Gerger: Cenevre 2, Kürtler için geri alınmaz hakka dönüşür

\n\nRojava Kürtlerini Cenevre 2 Konferansı öncesinde önemli bir kuşatılmışlığın beklediği tespitinde bulunan Prof.

02.01.2014, Per - 08:33

Gerger: Cenevre 2, Kürtler için geri alınmaz hakka dönüşür
Haberi Paylaş

Rojava Kürtlerini Cenevre 2 Konferansı öncesinde önemli bir kuşatılmışlığın beklediği tespitinde bulunan Prof. Dr. Haluk Gerger, "Kürtler kendi kişiliğiyle katılacak ve aklı selim davranıyor. Buna karşı da Kürtlere karşı dönen oyunlar da var. Özerk yer sahibi olarak katılmaları halinde Kürtler o masaya oturdukları an stratejik olarak özyönetim ve statü hakkı yolunda muazzam uluslararası meşruiyet kazanmış olacak. Geri alınamaz bir hakka dönüşür. Bir diğer önemli husus ise Rojava'nın uluslararası meşruiyetle birlikte statü kazanması halinde Türkiye'nin kendi içindeki statüsüz Kürt politikası da işlevini yitirecek" dedi.

Rojava'da her geçen gün statüsü ve ulusal iradesi güçlenen Kürtler, 22 Ocak'taki Cenevre 2 Konferansı'nda kendi tarihsel gerçekliğinde bir ilke hazırlanıyor. Kürtler, Cenevre-2 ile ilk defa uluslararası bir platformda temsil sahibi olmayı bekliyor. Rojava'daki ve yeni demokratik Suriye'deki olası gelişmeler, Cenevre 2 yolunda Kürtleri bekleyenler üzerine konuştuğumuz Prof. Dr. Haluk Gerger, çarpıcı noktalara dikkat çekti.

- Rojava için mevcut durumda bir çerçeve belirlemek gerekirse, sizin oluşturacağınız tabloda durum nedir?

Kürtler giderek bir taraftan büyük alan açıyorlar. 21. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacak diyenler var. Önemli olanaklara sahip olduğunu söyleyenler var. Gerçekten Kürtlerin Güney Kürdistan’daki statüden başlayarak her parçada statüler elde ettiğini söyleyenler de var. Bunlar doğru şeyler. Rojava büyük bir kazanım. Ama bütün bu her ezileninin, her dışlananın her kazanımı mutlaka onu ezenler nezdinde de karşı hamleleri getiriyor. Sen her adımda bir tuzak atlıyorsun ve bir başka tuzağa yaklaşıyorsun. Rojava ve bu söylediklerim iyimserliği artırması doğru. Yeni tehlikelerin sürekli çıktığını görmeyi engellememeli. Bu bazen oluyor. Bizim görevimiz de biraz dikkat çekmek. Yoksa hep 'yaşa aslan var ol' doğru bir şey değil.

ANA ETKEN KÜRT MESELESİ

Kürtler Suriye de bir kıskaca giriyorlar. Eskiden neydi durum? Diyorduk ki Suriye’deki muhalefet demokratik niteliklerini, özelliklerini Kürt meselesi karşısına gelince kaybediyor. Çünkü o da milliyetçi, Kürtlerin haklarını vermede çekingen. Bazen açıktan karşı çıkıyor. Dolayısıyla demokratik muhalefet olma özelliğini yitiriyor diyorduk ve eleştiriyorduk. Baas’ı ve rejimini zaten biliyorduk. Ama şöyle bir algı oluşmuş; Baas gidiyor. Muhalefette anti demokratik tavır var Kürtlere karşı. Ama objektif koşullar ve dış güçler sonuçta Kürtlere alan açıyor, açmak mecburiyetinde. Türkiye büyük engel. Bu bir yanıyla doğru. Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen ana etmen Kürt meselesi.

ABD'NİN SARAY DARBESİ MESAJI

Clinton, ABD Dışişleri Bakanı'yken o zaman ortaya çıkan bir dinamik vardı. Bu pek çok kimsenin dikkatini çekmedi. O şuydu; Clinton’un demeçleriyle başlar. ABD’de şöyle bir eğilim oluştu. Türkiye Irak’tan bir ders çıkardı. Irak’ta yoktuk Suriye’de varız. Biz ırakta askerle beslenen varlık gösteremedik. Kürt oluşumu çıktı. Suriye’de de aynı statü kazanılırsa bizim Kürt düzenimiz sürdürülemez olur. Askerle beslenen bir varlık olması lazım. Ya doğrudan işgalde yer alacak ya da tampon bölgeyle askerle orada bulunacak. Bir varlık sahibi olacak. ABD’de dersler çıkardı Irak’ta. Neydi bu ders? Denetimsiz halk muhalefeti ideolojik eğilimlerinden bağımsız olarak batının, büyük sermayenin, emperyalizmin aleyhine dinamikler ve sonuçlar yaratıyor. Dolayısıyla halk muhalefetlerin, bağımsızlığı bizim için iyi değil. Bizim için iyi olan denetim altında tutabildiğimiz işbirlikçi muhalefet. Bu Suriye’de nasıl bir sonuç verdi? Buna Rus varlığını da özel bir karşıtlık olarak ekle. Ama Suriye’de Rus faktörü var. Bu iki nedenden dolayı. Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı'yla bir görüşmeden sonra dedi ki; Irak’ta bürokrasiyi, orduyu, polisi, Baas’ı tümüyle tarumar ettik. Büyük bir kaos çıktı, kontrol elimizden kaçtı. Aynı hatayı Suriye’de yapmamamız lazım. Saray darbesi çağrısıydı bu.

Rejimin omurgasına, polisine, askerine, rejimin bütününe diyor ki; "Siz Esad’ı devirin. Sizi tümden tasfiye etmeyeceğim." Bu bir mesajdı. Çağrıydı. Rusya’ya da mesajdı senin işbirlikçilerin, müttefiklerin var. Senin de çıkarların kollanır, gel işbirliği yapalım. Esad’ı gönderelim. Bir tehlike var dedim o zaman. Eğer bir saray darbesi olur da rejim kalırsa Kürtler kuşatılmış olur. Türkiye, milliyetçi ve antidemokratik muhalefet ve bir de Baas. O zaman kuşatılır Kürtler, iş daha da kötü olur.

CENEVRE 2 YOLUNDA KÜRTLERİ BİR KUŞATILMIŞLIK BEKLİYOR

- Kürtler açısından mı?

Kürtler açısından tabii. Dolayısıyla Suriye demokrasisi açısından. Esad’a bile razı olmuş vaziyette ABD. bu Kürtler bakımından yeni kuşatılmışlık. Bir taraftan rejim duracak, bir taraftan antidemokratik muhalefet, bir yandan da söz sahibi olacak ABD ve Türkiye. Öte yandan Kürtlerin talepleri. Şimdi bu koalisyon Kürtlerin tüm meşru taleplerini bastırır demiyorum. Ama Kürtlerin vazgeçilmez hakları yeni Suriye’de müttefiklerce, bunlar düşman ama Kürtlerin haklarını vermeyen bir koalisyon oluşturabilirler. Kürtler bakımından mutlaka Kürtler haklıdırlar. Cenevre 2’ye ayrı katılmalılar. Muhalefetin içinde erimiş bir güç olarak değil. Üçüncü taraf olarak katılmalı. Makul, mantıklı, güçlü olmak için kendi içinde dayanışması ve birliği halinde katılmalı. Bu kuşatma altında tüm diplomatik durumlarda özyönetim hakkından asla vazgeçmemeli, onu tartışma konusu yapmayan stratejiyle masaya oturmalı. Stratejik olan özyönetim. Dünya ve Kürtler koşulunda özyönetimin şekli özerkliktir. Benim tablom bu.

KÜRTLER KENDİ KİŞİLİĞİYLE KATILACAK

- Kürtler, 22 Ocak’taki Cenevre 2 Konferansı’na yaklaşık iki hafta önce tek ve ortak bir iradi katılım sağlama kararı altında bir eğilim gösterdi. Tarihsel olarak da Kürtler ilk kez uluslararası platformda iradi olarak temsil edilecek...

Evet, bu noktada Kürtler kendi kişiliğiyle katılacak. Önemli şeyler bunlar, stratejik, vazgeçilmemeli. Kararlar oluşsun görelim. İnsan korkuyor. Böyle devam eder umarım. Benim söylemek istediğim de bu. Kürtler aklı selim davranıyor. Buna karşı da Kürtlere dönük neler dönüyor kim bilir?

- 1954’teki ilk Cenevre Konferansı, kuzey ve güney Kore’yi birleştirmek için toplandı ancak Vietnam ikiye bölündü! Bu da tarihsel bir örnektir. Kürtler açısından da kimi tehlikelere işaret ettiniz. Bu anlamda neler söylersiniz?

Özerk yer sahibi olarak katılmaları halinde Kürtler o masaya oturdukları an saydığımız iki önemli meselenin ötesinde üçüncü stratejik mesele özyönetim ve statü hakkı. Bu anlamda muazzam uluslararası meşruiyet kazanılmış olur. Geri alınamaz hakka dönüşür. Yeni Suriye’nin anayasasında nasıl ele alınacak? O ayrı ancak ana hendek açılmış olacak. Onun için stratejik nokta o.

- Konferansa Türkiye’de katılacak. Türkiye’nin Rojava politikası ortada. Buna ilişkin neler söylersiniz?

Türkiye ne yapıp ne yapamayacağını biliyor. Kürt varlığının reddi, Kürtlerin kalıcı ve artık gözle görünür statüsüzlüğe mahkum edilmesi, yeni Suriye ve Ortadoğu’da bağımsız aktör olarak Kürtlerin yadsınamayacağı nesnel bir gerçeklik. Kendisi ne düşünürse düşünsün öznel olarak. Bu gerçeklikleri aşamayacağını biliyor. Ama yapabileceklerini de düşünüyor. Bunları aşmakta en kaba şekliyle yapamaz. İnce yolları var. Diplomasi de bu demektir zaten. Diplomasi silahla kabalıkla yapamayacağını incelikle yapmaktır. Türkiye buna uğraşıyor. Birincisi Kürtleri, Suriye muhalefetinin içinde silikleşmiş, erimiş bir konumda Cenevre’ye götürmek ve onun içinde eritmek istiyor.

YURTTAŞLIK HAKKI BAŞKA ULUSAL HAKLAR BAŞKA

- Bu mümkün mü peki?

Bence mümkün değil. Muhalefet olsun bir çerçevede otursun. İlk bakışta makul geliyor ama Kürtler açısından tuzak. O muhalefet demokratik değil. Kürde statü, özerk yapı ve söz hakkı tanımış bir muhalefet değil. İkincisi Kürtler sadece Suriye muhalefetinin bir parçası değil. Bir üçüncü ayrı bir vaka. Bir millet. Millet olmaktan kaynaklı kendi ayrı hakları, ihtiyaçları var. Hepsini demokratik muhalefete indirgeyemezsin. Hepsini bu talepler içinde ele alamazsın. Düzeyler farklı. Kürtlerin Suriye yurttaşı olarak talepleri var. Ama Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı talepleri ve hakları da var. Bunlar ayrı şeyler. Bunlar birbiri içinde erimez. Muhalefet içinde olmak şeklinde birbiriyle bağdaşmayan, birbiriyle eşitlenemeyecek hakların birbiri içinde eritmek olur. Bu yanlış olur. Üçüncüsü Türkiye yeni Suriye rejiminin gereklerinin konuşulduğu yerde Kürtler için özyönetimi öngörmüyor. Demokratik Suriye! Bu kulağa hoş geliyor ama içi boş.

GEÇMİŞİN ULUS DEVLET TORBASIYLA MÜMKÜN DEĞİL

Özellikle Kürtler ve tüm Suriye halkları için. Bu demokratik Suriye rejiminin içinin doldurulması lazım. Bunun temel özelliklerinden biri Kürtlerin özyönetimi. Çünkü Ortadoğu’da sömürgecilik Sykes-Picot ile oluşturulan yeni ulus devletlerde farklı dinler, farklı mezhepler ve farklı etnik yapılar tek bir torba içine dolduruldu. Demokrasi, o torbanın ayıklanması, yeniden torba dışında oluşturulmasıdır. Hepsini yeniden demokratik muhalefet torbasına doldurmak, daha önce olduğu gibi ulus devlet torbasına doldurulduğundaki gibi kötü sonuçlar verebilir. Dolayısıyla yeni Suriye rejimi bu farklılıkları, mezhepsel, dinsel, etnik, göz önüne alan ve hepsine somut olarak haklar ve yetkiler devreden bir rejim oluşturması lazım. Türkiye’nin stratejisi bunu flulaştırmak. Farklı bir torba içinde eritmeye kalkan, demokratik görüntü içinde özünü boşaltmaya çalışacak diplomatik manevralar yapmak. Bu emperyalizmin de işine gelebilir. ABD burada Türkiye’yi destekleyebilir. Baas rejiminin de işine gelir. Verebileceği ödünleri azaltan bir şey. Milliyetçi uygulamasına uygundur. Antidemokratik muhalefetin de işine gelebilir. Böyle bir tuzak ortaya çıkabilir.

GÖRÜNTÜ DEMOKRATİK ÖZÜ ANTİDEMOKRATİK

- Bir yandan da şöyle bir durum ortaya çıkmıyor mu; Kürtlerin hakları göz ardı edildiğinde Suriye’nin demokratik birliğinden söz edilemeyeceği gibi şu an ki mevcut kaotik süreç de devam etmiş olmayacak mı?

Şüphesiz. Hiç kuşkusuz. Karşı tarafta şöyle bir demokratik Suriye çizecek; Türkiye’nin ideolojik konumuna uygun bireysel haklar. Herkesin kendi dinine, diline sahip çıkacağı gibi yuvarlak laflar. Her bireyin kendisini özgürce ifade edeceği gibi. Bazen demokratik genellemelerde içi boşaltıldığında anti demokratik özelliğe bürünür. Aynen Türkiye’deki gibi. Türkiye’de de herkes bireysel olarak kullanır derken iş çözülüyor mu? Dünyaya verilecek mesaj; herkes demokrasiden yararlanacak. İster Alevi, ister Sünni, ister Hıristiyan olsun inancını yaşayacak. Kürt Kürtlüğünü, Arap Araplığını özgürce ifade edecek. Bunlar demokratik görüntü verir ancak yetmez. Özü antidemokratiktir. Tehlike bunlardır. Bunlaş aşılırsa mesele yok. Aşılmazsa tuzaklar bunlar. Demokratik genellemeler içinde Kürt’ün hakkını yemek diye bir formül vardır. Onun için stratejiler ve taktikler buna uygun olmalı.

Ben de sana katılıyorum. Kürtler bunu kabul etmez. Bu ayrı mesele. Türkiye bir de Kürtler arasındaki ilişkileri bozmaya kalkar. Yani taktik ve stratejilerde anlaşmazlıkların büyütüldüğü, klasiktir. Böl ve kontrol et. Üçüncü yöntemi de bu. Tutar tutmaz onu bilemeyiz ama Kürtlerin bunlara dikkat etmesi gerekiyor.

ÇELİŞKİLER OLUMLU SONUÇ DA DOĞURABİLİR

- Rojava’da demokratik özerk yönetim modeli gündemi belirledi bu yıl içinde. Fiili olarak uygulamaya da geçildi ve göründüğü kadarıyla ciddi bir mesafe katedildi. Yürütülen diplomasi var. Bu noktada Türkiye sınıra 1 kilometrelik duvar ördü. Semalka sınır kapısı meselesi var. Diyarbakır’da Başbakan Barzani'yi ağırladığında “Kürdistan” dedi. Ancak Güney Kürdistan ile Rojava arasında siyasi ve ideolojik anlamda farklılıklar da var. Bu noktada Kürtler arasındaki çelişkilerin de göz ardı edilemeyeceğinden hareketle düşünceleriniz neler?

Türkiye’nin 'b' planı var. O da şu; bütün bunları dener. Ama Kürtler pek çok tuzağı aştığı gibi bunları da aşar. Şöyle düşünelim; iki imkan olailir Türkiye’nin elinde. Bunlar başarısızlığa uğrarsa demin anlattıklarım. Türkiye’nin b planı da eskiden beri uyguladığı yöntem, bölmek ve birbirine düşürmek. Bu Osmanlı’dan beri var olan bir yöntem. Bazen aşiretleri birbirine düşürürsün. Bazen bölgeleri birbirine düşürürsün. Bazen mezhepleri birbirine düşürürsün. Bölmek ve denetlemenin temel yöntemidir. Bu yöntem halen sürdürülüyor. Kürtler pek çok nedenden dolayı, şimdi şöyle düşün; aynı sınırlar içinde yaşayan halklar bile çelişkiler yaşıyor. Sınıfsal çelişkiler, bölgesel eşitsizlik ve kültürel çelişkiler yaşanıyor.

Kürtlerin bunlara ek olarak bölünmüşlüğü, birbirinden uzak gelişmişliğin, farklı devlet ve kültürlerin arasında yaşamışlığı, tarihsel olarak farklılıkları ve çelişkileri var. Gayet doğal. Yok saymak mümkün değil. Bunlar fırsat da tanıyor. Kaşımak, o çelişkileri, farklılıkları bu stratejiye imkan tanıyor. Bunlar Kürtler arasında var. Bahsettiğim nedenlerden dolayı. Tarihsel nedenleri var. Bölünmüşlüğünden dolayı. Bunlar Kürtlerin ulusal taleplerine ve özlemlerine karşı olanlar tarafından kullanılıyor. Bunun için de dediğin gibi ideolojik politik farklılıklar da var. Bu tür çelişkiler sağlıklı çelişkiler de olabilir. Bir toplumu geliştirecek olan, yaşam dinamiklerini artıran özellikler de getirebilir. Bu biraz Kürtlere de bağlı. Ortada, görüyoruz. Nesnel bir durum. Bu Kürtlerin bir sınavı.

- Ulusal birlik anlamında mı diyorsunuz?

Tabii ki. Bütün parçalardaki Kürt aktörlerin siyasi, ekonomik, pek çok yönden sorumluluğu bilmesi gerekir. Bu sorumluluğu göstermesi gerekir. Göstermeyen vebal altına girer. Biz buna dikkat çekiyoruz. Türkiye’nin bunu kullandığına örnek vermeye gerek yok. Osmanlı’ya gittim. Yakın tarihte de çok şey oldu. Hatırlatmak istemiyorum. Oldu olmaya da devam ediyor. Türkiye’nin bir kullanma aracı da bu kuşkusuz.

ROJAVA’DAKİ STATÜ TÜRKİYE’NİN STATÜSÜZ KÜRT POLİTİKASININ İFLASIDIR

Rojava’da Türkiye çaresiz kalır da bu tarihsel süreç sonucuna ulaşırsa, bir statü sahibi, Kürdistan yönetimi çıkarsa Türkiye’nin statüsüz Kürt düzeni sürdürülemez olur. Türkiye onu da biliyor. İçteki düzeni sürdürülemez olur. Şöyle düşünelim; Kürdistan hele böyle statülerde ortaya çıktığında içinden geçen ulusal sınırlar anlamsızlaşıyor. Sınır kalıyor ama anlamını yitiriyor. Statüler oluştuğunda. Rojava’da statü oluştuğunda Ceylanpınar ile karşısında şehrin arasındaki sınırın anlamı kalır mı? Güney Kürdistan için de bu geçerli. Türkiye bunu görüyor. O zaman ne yapıyor; ulusal sınırın yapamadığını yeni duvar sınırlarıyla yapmaya kalkıyor. B planı da bu. Türkiye, tüm bu gelişmeler karşısında çaresiz kalırsam, tarihin gidişatını durduramazsam, hayatın gidişatını durduramazsam hayatla inatlaşırım, diyor. Sınırın yapamadığını duvarla yaparım. Mesele yapıp yapmayacağı değil. Bu kadar aptallaşabilir mi, bu kadar aymazlaşabiliyor mu, oluyor. Tarihte devletler hayatla inatlaştıkları zaman bu kadar aymaz, bu kadar inatlaşabiliyorlar. Çünkü hayatla inatlaşmanın kendisi aymazlık. Bu bizim bir iddiamız değil. Yapıyor. O duvar kimin üzerine yıkılır ayrı mesele. Bu iktidar bu aymazlığı yapmaz diyebiliyor muyuz, ben diyemiyorum.

- Bu bir anlamda Türkiye’nin Rojava’ya dair politik olarak elinde argümanının kalmadığını, aczini ifade ediyor. İçteki Kürt sorununda çözüm sürecine gelecek olursak da bir yıllık süreç var. Somut hiçbir şey yok. 2008’den beri benzer cümleler kuruluyor. Rojava meselesinde geldiği noktayı özetlediniz, dışardaki Kürt’e bu yaklaşımdaki bir AKP’nin ya da devletin içteki Kürt sorunundaki bu yeni süreci, çözümü ne denli adil ve demokratik olur?

Geçenlerde bir toplantıya katıldım. Sri Lanka’da Tamillere uygulanan soykırımı tartıştık. Ben de hakim olarak katıldım uluslararası bir mahkemeye. Orada devlet Tamil diye bir şey yoktur, Sri Lankalı vardır. Tamil halkı da kendini inkar edip şiddet uygulayan devlete karşı direndi. Bir noktada savaşta askeri dengeye ulaşıloyrlar. Ne o onu yenebiliyor ne de o bunu. Askeri stratejik denge kurulduğunda mecburen görüşme yapılmalı. İki tarafta birbirini yenemiyor. Bu iyi bir şey görüşmeler başlıyor. ABD ve İngiltere de katılıyor görüşmelere kendi çıkarları neticesinde. Tamillerin temsilcilerini barış müzakerelerinin bir tarafı olarak reddediyor. Washington’da görüşmeler yapılıyor. Ama Tamil Kaplanları örgütü temsilcilerine vize verilmiyor. Stratejik askeri dengeleri bozma girişimlerine başlıyorlar. Saldırılar gibi. Askeri dengeyi bozdukları an da büyük bir saldırı başlatıyorlar, liderini öldürüp, katliam yapıyorlar.

Şimdi bu tür meselelerde niyetler aşamalı tasfiye diyorum hep. Eskiden şiddeti tek araç olarak kullanıp topyekun tasfiye projesi vardı. Bu tutmadı. Özal’la beraber tutmayınca bu blok içinde çatlak sesler çıkmaya başladı. Kimi liberaller bugün de varlar, ana çizginin devamı AKP. Ulusalcıya karşı liberal model sadece şiddet değil yanına reform da iyileştirmeler de ekleyelim. Yöntemde değişiklikler yapalım. Stratejilerde de değişiklik yapalım. Topyekun değil aşamalı tasfiye. Öncelik PKK’nin askeri kanadının tasfiyesi. Ardından gerisi gelecek! Aşamalı tasfiyeyi öngörün yaklaşım da sonuçta Sri Lanka’da olduğu gibi askeri denge bozulursa büyük bir katliamla, tasfiye unsurlarını bağrında taşıyor. Çünkü çözüm amacı yok. Tasfiye amacı var. Hükümetin amacı tasfiyeyse çözüm amacına dönük bir kanıt gösteremiyorsa bize, sonuç böyle olacaktır.

AKP’NİN YOLU YOL DEĞİL

Çözüm süreci arayışlarını Kürtler ortadan kaldırsın anlamına gelmiyor. Çözüm sürecini daha realist ve daha ilkeli biçimde dayatmak için çaba göstermek gerektiğini söylüyorum ben. Vazgeçilirse korkunç olur. Onun için dengeler bozulmamalı ki, vazgeçilemesin. Bu arada da yeni bir savaşı başlatmak Kürtlerin işi değil. Kürtler adil, onurlu çözüm yolunun tehlike ve tuzaklarını bilmeli. Türkiye demokratik kamuoyu da adil, onurlu, demokratik bir barış için zorlamalı. Gerçekçi dinamikler inşa edilerek yapılırsa bir umudumuz olur. Olmazsa sonumuz başka tarihsel örneklerin gösterdiği gibi iki halk ve bölge barışı için sakıncalı ve tehlikeli sonuçlar çıkarabilir. AKP’nin gittiği yol, yol değil. Ama ona doğru yolu da biz dayatabiliriz. Demokratik muhalefet ve Kürtler. Sırat köprüsü gibidir bu işler.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 2187 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:02:41:40
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x