Bağdat’ı özlemiş olduğumu fark ettim.
Galiba, Bağdat’ın en cazip tarafı, şehrin orası burası değil, bizzat Bağdat’ın kendisi. Yani, \"Bağdat’tayım\" duygusunun insanın içini tuhaf biçimde sarması. O insanlardan biriyim ben. (Bu arada, bir de Süleymaniye’de öğrendim ki kitabımın, haftalık Kurdistan Nwe’de bölüm bölüm yayımlanmakta imiş ve sonuna yaklaşılmış; Mezopotamya Ekspresi-Bir Tarih Yolculuğu çok yakında Sorani Kürtçesi\'nde kitap olarak yayımlanacakmış. Bu haberi, Kürdistan topraklarında duymak, en az Bağdat’ta bulunmak kadar mutluluk verdi bana…)
Bağdat, Anthony Shadid’in adeta ölümsüz makalelerinden biri haline gelmiş olan \'City of Cement\' (yani beton şehir) halini aynen muhafaza ediyor. Şehrin hemen her köşesinde yüksek beton bloklar, patlayıcı arabaların tahrip edici etkisine karşı alınmış önlemler olarak yükseliyor. Şehrin her yerinde, hatta Dicle’nin üzerinde şehrin iki yakasını bağlayan köprüler bile her iki taraftaki beton blokların koruyuculuğu altına alınmış. Bağdat’ta hareket etmek demek, dar açıdan görülebilen gökyüzü dışında, hiçbir yeri görmeden, göremeden çileli bir şekilde hareket etmek demek.
Beni evinde konuk eden arkadaşım, devlet ve hükümet merkezlerinin bulunduğu ve ancak özel izinle girilebilen \'Yeşil Bölge\'ye bitişik olan ve yeni siyasi elitin bir bölümünün yaşadığı Kadısiyye semti için \'Pembe Bölge\' diye takılıyor. Zira, Bağdat’ın güvenliksiz büyük bölümü Amerikalılar için \'Kırmızı Bölge\' idi. Bizim \'Pembe Bölge\'de ise her evin çevresinde büyük koruma önlemleri var. Benim kaldığım ev, 30 kişinin görev aldığı bir güvenlik birimi tarafından korunuyormuş örneğin.
Eski bakanlardan biri olan arkadaşım, \"Bağdatlılar, psikolojisi çok bozuk bir insan topluluğu. Her sabaha kaygıyla uyanıyorlar. Okula yollayacakları çocukların sağ salim gidip eve döneceklerine dair kaygılılar. Kendileri işe gidip gelirken ya da alışveriş için dışarı çıkıp dönerken başlarına bir şey gelir mi diye kaygılılar. Her gün böyle başlıyor Bağdat’ta\" diye konuşuyor.
Bağdat, büyük ölçüde bir Şii kentine dönüşmüş ama Nuri el-Maliki’nin kuvvetli mezhepçi yönetimi, şehrin Şii mahalleleri ve hükümet binalarını \'Sünni şiddeti\'nin hedefi haline getirmiş.
Bağdat’ın 60 kilometre batısındaki Felluce, Arapça başharfleriyle \'Daiş\' diye telaffuz edilen el-Kaide’nin Irak kolu \'Irak-Şam İslam Devleti\' (IŞİD) adlı örgütün elinde. Felluce, Irak ordusunun kuşatması altında. Bir yarım saat ötedeki, Sünni el-Anbar eyaletinin merkezi Ramadi, \'Daiş\'ten geri alınmış ama çevresinde çarpışmalar sürüyor.
Bağdat’tan Kerbela’ya giderken, 2000’li yılların ilk on yılı boyunca en kanlı pusuların gerçekleştiği, Mahmudiye-Latifiyye-İskenderiyye Sünni-Şii karışık merkezlerden geçiyorum. Bazen 100 metrede 30’ar metre arayla üç kontrol noktası aşarak, tam anlamıyla \'Şiiistan\' adı verebileceğiniz bir coğrafyada bulunduğum duygusunu ediniyorum. Basra’ya kadar, tüm güney böyle. Kerbela, çoğunluğu İran’dan gelen, kadınların \'simsiyah\' çadorlarıyla damgasını vurduğu binlerce, on binlerce \'Şii hacı\' kaynıyor.
Irak, Saddam’ın devrilmesinden 11 yıl sonra en rahat ve müreffeh parçasının Kürdistan olduğu, fiilen üç parçalı bir ülke. Bir yandan da nisan sonundaki seçimlere doğru yol alıyor. Seçim sonuçları, fiili parçalanmayı ya bugünkü düzeyinde bırakır ya da daha da derinleştirebilir. Zaten Kürdistan’ın, Şii Irak ve Sünni-Arap Irak ile pek az ortak noktası olduğu Süleymaniye-Erbil hattında kolaylıkla anlaşılabiliyor. Süleymaniye’de \'Süleymaniye Forumu\' başlıklı uluslararası toplantıya katıldım.
Bağdat’ta ise Şii-Sünni Arap, Kürt ve Türkmen milletvekillerinin aralarında bulunduğu \'yeni Irak siyasi eliti\' ile iki kez bir araya geldim. Biri, \'Türkiye-Irak ilişkileri\' başlıklı konuşmam vesilesi idi. Bir de Irak Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komisyonu, beni aynı konu başlığı altında dinledi. Ben de onları dinledim.
Özellikle \'Maliki kampı\'nda gizliden gizliye \'husumet\'e varacak ölçüde Türkiye’ye tepki sezilebiliyordu. Okların hedefinde ise bu durumun sorumlusu olarak gördükleri Tayyip Erdoğan.
2009 sonbaharında Tayyip Erdoğan’ın, Bağdat’ta Başbakanlık binasında Nuri el-Maliki’nin yanında, \"Bugünden sonra biz iki ülke, tek hükümetiz\" dediği anı sık sık hatırladım. Nereden nereye…
\'Şii Irak\', Türkiye’yi, genel hatlarıyla, Kürdistan petrollerine ilgisi ve Mesut Barzani desteği üzerinden Irak’ın \'içişlerine karışan\', \'Suriye’den Irak’a da sızan el-Kaide unsurlarına destek veren\' ve böylece Irak’ın \'istikrarsızlığı\'nda başrol oynayan bir ülke olarak görüyor.
\'Şii Irak\'ın Türkiye’ye bakış açısı, büyük ölçüde, Irak’ın önemli bir bölümünde –Bağdat’ta, Basra’da, Necef ve Kerbela’da ve Süleymaniye’de ve hatta kısmen Erbil’de- \'nüfuz sahibi\' olan İran’ın bakış açısının yansıması.
Bu arada, \'komşularla sıfır sorun\'un \'komşularla sırf sorun\'a dönüştüğü, \'sıfır\' ve \'sırf\' sözcüklerinin altı özenle çizilerek vurgulanıyor.
\'Sünni Irak\' Türkiye’ye tabii böyle bakmıyor. Kürdistan ise hiç bakmıyor. Ancak, orada –özellikle Kürdistan’da- Türkiye’deki son iç çalkantılar merakla izleniyor. Tayyip Erdoğan’ın artık eski gücünde olmadığı ve olmayacağı fark edilmiş vaziyette. Merak, bunun, yakın gelecekte Türkiye-Kürdistan ilişkilerine nasıl yansıyacağı üzerinde odaklanıyor.
Kürdistan politikasının yükselen yıldızı, ana muhalefetteki Gorran’ın (Değişim Hareketi) lideri Nuşirevan Mustafa, koalisyon pazarlıkları yaptığı Mesut ve Neçirvan Barzani ve KDP ile Türkiye’nin ilişkilerinin içeriğini merak ediyor. Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Öcalan ile diyalog aşamasından \'müzakere aşaması\'na bir an önce niçin geçmediğini, PKK liderinin niçin vakit geçirmeden ve doğrudan bir \'barış ortağı\' yapılmadığını sorguluyor.
Tayyip Erdoğan’ın elde ettiği başarıları saydıktan sonra, niçin bugünkü duruma gelindiğini soruyor. \'Türkiye Modeli\' niye bitti?
On yıl önce Bağdat’ta bir seferinde beni Nuşirevan Mustafa konuk etmişti. O tarihte Celal Talabani’nin örgütünün iki numarası idi. Sabahlara kadar sohbetlerimiz olmuştu. Son sorusuna, yıllar öncesine dayanan hukukumuzun verdiği cesaretle şaka yollu cevap verdim:
\"Türkiye Modeli’nin geçerliliği sizin bizi örnek almanız içindi. Sizlerle ilişkimiz artınca, siz bize değil, biz sizlere benzer olduk. Demokrasiden uzaklaşır olduk. Biz, size benzemeye başlayınca, sizin için ilginç olmaktan ve dolayısıyla size örnek olmaktan çıkmaya başladık.\"
Nuşirevan güldü. Hiç itiraz etmedi. Anladı.
Tayyip Erdoğan’ın çılgın direksiyonunda, Türkiye’nin bir süre sonra Irak’a benzemesine dair korkumun, Irak’ın üç parçasını gördükten ve çok sayıda insanla konuştuktan sonra arttığını, Nuşirevan’a söylemedim.