''Mış Gibi'' Yapma Komedisi Yüz Yılıdır Devam Ediyor…

1923’ten itibaren, ihtiyaç duyulduğu zaman, kardeşlik hikâyeleri hep gündeme getirildi, “mış (miş) gibi” taktiklere başvuruldu. Yüz yıldır bu komedi devam ediyor. Dün bir şey yapılacakmış izlenimi veriliyordu, bugün de aynı şey yapılıyor. Akıp geçen zaman içinde, tek taraflı propaganda ve mış gib yapma politikalarıyla, Kürdler uyutuldu, adeta hafızaları sıfırlandı.

28 Kasım 2025 - 17:55
28 Kasım 2025 - 17:55
 0
''Mış Gibi'' Yapma Komedisi Yüz Yılıdır Devam Ediyor…

 Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Osmanlı bakiyesi üzerinde tek ulusa dayalı bir devlet kurulurken dönemin yetkililerinin, Kürd aşiret reislerine gönderdikleri mektuplar, çekilen telgraflar dua ile başlıyor, dua ile bitiyordu. Kürdlere, “Müslüman” oldukları, “kardeş” oldukları hatırlatılıyordu. Kongrelerde, kurucu mecliste de aynı tavır vardı. Kürdlerin “asli unsur” olduğu, Kürdler için bir şeyler yapılacağı izlenimi veriliyordu. Bir taktik olarak “mış gibi” yapılıyordu…

O süreçte, 1921’deki anlayıştan 1924 anlayışına çok şey değişti. 1923 Lozan Antlaşması sonrasında, atı alan Üsküdar’ı geçti, tapuyu alan Hakkâri’ye ulaştı. Müthiş bir oyalama sonunda Kürdlerin iradesi kırıldı; aldandılar, aldatıldılar. Lozan’da, bırakın Kürdlere “asli unsur” hakkı, ”azınlık hakkı” bile tanınmadı. Daha önce, “Kürdistan Meselesi” olarak bilinen konu, Kürdlerin sebep olmadığı ama öznesi olduğu “Kürd Sorunu” diye kodlandırılmaya başlandı ve yüz yıldır yaşanan acılara neden olundu.

1923’ten itibaren, ihtiyaç duyulduğu zaman, kardeşlik hikâyeleri hep gündeme getirildi, “mış (miş) gibi” taktiklere başvuruldu. Yüz yıldır bu komedi devam ediyor. Dün bir şey yapılacakmış izlenimi veriliyordu, bugün de aynı şey yapılıyor. Akıp geçen zaman içinde, tek taraflı propaganda ve mış gib yapma politikalarıyla, Kürdler uyutuldu, adeta hafızaları sıfırlandı.

Son zamanlarda, bir sıkışıklık olduğu anlaşılıyor. Bir yılı aşkın bir süredir, mış gibi yapma tiyatrosu yine gösterimde. Bir şeyler yapılacak beklentisi var. Herkes birbirini mi kandırıyor, kendini mi kandırıyor, anlaşılmıyor. Birileri bir gün öyle, bir gün böyle diyor. Yine “mış gibi” yapılıyor ama yapılan bir şey yok. İktidar, ben açılım yapacağım demediği, Kürdler adına politika yapanların, barış adına bir şartları olmadığı, Kürd ulusu adına bir talepte bulunmadıkları (belki çaresiz oldukları için) belirtildiği hâlde hemen herkes, bir “açılım”dan söz ediyor ama ortada bir “açılım” yok, olacak gibi de görünmüyor.

Bir de “barış”tan söz ediliyor. Bir taraf, kesin olarak silahı bıraktığına göre, “barış” zaten var! Değil mi, Kürdler haklarını istediği için barış bozulmuştu! Artık istemiyorlar deniyor, barışın bozulması için de bir sebep yok. Nasıl olsa, Kürdler “Başbakan” da “Cumhurbaşkanı” da olabiliyorlar!.. Şu anda üzerinde yüzde yüz mutabakat olan tek konu, silahın artık devrede olmamasıdır. Bu da işin en olumlu yanı. Bu çağda, haksızlıklara rağmen silaha, ölüme evet diyecek kimse kalmadı.

Barış çok güzel ama “hak” diye bir şey de var. Bir taraf, gücüne dayanarak bu hakkı tanımak istemiyor; konuyu hak ve özgürlükler sorunu değil, terör ve güvenlik sorunu olarak görüyor.  Kürdler adına politika yapanlar, “demokratiklik”, “entegrasyon”, “Allah’ıma, imanıma biz bir şey istemedik” deseler de bizimkiler, “Ağalarımız bizimle alay edi, aslında onlar çok şey istiler ama taktik yapılar!” diyorlar. Karşı tarafın bazı kesimlerinde de “Kürd temsilciler taktik yapıyor” düşüncesi ve vatanın emperyalistlerin eliyle bölüneceği paranoyası var…  

Egemen taraf hiçbir adım atmadığı hâlde, o yanda, bu yanda, yüz yıllık sorunun çözüleceği, ülkenin güllük-gülistanlık olacağı beklentisi içinde olanlar da var. Belki, bir şey yapmış olmak adına, yıllardır cezaevlerinde haksızca tutulan, bir kısmının cezası da bitmiş olan bazı tutsaklar bırakılabilir. Yani, Nasrettin Hoca’nın eşiğini bulma misali, bir sevindirme yapılabilir! Bilmiyoruz…

Birileri, bir gün ip atarken bir gün ip sallarken, birileri “kanuna aykırı olsa da dokunulmazlık kalksın” derken birileri “Vatan, Millet, Sakarya” naraları atarken günümüz “hakemi” de komediyi-tiyatroyu keyifle izliyor. Kürd Memed yine nöbette; bu oyunu nasıl bozacağını, bu döngüyü nasıl kıracağını da bilmiyor veya biliyor gücü yetmiyor.

Kürd ulusu, her ulus gibi dünyada saygın bir yere sahip olmak için son iki yüz yılda çok büyük bedeller ödedi. Bu uğurda, dünyada var olan bazı devletlerin nüfusundan fazla insanını kaybetti.Kuzey’de, son elli yılda, benzeri olmayan bir mücadele verildi. Tarihsel olarak, özellikle Batılılar tarafından “İslam ümmeti korucusu”, “dinci” diye suçlanırken kaderin cilvesine bakın, tüm dünyayı İslami cihatçılardan Kürdler korudu.

Yalnız bu bile, Ortadoğu’daki yangının asıl nedeninin, Kürdlerin tarihi bir haksızlığa uğraması olduğunu gösterir. Kürdler haklı ama çaresiz; Kürdleri egemenliklerinde tutanlar ve buna yüz yıl önce olduğu gibi bugün de göz yuman uluslararası güçler hep birlikte iki yüzlü, suçlu...           

Diğer parçalarda, özellikle Rojava’da bazı gelişmeler olurken Kürdlerin büyük çoğunluk hâlinde yaşadığı Kuzey’de süreç Kürdlerin lehine gelişmiyor; bazen aksaklıklara uğrasa da devletin derin politikalarına (projelerine) uygun yürütülüyor. “Türklük ve Müslümanlık Sözleşmesi” çerçevesinde, bilerek veya bilmeyerek, durumdan şikayetçi olanlar dahil hemen herkes bu sözleşmeye uygun adımlar atıyor. Sözleşmenin iki tarafı, “Türklük” ve “Müslümanlık”, gerektiğinde “mevzubahis vatansa gerisi teferruattır” söylemiyle rahatlıkla uzlaşabiliyor.

Adı “parti” olan yapılar, bazen kendi aralarında iktidar kavgaları verseler de onlar bu projenin bazen piyonları, bazen aktörleridir. Projede bir aksaklık olursa tiyatro devreye giriyor. Tüm bu olanlara karşın diğer taraf Kürdler, yüz yıl önce yanıldılar, yanıltıldılar; bugün de öyle görünüyor.     

Mış gibi yapma komedisi, son günlerde, “meclis” denilen arenada da sergileniyor. Bir şey yapılmak İSTENMİYORSA “komisyon”a havale edilir ya. Yine öyle yapıldı. Tiyatronun en komik sahnesi de bu. Komisyon çok ciddi bir görünüm içinde, önemli işer yapma pozisyonlarında. Görüşmeler, ziyaretler yapıyor. Devlet’in yüz yıldır yapmadığını, Kürdçeyi bilinmeyen dil diye ilan eden meclisin bu komisyonu yapacak; “Kürd Sorunu”nu çözecek!..

Zamana yayılan bu komedinin sürmesi, bir tarafın işine geliyor, bir tarafın tükenişine. O çok istenen, tek devlet, tek ulus, tek din ve diğer “tek”ler gerçekleşmiş durumda. “Türk-İslam Sentezi” tüm kurum ve kuruluşlarıyla tedavülde. Ufak-tefek aksaklıklar düzeltiliyor. Bu arada Asimilasyon canavarı, Kuzey’de, bırakın Malatya’yı, Urfa’yı; Şırnak’a, Hakkâri’ye ulaştı…

Yüz yılı aşkın süredir oynanan bu oyun sonunda, yalana alıştırılmış bir topluma, doğruları, gerçekleri söylemek çok zor. İnsan, hep iyimser olmak ister. Ama kötümser olan durumu da iyimser (Pollyannacılık diyorlar!) göstermek, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Elbette moral-motivasyonu bozmamak gerekir, iyimserlik iyi ama bu bir spor karşılaşması değil ki, gerçekler de görülmeli.

Tarih ve zaman, derslerle dolu. Ondan dersler alanlar, kötü tekrarına izin vermeyenler kazanıyor. Kimseyi beklemeyen zaman akıp giderken zamanın ruhunu anlamak, ona göre davranmak gerekiyor. Zaman, bazı şeylerin ilacıysa bazı şeylerin de ölümünü getiriyor.    

Bu kadar yanılgıdan sonra hâlen kısır bir döngü gibi aynı noktada olmak çok dramatik. Bakın yüz altı yıl önce Bitlisli Kemal Fevzi ne diyordu: “… Demek gözler kör, kulaklar sağırdı. Fakat siz gördünüz ve duydunuz Kürd gençleri! Bu sorumluluğu tarih yüklenmez, onu her zaman zalim ve riyakâr gördüm. Ey bahtsız Kürd gençleri, bu sorumluluğu siz taşıyacaksınız. Bedbin ve müteessir olmayın. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Fakat bu kârı, büyük bir hızla temin edemezsiniz, yarınki nesiller size soracak: Gözleriniz kör, kulaklarınız sağır mıydı?” [1]

Yüreği yanık Kürd aydını Kemal Fevzi, 1919’da adeta çığlık atarak, “Zararın neresinden dönülürse kârdır.” diyordu. Biz yüz yıl sonra zararın neresindeyiz, kâr kaldı mı, yarınki kuşaklara biz ne diyeceğiz? Öncekilere kızıyoruz, yarınkiler de bize kızacak. Kaç nesil geçti; hâlen aynı hataları yapmak da bu hataları tekrar ifade etmek zorunda kalmak da çok acı. Nice Kürd önderi, “ax welat” diyerek gitti. (Seyid Abdülkadir’i, Hasan Hayri’yi, Yusuf Ziya’yı, Cibranlı Halid’i, …, hatırlayın) ...       

Hep güçlülerin hükmü mü geçerli olacak, haklıların hükmü hiç olmayacak mı? Hakkı, kimse bağışlamayacağına göre, tiyatroyu izleyerek dışardan gazel okumak da bir şey ifade etmiyor. Tarihi bilmek, geçmişi hatırlamak gerekir aksi takdirde kötü tekrarlar devam edip gider. Tabii tarihi bilmek yetmiyor, ondan dersler almak, düşünmek ve akılla hareket etmek gerekir.

Bir taraf için drama dönüşen komedi devam ediyor. Bunun, ihtiyaç duyuldukça, “mış gibi” yapılarak sahneye konulacağı anlaşılıyor. Bu komedi, bir kurtuluş destanına da çevrilebilir. Kürdler, birlikteliklerini sağlayabilirlerse, büyüyen, gelişen, dinamik yapılarıyla bu oyunları bozabilecek durumdadırlar artık. Zor ama mümkün, çünkü haklılık da büyük bir güçtür…    

 /CT/          

 

 



[1]Jîn Dergisi, 15 Mart 1335 (1919), Sayı: 14                                         


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı toplam 1 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 17:55:14