Mustafa Yelkenli: Kürt Sorunu Ne Değildir
'' Her şeyden önce Kürt sorunu ana dil sorunu değildir. Meclis’te Kürtlerin temsil edilmesi de değildir. Kürtçenin özgürce konuşulup yazılması da değildir. Cezaevindeki hasta tutsakların, Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, Öcalan’ın ev hapsine alınması, umut hakkından yararlanması da değildir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hiç değildir. Uydurma gerekçelerle tutuklu belediye başkanlarının serbest bırakılması değildir. Halkın iradesine tamamen aykırı olan kayyum atanması da değildir. Kürt sorunu demokrasi sorunu, insan hakları sorunu da değildir. Kürt sorunu bunların dışında ve tamamen farklı bir şeydir. Kürt sorunu diye dile getirilenler sadece bu sorunun neden olduğu sonuçlardır. ''

Devletin ve Kürt siyasetçilerin sürekli dillerinde dolandırıp durdukları Kürt sorunu konusunda net bir şey söylemedikleri biliniyor. En büyük sorun olarak görülen ve çözülmemesi durumunda hiçbir sorunun çözülemeyeceği konusunda ortak kanı oluşmasına rağmen bu sorunun adı nedense konulmaz. Gerçi devlet bu sorunun nasıl oluştuğunu ve nelerin buna yol açtığını iyi biliyor. Bu nedenledir ki üzerinden yüz yıllık bir zaman geçmesine rağmen sır gibi saklanan konuyla ilgili belgeleri açıklamıyor. Devletin bunu net olarak söylememesi anlaşılır da Kürt siyasetçilerin bu konunun kenarından kıyısından dolaşıp bir türlü adını koymadığı ve bu sorunun ne olduğunu dile getirmemesinin nasıl bir gerekçesi olabilir, anlaşılır değil. TBMM’deki onlarca Kürt vekil de Meclis Kürsüsünden bu sorunun nasıl yaratıldığını ve kimlerin hangi saiklerle bu soruna sebep olduğunu söylemedi, söyleyemedi. Sanki devlet ile siyasetçiler arasında gizli bir anlaşmayla bu sorunun asıl sorumlusu gizlenilmeye çalışılıyor. Oysa bu konu başlangıcından günümüze kadar enine boyuna konuşulmadan, tartışılmadan, asıl sorumluları açığa çıkarılmadan hiçbir şekilde çözülmeyeceği çok açık.
Önce Kürt sorunu ne değildire bakalım;
Her şeyden önce Kürt sorunu ana dil sorunu değildir. Meclis’te Kürtlerin temsil edilmesi de değildir. Kürtçenin özgürce konuşulup yazılması da değildir. Cezaevindeki hasta tutsakların, Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, Öcalan’ın ev hapsine alınması, umut hakkından yararlanması da değildir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hiç değildir. Uydurma gerekçelerle tutuklu belediye başkanlarının serbest bırakılması değildir. Halkın iradesine tamamen aykırı olan kayyum atanması da değildir. Kürt sorunu demokrasi sorunu, insan hakları sorunu da değildir. Kürt sorunu bunların dışında ve tamamen farklı bir şeydir. Kürt sorunu diye dile getirilenler sadece bu sorunun neden olduğu sonuçlardır. Bunu anlayabilmek için yüz yıl geriye gidip o günlerde yaşananlara objektif olarak bakmak devletin kuruluş yıllarına kadar uzanmak gerekiyor. Çünkü bu sorunun bir türlü küllenmeyen ve acılarla yoğrulu yüzyıllık bir mazisi var.
Meraklısı bilir. Mustafa Kemal 19 Eylül 1918’de Sina-Filistin cephesinde komuta ettiği 7. Ordu İngilizlerin yönettiği Arap ordusunun taarruzu karşısında ağır bir yenilgi alınca 70 bin Osmanlı askerini Araplara esir bırakıp soluğu İstanbul’da alır.[1] Bu ağır yenilgiye rağmen Mustafa Kemal İngilizlere yönelik bir düşmanlık duymaz; aksine onlara karşı sempatisi daha da güçlenir ve bu coğrafyada İngilizlere rağmen hiç kimsenin başarı şansı olamayacağını anlar. Zaten daha önce 1915 yılında albay rütbesiyle Çanakkale’de küçük bir koyda görev yaptığı sırada İngilizlerle çatışmama konusunda görüşlerini söylediğinde Esat Paşa’nın Mustafa Kemal’e ölmek var dönmek yok[2] dediği sır değil. Kemalist tarihçiler Çanakkale Savaşı komutanı Esat Paşa’nın bu sözünü alıp Mustafa Kemal’e mal ederler. Yalçın Küçük bu yalanı da kitaplarında yazmaktan çekinmez. Çanakkale’deki savaşı yöneten Esat Paşa ile ters düşen Mustafa Kemal istifa eder.[3] Çocukluk arkadaşı Fethi Okyar’la birlikte İstanbul’da Minber adlı bir dergi çıkarıp İngilizleri öven yazılar yazar. Mustafa Kemal’in o dönem İstanbul’un en lüks oteli olan Pera Palas’da kaldığını ve İngiliz işgal komutanlığıyla iletişime geçme konusunda bazı girişimlerde bulunduğu da sır değil. Hatta İstanbul’da görev yapan gazeteci Warld Price aracılığıyla İngilizlerden valilik görevi talep eder.
Gotthard Jeaschke, İngiliz belgelerinde de yer alan Mustafa Kemal’in Daily Mail muhabiri Ward Price ile yaptığı görüşmede şunları söylediğini yazar: “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa, Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile iş birliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir salahiyet dahilinde hizmetlerimi arz edebileceğim bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim.” [4] Bu belge, Mustafa Kemal’in, ülkesini işgal eden sömürgeci İngilizlerden valilik isteyerek, gönüllü bir şekilde hizmetlerini sunabileceği bir tavır içinde olduğunu yansıtıyor. Ancak İngilizler’in bu talebi ciddiye almadığını belirtir Jaeschke. “Albay H. Bu muhavereyi önemsiz görerek dikkate almamıştır. Birçok Türk generali kendileri için hemen bir iş arıyorlar”[5]der
Jaeschke, Mustafa Kemal’in bu isteğini değişik kaynaklardan duyduğunu belirtmekten de geri kalmaz. Şöyle devam eder: “İstanbul’da Rıfat (Refet Bele) adında bir Türk generali ile karşılaştım. Bu zat benim Mustafa Kemal ile mülakatımda hazır bulunmuştu. Onun bu hizmet teklifinde samimi olduğunu, o zaman bu teklif kabul edilmiş olsaydı Yakın Doğu tarihinin değişik bir mecraya dönecek olduğunu söylüyor, bu fikrini muhafaza ediyordu.”[6]
Erik Jan Zürcher de Mustafa Kemal’in bu dönemdeki tavrını Jaeschke’e dayanarak şöyle yazar: “13 Kasım’da İtilaf donanmasının boğaza girdiği gün, Mustafa Kemal görevini Nihat Paşa’ya devrettikten sonra başkente döndü. Resmi biyografisine göre İtilaf devletleri temsilcileriyle bağlantı kurabilmek ve onları etkileyebilmek amacıyla Pera Palas otelinde bir oda tuttu. Bir kaynağa göre, birkaç gün sonra kendisinin vali ya da yüksek memur (commissioner) olacağı Anadolu’da bir İngiliz mandası önerisiyle İngilizleri The Daily Mail’in İstanbul muhabiri G. Ward Price aracılığıyla yoklamaya çalıştı. Bu öneri, Ward Price’in öneriyi ilettiği İngiliz istihbarat subayı tarafından alayla karşılandı.”[7]
Yukarıdaki belgelere göre Mustafa Kemal Çanakkale Savaşının en yoğun yaşandığı sıralarda savaştan kaçınıp İngiliz ve Fransızlarla ilişki kurmaya çalışmakta ve onlarla iş birliği yapma yollarını aramaktadır. Elbette bir kahramanlık abidesi olarak topluma anlatılmaya çalışılan Mustafa Kemal hakkında bu durum birçok kişinin kafasını karıştırmakla beraber kuşkulara da neden olur. Nitekim Yalçın Küçük istifa etmiş olan Mustafa Kemal’in hiçbir geliri olmadığı halde zamanın en lüks otelinde kalmasını, konuklarını ağırlamasını nasıl sağlayabildiğini kendince sorgulayıp yanıtını bulmaya çalışır. “Bu soru, Mustafa Kemal’in yaşamını nasıl finanse ettiği sorusudur. Bu bir yana, M. Kemal’in kendi kampanyasını üstlenen ve zarar eden Minber Gazetesine de para verdiği anlaşılıyor. (...) Kemal, Pera Palas’ta ve daha sonra Şişli’de kiralık bir evde, Türkiye’nin bu en karışık zaman kesitlerinin birinde, sürekli olarak, yerli ya da yabancı herkesle görüşme yapıyor. Falih Rıfkı’nın sözleriyle çalmadığı kapı bırakmıyor; yetkili ve üst bir makama gelebilmek için çırpınıyor. Kemal, yetkili bir yere, henüz bir devrimle ya da halk hareketiyle gelmeyi düşünebilecek durumda değildir; otel yemekleri, içki sohbetleri, yabancı misyon ziyaretleri, mektuplar ve kısacası bürokratik mekanizmaları harekete geçirerek kudretli bir mevki almayı planlıyor.”[8]
Bir başka araştırmacı Ziya Somar, Padişah Vahdettin’in 1.Dünya Savaşı sonrası bırakışma koşullarını sert bulmasına rağmen Mustafa Kemal’in Zaman Gazetesi’ne verdiği demeçte bunun tersini savunduğunu, İngiliz yanlısı olduğu izlenimi verdiğini yazar. “Öte yandan, Mustafa Kemal Paşa da Zaman Gazetesi’ne verdiği demeçte bırakışma koşullarının tamamen aleyhte olmadığı görüşünü destekliyor. Bulgarların Türklerden daha güç bir durumda bulunduklarına değinerek, İzzet Paşa Kabinesi’ni ve özellikle bu kabinedeki dostu Hüseyin Rauf’u muhalefetin saldırılarına karşı savunmaya çalışıyor.”[9]
Burada yeri gelmişken Mustafa Kemal’in parasal destek sunduğu yazılar yazdığı Minber Gazetesi ile şunları da belirtmek gerek. “Kemal Paşa, İngilizlere kötü davranmıyor ve ayrıca kendi parasıyla da finanse ettiği Minber Gazetesi’nde İngilizlerin insancılığı ve Osmanlı Devleti sevgisi üzerine büyük bir güveni dile getiriyor.”[10]
İki ciltlik Anadolu İhtilalini yazan Kemalist Sabahattin Selek de Minber Gazetesi ile Mustafa Kemal ilişkisini şöyle yazar: “Fethi Bey (Okyar) mebus idi. Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası’nın ve Meclis’te bir grubun başında bulunuyordu. Minber Gazetesi’ni çıkarıyordu. Gazeteye Mustafa Kemal Paşa’da ortak idi.”[11]
Mustafa Kemal İngilizlere olan hayranlığını gizleme gereğini duymaz. Gazetecilerle yaptığı bir görüşmedeki sözleri 17 Kasım 1918 tarihli Minber Gazetesi’nde yayınlanır. Şöyle der Mustafa Kemal: “Bu harpte İngilizlerle Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya pek çok muharebeler verdim. Ben bu muharebelerde daima vatanın müdafaasından ibaret olan bir vazifeyi asliye ifa ettim ve bunun için askerlik hizmetimi tahattur etmiyorum. Binaenaleyh kalbimde buğuz ve adavet hissi yer bulmamıştır. İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine riayette gösterdikleri hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olmayacağı kanaatiyle mütehassıs olmaları pek tabiidir.”[12]
Yalçın Küçük Türkiye Üzerine Tezler’de bunu eleştirirken Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin Düzeni adlı eserinde Mustafa Kemal’in İngilizlere güven vermek için böylesi bu yola girdiğini söyler. Doğan Avcıoğlu’nun bu zorlama değerlendirmesini Yalçın Küçük Mustafa Kemali’in arayış çabasını jokere benzeterek Doğan Avcıoğlu’un gerekçesini alay konusu yapar. Ancak İngilizler Mustafa Kemal’in hizmetlerini sunabileceği üst düzey görev talebini o günlerde yerine getirmezler. Ne zaman ki İttihat ve Terakki kadroları ülkeyi terk edip geride kalan Müdafai Hukuk militanları Samsun yöresinde Rum köylerine saldırıp katliam ve tecavüze yeltenmeleri üzerine İngilizler Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderirler. Mustafa Kemal’in İngilizlere hayranlığı ve onlardan görev talep etmesi bu olay üzerine kabul görür; Padişah Vahdettin’in oluru ve İngilizlerin izni ile Mustafa Kemal istediği göreve kavuşur. Mustafa Kemal’e Samsun yöresindeki çetelerin Rum köylerine saldırmalarını engellemek, Erzincan ve Kars’ta kurulan Sosyalist Halk Cumhuriyeti devletlerini yıkmak, çeteleri silahsızlandırmak görevini verirler. Mustafa Kemal de İngilizlerden aldığı geçiş izni ile yanında 17 kurmay subay ve Orgeneral Refet Bele ile beraber Samsun’a 19 Mayıs 1919 da gelir. Yani Kemalistlerin dediği gibi ülkeyi kurtarmak gibi bir amaçla Samsun’a gelmemiştir. Vatanı kurtarmak retoriği bir başka Kemalist entelijansın koca bir yalanı olarak literatürde yerini alır. Mustafa Kemal İngilizlerin izni ve Osmanlı Padişahı Vahdettin tarafından verilen geniş yetkilerle donatılmış olarak Samsun’a geldikten sonra hemen İstanbul Hükümet’ini tanımayarak Ankara Hükümetini kurar. Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak Kürtlerle sıkı bir iş birliğine girer. Bununla beraber İngilizlerle savaşan Simko ve Şeyh Mahmut Berzenci ile de haberleşir. Özellikle Berzenci’yi kışkırtarak İngilizlerin Kürtlere yönelmesini engelleyerek İngilizlerin kendisiyle anlaşmasını sağlamaya çalışır. İngilizlerin Berzenci’nin hırçın ve uzlaşmaz tavrından rahatsız olmaları, Kürtlerin Sovyetlerin etkisi altına girebileceği kuşkusuyla daha önce kendileriyle iş birliğine hazır olan Mustafa Kemal’e yönelirler. Bunun için İngilizler Mustafa Kemal’e devlet kurmasına karşılık ondan üç konuda anlaşmasını isterler. Kazım Karabekir ile Yalova’da buluşan General Rawlinson bu üç şartı söyler. Yabancı sermayeye hayır denilmeyeceğini (bu emperyalizme boyun eğmek anlamında) Sovyetik bir Bolşevik hükümet kurmayacağını (Sola hiçbir şekilde geçit verilmeyeceğini taahhüt etmek) ve Halifeliği kaldırmak (İslam dünyasına hiçbir şekilde önderlik yapmamak). Mustafa Kemal bu şartları kabul eder. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresini hemen toplar. Alınan kararlar dokuz madde olarak açıklanır. İçlerinden en dikkat çekici madde ise yabancı sermayeye verilen izindir. Sovyetlerle iş birliği yapmayacağı ve solun hiçbir şekilde gelişmesine izin verilmeyeceğini kanıtlamak için de önce Türkiye Komünist Partisi kadroları Karadeniz’de katledilir. Hemen arkasından Komünist Partisi yayın organı Orak Çekiç gazetesi yasaklanır, yayın kadrosu İstiklal Mahkemelerinde yargılanır. İşçi sendikaları yasaklanır. İşçilerin örgütlenmesine izin verilmez. Emek ve işçi düşmanlığı Kemalist yönetimlerin temel siyaseti haline getirilir.[13] Lozan’dan sonra da 3 Mart 1924 yılında Hilafet kaldırılır. Mustafa Kemal İngilizlerin dayattığı üç talebi bu şekilde yerine getirir.
Lozan’dan önce Mustafa Kemal İngilizlerle ilişki geliştirirken Kürtlerle de sıcak mesajlar iletir. Önce 22 Haziran 1919 yılında Amasya tamiminde Misaki Milli Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır der.
Sonra El Cezire komutanlığına yazdığı telgrafta Özerk Kürdistan’ın anayasasını hazırlayın emrini verir.
“1- Tedricen bütün memlekette ve vasi mikyasta (geniş ölçüde) doğrudan doğruya halk tabakatının alakadar ve müessir (etkili) olduğu surette idarei mahalliyeler ihdası siyaseti dahiliyemiz icabındadır. Kürtlere meskun menatıkta (bölgede) ise hem siyaseti dahiliyemiz ve hem de siyaseti hariciyemiz noktası nazarından tedricen mahalli bir ihdasını iltizam etmekteyiz.
2- Milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre Kürtlerin bu zamana kadar idarei mahalliyeye ait teşkilatlarını ikmal etmiş ve rüesa (başkanlar) ve müteneffizanı (sözü geçen) bu gaye namına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini izhar (açığa vurma) ettikleri zaman mıkaderatlarına zaten sahip olduklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidir. Kürdistan’daki bütün mesainin bu gayeye müstenit (dayanan) siyasete tevcihi (yöneltme) Elcezire Cephesi Kumandanlığına aittir.
3- Kürdistan’da Kürtlerin Fransız ve tahsisen Irak hududunda İngilizlere karşı husumetini müsellah (silahlı) müsademe (çatışma) ile gayri kabili tadil (değişik) bir dereceye vardırmak ve ecnebilerle Kürtlerin itilafına (anlaşmalarına) mani olmak, tedricen mahalli idareler tesisi esbabını (neden) ihzar etkem (hazırlamak) ve bu suretle kalben bize merbutiyetlerini (bağlılıklarını) temin etmek, Kürt rüesasının mülki ve askeri makamatla tavzif ederek (görevlendirerek) bize merbutiyetlerini tersin etmek gibi hututu umumiye kabul olunmuştur.
4- Kürdistan siyaseti dahiliyesi Elcezire Cephesi Kumandanlığı tarafından tevhid ve idare edilecektir. Cephe kumandanlığı bu bapta Büyük Millet Meclisi Riyaseti ile muhabere eder. Vilayetler tarafından takip olunacak hattı hareketi tanzim ve tevhid edeceğinden rüesayı memurini mülkiyenin bu hususta mercii de cephe kumandanlığıdır.
5- Elcezire Cephe Kumandanlığı, idari ve adli veya mali tadilat ve islahata lüzum gördükçe bunun tatbikini hükümete teklif eder.
Elcezire Cephesi Kumandanı Mirliva Nihad Paşa Hazretlerine.
Zata mahsustur.
Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti tarafından zatı devletlerine mahsus olmak üzere Kürdistan hakkında tanzim edilen talimat berveçhi (olduğu gibi) bela tebliğ olunur.
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”[14]
Bu belgede görüldüğü gibi Mustafa Kemal, Kürtlerin İngilizlerle iş birliği yapmalarını engellemek için Kürdistan’da özerk idareler kurulmasının iç siyasetlerinin bir gereği olduğunu belirtmekte ve ulusların kendi kaderini tayin hakkına saygılı olduklarını, bu hakkı diğer ülkeler gibi kabul ettiklerini söylemektedir.
6 Şubat 1922’de Mustafa Kemal Kürdistan Eyalet ve Meclisi ile ilgili 18 maddelik yasa önerisini de Meclis’e sunar.
Yüksek Komiser Horace Rumbold’un 29 Mart 1922 tarihinde Curzon’a gönderdiği gizli belgede Kürdistan yönetimi ile ilgili yasa tasarısının görüşmelerini şöyle yazar:
“Önerge çoğunlukla kabul edildi ve 10 Şubat’ta gizli bir oturum yapılmasına karar verildi. Bunun üzerine yapılan gizli oturumda, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin hemen bütün üyeleri olmak üzere çok sayıda milletvekili hazır bulundu. Yasa tasarısına karşı çıkan milletvekillerinin sayısı 64’tür.”[15]
Yüksek Komiser Horace Rumbold’un FO 371/7781 gizli olarak Kedleston Markizi Curson’a 29 Mart 1922 tarihinde gönderdiği belgede, 10 Şubat 1922 tarihinde Meclis’te kabul edilen 18 maddelik yasa tasarısının içeriğini şöyle yazmaktadır.
“1 -TBMM Türk milletinin medeniyetinin gerekleri doğrultusunda ilerlemesini sağlamak amacıyla, Kürt ulusu için kendi geleneklerine uyum içinde bir özerk yönetim kurmayı taahüd eder.
2 -Sakinlerinin çoğunluğunun Kürt olduğu bölgeler için Meclis’in kararlaştırabileceği üzere bir Türk veya Kürt olabilecek bir Genel Vali yardımcısıyla birlikte, bir Genel Vali bu ulusun (Kürt-çn) ileri gelenleri tarafından seçilir.
3 -TBMM tüm Kürt ulusu tarafından benimsenen ve onurlu bir geçmişe sahip deneyimli bir yöneticiye ayrıca Genel Vali olarak seçecektir.
4 -Genel Vali üç yıl için atanacaktır; bu dönem bitiminde, eğer Kürt ulusunun çoğunluğu önceki Genel Vali’nin görevine devam etmesini istemiyorsa, yeni bir Genel Vali Kürt Ulusal Meclis’i tarafından seçilecektir.
5 -Her ne kadar yardımcı genel valinin Kürt veya Türk olacağına TBMM karar verebilecekse de, bu yönetici doğrudan Kürt Ulusal Meclis’i tarafından seçilecektir. Bununla birlikte genel valinin, yardımcı genel valinin ve müfettişin atanması Ankara Hükümeti’nin onayına sunulmak zorundadır.
6 -Kürt Ulusal Meclisi, Doğu vilayetlerinde genel oya dayalı seçimle oluşturulacak ve her meclis üç yıl için seçilmiş olacaktır. Meclis oturumlarına 1 Mart’ta başlayacak ve dört ay süreyle görev yapacaktır. Eğer Meclis bu süre içerisinde işlerini tamamlayamazsa süre üyelerin çoğunluğunun isteği ve Genel Vali’nin onayıyla uzatılabilir.
7 -Kürt Ulusal Meclisi Doğu vilayetlerinin gelir ve harcama bütçelerini kontrol etme ve alt kademedeki sivil ve idari görevlerin uğrayabilecekleri haksızlıkları soruşturma hakkına sahip olacaktır. Bu meclis ülkenin gelişmesi ve refahı için katti (kesin) kararlar alabilecek ve tüm bu kararlar TBMM’nin bilgisi için Ankara Hükümetiyle müzakere edilecektir.
8 -Genel Vali ile Kürt Meclisi arasındaki tüm anlaşmazlıklarda TBMM karar verecek ve her iki taraf ta TBMM’nin kararına uymak zorunda olacaktır.
9 -Sınırlar karma bir komisyon tarafından belirleninceye kadar Kürdistan İdari Bölgesi Van, Bitlis, Diyarbekir vilayetleri, Dersim Sancağı ve kimi kaza nahiyeleri içerecektir.
10-Kürdistan’ın yönetimine ilişkin olarak, bazı yerlerde yerel durumla uyumlu olarak bir yargı örgütü oluşturulacaktır. Bu örgüt şu an için yarısı Türk ve diğer yarısı Kürt olmak üzere yetkin elemanlardan oluşacaktır. Emeklilikleri durumunda Türk görevliler Kürt görevlilerle değiştirilecektir.
11-Bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ne savaşa katkı ne de başka herhangi bir biçim altında hiç bir vergi alınmayacaktır. Şu ana kadar ki tüm ağır vergiler yerel idarenin yetkisine devredilmek üzere kaldırılacak ve vergi ödemeler yılda sadece bir kez olacaktır. Net gelirlerin Ankara Hükümeti’ne ödenecek oranı TBMM ve Kürt ulusal Meclisi üyelerinin oluşturacağı karma bir komisyon tarafından saptanacaktır.
12-Doğu vilayetlerinde düzeni korumak amacıyla bir jandarma kolordusu oluşturulacaktır. Kürt Meclisi bu kolordunun oluşturulmasına ilişkin yasayı inceleyecek, ancak jandarmanın üst komutası hizmetleri gerekli görüldüğü sürece yüksek rütbeli Türk görevlilerinin elinde olacaktır.
13-Türk ordusundaki Kürt subay ve askerler barış görüşmeleri sonuçlanıncaya kadar halihazırdaki görevlerini sürdüreceklerdir. Görüşmelerin sonrasında isteyenler yurtlarına dönebilir.
14-Barış görüşmelerinin sonunda 1.Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında istenen hayvan ve gereçlerin değeri öncelikli olarak ve en geç 12 ay içerisinde ödenecektir.
15-Türk dili sadece Kürt Ulusal Meclisi’nde, idari işlerde ve hükümet idaresinde kullanılacaktır. Bununla birlikte Kürt dili okullarda öğretilebilir ve yönetim, Kürt dilinin gelecekte hükümetin resmi dili olma talebine temel teşkil etmeyecek şekilde bu dilin kullanılmasını teşvik edebilir.
16-Hukuk ve Tıp fakültelerini içeren bu üniversitenin kurulması Kürt Ulusal Meclisi’nin öncelikli görevi olacaktır.
17-Genel Vali’nin onayını almadan ve TBMM bilgilendirilmeden Kürt Ulusal Meclisi hiç bir vergi uygulanmasına girişemez.
18-İlk olarak TBMM ile görüşülmedikçe ve onayı alınmadıkça (Kürt Meclisi tarafından-çn) hiç bir imtiyaz tanınmaz
Lozan’dan önce Kemalistlerle Kürtler arasındaki ilişki her iki tarafın beklentileriyle örtüşür gibi görünse de gerçek çok farklı bir şekilde gelişir. Mustafa Kemal’in izlediği siyaset Kürtlerin beklentilerinin karşılanacağı konusunda umut verirken, Kürtler de Mustafa Kemal’e güven duymaktan bir sakınca görmezler. Öyle ki Meclisteki Kürt vekiller Mustafa Kemal’e güvendikleri için Lozan görüşmelerine kendilerini temsil edecek bir heyet bile göndermezler. Kürtler Misak-ı Milli’nin gerçekleşeceğini, Kürdistan’ın bir bütün olarak Kürt ve Türklerin ortak vatanı olarak kalacağını sanırlar. Ancak Musul ve Kerkük’ün İngilizlerin denetiminde kaldığını öğrendiklerinde kıyamet kopar. Mustafa Kemal Kürt vekillerinin Lozan anlaşmasının Meclis’te onaylamayacakları endişesiyle hemen Meclisi lağveder. Kürtlere Mecliste yer vermez. Kendi yandaşlarından oluşan bir Meclis oluşturarak Lozan anlaşmasını onaylatır. Parçalanan Kürdistan coğrafyasıyla birlikte Kürtler büyük bir hayal kırıklığı yaşarken Mustafa Kemal’e duydukları güvenin yarattığı acı sonuç bir trajedi olarak Kürtlerin tarihinde yer alır. Mustafa Kemal Balkan halklarından oluşturduğu yapay bir milletle kurduğu bu devlette Kürtlere ancak Türkleşerek kabul görebileceklerini söyler. Hatta Mustafa Kemal’in Adalet ve İktisat Bakanlığını yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt Kürtleri köleliğe ve hizmetçiliğe layık bulur. Mustafa Kemal’in Kürtleri inkar ve imha siyasetinin karşılığı ise yüz yıl sürecek bir isyan olur. Kürtler aldatılmayı ve inkar edilmelerini kabullenemeyerek kurulan anti demokratik ırkçı ve faşizan bu devlete teslim olmazlar.
Kürt sorunu ne değildirden şimdi Kürt sorunu nedir sorusuna vereceğimiz yanıt çok net olarak karşımızda duruyor. Kürt sorunu parçalanan ana vatandır. Sömürgeleştirilen Kürdistandır. İnkar edilen Kürtlerdir. Kısaca Kürt sorunu Mustafa Kemal’in Kürtlere verdikleri sözü yerine getirmemesidir. Bu tarihi gerçeklik göz ardı edildiği sürece Kürt sorunu her zaman var olacaktır, olmaya devam edecektir. Kürt sorununun nasıl çözüleceğine gelince, bunun yanıtı Amasya Tamimi’nde yazılıdır. ‘Misak-ı Milli Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanıdır’ esprisi hayata geçirildiğinde bu sorun çözülür. Bunun için öncelikle CHP ciddi anlamda özeleştiri yaparak bu sorunu yaratmanın sorumluluğuyla tüm Kürtlerden özür dilemekle başlamalı ve daha sonra devlet demokratik cumhuriyet olarak yeni bir ulus inşası ve paradigmayla yoluna devam etmelidir. Gerisi lafügüzaftır…
[1]Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, cilt:1 s.30, 35 Kastaş yayınları, 8.Baskı 1987)
[2]Esat Paşa Çanakkale Savası Hatıraları, Yayına Hazırlayanlar İhsan Ilgar, Nurer Uğurlu, s.48, Örgün Yayınevi, 2003 Bu konuyla ilgili Yalçın Küçük “düşmanın Arıburnu’na yakın bir kumsalda karaya çıktığı bir sırada Kemal’in birlikleriyle geriye doğru geldiği, mevzilerini terkettiğini görmesi üzerine Esat Paşa’nın ‘ölmek var dönmek yok’ emriyle geri gönderdiği anlaşılıyor. Fahrettin Paşa’(Altay) da bunu doğruluyor” der. (Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, cilt 5, sayfa 52, Salyangoz Yayınları) Esat Paşa’nın anılarında Mustafa Kemal’e yönelik övgülerin Esat Paşa’nın şahsi düşünceleri olmadığını anıları yayına hazırlayan Kemalistlerin kendi düşünceleri olduğunu da belirtelim.
[3]Mustafa Kemal’in Çanakkale’de savaşmamasını resmi tarih yazıcıları Mustafa Kemal’in bir şarapnel parçasının göğsündeki saate çarparak ölümden döndüğünü ve yaralandığını söyleyerek tedavi için İstanbul’a geldiği yalanı yazarlar. Bu çarpıtma Kemalizmin bir başka yalanı olarak literatüre geçer.
[4]Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.98, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, 2.Baskı 1991
[5] Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.98, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, 2.Baskı 1991
[6]Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.98, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yayınları, 2.Baskı 1991
[7]Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s.194 Bağlam Yayınları 1.Basım 1987
[8]Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, cilt:5 s.336, Tekin Yayınları 1.Baskı 1992
[9]Ziya Somar, Manda ve Meşhur Mandacılar, Tarih Konuşuyor, cilt:3 No:14 Mart 1965 s.1146 Aktaran: Dr. Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, s.11-12, Atatürk Kültür dil ve Yüksek Kurumu Yayınları 2.Baskı 1987
[10]Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, cilt:5 s.352 Tekin Yayınları 1.Baskı 1992
[11]Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, cilt:1 s.204 Kastaş yayınları 8.Baskı 1987)
[12]Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.99 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları 2.Baskı 1991
[13]İşçi sendikalarının kurulmasına ancak 1947 yılında izin verilir. 1952 yılında Türk İş kurulur.
[14] TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, sayfa 551, İş Bankası Yayınları 1999
[15]Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan 1918-1958 s.137, Belge No: 3553 3 Nisan1922, Doz yayınları 1.Basım 1992 Texas Üniversitesi Ortadoğu uzmanlarından Robert Olson’un İngiliz arşivlerinden bulduğu belgeye göre Kürdistan’ın Muhtariyetine Dair ve TBMM’de 10 Şubat 1922 tarihinde Müzakere Edilmiş Olan Kanun Tasarısı (FO 371/7781 Doğu, E 3553/96/65, no.308; Sir H. Rumbold’dan Kedleston’da Marquess Curson’a) Kürtlere özerklik verilmesini kabul ediyordu. Yasa önergesi 373 milletvekilinin oyu ile çoğunlukla kabul edilmişti. Sadece 64 milletvekili ret oyu vermişti. Robert Olson “TBMM uygarlık talepleri uyarınca Türk ulusunun ilerlemesini garanti etme hedefini göz önünde tutarak Kürt ulusuna kendi geleneklerine uygun bir idare kurulmasına başlar” diye yazar. (Robert Olson, Şeyh Said İsyanında Kürt Ulusçuluğunun Ortaya Çıkışı 1880-1925, Texas Üniversitesi yayını). Ayrıca Bakınız: Robert Olson, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge Yayınları, 1992
1990’lı yıllarda TBM Meclisi’nde milletvekili olan Hatip Dicle bu belgeyi aramaya kalkışınca nedense bu belgeyi meclis arşivinde bulamaz. Daha sonra bu tür belgelerin özel bir odada saklandığını, bu odanın anahtarının da Meclis Başkanı’nda olduğunu öğrenir. O dönemde Meclis Başkanı olan Hüsamettin Cindoruk’tan bunu sorunca Hüsamettin Cindoruk’un gülümsediğini ancak olumlu bir yanıt vermediğini aktarır. Hatip Dicle 10 Şubat 1922 tarihinde kabul edilmiş olan bu yasanın daha sonra 3 Mart 1924 tarihinde yürürlükten kaldırıldığını öğrenir.
Son güncellenme: 12:20:49


































































































































































































