1925 Kürd Milli Hareketi : Dini, Siyasi ve Toplumsal Boyutlarıyla Çok Katmanlı Bir Analiz
1925 hareketi, Türkiye Cumhuriyeti'nin erken dönemindeki en önemli kırılma noktalarından biridir. Bu olay, yalnızca bir "dini kalkışma" ya da "feodal direniş" olarak indirgenemeyecek kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Tarihsel bağlamında incelendiğinde, isyan; Kürt kimliğinin korunması, ana dilde eğitim hakkının savunulması, merkeziyetçi politikaların yarattığı baskılar ve uluslararası paylaşım dinamikleri gibi katmanları barındırır.

Giriş
1925 hareketi, Türkiye Cumhuriyeti'nin erken dönemindeki en önemli kırılma noktalarından biridir. Bu olay, yalnızca bir "dini kalkışma" ya da "feodal direniş" olarak indirgenemeyecek kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Tarihsel bağlamında incelendiğinde, isyan; Kürt kimliğinin korunması, ana dilde eğitim hakkının savunulması, merkeziyetçi politikaların yarattığı baskılar ve uluslararası paylaşım dinamikleri gibi katmanları barındırır. Bu makale, Osmanlı'nın son dönemlerinden Cumhuriyet'in kuruluşuna uzanan süreci sistematik bir şekilde ele alarak, isyanın çok boyutlu niteliğini ortaya koyacaktır. Özellikle Tevhid-i Tedrisat (öğretim birliği) Kanunu'nun Kürtçe eğitim üzerindeki yıkıcı etkisi ve olayın adlandırmasındaki ideolojik manipülasyon gibi unsurlar, analizin odak noktalarını oluşturacaktır.
Kürd Medrese Âlimleri ve Şeyhlerinin Ulusal Talepleri
Kürt toplumunda şeyhler ve medrese âlimleri yalnızca dini liderler değil, aynı zamanda siyasal ve kültürel temsilcilerdi. Kürt medreseleri ve Nakşibendî-Hâlidî tarikatı, Kürt bölgelerinde dini otoriteyi temsil ediyor ve eğitim tekelini merkezi otorite ile birlikte paylaşıyordu. Bu geleneğin kökeninde, 17. yüzyılın büyük Kürt medrese âlimi, mutasavvıfı ve şairi Ahmedê Xanî (Ehmedê Xanî, 1650–1707) yer alır. Mem û Zîn destanının yazarı olan Xanî, Kürt dilini, edebiyatını ve kimliğini yücelten eserleriyle ulusal bilincin erken mimarlarından biri kabul edilir. Nûbihara Biçûkan adlı Kürtçe gramer kitabıyla ana dilde eğitimi sistemleştiren Xanî, aynı zamanda Eqîdeya Îmanê gibi dini metinlerde tevhid inancını Kürtçe olarak işlemiştir. Xanî’nin şu dizeleri, Kürt toplumunun siyasi ve kültürel taleplerinin erken ifadesidir: “Eger em ji hev hebin, emê bibin yek millet / Lê belengaz in, ji ber ku em ji hev cuda ne / ... / Eger em bi zimanê xwe biaxivin, emê bibin xwedî dewlet.” (Bu dizeler, Kürtlerin birleşmesi halinde millet olabileceğini ve ana dilin devlet kurma gücünü vurgular.) Xanî’nin medrese geleneği, Kürtçe eğitim ve kimlik bilincini nesilden nesile aktarmış,19. ve 20. yüzyıl şeyh ve âlimleri üzerinde derin etki bırakmıştır. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren Şeyh Ubeydullah Nehrî gibi önderlerin isyanları, Kürt kimliğinin korunması ve Osmanlı merkezileşmesine karşı direniş refleksi taşıyordu. Bu gelenek, 20. yüzyıl başında da sürdü. Kürt medrese çevreleri, kimlik ve adalet arayışını İslami bir meşruiyet çerçevesinde dile getirdiler. 1925 hareketi, bu tarihsel çizginin devamı olarak görülmelidir. Medreseler, Kürtçe’nin korunduğu, hukukun ve ilmin üretildiği merkezlerdi. Bu kurumlar, ulusal bilincin oluşumunda kritik rol oynadı.
Hâlidî tarikatının tüm kolları bu siyasal yönelimi paylaşmıyordu elbette. Tarikat bünyesindeki farklı şeyhlik hatları zamanla farklı politik konumlar benimsedi. Bu nedenle ulusal taleplerin gelişimini anlamak, aynı ağ içindeki devletçi çizginin tarihsel rolünü de hesaba katmayı gerektirir.
Nakşibendî-Hâlidî Tarikatında Devletçi Hat ve Siyasal Ayrışma
Nakşibendî-Hâlidî tarikatı homojen bir yapı değildir. Mevlânâ Hâlid’in halifelerinin 19. yüzyıl boyunca Kürdistan’a yayılmasıyla birlikte tarikat, siyasal tercihler bakımından iki ana çizgiye ayrılmıştır. Bunların bir bölümü —özellikle Norşin (Güroymak), Hizan-Gayda, Arvasi (Doğubayazıt), Zilan, Müküs ve Tasvan-Silvan çevresindeki kollar— 1840’lardan itibaren Osmanlı’nın merkezileşme politikalarıyla uyumlu bir tutum benimsemiş, Bedirxan Bey’e karşı Osmanlı ordusuyla birlikte hareket etmiş ve 1894–1896 Ermeni kırımlarında aktif roller oynamıştır. Bu kollar, geniş arazi tahsisleri, ekonomik imtiyazlar ve idarî mevkilere erişim sayesinde devletle bütünleşmiş ve Cumhuriyet dönemine taşınan belirgin bir “devletçi hat” ortaya çıkarmıştır. Aynı çizgi, 1925 hareketi sırasında da büyük ölçüde Ankara’nın yanında pozisyon almış, isyana karşı fetvalar yayımlamış ve hükümete istihbarî-lojistik destek sağlamıştır. Dolayısıyla Nakşibendî-Hâlidî ağını yekpare, tek yönlü bir “Kürt milliyetçisi tarikat bloku” olarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.
İmparatorluktan Ulusçuluğa: 1911 Sonrası İttihatçı Dönüşüm ve Kürd Tepkileri
1909’daki 31 Mart Vakası ve Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin ardından, İttihat ve Terakki Cemiyeti devlet yönetiminde belirleyici bir güç hâline geldi. Bu süreçte Cemiyet önceki yıllarda savunduğu çok-etnili Osmanlıcılık düşüncesinden giderek uzaklaştı. Özellikle 1912-1913 Balkan Savaşları’nın yarattığı ağır askerî yenilgiler, toprak kayıpları ve büyük göçmen dalgası, İttihatçı kadroları daha katı bir Türkçü-milliyetçi çizgiye yöneltti. Bu yönelim, imparatorluğun çok kimlikli yapısında derin kırılmalara yol açtı. Kürt uleması ve aydınlarının önemli bir kesimi, bu yeni devlet ideolojisini asimilasyon riski taşıyan bir merkezileşme politikası olarak değerlendirdi.
1913 yılında, Musul’da Şeyh Said Berzenci ve yaklaşık 50 Kürt kanaat önderi (aşiret reisleri, ulema ve yerel liderler), İttihatçı vali tarafından “merkezi otoriteye karşı gelmek” ve “İngilizlerle işbirliği” suçlamasıyla tutuklandı ve idam edildi. Bu toplu infaz, Kürt toplumunda derin bir travma yarattı ve “Musul Katliamı” olarak anıldı. Şeyh Said Berzenci, Kadiri şeyhi olarak hem dini hem siyasi otoriteye sahipti. İdamı, İttihatçıların Kürt özerk yapılarını kırma stratejisinin sembolü oldu. Bu olay, Kürt uleması arasında Osmanlı’ya (ittihatçılara) karşı güvensizliği artırdı ve sonraki direnişlerin zeminini hazırladı. Medrese kökenli âlimler (melleler) ve şeyhlerin öncülüğündeki ulusal isyanlar, bu gerilimin somut örnekleridir.
1880–1881 Şeyh Ubeydullah Nehrî İsyanı: Nakşibendî şeyhi Ubeydullah Nehrî, İran ve Osmanlı sınırlarında özerk bir Kürt yönetimi kurmak amacıyla ayaklandı. İsyan, medrese ağları üzerinden örgütlendi; “Kürt milleti” kavramını açıkça kullanan ilk modern hareketlerden biriydi.
Şeyh Abdülsalam Barzani isyanı: 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin merkezileşme ve Türkçü politikalarına karşı Kürt aşiretlerini birleştirerek Barzan merkezli bir isyan başlattı. İsyanda hem dinî otoritesini hem de Kürt kimliğine vurgu yaparak, ağır vergiler ve zorunlu askerlik uygulamalarına karşı çıktı. Osmanlı kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra yakalandı ve 1914 sonunda Musul’da yargılanarak idam edildi.
1914 Mele Selim-i Dımıli İsyanı: Bitlis’de (aslen Bingöl’lü) medrese âlimi Mele Selim, Rus işgali sırasında Osmanlı’ya karşı “Kürt özerkliği” talebiyle ayaklandı. İsyan, Kürtçe fetvalarla desteklendi,medrese talebeleri ve ulema aktif rol aldı.
1919–1920 Şeyh Mahmud Berzenci İsyanı: Süleymaniye merkezli Berzenci, İngiliz mandasına karşı “ Kürdistan Krallığı” ilan etti. Medrese çevreleri ve Nakşibendî şeyhleri hareketin çekirdeğini oluşturdu. İsyan, 1924’e kadar sürBu isyanlar, medrese-şeyh ağlarının ulusal bilinçle birleştiği örneklerdir. Her biri, merkeziyetçi politikalara karşı dil, din ve kimlik ekseninde direniş gösterdi. Said-i Nursî ve Seyyid Abdülkadir gibi dini önderler, Emin Ali Bedirxan ve Abdülrezzak Bedirxan gibi seküler aydınlar, İttihatçılara muhalif bir duruş sergiledi. 1913 sonrası "Türkleştirme" politikaları, Kürt bölgelerinde baskı ve sürgünlerle karşılandı. 1914 Bitlis ayaklanması ve 1916 olayları, bu gerilimin erken örnekleridir.
1918 Sonrası Kemalistler ve Kürd Aydınları
Mondros Mütarekesi sonrası Kemalist hareket, başlangıçta dini birlik ve kardeşlik söylemiyle Kürtleri yanına çekti. Erzurum ve Sivas kongrelerinde Kürt haklarının korunacağı vurgusu yapılmıştı. Ancak Lozan görüşmeleriyle bu söylem değişti. Kürtlerin özerklik veya kültürel statü talepleri reddedildi. 1923 sonrası Ankara'nın "tek millet" anlayışı, Kürt aydınları ve dini liderlerde büyük hayal kırıklığı yarattı. 1919'da Anadolu hareketine ihtiyatla yaklaşan Kürt liderlerin çoğu, 1923'ten itibaren muhalif konuma geçti.
Bu dönemde Kürdistan Teali Cemiyeti (1918’de kuruldu), Kürt aydınları ve ulemasının ulusal taleplerini İstanbul merkezli olarak örgütleyen ilk modern siyasi oluşum oldu. Cemiyetin amacı, Kürt halkının siyasi, kültürel ve idari haklarını savunmak, Osmanlı devletinin son döneminde ve sonrasında Kürtler için otonomi ya da bağımsızlık elde etmekti. Seyyid Abdülkadir (Şeyh Ubeydullah Nehrî’nin oğlu, Nakşibendî şeyhi ve Osmanlı Senatosu üyesi), cemiyetin kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını üstlendi. Cemiyet, Kürtçe eğitim, yerel yönetim özerkliği ve Sevr Antlaşması’nda öngörülen hakların savunulmasını talep etti. Kürdistan Teali Cemiyeti de 1921’de kapatıldı. Seyyid Abdülkadir İstanbul’da kalarak Kürt davasını savunmaya devam etti.
1921 yılında ise Koçgiri isyanı meydana geldi. Koçgiri liderleri Kürt halkı için otonomi talep etmiş, Kürtçe eğitim, yargı ve idari reformlar gibi somut taleplerle milli meclisten Kürt haklarının tanınmasını istemişti. Büyük millet meclisi bu taleplere şiddetle karşılık verince İsyan çıktı. İsyan Topal Osman eliyle kitlesel katliamlarla neticelendi.
Lozan Sonrası Tekçi Yapı ve İsyana Zemin
Lozan Antlaşması (1923), Kürtleri uluslararası statü dışında bıraktı. Ardından gelen reformlar kimliksel kriz yarattı. Bu süreçte tarihsel önemde görünen üç önemli gelişme yaşandı.1) Hilafetin kaldırılması (1924) ümmet bağını kopardı. 2) Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) Kürtçe eğitim yapan medreseleri kapattı ve ana dilde eğitimi bastırdı. 3) 1924 Anayasası, Türk kimliğini tek ulusal kimlik olarak tanımladı. Bu gelişmeler, Kürt dini uleması ve aydınları nezdinde "kimliğin tasfiyesi" anlamına geldi. İsyanın ideolojik zemini, dil, din ve kimlik ekseninde şekillendi.
Azadî Örgütü( Kürdistan İstiklal ve İstihlas Komitesi): Yapı, Amaç ve İlişki Ağı
Azadî Cemiyeti, 1923 yılında Cibranlı Halit Bey öncülüğünde, Yusuf Ziya Bey, Tayip Ali, Hanili Salih bey,Şeyh Şerif, Teğmen Ali Rıza, Kemal Fevzi, Hasenanlı Halit bey, İhsan Nuri paşa, Dr. Fuad gibi Kürt subay, aşiret lideri ve aydınların katılımıyla Erzurum’da gizli olarak kuruldu. (kuruluş tarihi ile ilgili ihtilaflar var) Örgüt, “Kürdistan’ın bağımsızlığı” hedefini benimsedi. Bu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt ulusal hareketinin en örgütlü ve sistematik yapısıydı. Örgütlenme Modeli gizlilik esasına dayanıyordu. Azadî, (özgürlük)“Kürt milletinin kendi kendini yönetme hakkı”nı temel ilke olarak benimsedi. Örgüt, “Kürdistan” terimini açıkça kullandı ve Kürt bayrağı tasarladı.
Örgüt Kürt Teali Cemiyeti’nin eski üyeleriyle (Seyyid Abdülkadir, Bedirxaniler) dolaylı bağlarına ek olarak medrese çevreleriyle doğrudan ittifak kurmuştu. Dış destek ihtiyacına binaen Halit Bey’in Erzurum’daki Sovyet Konsolosluğu’na yazdığı mektup, silah ve siyasi destek talebini içeriyordu. Örgütün Berzenci ve Barzani şeyhleriyle haberleşme kanalları tüm fiziki zorluklara karşın açıktı.
Başarısız Beytüşebap isyanı sonrası örgüt deşifre oldu. Öncesinde devletin muhbir ve ajanları örgüt ile ilgili raporlama yapıyorlardı. Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey tutuklandı. Lider kadro böylece tasfiye edildi. Liderlik defacto olarak Halit beyin kuzeni Şeyh Said’e geçti. Bu geçiş, hareketin dini-ulusal karakterini daha da güçlendirdi. Azadî, Şeyh Said İsyanı’nın kurumsal omurgasıydı. İsyanın planlaması, fetvaları ve yayılma hızı, bu örgütün altyapısına dayanıyordu.
1925 Kürt milli hareketinin bastırılması ile yenilginin kesinleşmesini takip eden 14 Nisan 1925 tarihinde Cibranlı Halit bey,Yusuf Ziya bey,Teğmen Ali Rıza bey,Faik bey ve Molla Abdurrahman Bitlis’te idam edildiler.
Cibranlı Halit Bey ve Rus Teması: Başarısız Bir Diplomatik Hamle
Cibranlı Halit Bey, Erzurum’daki Sovyet Konsolosluğu’na yazdığı mektup bilinir. Halit bey, mektupta silah, mühimmat ve siyasi destek talebinde bulunur. “Kürdistan’ın bağımsızlığı” için SSCB ile ittifak önerir. Ancak SSCB, 1921 Ankara Antlaşması sonrası Türkiye ile dostluk politikası izliyordu. Lenin’in “ezilen milletler” söylemi, Kürt ulusalcıları için umut kaynağıydı. Halit Bey, İngiliz siyasetine güvenmiyordu. Güneyde İngilizlerin Şeyh Mahmud Berzinci’ye karşı politik tutumunun yanı sıra Kemalistlerle olan münasebetleri Halid bey’deki güvensizliğin temel kaynağıydı. Halit bey’in mektubu muhtemelen iletildi, ancak SSCB yanıt vermedi. Sovyetlerin bu mektuptan Türk hükümetini haberdar etmesi kuvvetle muhtemeldir. Sovyetler, jeopolitik çıkarları gereği Ankara’yı tercih etti. Ankara-Moskova yakınlaşması, Sovyetlerin Kürt desteğini imkânsız kıldı.
Beytüşşebap İsyanı (1924) ile Bağlantı
1924 Beytüşşebap İsyanı, Azadî Cemiyeti’nin zamansız bir firar olayı olarak Şeyh Said İsyanı’nın öncüsü niteliğindedir. İsyan, 3-4 Eylül 1924’te Hakkâri’nin Beytüşşebap ilçesinde başladı ve kısa sürede bastırıldı. Olay, Nasturî Ayaklanması’nı bastırmakla görevli 18. Piyade Alayı’ndaki Kürt kökenli subay ve askerlerin firarı üzerine patlak verdi.
İsyanın Arka Planı ve Tetikleyicisi Azadî bağlantısı: Örgüt, Hakkâri bölgesinde Nasturîlere karşı operasyon sırasında subayları mobilize etmekteydi. İhsan Nuri paşa kendi hatıralarını anlattığı kitabında, isyan girişiminin kendi teşkilatlarının (Azadi) bir eseri olduğunu yazar. Bu girişimin erken olduğunu ve genel plan içinde harekete zarar verdiğini ima eder. Nitekim Bitlis’li Yusuf Ziya Bey’in kardeşi Teğmen Ali Rıza’nın da içinde olduğu bu asker grubunun başarısız isyan girişiminin ardından yapılan soruşturmalar neticesinde elde edilen bilgilerle Azadi örgütü deşifre oldu.
İsyanın Azadi’ye etkisi deşifre ve tasfiye şeklinde sirayet etti. Cibranlı Halit Bey ve Bitlisli Yusuf Ziya bey ve bazı üyeler tutuklandı. Askeri liderlerin firarı, Azadî’nin seküler yapısını zayıflattı. Beytüşşebap, planlı bir isyandan ziyade yanlış anlaşılma kaynaklı firar olarak kaldı, ancak 1925 Kürt milli hareketini tetikleyen kritik bir dönüm noktasıydı.
Şeyh Said’in Bitlis’e Çağrılması ve İsyanın Başlangıcı: Psikolojik Kırılma Noktası
Beytüşşebap isyanının ardından, Cibranlı Halit Bey ve Bitlisli Yusuf Ziya Bey Ekim 1924’te tutuklanarak Bitlis Cezaevi’ne atıldı. Bitlis Divanı Harp mahkemesi, Hınıs Kaymakamlığı’na resmi yazı göndererek Şeyh Said’in Bitlis’e gelip ifade vermesini talep etti. Ancak Hınıs Kaymakamı, Şeyh Said’in hasta ve yaşlı oluşunu gerekçe göstererek ifadesini istinabe yoluyla Hınıs’ta aldırdı ve muhtemelen ciddi bir uyarıda bulundu.( Hınıs kaymakamı Arif bey Azadi üyesiydi) Bu süreç, Şeyh Said’in psikolojik olarak tehdit altında hissettiği dönemin başlangıcıydı. Şeyh Said, kış ortasında, yoğun kar ve dondurucu soğuk altında Hınıs’ı terk etti. Yolculuk, planlı bir hazırlık turuydu ama aynı zamanda tehdit algısının tetiklediği bir kaçıştı. Şeyh Said, kardeşi şeyh Abdurrahim’in yaşadığı Piran’a gitmek üzere yola çıkarken, yol güzergahında Melekan , Karlıova, Çan, Bingöl, Genç ,Lice duraklarında ilkbaharda düşündüğü kalkışmanın planlarını paylaşıyordu konuk olduğu evlerde. Zorlu kış şartlarında yolculuk uzun sürdü. Azadî liderlerinin tutuklanması ve kendisinin de Bitlis’e davet edilmesi şeyh Said’de psikolojik baskı oluşturmuştu. Kardeşi Hınıs Müftüsü şeyh Bahaddin, isyana karşıydı çünkü bu şartlarda muvaffak olunamayacağını düşünüyordu.( Şeyh Bahaddin daha sonra devlet tarafından suikastle öldürüldü) Bu, Şeyh Said’in yalnızlaşmasını artırdı. Piran’a varış (13 Şubat 1925) akabinde jandarmanın provokasyonu ile isyan başladı . Bu, planlı bir başlangıçtan çok, tehdit altında patlayan bir tepkiydi. Bu yolculuk, isyanın en can alıcı noktasıdır. Psikolojik baskı, kış şartları, aile içi çatışma ve örgütsel tasfiye, Şeyh Said’i “artık geri dönüş yok” noktasına getirdi. İsyan, stratejik bir kalkışmadan ziyade, varoluşsal bir savunmaydı.
Şeyhlerin Ağırlığı ve Nakşibendî-Hâlidî Ağ: İsyanın Hızlı Yayılma Dinamiği
Kürdistan coğrafyasında medreseler, sadece dini eğitim kurumları değil, aynı zamanda Kürtçe ilim, hukuk, edebiyat ve kültür üretiminin merkezleriydi. Nakşibendî-Hâlidî tarikatı, 19. yüzyıldan itibaren bu medrese ağını sistematik bir iletişim ve mobilizasyon şebekesine dönüştürmüştü. İsyan’ın 3-4 hafta içinde Diyarbakır’a kadar yayılması, bu ağın olağanüstü etkinliğinin sonucuydu. Bu yapı, Kürtçe fetva ve haber akışını saatler içinde köylere ulaştırırdı. Şeyh Said’in Kürdistan’ın bağımsızlığı için “cihad” fetvası, Nakşibendî-Hâlidî tarikatının mobil ağı sayesinde hızla bir çok merkeze ulaştırıldı. Mürit-şeyh bağı, askeri emir-komuta zinciri kadar sıkıydı. Bir şeyhin fetvası, aşiret reisinden daha etkiliydi. Cuma namazlarında Kürtçe hutbeler, isyanı dini bir vecibe haline getirdi. Kitlelerin mobilizasyonu dini fetva ve sloganlarla sağlandı.
Sonuç itibariyle Nakşibendî-Hâlidî ağ, isyanın lojiistik omurgasıydı. Bu yapı olmasaydı, isyan yerel bir çatışmadan öteye gidemezdi.
Şeyh Said–Cibranlı Halit Bey- Melekan şeyhleri-Çan şeyhleri Hısımlık Ağı
Şeyh Said ile Cibranlı Halit Bey, teyze çocuklarıydı. Anneleri ,Melekanlı Şeyh Abdullah’ın halalarıydı. Bu akrabalık ilişkileri, Azadî Örgütü ile Şeyh Said hareketi arasında organik bir güven köprüsü kurdu. Ayrıca Çan şeyhleri de bu hısımlık ağının temel halkalarıydı. (Bu ailelerin hepsinin birbirleri ile girift akrabalık ilişkileri vardır) Cibranlı Aşireti, itikadî olarak Melekan şeyhlerine bağlıydı. Hınıs, Melekan, Çan ve Kelaxsi şeyhleri Azadî’nin doğal üyeleri arasındaydı. Tanıklıklar, örgüt ile şeyhler arasında hiyerarşi dışı doğal bir işbirliğinin olduğunu tevsik eder.
Cibranlı Halit Bey, her yaz Melekan yaylasına gelir, Şeyh Abdullah ile baş başa, yanlarında kimse olmadan saatlerce gizli sohbet ederdi. Bu görüşmeler, Azadî’nin stratejik planlamalarının yapıldığı yerlerden biriydi. Keza Şeyh Said, Melekan’a geldiğinde Şeyh Abdullah ile yine yanlarında kimse olmadan baş başa görüşürdü. Bu sohbetler, isyanın dini meşruiyet fetvalarının hazırlandığı anlardı. Çan şeyhleri de(Şeyh İbrahim, Şeyh Celal,Şeyh Ali,Şeyh Hasan) bu ağın parçasıydı. Azadî’nin fetva ve mobilizasyon kanadını oluşturuyorlardı. Bu hısımlık ve gizli sohbet ağı, Azadî’nin askeri-seküler kanadı ile dini-ulusal kanadı arasında güvenli iletişim köprüsüydü.
Mahkeme Süreci ve Manipülasyon
17 Nisan 1925’te Şark İstiklal Mahkemesi’nin ilk idam kararı Doktor Fuad hakkında tatbik edildi. (Doktor Fuad, Şeyh Said Piran’da iken Şeyhe gönderdiği mektubunda kaygılarını açıkça dile getirmişti) 29 Haziran 1925’te ise Şeyh Said 47 dava arkadaşı ile birlikte idam edildi. Tek isyanla ilgili farklı mahkemelerde birden fazla yargılama olması devletin stratejik bir tercihiydi. Ana davada 48 idam kararı bilinir, ancak farklı illerde ve farklı mahkemelerde isyanda rolü olduğu gerekçesi ile yüzlerle insanın idam edildiği pek bilinmez. Bu idamlar, Cumhuriyet’in Kürt ulemasına ve elitlerine yönelik tasfiye politikasının zirvesiydi.
Ankara’dan gelen talimatlarla mahkeme, isyanı “gerici, şeriatçı” göstermek üzere kurgulandı. Bu talimatlar İstanbul Babıali basınına da iletildi. Kürdistan Teali Cemiyeti kurucusu Seyyid Abdülkadir, İstanbul’da tutuklanarak Diyarbakır’a getirildi. Mahkemede isyana destek verdiği ve Azadî ile bağlantılı olduğu” gerekçesiyle yargılandı ve 27 Mayıs 1925’te idam edildi.
Mahkeme heyeti, sanıklara “din için isyan ettiklerini söylerlerse affedilecekleri” vaadinde bulundu. Duruşma harici özel görüşmeler yapılarak sanıklar buna ikna edildi. Bu stratejiyle, ifadeler ikna yoluyla “şeriatçı” bir çerçeveye oturtuldu. Ancak nihai idam gerekçesinde “Kürdistan’ı bağımsız kılmaya teşebbüs” maddesi kullanıldı.
Bu manipülasyon, iç ve dış kamuoyunda hareketin “gerici, feodal ve şeriatçı” bir kalkışma olarak sunulması için sistematik bir propaganda aracı haline getirildi. Kemalist yönetim, bu kurgulanmış ifadeleri, İç kamuoyunda “modernleşme karşıtı gericilik” söylemini pekiştirmek, dış kamuoyunda ve devletlere (özellikle SSCB, İngiltere ve Fransa’ya) “ulusal birlik adına gerekli bir iç güvenlik operasyonu” izlenimi vermek için kullandı. İngiliz belgelerinde bile “Kürt milliyetçiliği” yerine “dini fanatizm” vurgusu yapan raporlar, Ankara’nın diplomatik girişimlerinin başarısını gösterir. Bu propaganda, isyanın ulusal-kültürel boyutlarını gölgede bırakarak, Cumhuriyet’in tekçi yapısını meşrulaştırmada kritik rol oynadı.
Adlandırma Üzerine: “Şeyh Said İsyanı” mı, “Genç isyanı ” mı?
Resmi tarih yazımında Kürt kalkışmaları yöre adıyla anılır (Beytüşşebap, Ağrı, Dersim, Koçgiri). Ancak 1925 olayı şahıs adıyla kodlandı: “Şeyh Said İsyanı”. Bu fark ideolojiktir. Amaç, ulusal direnişi “gerici şeyh isyanı”na indirgemektir. Oysa olay, coğrafi kapsamı ve katılımıyla bölgesel-ulusal bir harekettir. Adlandırma, tarihsel algıyı şekillendiren bir tercihtir.
Kürd Aydınları Arasında İletişim Sorunu: Dağınıklık ve Koordinasyon Eksikliği
1918–1925 arası, Kürt dini (ulema-şeyh) ve seküler (subay-aydın) aydınları arasında haberleşme vardı, ancak ortak cephe kurulamadı. Bu dağınıklık, isyanın zayıf noktalarından biriydi. İletişim Kürtçe fetva ve haber ile hızlı iletişim sağladı. Jurnaller ile İstiklal Mahkemeleri, her yazışmayı izledi. Cibranlı Halit bey, Yusuf Ziya bey gibi liderler 1924’te tasfiye edildi. Dersim, Süleymaniye, İstanbul arasında güvenli haberleşme yoktu. Dersim Alevileri ile Kürt Sünnileri arasında tam koordinasyon sağlanamadı. İstanbul grubu, isyan sırasında izole kaldı. Bu iletişim eksikliği, isyanın yerel aşiret ittifaklarına bağımlı kalmasına ve ulusal çapta birleşememesine yol açtı.
Ermeni Soykırımı ve Alevilerle İlişkiler: Hoşgörü, Mezhep Ayrımı Yapmama ve Kürd Milliyetçiliği
Şeyh Said, Melekanlı Şeyh Abdullah ve Çan Şeyhleri gibi önde gelen Nakşibendî-Hâlidî liderleri, katı ortodoks bir din anlayışı gütmüyorlardı. Aksine, mezhep ayrımı yapmadan, farklı din ve mezheplere karşı hoşgörülü bir yaklaşım sergilediler. Bu tavır, Kürt milliyetçiliğini merkeze alarak Alevilerden destek bulma çabalarının somut bir örneğidir ve hareketin ulusal-kültürel karakterini pekiştirir.
1915 Ermeni tehciri sırasında Şeyh Said, Şeyh Abdullah ve Çan şeyhleri “Müslüman olmayanlara zulüm haramdır, din kardeşliği kisvesi altında katliam onaylanamaz” fetvaları verdiler. Bu fetvalar, İttihatçıların “din kardeşliği” gerekçesiyle yürüttüğü zulme karşı İslami bir itirazdı. Şeyh Said, soykırım zamanı Ermeni komşularını (ve tüm gayrimüslimleri) koruma çağrısı yaptı. İsyan sırasında gayrimüslimlere dokunulmaması talimatı verdi.
İsyan sonrası Süryani ve Ermeni halkından, isyana katıldıkları gerekçesiyle yargılanarak idam edilen veya hapis cezası alanlar ile yargılanmadan infaz edilenlerin varlığı hareketin katı mezhepçi bir hareket olmadığının göstergesiydi.
Şeyh Said, Dersim Alevilerine “Kürt milleti birdir, mezhep farkı bizi ayıramaz” mesajı gönderdi. Şeyh Said’in Melekan-Çan rotası sırasında Alevi kanaat önderleriyle temas kurduğu tanıklıklarla sabittir. Bu temaslar, mezhebi değil, Kürt kimliğini öne çıkaran bir ittifak arayışıydı. Bu temas, görüşme ve ittifak arayışlarının tek gayesi vardı “Kürdistan’ın bağımsızlığı”. Din, bu hedefe meşruiyet aracı olarak kullanıldı. Fetvalarda “Kürt milleti” vurgusu, mezhep veya din farkını aşan bir ulusal birlik çağrısıydı. Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey (Alevi) ve Koçuşağı Aşireti isyana destek verdiler. Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey TBMM’de Kürt haklarını savundu, isyana lojistik ve siyasi destek verdi. Koçuşağı Aşireti silah ve savaşçı sağladı. Nitekim Hasan Hayri bey bu yüzden yargılanarak idam edildi. Koç uşağı aşiretine yönelik Mustafa Muğlalı komutasında büyük bir katliam yapıldı.(1926)
Sonuç olarak, şeyhlerin katı ortodoks olmayan, hoşgörülü ve mezhep ayrımı yapmayan duruşu, İttihatçı zulme din kisvesi altında onay vermemeleri ve Kürt milliyetçiliğini merkeze almaları, isyanın dini değil, ulusal bir hareket olduğunu kanıtlar. Bu tavır, Alevilerden destek bulma çabalarının yanı sıra hareketin çok mezhepli, çok dinli bir Kürt birliği vizyonunu ortaya koymuştur.
1927 Peçar Tenkil Harekâtı:1925 Kürd Milli Hareketi ile Bağlantısı ve Yerel Hafızadaki Yeri
Muğlalı, Koçuşağı aşiretine yönelik önceki “tedip harekâtı”ndaki başarısı gerekçe gösterilerek 1927 yılında bu kez “Peçar Tenkil Harekâtı”nın yürütülmesiyle görevlendirildi. Bu harekât, yalnızca bölgesel bir asayiş operasyonu değil, 1925 İsyanı sonrasında hükümetin uyguladığı geniş kapsamlı bastırma ve yeniden yapılandırma politikasının devamı niteliğindeydi. Ankara yönetimi, isyanın ardından özellikle Piran, Hani, Lice, Palu, Genç ve çevresini “direniş potansiyeli yüksek” bölgeler olarak değerlendirmiş, Peçar hattı isyan sırasında ve sonrasında hükümete karşı en fazla “sadakatsizlikle” suçlanan alanlardan biri olarak kayda geçmiştir. Bu nedenle 1927 operasyonu, isyanın örgütsel veya toplumsal kalıntılarının tamamen tasfiye edilmesi amacıyla yürütülmüştür. Harekâtın icrası sırasında Ergani, Piran, Hani, Lice, Peçar, Cirbir, Genç, Gökdere ve Palu hattında (Elazığ–Bingöl–Diyarbakır üçgeni) çok sayıda yerleşimde geniş çaplı şiddet uygulamaları rapor edilmiştir. Yerel sözlü tarih anlatımları, yaklaşık 10.000 civarında sivilin —erkek, kadın, çocuk ve yaşlı ayrımı gözetilmeksizin— evlere veya ahırlara kapatılarak yakılmak suretiyle yaşamını yitirdiğini aktarır. 1927 operasyonunun bölge toplumunda derin ve kalıcı bir travma yarattığı konusunda görüş birliği vardır. Bu nedenle 1927 yılı, halk hafızasında “Sere Veşnayiş / Sala Şewate”, Türkçesiyle “yakılma yılı” olarak anılmaya devam etmektedir.
Uluslararası Bağlam: “Böl ve Yönet” Stratejisinin Kürtler Üzerindeki Etkisi
Birinci Dünya Savaşı sonrası, İngiltere ve Fransa, Osmanlı Kürdistanı’nı fiilen böldü. Musul Vilayeti (Irak Kürdistanı) İngiltere’ye, Cezire, Kobani, Afrin (Batı Kürdistan) Fransa’ya bırakıldı. Bu paylaşım, Sevr Antlaşması’nda (1920) öngörülen Kürt özerkliği maddesini Lozan’da (1923) tamamen ortadan kaldırdı. Kürt Liderlerin Tepkisi şu şekilde oldu; Şeyh Mahmud Berzenci (Süleymaniye), İngiliz mandasına karşı “ Kürdistan Krallığı” ilan etti (1919–1924). Bedirxaniler, Barzaniler ve Azadî Örgütü, İngiliz-Fransız mandalarına karşı ortak direniş çağrısı yaptı. Irak’da Şeyh Mahmud Berzenci İngilizlere karşı savaşırken, Suriye’de de İbrahim Hananu Fransızlara karşı savaştı. Bu güçlerin Ankara’dan istedikleri yardım talepleri yankı bulmadı, çünkü Mustafa Kemal ve ekibi İngilizler ve Fransızlarla anlaşmaya varmıştı.
Öte yandan Ankara diplomasisi İngiltere ile Musul’u paylaşma ve Fransa ile Suriye sınırını tanıma karşılığı Kürt isyanlarına karşı destek aldı. İngiliz Hava Kuvvetleri, isyan bastırma sırasında Ankara’ya lojistik bilgi sağladı, isyanı “iç mesele” olarak tanımladı. Fransızlar asker takviyesi için demiryolu hattından tam geçiş izni verdi, sınırları kapattı, silah ve lojistik akışın önüne geçti. İsyan, iddia edildiği gibi dış destekli bir hareket değildi. Aksine, batılı güçler Ankara’yı destekledi. Uluslararası paylaşım, Kürt ulusal birliğini parçaladı ve isyanı izole etti.
Sonuç:
1925 Kürt milli hareketini dini veya feodal kalkışma olarak görmek indirgemeci bir yaklaşımdır. Tevhid-i Tedrisat (öğretim birliği) Kanunu, medreselerin kapatılmasıyla ana dilde eğitim hakkını ortadan kaldırdı. Kürtçe'nin korunduğu, hukukun ve ilmin üretildiği merkezler yok edildi. Bu, kültürel hafızanın silinmesi anlamına geliyordu. Hilafetin kaldırılması dini çerçeveyi ve iki halk arasındaki bağı yok edince, Kürt din ulemasına isyanın dinsel meşruiyet gerekçesini verdi. Kitleler bu şekilde mobilize edildi. 1924 Anayasası ise, “Türkiye'de yaşayan herkes Türk’tür” ilkesiyle tekçi, üniter bir ulus-devlet yapısı kurarak, Kürt varlığını anayasal düzeyde inkâr etti. İsyan esasen dil hakkının, kültürel ve ulusal kimliğin, eğitim özgürlüğünün savunulmasıdır. Bu bağlamda olay, "gericiliğe karşı modernleşme" değil, tekçi, ırkçı ve asimilasyoncu bir modernleşmeye karşı çok kimlikli toplumun var olma mücadelesidir. Tarihsel yeniden değerlendirme, bu çok katmanlı direnişi hak ettiği yere oturtacaktır.
Kaynakça Olson, R. (1989). Kürt Milliyetçiliğinin Ortaya Çıkışı ve Şeyh Said İsyanı, 1880–1925. University of Texas Press. Jwaideh, W. (2006). Kürt Ulusal Hareketi: Kökenleri ve Gelişimi. Syracuse University Press. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivleri (FO 371), 1924–1925.İstiklal Mahkemesi Tutanakları, Diyarbakır (1925). Mehmet Emin Sever (2024) Kürt tarihinden bir kesit Azadi örgütü ve Cibranlı Xalid bey.Avesta yayınları. Yusuf Ziya Döger (2016) Şeyh Said Hareketi Sonrası Peçar Tenkil Harekatı .Nubihar yayınları. Bruinessen, Martin van (2020). Kürdistan’da Ağa, Şeyh ve Devlet. İletişim.Taner Akçam (2025) Parça Anlatıların Ötesinde Geçmek “Bütünsel” Bir Tarih Yazımının Zorunluluğu Malak Barşom Ve Şeyh Said Ayaklanması Örneği.Makale.Dılşad Fırat Dılhad Fırat (2022).Babam Şeyh Said.40 kitap.Tanıklıklar: Melekan şeyhleri arşivi (sözlü tarih)
Fuat Söylemez
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 15:08:37


































































































































































































