kıymetini bildikleri kanısında değilim. Hayatta olan liderlerini, aydınlarını çoğunlukla yerer, aşağılar en ufak bir bahaneyle, linçe kadar vardırırlar. Ama öldükten sonra arkalarından ağıt yakmakta, övgüler yağdırmakta, oldukça maharet sahibidirler. Kitapta, dönemin Kürt gençlik hareketinin, birer mütevazi değeri olan söz konusu portreleri, daha hayatta iken, haklarında söylenmesi gerekenleri söyleyeceğiz.” (s.VII)
Nezirê Cibo 78 kuşağının, bilgi birikimini duygularını, düşüncelerinin, örgütsel tutumunu şu şekilde anlatıyor:
“Bizim kuşak (78 kuşağı) 1980’lerde 20’li yaşlardaydı. İhtilalci, idealist bir kuşaktı. Her ne kadar o dönemin siyasi anlayışına göre, fiilen sağ ve sol olarak iki kutba ayrılmışsa da, özünde tek kutupluydu. Her iki taraf da Doğu Asya’nın, demokratik anlayıştan uzak, totaliter, tek sesli, tek merkezli kültüründen besleniyordu. Kürt gençlik hareketinde bu eğilimler daha güçlüydü .’Kürtlerin özgürlüğü’ adına, onlarca siyasi gruba, ‘düşman’ kampa ayrılmıştı. Grupsal çıkarların her şeyin üstünde tutulduğu, söylemlerde, ağızlardan düşürülmeyen, ‘bütün parçaya feda edilmemeli’ adına her türlü iç çatışma ve boğuşmanın mübah görüldüğü bir süreçti. Bu süreçte ulusal duygu ve düşüncelerin yayılıp serpildiği görülse de, Kürt ulusallaşmasının ciddi darbeler aldığı sekteye uğratıldığı bir süreçti de. Farklı düşünceler savunduklarından çok, farklı grup ya da partilere mensup oldukları için, birbirlerine namlunun ucuyla bakan, genç bir kuşak yetişti. Bu kuşak, sömürgeci kabul ettiği devlete karşı mücadeleden daha çok, kendi içinde mücadele etti. Okun sivri ucun sömürgeci devlete karşı değil, daha çok karşıt gruplara doğrultmuşlardı. Grup içi çatışma ve suikastlar eksik olmazdı. Gerek guruplar arası gerekse de grup içi çatışmalarını sonucunda yüzlerce Kürt genci can verdi. (s. IX)
Anadil’e, Kürdçe’ye Karşı Tutum
“Ağızlardan Kürt ve Kürdistan sözcükleri düşmezdi ama Kürdçe’den daha çok Türkçe konuşulurdu. Çıkan onlarca dergi, bildiri, gazete, (bir-iki istisna hariç) Türkçe yayımlanıyordu. Seminerleri, panelleri, tartışmaları hep Türkçeydi. Öyle ki, Kürdçe konuşmayı prensip edinen, bazı içten yurtseverlerin, alay konusu olduğu, onlara lakaplar takıldığı bile olurdu.” (s. IX)
“Nasıl ki, 1920’li yıllarda Kürt aydın ve liderlerinin önemli bir kısmı ‘biz önce Müslümanız’ diyorlardıysa, biz de önce devrimciyiz, ‘enternasyonalistiz’ diyorduk.“ (s. IX)
“Giyim kuşamımız bile tek tipti. Tarak görmeyen saçlarımız, kirli sakallarımız, alt dudağı kapatacak şekilde aşağıya doğru sarkık post bıyıklarımız, askeri parka ve günde onlarca kez ‘kahrolsun’ dediğimiz Amerikan malı kotlarımızla hep birbirimize benziyorduk.” (s. XII)
***
Araştırmacı-yazar Nezirê Cibo, Mülteci Yaşamlar’da söz konusu ettiği portreleri 15 başlıkta incelemektedir. Paşa Uzun’la başlayan portreler, ‘Sürpriz Bir Misafir’, ’Sürgünü Ölümle Ödeyen Adam’, ‘Serhadli Kız (Keçika Serhedî), ‘Yalnız Yürüyen Kız’, ‘Turist Gibi Adam’, ‘Türkiye’de Türkçe, İsveç’te Kürtçe Öğretmenliği Yapan Bir Kürt’, ‘Erzan Palas ve Brayê Hoşevîst’, ‘Bitlis Sempozyumu, Eleman Han ve Şubebendilik’, ‘Dünya Tatlısı İki Dost’, ‘İşkenceye Direnen Yürek’, ‘Fuad Önen’le Geçmişten Günümüze’, ’Dicle Vadisi Kene Korkusu, Kürt Halil Köyü’, ‘Haldi Ülkesi’nin Çocukları’ (Ehlê Welatê Xada), ‘Dostê Roja Gran’ başlıklarıyla devam etmektedir. Son iki başlık, ‘Havpeyvîn be Hayder Diljenere’, ve ‘Bi Malmîsanij re li ser Koma Xabatê ya Vate Hevpeyvîn’ dir.
Nezirê Cibo’nun sözünü ettiği Keçika Serhedî’nin babası
İsmet Kılıçaslan’ı ben de yakından tanıyorum. Hocamız Feqe Hüseyin Musa Sağnıç’ın yakın dostuydu. Milli değerlere çok bağlı bir Kürddü. Trafik kazasıyla ölümünden sonra torunu Evin’in, ‘Dede, bana bu güzel ismi ve milli bilinci miras bıraktığın için, binlerce kez teşekkür ediyorum. Çiçek bahçeleri mekanın olsun, benim güzel dedem’ mesajını çok anlamlı buluyorum. (s. 49-50)
2014 Haziran’ında Bitlis’de düzenlenen Uluslararası Bitlis Sempozyumu’na, konuşmacı olarak ben de katılmıştım. Askerlik yaptığım dönemdeki (1962-1964) Bitlis’i anlatmıştım. Sempozyum, Bitlis Düşünce ve Akademik Çalışma Grubu tarafından organize edilmişti. Bitlis Düşünce ve Akademik Çalışma Grubu’nun yöneticisi hocamız Yaşar Abdüsselamoğlu’ydu. (s. 130 vd.)
***
Demokrasi Sözcüğü Ağzımızdan Düşmüyordu, Ama Biz Demokrat Değildik.
Nezirê Cibo, bir okul derneğindeki seçimden söz ediyor. Seçimde üç liste yarışıyor. Kawa Grubu, Özgürlük Yolu grubu ve Şıvancılar. Seçimi Nezirê Cibo’nun da içinde yer aldığı Şıvancılar kazanır. Ondan sonra, seçimi kazanan Şıvancılar grubu, kendileri gibi düşünmeyen bütün Kawa ve Özgürlük Yolu mensupların örgütten ihraç eder ve öğrenci örgütünü Şıvancılar örgütü haline getirir. Nezirê Cibo bu konuda şunları söylüyor:
“Bugün geriye dönüp baktığımda, dönemin ufku dar, katı, benden olmayan herkesi düşman ilan eden, ötekileştiren, ana vatanında bile iflas eden sol ideolojik akımların bizi ne hale soktuğunu anımsayarak acı acı gülümsemekten kendimi alamıyorum. Daha acı olan ve gülümsetemeyen ise, aradan kırk yıl geçtiği halde aynı anlayışın, Kürt siyasi yapılarında, hiç değişmeden devam etmesidir.” (s. 142-143)
“Demokrasi, insan hakları, hak adalet söylemleri ağzımızdan düşmüyordu. Ama biz demokrat değildik. Bizim gibi düşünmeyen herkese düşmandık.” (s. 145)
***
Mülteci Yaşamlar’da iki tip beni çok ilgilendirdi. Yıl 1987 Nezirê Cibo, çalıştığı işte kendisine yardım edecek bir eleman aramaktadır. Siirt’tedir. 12 Eylül’den önce, öğrenci derneklerinde beraber çalıştıkları bir doktordan söz ederler. Nezirê Cibo doktor arkadaşı ile görüşmek için hastaneye gider. Muayene odasının dışındaki salonda biraz bekledikten sonra doktorla görüşür. Ama doktor Nezirê Cibo’ya ‘sizi tanıyamadım’ der. Nezirê Cibo, ‘bizim eve müşterek bir arkadaşımızla sık sık gelirdiniz, eşimle sık sık görüşürdünüz…’ der. Doktor, eşini de ismini verdiği müşterek arkadaşı da tanımadığını söyler. Nezirê Cibo, doktorun, kızarmasından, bozarmasından tanıdığından yüzde yüz 100 emindir. Dönem 12 Eylül askeri, darbe dönemidir. (s. 33-34)
Nezirê Cibo, 12 Eylül’den önce koltuğunun altında ‘Bir Militana Notlar’, ‘Saygon Zindanlarında Direniş’ gibi kitaplarla dolaşan bir kısım arkadaşlarının, artık, koltuklarını altında seccadeyle dolaştıklarını da belirtmektedir. (s. 33)
İkinci tip Bubê Eser. Bubê Eser’i kitaplarında yakından tanıyorum. 1983’de sekiz bin Barzan erkeğinin Kürdistan koparılıp Irak Güneyine çöllere getirilip kumlara diri diri gömülmelerini, Bubê Eser’in bu süreçle ilgili çalışmalarını yakından biliyorum. Bubê Eser Kürdçe sevdalısı bir arkadaştır.
12 Eylül döneminde, Bubê Eser gözaltına alınır. Sorgu sırasında çok ağır işkencelerle karşılaşır. İşkenceler sırasında kalbi durur. Bunu üzerine sorgu ekibi biraz panik yaşar, öldüğünden emindir, intihar süsü vermek için Bubê Eser’i dördüncü kat penceresinden aşağıya atarlar. Bubê Eser bir arabanın üzerine düşür. Bu sarsıntıyla kalbi yeniden çalışmaya başlar. Hastaneye kaldırılır. Doktorlar ilgi gösterirler. Tedavi edilir. Bubê eser bugün yaşamını sürdürmektedir. Kürdî, Kürdistanî bir arkadaştır. Çalışmalarını da sürdürmektedir. Ama gördüğü işkencelerden dolayı sağlığı iyi değildir. (s. 157 vd. )
Sonuç
Nezirê Cibo’nun Mülteci Yaşamlar kitabının, 12 Eylül dönemini anlatan değerli bir çalışma olduğu kanısındayım.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.