Yaklaşık bir asır önce Osmanlı Devletini yöneten zevatın yanlış ve yayılmacı siyaseti yüzünden İstanbul Hükümetinin giderek büyük bir güç kaybına uğradığını gören ve ancak saltanata açıktan tavır alamayan İttihat Terakkici bir ekip, mevcut imparatorluğun birtakım imkanlarını da kullanarak, alttan alta alternatif bir güç oluşturmanın çalışmalarını yürütmekteydi. Esasen kökü Balkanlara dayalı bu alternatif örgütlenmenin belli başlı kadroları içerinde M. Kemal ve arkadaşları büyük bir rol oynamaktaydılar.
Nitekim Osmanlı Devletinin düşmanlarına karşı almış olduğu büyük yenilgi, alternatif örgütlenmede ciddi bir mesafe almış olan ittihat ve Terakkici güçler için büyük bir fırsat doğurmuştu. Kurtuluş Savaşı döneminde en büyük direniş ve başarılarda bölgenin yerleşik halkları olan Kürd’lerin ve Çerkezlerin önemli bir rolü vardı. Ancak işgalciler en büyük yenilgiyi Kürdistan coğrafyasında yani Antep, Maraş, Ağrı, Kars ve Erzurum’da almışlardır. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu gerçeklikten hareket ederek, milis güçler tarafından işgalden kurtarılmış bu toprakların gerçek sahiplerinin desteğini almak ve yeni bir devlet kurabilmek üzere ilk çalışmalarını bu bölgeden, yani Kürdistan’dan Erzurum ve Sivas kongrelerini gerçekleştirerek başlattılar.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hayal ettikleri plan tutmuş ve Erzurum Sivas kongreleri Kürd’lere verilen vaatler neticesinde başarıyla sonuçlanmıştı. Bu kongrelerde Kürd’lerden aldığı büyük ve samimi destekle çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşları, yeni T.C. Devletinin kuruluşu için en büyük engeli böylece aşmış oldular, ancak aradan çok zaman geçmeden dönemin Sovyetler Birliği yönetiminden aldıkları büyük siyasi ekonomik ve askeri destek, ayrıca Balkanlardan devşirdikleri yaklaşık üç milyon insanla elini güçlendiren Mustafa Kemal ve arkadaşları daha önce Kürd’lerden aldıkları büyük destek ve kadir şinaslığı bir kenara atarak, Lozan görüşmelerinde daha önceden Kürdlere vaat ettiklerini de adeta unutarak, ilk kazığı Kürd’lere atmakta zerre kadar tereddüt etmemişlerdir.
Bu Kemalist ekip neredeyse rakipsiz kalarak Anadolu ve Kürdistan topraklarında yaşamakta olan kadim milletleri ortadan kaldırmanın sinsi hesapları ve icraatlarına girişmişledir. Batıda Rum ve Çerkezleri kısa zamanda etkisizleştiren Kemalist anlayış yapılan bu yanlışlara ve haksızlığa itiraz ederek baş kaldıran Kürdistan halkına ve onun öncülerine karşı adeta bir soykırım siyasetiyle cevap vermişlerdir. Bu ırkçı şoven anlayış yaklaşık yirmi yıl sürecek olan Koçgıri, Şex Said, Zilan, Ağrı ve Sason isyanlarını kanla bastırarak Yüzbinlerce Kürdü katletmiş ve On binlerce Kürdün sürgün edilmesine imza atmıştır. Bütün bunlarla da yetinmeyen Kemalist Klik, Kürdistan’da Kürd dilini yasaklayarak yatılı bölge okulları vasıtası ve açlık sefaletten dolayı Kürd halkını metropollere mecbur ederek büyük ve sinsi bir asimilasyon politikasını hayata geçirmiştir. Aynı dönemde Kürd halkını baskı altında tutabilmek için okulu, yolu hatta ekmeği olmayan Kürd köylerini baştanbaşa karakollarla donatarak bölge halkının Kürdçe nefes almasına dahi fırsat vermemiştir.
Bu ceberut anlayış köyünün, bölgesinin hatta anasının babasının dahi ismini bilmeyen masum Kürd çocuklarına andımızı öğreterek adeta Kürd’lerin hafızasını dumura uğratmıştır. T.C. Devleti Kurulduğundan günümüze kadar içeride ve dışarıda ki yaşanan tüm olumsuzluk ve tıkanıklıkların müsebbibi olarak Kürd’leri görmüş ve Kürdistan’da ki her siyasi kıpırdanışın faturasını Kürd’lere çıkaran bu ırkçı şoven anlayı,ş her on yılda bir darbe yaparak tüm Kürd şehirlerini ya, sıkı yönetim ya da olağan üstü hal yasaları ile yöneterek, Kürd’lere uzun yıllar adeta bir kışla hayatı yaşatmıştır. Koçgıri, Şex Said, Zilan, Ağrı, Sason ve Dersim’de yapıkları zulüm ve katliamlardan dolayı Kürd’ler yaklaşık otuz beş yıldır susturulmuştur. Kürd’ler değişen dünya ve bölge koşullarından dolayı aydınları ve yeni nesil yurtseverleri vasıtasıyla giriştikleri hak arayışları, T.C. Devleti tarafından ya ölümlerle yada zindanlara atılmakla karşılaşmıştır. İşte bunun sonucu olarak hala hesabı görülmemiş on yedi bin faili meçhul cinayet, dört bin dolayında Kürd köyünün yakılarak boşaltılması, bu ırkçı şoven anlayışların icraatları olarak hafızalarımızda bütün tazeliğiyle durmaktadır.
Kemalist sistemin geçmişten günümüze en fazla tedirgin olup korktuğu konu, Kürd halkının mazide uğradığı haksızlık ve zulüm üzerinden girişeceği hak arayışları ve Kürd’ler arasında ki milli uyanış ve dayanışma mücadelesinin yükselmesi olmuştur. Bütün dünyanın barbar olarak tanımladığı bu faşist anlayış, Kürd’ler arasında ulusal demokratik mücadelenin başarısını engellemek ve Kürd halkının milli uyanışını durdurabilmek üzere akla hayale gelmeyecek entrikalara başvurarak, Kürd’lerin birlik olmaması için büyük çaba sarf emektedir. Bunun içinde T.C. Devleti bir taraftan, İslam dinini kullanarak inançlı Kürd’leri kendi milli davalarından uzaklaştırırken, diğer taraftan sözde sol ve sosyalist düşüncelerle Kürd’ler arasında yapay ayrılıklar yaratılarak Kürd milli dayanışmasını engellemeye çalışmaktadır. Oysa Kürd’lerin İslamla ilgili herhangi bir problemi olmadığı gibi, sözde sol ideolojik yaklaşımında Kürd milli mücadelesine de kayda değer bir katkısının olmadığı da son otuz-kırk yıllık pratikte ortaya çıkmıştır.
Bu özet belirlemelerden sonra, Kürd’lerin mevcut sorunlarını çözmek ve uluslararası arenada kendi kimlik ve değerleriyle ortaya çıkmasının yegâne yolunun, milli demokratik bir anlayış çerçevesinde var olan potansiyelini de bir araya getirerek, ulusal demokratik mücadelesinin kavgasını esas görevi yapmaktan başka da bir çaresinin olmadığıdır. Umuyor ve temenni ediyoruz ki Kürd halkını temsil iddiasında ki siyasi çevreler de bu sorumluluk ve bilinç çerçevesinde hareket ederek doğru bir çizgi de Kürd halkını temsil ederler.
Saygılarımla
M. Hüseyin TAYSUN
29/10/2021 İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.