"Bitirirken: Dün, “Hükümet ağır yaralı, cemaat sapasağlam ayakta” demiştik ama bu geçici bir durum.
Sizden önce Fethullah Gülen’in herkul.org sitesinde yayınlanan 400. Nağmesini (http://www.herkul.org/herkul-nagme/400-nagme-merhum-cumhurbaskani-turgut-ozal-ve-sehitlik/) ve özellikle şu son cümlesini okumanızı rica ediyorum: “163. Madde’ye de ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ dedik. Birileri başkalarına karşı o ruhu yeniden hortlatmayı düşünüyorlarsa, Merhum’un (Turgut Özal’ı kastediyor) o mevzudaki o olumlu gayretleri karşısında böyle bir niyet ve böyle bir düşüncenin ne derece bir densizlik olduğunu da doğrudan olmasa bile dolayısıyla ifade etmiş olduk.”
Ardından dünkü Zaman Gazetesi’nde Hüseyin Gülerce’nin “Operasyon ve yakın tehlike” başlıklı yazısını (http://www.zaman.com.tr/huseyin-gulerce/operasyon-ve-yakin-tehlike-_2186024.html#.UrQfH2RdXBw) ve özellikle sonundaki şu cümleyi: “AK Parti iktidarının kapısındaki yakın tehlike, makul olanın, hukukî olanın dışına çıkıp, her şeyi berhava edecek öfkeli bir kalkıştır...”
Bu iki alıntının dünkü yazımın şu paragrafıyla çakışıyor olması sanıyorum tesadüf değil: “Aslına bakılacak olursa ‘cemaat kadrolarını devletten ayıklama’ projesi uzun zamandır gündemde ve cemaat de herhâlde buna göre bazı tedbirler almıştır. Lakin Gülen hareketi için çok daha büyük bir risk söz konusu: Hükümetin, cemaatin sivil kanadını kırmaya veya en azından aşındırmaya yönelik adımlar atması ki dershane projesi buna açık bir örnekti.”
Topyekûn savaş
Görüldüğü gibi, hükümetin cemaate sınırlı bir cevap mı vereceği, yoksa topyekûn savaş konseptiyle mi hareket edeceği sorusu hayati bir önem taşıyor. İkinci şıkkın, yani topyekûn savaş stratejisinin öne çıkması kimseyi şaşırtmasın, zira 17 Aralık’ta cemaatin hükümete karşı böyle bir stratejinin startını verdiğini gördük. Hükümete yönelik böylesine yıpratıcı bir operasyonun Fethullah Gülen’den habersiz yapılması ihtimalinin çok yüksek olmadığı kanısındayım; anladığım kadarıyla Başbakan dâhil hükümet çevreleri de benzer bir görüşte.
İkinci hayati bir soru, karar vermesi hâlinde hükümetin böyle bir stratejiyi hayata geçirmesine elverişli bir zemine sahip olup olmadığıdır. Şurası kesin: 17 Aralık operasyonunun ardından cemaate karşı atılacak her adım, hükümetin yolsuzluğu örtme çabası olarak görülüp gösterilecek. Bu açıdan Ahmet Şık’ın 32. Gün’deki “Kendisine yönelik örgüt davasını bilen cemaat, operasyonu öne aldı. Cemaat, ‘hırsızlığı ortaya çıkarınca bize örgüt muamelesi yapıyorlar’ diyecek” sözlerini önemsemek lazım.
Cemaatin yalnızlaşması
Tekrar “zemin” konusuna dönecek olursak, hükümetin Türkiye’deki muhafazakâr kesimin çoğunluğunu, cemaate karşı topyekûn bir stratejiye ikna etmekte fazla zorlanacağını düşünmüyorum. Zira Gülen’in Mavi Marmara olayındaki tutumu, MİT krizi gibi AKP hükümetini zor durumda bırakan her adımı, cemaatin ülkenin diğer dindar kesiminin büyük kısmıyla arasının açılmasına sebep oldu. Tam da yerel seçimler öncesine denk gelen ve AKP’de şimdiden ölümcül yaralara yol açan 17 Aralık operasyonuyla birlikte cemaatin sadece AKP ile değil İslami kesimin ciddi bir bölümüyle de bağlarını koparttığını söyleyebiliriz. Gülen hareketinin Türkiye’de yalnızlaşması onun küresel plandaki değerinin aşınmasına da neden olabilir.
Kuşkusuz operasyonla ortaya atılan yolsuzluk iddialarını İslami kesimde açıktan savunacak, hoş görecek veya önemsiz gösterecek kimse ortaya çıkmayacaktır ancak bu şokun etkisiyle AKP’nin yerel seçimlerden yenik çıkması ve buna bağlı olarak iktidarı kaybetme sürecinin başlaması ihtimalinin hemen herkesi endişelendirdiği de açıktır.
Aklıma Rasim Özdenören’in, Mısır tartışmaları sırasında yazdığı “Bu ateş hepimizi yakar” yazısı (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/RasimOzdenoren/bu-ates-hepimizi-yakar/39234) ve (bugün hep denk geldiği gibi) oradaki son cümle geliyor: “Gemiler sahile çıktıktan sonra yakılır, denizin ortasındayken değil. Unutmayalım...”
Fethullah Gülen’in bunu nasıl olup da unutmuş olduğunu samimi olarak anlayabilmiş değilim.
Bitirirken: Dün, “Hükümet ağır yaralı, cemaat sapasağlam ayakta” demiştik ama bu geçici bir durum. Çünkü hükümet ve cemaatin birbirlerini giderek tırmanan bir şiddetle tükettikleri ve buna bağlı olarak hiçbir tarafın sapasağlam ayakta kalmaya mecalinin kalmayacağı bir sürecin içinden geçiyoruz.