Her biri bir imparatorluğun bakiyesi olan İran ve Türkiye devletlerini ve bu devletlerin vatandaşlarını huzur, barış ve refah içerisinde yönetme becerisini gösteremeyen mevcut iktidarların ülke içerisinde ve ülke dışında hangi zorluk ve sıkıntıyla karşılaştıklarında bu zorluk ve sıkıntılarının sebebi olarak mazlum Kürd halkını görmekte ve bütün bu olumsuzlukların faturasını da Kürd halkına ödetmektedirler.
Oysa toprakları işgal edilerek köle pozisyonuna düşürülmüş ve kendisine her türlü zulüm ve haksızlık reva görülmüş olan Kürd halkının bu ülkeleri yönetmekte olan muktedirlerin herhangi bir işini ya da işleyişini olumsuz bir biçimde etkileyebilecek ne bir gücü ne de böylesi bir kudreti yoktur. Bahsi geçen İran ve Türkiye devletleri bir avuç çıkarcı ve yine bir avuç vurguncu ve soyguncu Kemalistler ve son dönemde ise sahte İslamcılar tarafından idare edilmektedir. Bahsi geçen İran ve Türkiye devletlerinin muazzam yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmalarına karşılık bu ülkeleri yönetenlerin büyük rant ve vurguncu tutumları nedeniyle geniş halk yığınlarının önemli bir kesimi yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşamaktadırlar.
Esasen ülkede yaşayan insanlar kendilerine reva görülen bu haksızlık, adaletsizlik ve sefalete karşı zaman zaman isyan etmekte ve gelişen iletişim imkânlarıyla dünyadaki çağdaş ve demokratik ülke insanları gibi yaşamanın özlemini çekmektedirler. Buna karşılık İran ve Türkiye devletlerini idare etmekte olan rantçı ve vurguncu iktidar mensupları ülke içinde ve ülke dışında muhatap oldukları olumsuzlukları bir takım sanal düşmanlar yaratarak ve halkın ırkçı milliyetçi damarlarını kabartarak kendi talancı, rantçı ve vurguncu saltanatlarını sürdürebilmek için oyun içerisinde oyun tezgahlamaktadırlar.
Bilindiği üzere İran ve Türkiye’deki ırkçı şoven devlet anlayışları nedeniyle en acımasız haksızlıkların ve zorbalıkların muhatabı Kürd halkı olmaktadır. Dili, kültürü, tarihi ve kimliği ret, inkâr ve imha edilen Kürd halkı aynı zamanda yaşadıkları bölgelerindeki büyük mahrumiyetler nedeniyle bahsi geçen ülkelerde en fazla yoksulluk ve sefaletin de muhatabı durumunda yaşamaktadırlar.
İran ve Türkiye devletleri işgal altında tutmakta oldukları Kürdistan coğrafyasındaki muazzam enerji ve su kaynaklarından ve tarım alanlarından elde etmekte oldukları büyük kazançları Kürdlerin yaşadıkları bölgelerin altyapısına ve var olan sorunlarına harcamayıp ülkelerindeki iç ve sahil kentlerinde yatırımlara dönüştürürken bir diğer taraftan da Kürd insanlarını ucuz iş gücü olarak kullanmakta ve düşük ücretler karşılığında onları köle gibi çalıştırmakta hiçbir sakınca görmemektedirler.
Bütün bunlarla da yetinmeyen İran ve Türkiye sömürgecileri mazlum Kürd halkının asgari ulusal ve insani taleplerini karşılamadıkları gibi Kürd insanlarını bölücülük, yıkıcılık ve benzeri yaftalarla adeta şeytanlaştırarak ülkede yaşamakta olan diğer milletlerin düşmanlarıymış gibi tanıtmakta bu ve benzeri politik yöntemlerle Kürd halkına emsali görülmemiş bir cehennemi yaşatmaktadırlar.
Sömürgeci İran ve Türkiye devlet yöneticileri Kürdistan topraklarında bu bölgenin kadim milleti olan Kürd halkına yaptıkları zulüm ve katliamlarla yüreklerini soğutamamış olacaklar ki Güney Kürdistan’da ve Güneybatı Kürdistan’da Kürd halkının yürütmekte olduğu özgürlük ve insanca yaşama mücadelesine de ellerinden geldiği kadar şeytanca müdahil olmakta ve Kürd halkının var olan meşru kazanımlarını yok etmek üzere askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik tüm imkanlarını kullanarak engel olmaya çalışmaktadırlar.
Bahsi geçen bu sömürgeci İran ve Türkiye devletleri Kürdlere karşı kendilerinin iç hukukunu işletmezken uluslararası hukuku da yok sayarak adeta bu mazlum halkın hayatını her alanda zorlaştırıp köleleştirilmesi için büyük bir gayret sarf etmektedirler. Sömürgeci İran ve Türkiye devletlerini yönetenlerin bu vahşi uygulamalarıyla tarihte yaşanmışlıklardan ders çıkarmadıklarını da rahatlıkla görebilmekteyiz. Bu yöneticiler tarihten ders çıkarmış olsalardı zulümle abat olmayan nice imparatorlukların yıkılmasından ve nice devletlerin çöküp yok olmasından ders çıkararak mazlum Kürd halkına karşı bu vahşeti ve zulmü reva görmezlerdi.
Çok iyi bilinmelidir ki yaşadığımız Dünya’da egemenlikler, zulüm ve zalimlikler hiçbir zaman ebedi olmamıştır. Şayet böyle olmuş olsaydı bugün Dünya’da sayıları iki yüzü aşkın milletlerin kendilerine ait devletleri olmaz ve Dünya sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen ve zulüm üzerine kurulmuş birkaç imparatorluk ya da krallıkla yönetilir olurdu. Yine bilinmesi gereken her mazlum milletin kendi coğrafyasında özgür ve insanca yaşama hakkı olduğu gibi bu uğurda verilen mücadelelerin mutlaka bir gün bugün olmazsa yarın zaferle sonuçlanarak ve işgalci zorbaların saltanatına son verilecektir.
Oysa aklıselim çare milletlerin hak ve hukukuna dayalı iyi komşuluk ilişkilerinin esas alındığı bir ortamı yaratmak ve biri diğerini boğazlamadığı, haksızlık yapmadığı demokratik bir yaşamı inşa etmek mümkündür. Milletlerin hak ve hukukunu tanımadan ret, inkar ve imhayı esas alan anlayış bölgede kimselere huzur getirmeyeceği gibi böylesi ırkçı şoven yaklaşımların milletlere acı, sefalet ve yoksulluktan başka vereceği bir şey de yoktur. Dolayısıyla egemenlik ve zorbalık ebedi olmadığı gibi köleliğin de ebediyetine hiçbir millet hiçbir koşulda razı olmayacağı gibi mazlum Kürd halkı da asla köleliğe razı olmayacaktır.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.