Ortadoğu’nun karmaşık etnik ve kültürel yapısı, bölgede hâkim olan geri toplum özellikleri ve coğrafyanın zengin yer altı kaynakları, dünyayı yöneten hâkim güçlerin geçmişten günümüze kadar hep ilgi alanın da olmuştur. Bahsi geçen bu bölge de, geçmişten günümüze farklı zamanlar da ve farklı biçimler de oldukça şaşırtıcı ilginç ve önemli olayların yaşanıyor olması bir tesadüf olmadığı gibi, görünen o ki önümüz de ki yıllar dada taşlar yerine oturuncaya kadar, bütün insanlığı şaşırtacak olaylar zinciri devam edeceğe benziyor.
Özellikle Birinci Dünya paylaşım savaşı ve Osmanlı İmparatorluğunun dağılması sonrasın da, o dönemin dünyaya egemen olan devletlerinin, bölge de hiçbir siyasi sosyal ve ekonomik altyapıya sahip olmayan ve ayrıca devlet yönetme deneyiminden son derece yoksun, işbirlikçi unsurlara kurdurdukları ve çoğunlukla sınırları, egemen güçler tarafından masa başında cetvelle çizilmiş devlet ve devletçikler vasıtasıyla, bu bölgenin tüm zenginlik kaynaklarını günümüze kadar hoyratça sömürüp talan ettikleri, birazcık siyasetle uğraşan herkes tarafından bilinmektedir.
Ancak böylesine geniş kapsamlı operasyonların yapıldığı aynı dönem de, bölgenin bazı kadim ve yerleşik milletlerinin, özgürlük ve bağımsızlık talepleri görmezden gelinerek, bu halklara tarihin en acımasız zulmü ve haksızlığı reva görülmüştür. İşte bu oldukça sakat ve çıkara dayalı yaklaşım, hakkı gasp edilmiş, kimliği görmezden gelinmiş halkların yeniden örgütlenerek özgürlük mücadelelerini başlatmalarına sebep olduğu gibi, bölge de istenilen istikrar ve huzur da bir türlü sağlanamamıştır.
Egemen güçlerin güdümün de irili ufaklı devletleşmiş bu yönetimlerin, hak hukuk tanımaz uygulamaları ve mahiyetlerin de ki mazlum milletlere yönelik, ırkçı, şoven ve inkarcı uygulamaları, ayrıca bu haksızlıklara başkaldıran milletlerin, direniş ve mücadelesi ve bölge de var olan büyük rantlara yönelik paylaşım çelişkileri, onun da ötesin de sorumsuz idari yaklaşımlar, bahsi geçen coğrafyayı tam bir cadı kazanına çevirerek, tüm istihbarat örgütleri ve onların çıkarlarına alet olan, taşeron siyasi ve askeri yapılanmaların at oynattığı hatta; at iziyle it izinin birbirine karıştığı bir arena haline dönüştürmüştür.
Ne acıdır ki tam da böylesi karmaşık ve anlaşılması zor bir bölge de yaşayan kürdler, atalarına ait olan bu topraklar da özgür bir yaşama kavuşmak ve kendi devletlerini kurabilmek üzere, kendi kıt kanaat imkânlarıyla inat, inanç ve ısrarla yaklaşık yüz yıllık bir maziye sahip özgürlük mücadelelerini sürdürmektedirler. İşte bu koşullar da, Orta Doğuyu kendi gelecek yüz yıllık çıkarları doğrultusun da bile olsa dizayn etmek isteyen güçlerin, Kürdleri görmezlikten gelmesi, yani ciddi bir güce ulaşan bu halkı yok sayması artık mümkün değildir.
Küresel güçlerin Orta Doğuyu yeniden yapılandırmaya çalıştığı, birinci körfez savaşından günümüze kadar, Kürdleri onurlarıyla temsil eden Güneyli güçlerin, bir takım eksikliklerine rağmen ulaştığı mücadele düzeyi ve kendi halkından aldıkları muazzam ve samimi kitle desteğiyle geldiğimiz nokta da, Orta Doğu da hesabı olan egemenlerin, hatta sömürgeci bölge devletlerinin, istemeyerekte olsa hesaba katmak zorunda kaldıkları önemli bir güç ve enstrüman olarak orta yerde durmaktadır.
2003 yılı ABD müdahalesi sonrasın da oluşturulan merkezi Irak Hükümetinin Başbakanın Maliki olması ile birlikte, Kürdistan Federe Yönetimine karşı tüm yasaları çiğneyerek, ayak diremesini ve düşmanca tutumuna rağmen; Kürdistan Federe Yapısının kendi bölgesin de büyük ve yeni projelere imza atmış olması, özellikle de Kürdistan Yönetiminin egemenlik alanların da bulunan değişik inançlara mensup ve ayrıca Kürd olmayan kesimlere yönelik hümanist, demokrat, adil ve kardeşçe uygulamaları, Orta Doğu bölgesin de gıpta edilecek bir model olduğu gibi, gelişmiş çağdaş dünya dada oldukça büyük bir sempati toplamıştır.
Geldiğimiz bu aşama da, ABD ve müttefiklerinin, gerek bölge de kendilerine rağmen güç olma iddiasın da ki devletlere, gerek İran güdümlü merkezi Irak yönetimine haddini bildirmek üzere piyasaya sürdüğü IŞİD ve ilişkili Sünni güçlerin, Kürdistan yönetimin de ki topraklara saldırması, bir taraftan Kürdistan’ın bağımsızlığının gündem de olduğu süreci provoke ederken, diğer taraftan kendi petrollerini dünyaya pazarlamaya çalışan Kürdistani güçleri zorunlu bir savaşın içerisine sürüklemiştir. Elbette ki burada en dikkat çekici olan bir taraftan Kuzey Kürdistan da çözüm ve barıştan bahseden sömürgeci TC Devleti ve onunla entegrasyoncu bir anlayışla Kürdistani mücadeleyi zora sokan PKK ve onun türevlerinin de Şengal de ki trajik durumu oldukça fazla istismar etmeleri, üzerin de fazlaca kafa yorulması gereken manidar bir durumdur.
Önümüz de ki yazı da bu konulara devam etmek üzere okuyucularıma saygılarımı sunuyorum.
M. Hüseyin TAYSUN
İstanbul 27-08-2014 Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.