HZ. Ali, kendisinin halifeliğine muhalif olan Muaviye ve haricilere bir hutmesinden şöyle seslenir: “Muhaliflerimiz camilerde bizimle beraber namaz kılabilirler. Beytülmalden onlara düşen pay taksim edilecektir. Onlar bize saldırmadıkça, biz onlara savaş açmayacağız.”
Aynı şekilde İbni Mülcem adında bir müslüman kendisini öldürmek için Küfe’ye gelir ve halk bu durumdan haberdar olur. Ali’ye gidip; “Ya imam! Seni öldürmek için adam göndermişler. Onu hemen yakalat.” demelerine rağmen, Ali onlara; “Beni öldürdü mü?” onlarda “Hayır ama öldürmek için hazırlık yapıyor.”dediler. Ali de “Hayır olmaz. Adam henüz beni öldürmedi ki” der.
İslam tarihinde yaşanmış bu iki düşündürücü hadise, işgalci T.C devletinin elebaşı olan Erdoğan ve onun yükezibun şürekasını anımsatıyor. İslam maskeli Erdoğan ve şürekası 6 Eylül. 2014 tarihinden bu yana bebeklerimizi gözlerimizin önünde katlediyor, kadınlarımızı çırılçıplak soyup şehir merkezlerinde teşhir ediyor, nazik civan gençlerimizi panzerlerin arkasına bağlayıp yerlerde sürüklüyor, burnumuzun dibinde, aydınlarımıza ve kadın siyasetçilerimize tek kurşunla infaz ediyor, cenazelerimizi defin etmemize müsaade etmiyor, evlerimizi ve camilerimizi tank mervisiyle delik deşik ediyor, evimizden sokağa çıkıp ekmek almamıza izin vermiyor ve çıkanları keskin nişancılarla alçakça katl ediyor.
Türk milleti ise, kelimelerle tarif edemeyeceğimiz bu korkunç Kürt katliamı karşısında, Musa el-Eş\'ari ve Amr bin As gibi, Kürdistan davasına ve Kürdistan milletine düşman olduğunu gizlemiyor ve Kürt dostlarından hariç hep bir ağızdan “oh olsun!” diyor.
Ülkemizin ve milletimizin ahvali hali buyken, işgalci Türk devletinin tedrisati rahlesinden geçen ve onun antagonizmasıyla amel eden kösele suratlara ve sömürgeci zihinlere şunu söylemek elzem olmuştur: Kürdistan ülkesinde, silahları bırakıp ve teslim olması gereken Kürt gerillası değildir. Kürdistan ülkesinde, silahlarını bırakıp ve teslim olması gereken biri varsa oda işgalçi Türk devletidir. Dolayısıyla Kuzey Kürdistanlı gençlerin, işgalçi Türk devletinin barbar saldırılarına karşı kendilerini, halkını, ülkesini, korumak ve savunmak amacıyla kazdıkları hendekler ve serhildanlar meşrudur. Bu anlamda sorgulanması gereken, hendekler ve serhildanlar değildir.
Asıl sorgulanması gereken hakikat; Kürtlerin ülkesini işgal, ontolojik varlığını inkar ve fizyolojik varlığını delik deşik eden Türk devlet terörüdür. Türk devleti, devletler liginin ve Türk milleti milletler liginin, en ırkçı ve en buyurgan olanıdır. Bu manada egemenliklerini hiç bir milletle, hiç bir düşünceyle ve hiç bir inançla paylaşmadığını, onun siyasi ajandasından ve bilim dünyasının onun hakkında tutuğu tarihi vesikalarda görmek mümkündür.
Kürtlerin, IŞİD\'li teröristleri demokratikleştirmesi ve onlarla adil ve eşit şartlar içinde kardeşce yaşaması nasıl mümkün değilse; aynı şekilde Kürt milletinin, Türk devletini ve ırkçı AKP, CHP ve MHP\'ye oy veren Türk toplumunu, barış ve kardeşlik noktasında ikna etmesi ve onlarla adil ve eşit şartlar içinde kardeşçe yaşamasının mümkün olmadığını, son olarak Van’da 12 Kürt gencinin vahşice infazıyla bir kez daha gördük.
Dolayısıyla, Kürdistan ülkesinin hakikati ve onun yalınayaklı milletiyle ilgili bütün bilimsel ve dini delilleri toplayıp önlerine koysak bile; yine de her ikisi, Kürdistan ülkesinin hakikatini ve Kürt milletinin ontolojik varlığını kabul etmeyecektir. İkincisi, Tanrı, Türk devletinin Kürt milletinin işgal altında tutuğu toprakları terk etmesini emir etse T.C, Tanrı’nın bu emrine itaat etmeyecektir. Hakeza, dünyanın en uygar ve en demokratik devletleri ve dünyanın en iyi filozofları ve en iyi hukukçuları bir araya gelse, Türk devletini bu konuda ikna edemeyecektir.
Albert Memmi, “Sömürge sömürgelerini insanların çoğuna bahşedilen en değerli haktan yoksun bırakır ve Sömürgeciliğin sömürgeleştirilene dayattığı yasalar ve yaşam koşulları sömürge milletini özgürlük için savaşmaya” mecbur bırakır.
Kürt milleti, tüm bu olup biten vahşetten sonra, hürriyetini ve siyasal egemenliğini elde etmek için, topluca silaha sarılmaktan ve savaşmaktan başka çaresi kalmamıştır. Kürdistanlı savaşçı gençlerin, , sömürgeci işgalci Türk devletinin vahşetine karşı kendini korumak ve savunmak amacıyla kazdığı hendekleri düşman aklıyla eleştirenler büyük bir gaflet içindedir. Çünkü, TC ve AKP\'nin sömürgecilik, Kürdistan, demokrasi ve İslam\'i anlayışı IŞİD teröristlerinden sekiz milyar kat daha barbar olduğunu bilmeyecek kadar zavallıdırlar.
Sevgili gençlerin bu onurlu direnişleri, orta ve uzun ölçekte Kürt milletinin topluca milli kurtuluş savaşı vermesine vesile olacağına inanıyorum. Bu anlamda, Güney ve Rojava Kürdistan’ı bugünkü kazanımları nasıl elde ettiğini sorgulayabiliriz. Tabiki bu kazanımlar savaşarak elde edilmiştir. O halde, gençlerimizin Kürdistan ülkesini kahramanca savunmasına sahip çıkmalıyız ve onların öncülüğünde millet olarak hep birlikte kendimizi savunmaya geçmeliyiz. Eğer millet olarak hep birlikte savunma konumuna geçmezsek, düşman her gün bizi düzüne düzüne katledecektir.
Bu anlamda, dindar Kürtler ne vakit vatan savunmasını yapacak? İslam kardeşliği ve ümmet yalanlarına kanıp, Türk-Arap-Fars İslamcıların makatlarını koklamaya devam mı edecek; yoksa Kürdistan ülkesini ve yalınayaklı milletini savunan ve koruyan gençlerin saflarında yer alarak veya başka cepheler oluşturarak tıpkı Hz. Muhammed peygamber gibi vatanları için savaşarak şehit mi olacak?
Bu kardeşlerimize, vatan ve siyasal egemenlik meselesinde şu iki örneği paylaşmak istiyorum: Kureyş ve Havazın kabileleri arasında dört yıl süren bir savaş (Ficar savaşı) vardır. HZ. Muhammed peygamber 14 yaşında amcasıyla birlikte bu savaşa katılır ve hiç bir zaman pişman olmadığını söyler. HZ. Muhammed savaş sırasında atılan okları toplayıp Kureyşli savaşcılara verir.
İkincisi; hani Habil, kardeşi Kabil’e şöyle demişti: Sevgili kardeşim, yönetimi, yönetmeyi ve mülkiyeti, adalet ve hukuk karinesiyle birlikte belirlemeliyiz.
Kabil: hayır dedi! Ben seni yönetmeye ortak edemem; ancak sen benim verdiğim kararlara uyarsın. Habil, kardeşi Kabil\'e şöyle karşılık verdi: Sevgili kardeşim, düşüncelerinizi çok kibirli ve mustekbirce görüyorum. Eğer sevgili babamız bu diyaloğumuzdan haberdar olursa, mutlaka seni sevgiye ve adalete davet edecektir. Böylece Kabil, egemenliğini kardeşi Habil\'le ortak paylaşmamaya karar verdi ve sonra onu gizlice katletti.
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.