Ercan İlgin: Liberal Demokrat (!) Türk Aydınlarının Öcalan Konusundaki Paradoksu Üzerine
''Diğer yandan, bir örgüt liderini, “Kürt lideri” olarak tanımlamak için o şahsın kendi milleti için birtakım taleplerinin olması gerektiği gibi bir gerçeklik var. Oysaki, Öcalan, kendi milletinin, en basitinden kültürel taleplerini bile “aşırı milliyetçiliğe savruluş” olarak tanımlayıp elinin tersiyle itmektedir. Keza yine onun, İmralı’dan yolladığı ilk mesajının “Erdoğan ve Bahçeli’nin paradigmasına” bağlılık beyanı olduğu unutulmamalıdır. Yine bu süreçte “Erdoğan ve Bahçeli’nin paradigması” nın Kürtler lehine yeni bir şey içermediği de herkesin malumudur. ''

Bilindiği gibi devletle, Öcalan’ın tartışmasız tek lideri olduğu PKK arasındaki barış süreci belirli bir aşamaya evrilmiş bulunmaktadır. Şüphesiz sürecin bu aşamaya gelmesinde, Öcalan’ın başat rolü yadsınamaz. Ona bu başat rolü veren de, elbette ki onun bugün geldiği çizgiyi dikkatle not eden ve bunu tarihi bir fırsat olarak değerlendiren devlet aklıdır.
Çünkü, söz konusu devlet aklı, Öcalan’ın, Türkiye’ye getirildikten sonra nasıl bir değişim gösterdiğinin ve bu değişimin neticesinde günümüzde nasıl bir çizgiye geldiğinin bilincindedir ve bunun sonucu olarak ona bu payeyi vermiştir.
Yine söz konusu devlet aklı, Öcalan’ın, ülkesine getirildiği 1999 yılından itibaren, Kürt meselesinde ne denli büyük ölçekte değişim ve dönüşüm yaşadığını, onun bu tarihten sonraki gerek savunmalarını, gerekse de İmralı’dan dışarıya verdiği mesajlarını takip ederek nihayetinde “Terörsüz bir Türkiye” için, ondan faydalanılmasının artık gerekli olduğu sonucunu doğurmuştur.
Bu meyanda, onun bu değişim ve dönüşümü, öncelikle ülkesine getirildiğinin hemen akabinde coşkun bir Atatürk savunuculuğuyla başlamıştır. O, bunun sonrasında, Bookchin’in devletin ve ailenin en gerici kurumlar olduğu yönündeki tezlerini rehber edinerek bir yandan kendi milletine devletsizliği, dolayısıyla statüsüzlüğü önermiş, diğer yandan Kürtleri yüz yıldır uğradıkları mezalime karşı ayakta tutan aile kurumunu yıkmayı öğütlemiştir. Fakat, yine bu tezi savunurken, Kürtleri tahakküm altında bulunduran dört devletin üniter yapısına saygı göstermeyi de ihmal etmemiştir. Sonrasında bununla da yetinmemiş, kendisini “Kırk yıldır Mahirlerin bayrağını taşıyan” biri olarak tanımlayıp, Kürtleri, kendi toplumunda hiçbir saygınlığı olmayan marjinal Türk solunun hizmetine sokmuştur.
Keza onun, bu yılın 27 Şubat’ında yapmış olduğu açıklamada, Kürtlerin kültüralist taleplerini dahi aşırı milliyetçilik olarak yaftalayıp bu talepten dahi vazgeçmiş olması ve yine onun Kürt milletini bir millet değil, bir “olgu” olarak tanımlayıp, Kürtleri “Bingöl ve Zagros’taki kültür kalıntısı” olarak aşağılaması onun geldiği noktayı bariz bir biçimde ortaya koymaktadır.
Yani Öcalan, bugün geldiği noktada, artık cumhuriyetin Kemalist paradigmasının en coşkun savunucusu durumundadır.
Dolayısıyla onun bu çizgisini en iyi bilenlerden biri olan MHP lideri Bahçeli’nin, onu “kurucu önder” olarak tanımlamasını da bu bağlamda ele alıp, devlet aklının ondan istifade etmesi olarak değerlendirmemiz gerekiyor.
Diğer yandan, bu gerçekliği vurgulamamızın nedeninin, bu savaşın bitmesini istememek olarak görülmemesi gerekiyor. Tersine şahsen, Kürt milletine çok büyük acılar yaşatan ve kadim Kürdistan coğrafyasını viran eden bu savaşın özünde kirli bir savaş olduğunu ve yine bu savaşın Kürtlere acı ve yıkımdan başka bir şey getirmediğini münhasıran dile getirdiğimin bilinmesini istiyorum.
Yine bu kirli savaşın özünde yıkıcılık olduğunun ve başlangıçta sahip olduğunu iddia ettiği vaatleri ve ulvi değerleri yine kendi eliyle yok ettiğinin bilinmesi gerekiyor. Bu somut gerçekliği, kendisini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayan Kürt aydınları her fırsatta dile getirmektedir.
Ayrıca, bu kirli savaşın bitmesinin, salt Kürtlerin değil, Türklerin de hayrına olduğu gibi somut bir gerçeklik var.
Diğer yandan Türk toplumu içerisinde, Öcalan’ın bu süreçte devlet tarafından muhatap alınmasına şiddetle karşı çıkan ırkçı-şoven bir kesimin bulunduğu bilinmektedir. Bu kesimler, aslında, Öcalan’ın Kemalist ideolojiye bağlılığının ve Kürtler için hiçbir hak talebinde bulunmadığının bilincindedirler. Buna rağmen bu sürece karşı çıkmalarını bir anlamda körleşme olarak tanımlamamız gerekiyor. Çünkü, ırkçı-şoven düşünce kendi içinde her şeyden önce bir bağnazlık barındırır ve yine bu bağnazlık da körleşmeyi doğurur. Yine bu körleşme de, bu ideolojiye iman etmiş olanlarda aklıselim düşünme yetisini ortadan kaldırır. Oysa bunun tam tersini yapmış olsalar bu savaşın sona ermesinin en başta kendi toplumlarının hayrına olacağını pekala göreceklerdir.
Bunu kısaca ele aldıktan sonra sözü kimi liberal demokrat Türk aydınlarının önemli bir paradoksuna getirmek istiyorum. Bahse konu bu Türk aydınlarının, Öcalan’ın kendi örgütünü feshetmesini ve Öcalan’ın kendi devletleriyle kayıtsız şartsız bir barış sürecine girmiş olmasını desteklemeleri elbette doğru bir tutumdur. Buna aklıselim hiçbir Kürdün itirazı olamaz. Fakat esas sorun, bu aydınların, bir yandan bunu yaparken diğer yandan Öcalan’ı bir “Kürt lideri” olarak göstermelerindeki vahim yanlışlıktır.
Bu vahim bir yanlışlıktır çünkü bu aydınlar, bu tutumlarıyla, bu sürece bakışlarında Kürtlerle zerre empati bağı kurmamaktadırlar. Eğer bunu yapmış olsalar, kırk yılı aşkın bir süredir özünde bir kirli savaş yürüten bu örgütün liderinin, bugün gelinen noktada, halen temsiliyet iddiasında olduğu kendi milleti için hiçbir hak talebinde bulunmadığı gerçeğini görebileceklerdir. Fakat onlar, bunu yapmak yerine, Kürtlerin milli hak ve taleplerine kulaklarını tıkayarak bu sürecin başat aktörü durumundaki Öcalan’dan bir “Mandela” yaratma uğraşısına girmekteler.
Demokratlık iddiasındaki bu aydınların bu tutumu, en hafif tabiriyle, şovenizmin sinsi bir biçimi olan bir hâkim ulus kibri ve yine buna bağlı olarak bir ikiyüzlülük olarak okunmalıdır. Keza, yine bu durum, aydın kimliğiyle hiçbir biçimde bağdaşmayan bir konformizm içermektedir. Çünkü en başta onlar, ortada, Güney Afrika’daki ırkçı apatheid rejiminin sona ermesi için mücadele eden bir Mandela ve onun direnci karşısında pes edip onunla müzakere masasına oturan bir De Klerk’in olmadığının pekâlâ farkındadırlar. Tersine, eğer adına masa denilirse bu masanın bir tarafında kırk yıllık savaşın sonunda, Kürt gerçekliğini yok sayan paradigmasından zerre ödün vermemiş olan bir devletin temsilcileri, diğer tarafında ise bu devletin paradigmasına kayıtsız şartsız biat etmiş olan bir örgütün lideri vardır.
Diğer yandan, bir örgüt liderini, “Kürt lideri” olarak tanımlamak için o şahsın kendi milleti için birtakım taleplerinin olması gerektiği gibi bir gerçeklik var. Oysaki, Öcalan, kendi milletinin, en basitinden kültürel taleplerini bile “aşırı milliyetçiliğe savruluş” olarak tanımlayıp elinin tersiyle itmektedir. Keza yine onun, İmralı’dan yolladığı ilk mesajının “Erdoğan ve Bahçeli’nin paradigmasına” bağlılık beyanı olduğu unutulmamalıdır. Yine bu süreçte “Erdoğan ve Bahçeli’nin paradigması” nın Kürtler lehine yeni bir şey içermediği de herkesin malumudur.
Ayrıca yine bu aydınlar, Türkiye’nin teritoryal sınırları içerisinde sayısı 25-30 milyon gibi rakamlarla ifade edilen Kürtlerin her türlü milli haklarından yoksun bırakılmışlığının ve tarihte bir benzeri olmayan bir asimilasyona tabi tutulmalarının cumhuriyetin kuruluşuyla başladığının ve halen aynı biçimde devam ettiğinin bilincindedirler. Yani bu sorun PKK ile başlamamış olup tersine PKK bu sorunun bir dışavurumu olarak ortaya çıkmıştır. Bunun yüz yılı aşkın bir sürelik geçmişi vardır. Ayrıca PKK’nin kendisini feshetmiş olması Kürtlerin, Öcalan’a rağmen milli hak taleplerinden vazgeçeceği anlamına gelmemektedir.
Dolayısıyla ortada, kendi milletinin hakları için müzakere eden bir Kürt lider değil, tersine cumhuriyetin yüz yılı aşkın paradigmasına bağlılığını beyan eden bir örgütün lideri vardır. Bu durum tüm çıplaklığıyla ortadayken söz konusu bu Türk aydınlarının bu zattan bir “Kürt lideri” yaratma çabaları hem kendi içinde bir paradoks barındırmaktadır hem de onların aydın kimliğiyle bağdaşmamaktadır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 10:21:41







































































































































































































