Mehmet Konuk: PKK İle YNK'nin Yıkıcı Tutumu Olmasaydı Kürdistan Bölgesi Konfederal Statüye Evrilirdi
''1991 yılının ilk baharında Güneyden, Kuzey’e yapılan trajedik göçte büyük bir dayanışma ruhu içine giren KUZEYLİ Kürdlere PKK üzerinden adeta diyet ödettirilmişti. Siz misiniz? Aradan 70 yıl geçmesine rağmen aranıza hudutlar, tel örgüler ve mayınlar döşememize rağmen, hala milli bir aidiyet le birbirinizle dayanışma içine giren heee dercesine.''

Birinci bölüm
1990 da SSCB’nin dağılması ile dünyadaki dengelerde büyük bir değişiklik oldu. İki kutuplu Dünya sisteminin miadı doldu. Doğu Avrupa’dan, Kafkasya ya, Orta Asya ya kadar uzanan coğrafyada SSCB’nin egemenliğinde yaklaşık 70 yıl devam eden statü, bir çırpıda çözüldü ve onlarca bağımsız yeni devlet Dünya sahnesine çıktı.
Buna paralel olarak sekiz yıl İran’la karşılıklı yıpratıcı bir savaştan yeni çıkan Irak’ın gözü kara lideri Saddam Hüseyin bir gece ansızın Kuveyt i işgal etti.
Irak lideri Saddam Hüseyin’in bu gözü kara girişimini fırsat bilen, sekiz yıl boyunca İran ve Irak arasında ki savaşta denge politikası güden ABD müttefikleri ile birlikte Irak’a karşı geniş kapsamlı bir saldırı başlattı.
1900lerin başından itibaren Barzaniler tarafından yürütülen milli mücadele direnişi için tarihi bir fırsat ortaya çıkmıştı.1987 de Güney Kürdistan da ki tüm partilerin katılımı ile oluşturulan Kürdistani cephe bu tarihi fırsatı doğru değerlendirerek, sürece müdahale etti.
1991’in Mart ayının başında başlayan silahlı direniş, yıllarca BAAS hükümetinin hizmetinde olan cahşları da direniş cephesinin içine çekerek, Duhok, Hewler ve Süleymaniye’yi Irak Devleti’nin işgalinden çıkararak özgürleştirdi. Kerkük’ün %80 nide Kürd direnişçilerinin eline geçtiği sırada global petrol şirketleri devreye girerek Kerkük’ün Kürdlerin eline geçmesine müsaade edilmedi.
1.Körfez Savaşı’nın ardından Irak Devletine kapalı olan Kürdistan hava sahası (36.paralel ) bir çırpıda Faşist, Irkçı BAAS hükümetinin savaş uçaklarına açıldı.1988 de Halepçe ye karşı pervasızca yapılan kimyasal silahlarla yapılan saldırı sonucu 5000 i aşkın sivil ve savunmasız insan öldürüldü,6000 kişide yaralanmıştı. Halepçe katliamından kısa süre sonra Enfal olarak adlandırılan ve ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra ki en büyük kitlesel soykırım olarak tarihe geçen 182 bin sivil savunmasız insanın öldürülmesinin toplum üzerinde yarattığı endişe ve kaosun yeniden gelebileceği endişesiyle 1991 in ilkbahar mevsiminin başında, Güney Kürdistan dan, Kuzey Kürdistan topraklarına 700 bin insanın çok zor koşullarda iltica etmesi, hem Dünya kamuoyu arasında, hem de Kürdler arasında büyük bir endişeye ve bundan kaynaklı dayanışmanın ortaya çıkmasına neden oldu.
1923 teki Lozan antlaşmasında dört parçaya bölünen ve parçalar arasında tel örgü ve mayınlar la Kürdleri birbirine yabancılaştırıp düşmanlaştırmak isteyen, işgalci sömürgeci Devletler, özellikle Kürdistan’ın Kuzeyinde ortaya çıkan büyük dayanışmanın karşısında adeta şok olmuşlardı. Yaklaşık 70 yıl önce uygulama ya geçen böl parçala yönet stratejisinin temel amacı bir taraftan Kürdler arasına hudutlar koyarken, diğer taraftan da bunları ruhi ve düşünsel olarak birbirlerine yabancılaştırma amaçlıydı.
Ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı, Türkiye’nin dört bir yanına dağılan Kuzey Kürdistanlı Kürdler herkesi şaşırtan bir dayanışma ruhu ile ayağa kalkarak Güneyden gelip Botan dağlarının çok zor koşulları altında ölümle pençeleşen soydaşları ile büyük bir dayanışma içine girdiler.
Kimisi kurulan komiteler üzerinden imkanları ölçüsünde parasal destekte bulundu. Kimiside üzerindeki çul dan tutun, battaniyeye kadar, herkes ruhi bir dayanışma içine girdi. Bu durum başta Türk devleti olmak üzere, Kürdistan’ı 1923 Lozan Antlaşması’nın ardından egemenliği altında tutan Devletleri kara kara düşünmeye sevk etti.
Yaklaşık 70 yıldır sürdürdükleri politika 1991 in ilkbaharında yüzbinlerce insanın soykırım endişesiyle Kürdistan’ın kuzeyinde ki dağlara ölüm pahasına dayanmasıyla, Lozan antlaşması da bir süreliğine de olsa işlevini yitirmiş oluyordu.
Kuzeyde ki Kürdlerin, Güneydeki Kürd kardeşlerine karşı girdikleri dayanışma Türk devletini yöneten derin aklın uykularını kaçırmıştı. Çok ilginç ve dikkat çekici idi ki, Güneydeki serhıldanın daha ilk haftalarında PKK’nin hizmetindeki yayın organlarında ( Yeni Ülke) Kemalistlere ve MHP’lilere taş çıkartan bir zihniyetle Güney deki tarihi kazanımlara saldırmaya başlıyordu. Çok ilginçtir ki, bu tarihsel kazanımlara dünyadaki bütün Kürdler, sahip çıkarken, PKK bu kazanımlara Türk ırkçı ve faşistlerin den daha fazla saldırıyordu.
19 Mayıs 1992 yılında Kürdistan tarihinin ilk bağımsız seçimleri teknik bir takım eksikliklere rağmen Güney Kürdistan da hayata geçirildi. Qeladiza ve Ranya bölgelerinde sandık başında YNK’liler sandıklara silahlı müdahale ederek, yaklaşık 25 kişinin ölmesine neden oldular.
Kürdistan tarihinin ilk bağımsız parlamento seçimlerini gözetlemek ve takip etmek üzere uluslararası alandan 300 diplomatik gözlemci, TV kanalı ve gazeteci Kürdistan tarihinin ilk seçimlerini yerinde gözetlemek üzere Kürdistan’a akın etmişti.
Süleymaniye Bölgesinde cereyan eden ve yaklaşık 25 kişinin ölmesine neden olan provokasyon, bu tarihi günü büyük bir risk le yüz yüze bırakmıştı. PDK lideri Mesud Barzani bu olaylara anında müdahale ederek, bu çatışmada ölenler şehid sayılmayacak diyerek noktayı koydu ve YNK lideri Celal Talabani’yi hemen toplantıya çağırdı.
Mesud Barzani’nin bu tarihi günle ilgili sorumluluk duygusu ve hassasiyetini fark eden Celal Talabani bunu kendisi için avantaja çekme kurnazlığı ile masaya oturarak fifti fifti tuzağını Mesud Barzani’nin masasının üzerine koydu. Ya eşit sayıda milletvekili üzerinde uzlaşılacak, veya çatışmalar genişletilerek, Kürdlerin önüne gelen bu tarihi fırsat heba olup gidecekti. Kürdlerin, Uluslararası alanda ki güvenilirlikleri bizzat Kürdlerin eliyle heba edilecekti.
Düşünün: iki Kürd lider, biri ayaklarının önüne gelmiş tarihi bir fırsatı Ulusal çıkarlar perspektifiyle doğru değerlendirip Dünya kamuoyuna fırsat verildiğinde Kürdlerin kendi kaderini tayin edebileceğini ispatlamaya çalışıyor. Diğer bir lider de bu hassasiyetleri yüksek tutan, diğer lidere karşı partisel çıkar sağlamak için bu yüksek hassasiyetleri kendine avantaja çekmeye çalışıyor.
Kapalı kapıların ardında üç gün boyunca süren tartışmaların ardından Mesud Barzani bu tarihi kazanımların heba edilmemesi için Celal Talabani’nin istediği tavizleri vermek durumunda kalarak, Dünyada eşi ve benzeri görülmemiş, daha ilk günlerden itibaren sistemi kilitlediği açıkça ortada olan fifti, fifti ( yarı yarıya) formülünü kabul etmek durumunda kaldı.
Fifti, fifti yani her iki taraf arasında eşit sayıda milletvekili üzerinde uzlaşılacak. Hükümet kabinesinde de aynı zihniyet devam edecek, bakanlıklar iki parti arasında paylaşılacak. Her bakanın yanında bakan yardımcısı sıfatı ile yer alan kişi, bakanın sahip olduğu tüm yetkilere sahip olacak. Bakan yardımcısının oluru olmadan bakan herhangi bir kararı uygulama yetkisine sahip olamayacaktı.
Mesud Barzani ve partisi için öncelikli olan şey, Kürdistan halkının menfaatleri idi. O nedenle Celal Talabani’niye Kürdistan tarihinin ilk bağımsız parlamento seçimlerinin sabote edilmemesi için gereğinden fazla tavizler vermek durumunda kaldı.
Diğer taraftan da PKK Kürdistan’daki yeni kazanımlara sömürgeci devletlerle koşut bir şekilde karşı çıkıyor. Bütün bu gelişmeler dört parça Kürdistan’da , diaspora da, Kafkaslarda ve Dünya’nın her yerine dağılmış Kürdler arasında büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılanırken, Kürdistan’ın Egemen güçleri çaresizlik içinde yüreklerine adeta saplanmış hançer gibi oturan, bu tarihi kazanımlara karşı sessiz durmak zorunda kalıyordu. Çünkü bu yeni gelişmelerin arkasında SSCB’nin dağılmasından sonra tek kutuplu Dünya’nın egemen gücü ABD ve müttefikleri vardı.
Güney Kürdistan da ki bu tarihi kazanımlara karşı Kürd dünyasının aksine bir duruş gösteren tıpkı Kürdistan’ın egemen güçlerinin ruhuyla aynı refleksi gösteren enteresan bir güç vardı ki, âdeta sömürgeci güçlerin o koşullarda devasa ABD ve müttefikleri ne karşı sessiz kaldıkları dönemde, Kürdistan’da ki kazanımlara çok yönlü saldırmaya başlamışlardı.300 yabancı diplomatik, TV muhabiri ve gazetecinin gözlemleri altında Güney Kürdistan da ki tüm siyasi partilerin katılımıyla oluşan meşru hükümete karşı PKK ZAP bölgesindeki bir mağarada eski TKDP’li Dr. Siraç Bilgin ( 12 Eylül askeri darbesinin ardından TKDP üzerinde yapılan operasyon sürecinde TKDP’liler üzerinde itirafçı olan ve 1977 de yapılan TKDP’nin üçüncü kongresini sorgucularına her yönüyle ifşa eden kişi) ve Zübeyir Aydar’ın öncülüğünde bir kaç plastik sandalye ile görüntü vererek Zap Cumhuriyeti’ni kurduklarını kamuoyuna lanse etmeye çalışıyordu.
PKK’nin bu düşmanca tavrı 13 Ekim 1993 te PKK ve Kürdistani cephe arasında büyük bir çatışmaya neden oldu. Çatışmalar kısa sürede Behdinan bölgesinin Türkiye sınırına yakın olan dağlık bölgelerinin tümüne yayıldı.
Mahsum Korkmaz’ın hayatta olduğu sürece çok özen gösterdiği “Güney Kürdistanı hiçbir zaman cephe gerisi olarak kullanmamalıyız, cephe ilerisinde kalıcı mevziler elde etmediğimiz sürece zafere ulaşmamız mümkün değildir “ stratejik yaklaşımı Mahsum Korkmaz’ın tasfiyesinden iki yıl sonra yerle bir edilmiş.
1988 de Halepçe katliamında ve büyük Enfal katliamında toplam 187 bin sivil savunmasız Kürd insanının Saddam Hüseyin tarafından dünyanın en vahşi yöntemleri ile şehid edildiği ve bu şehitlerin belki kanlarının bile soğumadığı Kürdistan tarihinin en büyük trajedilerinden birinin yaşandığı dönemde Apo’nun talimatıyla Kürdistan’ın güneyindeki PKK sorumluları Saddam’ın muhaberat yetkilileri ile bir araya gelip el sıkışarak ihanet anlaşmasını imzaladı.
Bu anlaşmaya göre 1988 deki Halepçe ve Enfal katliamından sonra Doğu Kürdistan ve Kuzey Kürdistan’ın sınır bölgesindeki dağlık bölgelere çekilen Peşmergelerin bir asırdan fazla kullandıkları mevzilere PKK militanları yerleştirildi.
Yaklaşık bir yıl sonra mevzilerine geri dönmeye çalışan Peşmergeler karşılarında PKK militanlarını görünce, PKK’lilerin onlara verdiği cevap: ”Biz burayı Saddam’dan aldık ve size vermeyeceğiz.” Şeklinde olur. İşte MEDYA Özgürlük alanları diye Kürdistan kamuoyuna lanse ettikleri Medya Özgürlük alanlarının hikâyesi budur.
Mahsum Korkmaz hayatta olduğu sürece PDK ile PKK arasında ciddi bir sorun yaşanmamıştı. Mahsum Korkmaz la uzun süre birlikte olan, Mahsum’un tasfiyesinden iki yıl sonra PKK’den ayrılarak, PDK’nin saflarına geçen biriyle 1993 te Duhok ta tanıştım.
Onun bana verdiği iki önemli bilgiyi buraya aktaracağım. Birincisi: Mahsum Korkmaz’ın Botan bölgesindeki yurdsever aşiretlerle ittifak kurup, Botan bölgesini askerden arındırarak, bu bölgeyi cephe gerisi olarak kullanmalıyız yaklaşımı. Bu da Mahsum Korkmaz’ın Güney Kürdistan’ı hiçbir zaman cephe gerisi olarak kullanmamalıyız stratejik yaklaşımı ile örtüşüyordu.
Diğer verdiği bilgi ise PDK ile PKK arasında Mahsum Korkmaz’ın bir görevle başka bir alanda olduğu sırada, bir sorun çıktığını birliğin başında olan Duran Kalkan’ın birliği teyakkuz haline geçirerek PDK ye saldırı hazırlığı yaptığı sırada Mahsum Korkmaz’ın birliğe yeniden dönmesiyle, duruma müdahale ettiğini ve PDK ile böyle basit sorunlardan dolayı çatışmaya girmeyeceklerini, hemen PDK ile diyalog yolunu tercih ederek, sorunu kendi aralarında diyalog yoluyla çözüyor.
Mahsum Korkmaz’ın bu stratejik yaklaşımları ( Güney Kürdistan’ı hiç bir zaman cephe gerisi olarak kullanmamalıyız ve Botan bölgesindeki yurdsever aşiretlerle ittifak kurup Botan bölgesini askerden arındırarak cephe gerisi olarak değerlendirmek, PDK gibi yurdsever güçlerle çatışma politikasından uzak durma) Mahsum Korkmaz’ın gerçek anlamda bir Ulusal Kurtuluş mücadelesi stratejisini gösteriyor ve onun tasfiye edilmesinin esas nedeni de sahip olduğu bu stratejik görüşleriydi.
Çünkü: Onun tasfiyesinden sonra bu stratejik perspektifleri yerle bir edildi. Yukarıdaki satırlarda belirttiğim gibi, PKK’nin Güney Kürdistan da ki sorumluları Apo’nun talimatıyla Saddam’ın istihbarat yetkilileriyle anlaşma yaparak Peşmerge güçlerinin mevzilerine yerleştiriliyor. Aynı süreç içinde Türk devletinin koruculuk sistemini devreye koymasına koşut olarak PKK merkez komitesini toplayarak aşiretleri tasfiye kararı aldırarak, o güne kadar hiç bir problem yaşamadıkları aşiretlere sudan bahanelerle saldırarak, onları bilinçli bir şekilde Devletin yanında yer almaya zorlarken, Mahsum Korkmaz’ın Botan bölgesindeki yurdsever aşiretlerle ittifak stratejisinide yerle bir ediyor. Diğer önemli bir noktada Mahsum Korkmaz zamanında hiç yaşanmayan PKK ile PDK arasında ilk silahlı çatışma 13 Ekim 1992 de başlıyordu.
13 Ekim 1992 de başlayan çatışmalardan bir hafta sonra Kürdistan parlamentosunda Güney Kürdistan, Kuzey Kürdistan ve Doğu Kürdistan’daki tüm örgütlerin ( toplam 19 örgüt)ivedilikle katıldığı bir toplantı düzenlendi.
Çatışmalar her dört parçada, diaspora da, Kafkaslarda ve Kürdlerin yaşadığı her yerde büyük bir moral bozukluğu, endişe ve tepkiye yol açmıştı. Saddam Hüseyin rejiminin Güney Kürdistan’ın bir çok bölgesinden sökülüp atıldığı Kürdistan tarihinin Defacto da olsa ilk bağımsız parlamento su ve hükümetinin üzerinden çok az bir süre geçmesinden sonra bu çatışmaların olması her yurdsever Kürd te tepkiye ve derin, derin düşünceye neden oluyordu.
Sayın Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin de hazır bulunduğu parlamentoda ki toplantıda, ayrımsız bir şekilde tüm siyasi partilerin temsilcileri bu çatışmaların bir an önce durdurulmasını istedi. Mesud Barzani ve Celal Talabani söz alarak siz bizim adımıza gidip Apo ile görüşün Apo evet diyorsa, bu çatışmaların hemen bitmesi için biz hazırız. Bunun üzerine Doğu Kürdistan’daki Parti liderlerinden oluşan bir heyet BEKAA vadisinde Apo ile görüşerek Kürdistan parlamentosunda alınan kararları bildirme sorumluluğunu kendi üzerlerine alırlar.
O heyette bulunan üç kişiden biri olan PAK (Doğu Kürdistan) lideri Hüseyin Yezdan Pena ile Süleymaniye Bölgesinde bir görüşmemiz oldu. Hüseyin Yezdanpena, İKDP politbüro üyelerinden biri ve Komala Zahmet Kêşa üst düzey bir yöneticisi de olmak üzere üç kişilik bir heyetle Apo’nun, Bekaa vadisinde ki ikametgahına vardık.
Kürdistan parlamentosunda Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin de bulunduğu toplam 19 örgüt ( Kürdistan’ın üç parçasından) adına burada hazır bulunmaktayız. Geliş amacımız Kürdistan’daki manasız savaşın bir an önce durdurulması, Kürd gençlerinin daha fazla kanının akıtılmamasıdır. Bu istem ve talep ivedilikle Mesud Barzani ile Celal Talabani’nin de öncelikli talebidir.
Bu önerimize karşı Abdullah Öcalan, adeta emri vaki ve hiddetli bir şekilde:” Gidin Mesud ve Celal’a söyleyin, öncelikle o Kürdistani cepheyi lağv etsinler, parlamentoyu ve hükümeti de feshetsinler, bu savaş ancak bu şartlar da durur, Başka hiç bir güç bu savaşı durduramaz.” diye cevap verince, doğrusu şaşırıp kaldık. Karşımızdaki bir Kürd örgütünün liderimiydi, yoksa yeminli bir Kürd düşmanı mıydı? Konusunda değerlendirmeyi bir taraftan yaparken, diğer taraftan da senin Güney Kürdistan liderlerine yaptığın bu önerileri bu gün Saddam Hüseyin dahi yapamamaktadır deyip oradan ayrıldık.
13 Ekim’de başlayan savaş tüm şiddetiyle Aralık ayının ikinci yarısına kadar devam etti. PKK ile Kürdistani cephe arasındaki savaş Dünyadaki tüm Kürdlerin temel gündemi olmuştu.
1958 de Mele Mustafa Barzani’nin SSCB den ülkesi Kürdistan’a dönmesi süreciyle birlikte Türk devletinin oluşturduğu yeni konseptin Barzani’yi Kuzey Kürdlerine kötü gösterme ve Kuzey ile Güney Kürdleri arasına nifak ve düşmanlık tohumları ekmenin Dr. Şıvan, Said Elçi olayından bu yana en önemli meyveleri alınmaya başlamıştı. PKK ve yandaşları hiç bir etik değer kabul etmeden Barzanilere karşı her türlü iftira, yalan ve komplo teorileri ile Barzanileri KUZEYLİ KÜRDLERİN gözünden düşürmek için hiç bir sınır tanımıyordu.
En etkili propagandaları bizim çocuklarımız Türk devletinin zulmünden kaçarak oralara çekildi ve onlarda çocuklarımızı öldürüyorlar algısı idi. Sömürgeci Devletler doğrudan ABD ve müttefiklerini karşılarına alma riskini göze alamıyorlardı ama samanın altından su yürüterek,1991 baharından itibaren taşeron bir güç olan PKK üzerinden Kürdistan’daki kazanımları istikrarsızlaştırmada etkili bir rol sergiliyordu.
12.ayın ikinci yarısında Özgür Gündem gazetesinin birinci sayfasında tüyler ürperten bir manşet göze çarpıyordu. Apo Güneydeki savaşla ilgili yaptığı değerlendirmede aynen şunları söylüyordu:” Ben bu savaştan korkmuyorum, çünkü bu savaşa uzun zamandan beri hazırlık yapıyordum. Ama birilerinin bu savaşı durdurmasından korkuyorum.” Yayın organlarında ve Halk arasında yaptıkları algı propagandalarında, çocuklarımız Türk devletinin zulmünden kaçarak Kürdistan’ın güneyine sığınmış. Barzanilerde Türk devleti ile işbirliği yaparak çocuklarımızı öldürüyor yalanını uydururken, liderleri ise gerçek yüzünü ortaya koyuyordu.
Apo’nun Özgür Gündem gazetesinde açıklamasının yapıldığı gün akşam saatlerinde saat 17.00 de BBC radyosundan yapılan bir açıklama Apo’nun korkusunun tecelli ettiğini bütün dünyaya gösteriyordu. Savaşı durduran bizzat Abdullah Öcalan’ın kardeşi ve o dönemde Güney Kürdistan sorumlusu olan Osman Öcalan’ın kendisiydi.
1991 yılının ilk baharında Güneyden, Kuzey’e yapılan trajedik göçte büyük bir dayanışma ruhu içine giren KUZEYLİ Kürdlere PKK üzerinden adeta diyet ödettirilmişti. Siz misiniz? Aradan 70 yıl geçmesine rağmen aranıza hudutlar, tel örgüler ve mayınlar döşememize rağmen, hala milli bir aidiyet le birbirinizle dayanışma içine giren heee dercesine.
DEVAM EDECEK
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 16:31:08



































































































































































































