Orta Doğu’da yine kazanlar kaynıyor.
Bir de Orta Doğu’da “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” diye bir bölge var. IŞİD militanlarından kaçan yaklaşık 300 bin Iraklı, bu bölgeye sığınıyor.
Peki ya Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmasaydı? Kuzey Kürdistan’daki bir kısım Kürtlerin itibarını zedelemek gibi bir hobi edindiği Kürdistan bölgesi olmasaydı, hem Kürtler hem de diğer halklara karşı gerçekleşecek katliamın boyutlarını düşünebiliyor muyuz?
Neyse ki Kürdistan var ve neyse ki aynı Kürdistan devletleşme yolunda da emin adımlarla ilerliyor.
Kürdistan’ı bu kadar farklı ve değerli kılan nedir anlamak için çok kısaca parlamentosunun kurucu ilkelerine bakalım:
“Kürdistan parlamentosunun kurucu ilkeleri özgürlük, çoğulculuk, sorumluluk, açıklık ve Kürdistan bölgesi halklarının tümünün temsilidir.”
Bu ilkeler, kâğıt üzerinde de kalmıyor. Azınlıklar için ayrılmış milletvekili sayıları şöyle:
Türkmen Demokratik Hareketi için 3 vekil, Türkmen Reform Listesi için 1 vekil, Türkmen Erbil listesi için 1 vekil, Keldani Süryanileri-Süryani konseyi için 3 vekil, Al-Rafidain listesi için 2 vekil ve Ermeni azınlığı temsilen bir vekil.
Bu rakamları yetersiz bulabilirsiniz ve elbette de artırılmalıdır. Fakat Türkiye’de Kürtlerin 1900’lara kadar yani neredeyse 80 yıl kendi partilerini kurmalarına izin verilmediğini lütfen hatırlayın. Diğer etnik azınlıklar ise parti ile kuramadı; çünkü maruz kaldıkları soykırım, katliam, zorunlu göç ve asimilasyon dâhil bin bir türlü baskıdan sonra siyasal parti kuracak sayısal çoğunluğa bile sahip değillerdi artık.
IŞİD’in Irak’ı işgalinin hemen ardından Irak’ın Arap kentlerinden Kürdistan Federal Bölgesine yapılan kitlesel göçler ilk değil. 2003’te Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra da Irak’ın Arap bölgelerinden birçok insan Kürditsan’a göç etmişti. Sadece Kürtler değil, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Mandeanlar, Şabaklar ve Roman kökenli yurttaşlar da Arap bölgelerindense, Kürdistan’da yaşamayı tercih ettiler.
Şimdi Irak yine işgal altında. Bu sefer işgalci, herhangi bir insani değerden nasibini almamış ölüm makinesi IŞİD.
Bu işgalin tek olumlu yani, başta Kerkük olmak üzere, tartışmalı bölgeler olarak anılan ve Kürdistan Federal Bölgesi sınırları içerisinde olmasa da tarihsel olarak Kürdistan’a ait olan bölgelerin Peşmerge tarafından ele geçirilmesi oldu.
Bu tarihi gelişme, Kürtlerin bağımsız devlet kurma yolunda devasa bir fırsattır. Batı medyasındaki analist ve gazetecilerin, Peşmerge’nin IŞİD karşısındaki kahramanca direnişini öven ve Kürt bağımsızlığını destekleyen yazıları bile Kürtlerin elde edeceği uluslar arası destek için çok önemli.
Böyle bir noktada, Kuzey Kürdistan’daki bir kısım Kürtlerin Irak ve Güney Kürdistan üzerine yorumlarını dikkatle irdelemek gerekir. Türkiye ve Suriye’nin demokratikleştirilmesi projelerinden sonra, şimdi de “Irak’ın birliği içerisinde Irak’ta demokrasi içinde yaşama” projeleri üretiyorlar.
Fakat Halepçe ve Dersim soykırımlarının, Zilan, Maraş ve Roboski katliamlarının Kürtlerin devletsizliği yüzünden gerçekleştiğini ve bu soykırım ve katliamların sorumlularının da demokratikleştirmeye çalıştıkları bu 4 devlet olduğunu ne yazık ki göremiyorlar.
Hangi Irak’ın Birliği?
Bugünkü Orta Doğu’nun sınırları, “Oryantalistler” olarak adlandırılan Britanyalı âlimler, arkeologlar, ordu mensupları ve sömürge yöneticilerinden oluşan bir heyet tarafından çizildi.
Irak örneğinde görüldüğü gibi, çizdikleri yapay sınırlar, halkların etnik ve tarihsel gerçekliklerine dayanmadığı için sürekli çatışmaları da beraberinde getirdi.
Peki, Irak’ta Kürt, Şii ve Sünni toplulukları zorla bir arada tutmayı amaçlayan bu yapay sınırları korumak, Kürtlere ne kazandıracaktır? Irak denen ülkede yaşamış olmanın Kürtler açısından ne demek olduğunu gayet iyi bilmemiz gerekmez mi?
Irak’ta Şiiler ve Sünniler
30 yıl boyunca, kendisi de bir Sünni olan Saddam Hüseyin kendi halkının büyük çoğunluğunu ezmek ve öldürmek için orduyu kullandı. Şimdiyse, son 10 yıldır, Irak’ın Şii yöneticileri aynı şeyi Sünnilere yapıyor. Sünnilerin en büyük şikâyeti, ordunun gecenin bir yarısı evlerini basıp onları gözaltına alması. Orduya göreyse suçları çok açık: 11 yıl önce feshedilmiş olan Baas partisine üyelik.
Bu yüzden, ordunun karargâhlarını terk edip IŞİD’in önünü açması çok da şaşırtıcı değil. Çünkü Irak’ta yaşayan insanlar ve ordu arasında duygusal bir bağın olduğundan pek de bahsedilemez. Iraklıların ordularına güvendiklerini ya da ordunun da halkı korumak gibi bir derdinin olduğunu söylemek, çok da gerçekçi bir tespit sayılmaz.
Saddam ordusunun Kürtlere yaklaşımı nasıl zalimane ise, Şiilere yaklaşımı da çok farklı değildi. Kuveyt savaşından sonra Saddam’ın ordusu güneyde başlayan Şii ayaklanmasını kanla bastırmış, on binlerce insanı katletmişti.
Ancak ABD’nin Irak müdahalesi sonrasında, insanlar toplu mezarlarda yakınlarını aramış, çoluk çocuk, genç ve kadın binlerce insanın cesedini yer altından çıkarmıştı.
Şimdiyse Irak’ta işler tersine döndü; artık Irak’ı Şii yöneticiler yönetiyor. Fakat bu sefer de onlar ellerindeki iktidarı Sünnileri ezmek için kullanıyorlar. Irak’ın Şii hükümeti birçok Sünni kasabasına en temel hizmetleri bile sağlamaktan imtina ediyor.
Şiiler ve Sünniler arasındaki güvensizliğin kuşkusuz ki tarihsel sebepleri var fakat Irak ordusu iki grup arasındaki nefreti derinleştirmede büyük rol oynadı. Kürtler gibi, Şiiler ve Sünniler de Irak denilen devletin onlar için ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorlar.
Şii askerlerin Sünni mahkûmlara nasıl zalimce davrandığını ve Sünni militanların Şiileri öldürürken nasıl gözlerini bile kırpmadıklarını görmek, bu yapay sınırlarla oluşturulmuş zoraki devleti bir arada tutmanın ne kadar yanlış olduğunu anlamaya yetecektir.
Irak ve Kürtler
Kürtlerin başına gelen Halepçe soykırımını dünya yeterince bilmese de, Kürtler çok iyi bilirler. Bir günde 4 bin insanın nasıl öldürüldüğünü, daha sonrasında ise 100 bin Kürt köylüsünün infaz edilip gömülmek üzere çöllere nasıl götürüldüğünü…
Bu yüzden, Kürtlerin, Irak’la demokratik birliği gibi bir hayali savunmak tarihsel gerçekliklerden tamamen bihaber olmaktır. Üstelik Kürtlerin, Irak askerlerinin Kürdistan topraklarına adım atması fikrine bile tahammülü yokken…
Kürtlerin 2003’teki savaşın ardından ülkenin yeniden inşasına sundukları katkılardan sonra, merkezi hükümettin ilk tepkisi Kürtlerin devlet dairelerindeki kadrolarına el koymak, daha sonraki tepkisi ise bütçelerini kesmek olmuştu. Tüm bu sebeplerden ötürü, hala Irak gibi bir ülkenin Kürtler açısından meşruluğu ve birliğinden bahsetmek mümkün değildir.
Sınırları, Britanya tarafından çizilmiş ve on yıllardır zorla bir arada tutulmaya çalışılan bir ülke için yapılacak en akıllıca şey, o ülkede yaşayan halkların ve mezheplerin kendi kaderini tayin hakkına saygı duymaktır. Bunun aksinin iddia edilmesi - bilhassa Kürtler tarafından iddia edilmesi – hem ulusal bilinçten hem de sürekli bahsettikleri demokrasiden aslında çok da bir şey anlamadıkları anlamına gelir.
Katliamın büyümesinden ya da bölünme gibi bir durumda gerçekleşecek kitlesel göçlerden endişe duyulmasını anlıyorum. Fakat son 10 yılda yaşanan mezhepler arası çatışmalar yüzünden hem yüzlerce insan öldü hem de koskoca kasaba ve mahalleler yok edildi. Bu kan gölünü durdurmanın ya da azaltmanın tek yolu, zorunlu birliğe son vermektir.
Devlet Sahibi Olmaya Değil, Katliamcı Devletlere Hayır Diyebilmek
Kürtlerin karşı olması gereken, kendi devletlerine sahibi olma fikri değildir; Irak gibi katliamcı, baskıcı devletlerin varlığı olmalıdır.
Günlerdir görüldüğü üzere, Irak kan gölüne dönünce, Arapların ve Türkmenlerin sığındığı ilk yer Kürdistan oldu. Bu insanlar, bütün bir bölgede sadece Kürdistan yönetimine güvendiler çünkü Kürtlerin bölgenin diğer yönetimlerine nazaran daha hoşgörülü ve demokratik insanlar olduğunu gayet iyi biliyorlar. Bu yüzden, canlarını kurtarmak için yüzlerini Kürdistan yönetimine çevirdiler.
Yapay sınırlara ve bu yapay sınırların üzerine kurulan, hayatı kendi halkları için cehenneme çeviren Irak gibi faşizan devletlere hayır! Fakat demokrasiyi yeşertmeye çalışan, Kürdistan gibi çoğulcu, özgürlükçü yönetimlere evet!
Orta Doğu’daki vahşetten kurtulmanın yolu şu anda mümkün olmayan “devletsizlik” gibi ütopyaların peşinde koşmak değildir. Kendi güvenli ve bağımsız devletini kurmaktır. Kürtlerin ve Kürdistan’ın diğer bütün halklarının can güvenliğinin ve özgürlüğünün tek garantisi budur. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.