Çok Tartışılan, Az Bilinen Hamidiye Alayları

Hamidiyelere, başta Batılı devletler, Ermeniler, Abdülhamid’in muhalefeti İttihat-Terakki, bazı Kürd aydınları olmak üzere büyük bir kesim karşıydı. Bu alayların, Kürd ulus çıkarlarıyla hiçbir ilişkisi olmadığı hâlde, Kürdler bu alaylardan dolayı çokça suçlandı.

27 Aralık 2025 - 10:58
27 Aralık 2025 - 10:58
 0
Çok Tartışılan, Az Bilinen Hamidiye Alayları

Bazı konular, konunun esasına girilmeden konuşulunca doğruların yanında yanlış ezber ve algılar da oluşur. Herkes konunun adını bilir ama konunun esasını bilen azdır. Yaklaşık yüz elli önce, Osmanlının son dönemlerinde kurulan “Hamidiye Süvari Alayları” böyle bir konudur. Öncelikle belirtelim; bu yazıda, Hamidiye Alayları’nı savunmak veya kötülemek gibi bir amacımız yoktur. Doğru bilgilendirme yapmaya çalışacağız. 

Hamidiye Süvari Alayları’nın Kuruluşuna Giden Süreç

1877 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve sonrasında imzalanan 1878 Berlin Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğunu büyük toprak kaybına uğrattı. Osmanlı, Düveli Muazzama adı verilen Batılı güçlerin etkisine, hatta egemenliğine girdi. Osmanlı, bu antlaşmayla Kürdlerin ve Ermenilerin çok büyük bir çoğunluk hâlinde yaşadığı ve “Vilâyat-ı Sitte (altı vilayet)”[1] olarak adlandırılan Doğu bölgesinde Ermeni reformu yapacağını da taahhüt etmek zorunda kaldı.

Vilâyat-ı Sitte Projesi’nin ortaya atılmasından sonra, bölgede bir Ermeni devleti kurulacağı iddiaları yaygınlaştı ve bundan Osmanlı Devleti gibi, bölgede büyük nüfus çoğunluğuna sahip Kürdler de rahatsız oldu. Kürdler, bir Hristiyan devletinin egemenliğine girme korkusuna girdi. Bu ortamda, Padişah II. Abdülhamid, Batılıların tüm baskılarına karşın reformları uygulamayıp genel bir oyalama politikası izledi.

Ermeni reformu planlanırken aynı coğrafyadaki Kürdlerin yok sayılması, Vilâyat-ı Sitte Projesi’nin en büyük açmazıydı. Proje, adeta Kürdlerle Ermeniler arasına yuvarlanan bir ateş topuydu. Uygulanabilir değildi. Bu sıralarda, Şeyh Ubeydullah Nehri liderliğinde Kürd Hareketi de bağımsız bir Kürdistan hedefliyordu. Ubeydullah Hareketi’nin başlamak üzere olduğu günlerde (1880), yörenin yetkili bir Osmanlı paşası, Van’daki İngiliz Konsolos C. E. Clayton’a, bu antlaşmayla ilgili olarak şöyle diyordu: “Reform planına çok yanlış bir şekil verilmiş. Çünkü bu reform projesinde yalnız Ermeniler ve Süryaniler, yani yalnız Hristiyan unsurlar ele alınıp, Kürd unsuru ‘vahşi, başıbozuklar’ olarak nitelendirilerek bütünüyle reform planının dışında bırakılmışlardır. Buranın en eski yerleşik halkı olan Kürdler incitildiklerinden büyük tahribatlar doğurabileceklerdir.”[2]

Akademisyen Barış Ünlü de bu sıradaki durumu şöyle değerlendiriyor: “Kürtlerin durumu, bu Müslümanlık duygu-bilincine ve Abdülhamid’in bu duygu-bilinci nasıl bir devlet politikası hâline getirdiğine örnektir. Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan, yine binlerce yıldır aşağı yukarı aynı topraklarda yaşayan Ermeniler tarafından kovulma korkusu yaşıyorlardı. Korkularında haklıydılar; çünkü o güçler meseleye sadece Ermeni meselesi olarak bakıyor, aynı coğrafyadaki Kürtleri yok sayıyorlardı.”[3]     

Ermeni Araştırmacı Ara Sarafian da bu durumun Hamidiye Alaylarına giden süreci başlattığını belirterek şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Ermenilerle yan yana yaşayan Müslüman Kürt toplumuna benzer haklar tanınmadı. Ermenilerin maddi durumu düzelirken Kürtlerin durumu değişmedi. Bu ayrım iki halk arasında gerilime neden olurken devlet bu gerilimi kendi lehine kullandı. Osmanlı yönetimi birçok Kürt aşireti mensubunu Hamidiye Alaylarına asker olarak aldı ve onları Ermenilere ve diğer Kürt aşiretlerine karşı kullandı.”[4]     

Sarafian’ın bu değerlendirmesi dikkat çekicidir.

 Hamidiye Alayları, Berlin Antlaşması’nın imzalandığı 1878’den 13 yıl sonra, 1891 yılında kurulduğunagöre, bu süreci hazırlayan etkenlerden belki de en önemlisidir denilebilir.  Tüm Hristiyan dünyası, Berlin Antlaşması ve Vilâyat-ı Sitte projesini desteklerken Kürdlerin Osmanlıya, Abdülhamid’e sığınmaktan başka çareleri kalmıyordu. Abdülhamid için “Bavê Kurdan” (Kürdlerin Babası) ifadesi bu dönemde ortaya çıktı.

Ermenilere reform vaat eden, onlara ulusal haklar vereceği belirtilen, hatta bağımsız Ermenistan devleti kurulmasına yol açacak olan Vilâyat-ı Sitte Projesi, Ermenilere vaat edilenleri vermedi/veremedi. Daha sonra Ermeni toplumunda büyük etkileri görülecek olan üç büyük Ermeni Komitesi (Cemiyeti) bu sıralarda kuruldu: 1885’te Van’da Armenegan, 1887’de Cenevre’de Hınçakyan ve 1890’da Tiflis’te Taşnaksutyun.

Ve Hamidiye Alayları’nın kuruluşuna giden süreç hızlandı.

Hamidiye Süvari Alayları’nın Kurulması

Sultan Abdülhamid, kısmen Berlin Antlaşması’nın sebep olduğu Hristiyan-Müslüman çelişkisini kullanarak Ermenilerle aynı veya komşu coğrafyada yaşayan Kürdlerden yararlanmak istedi. Öncelikle din faktörü ve İslam kardeşliği anlayışıyla, Kürd aşiretleriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştı. Bu sırada, Rusya’da bir süre kalan Şakir Paşa’nın, Müslüman unsurlardan, Rus Kazak alaylarına benzer silahlı birlikler oluşturulması fikri ortaya atıldı. Ancak alayların oluşturulmasıyla, Şakir Paşa değil, Abdülhamid’in kayınbiraderi, Erzincan’daki 4. Ordu Komutanı Çerkez asıllı Mehmet Zeki Paşa görevlendirildi.     

Çeşitli Müslüman unsurlardan (Kürd, Arap, Çerkez, Arnavut, Karapapak- Terekeme, …) oluşan Hamidiye Süvari Alayları, 1878 Berlin Antlaşması’ndan 13 yıl sonra 1891 yılında kuruldu. Hazırlanan kuruluş nizamnamesine (yönetmeliğe) göre, her alay en az dört, en çok altı bölükten; her bölük dört takımdan, her takım da 32-48 arasındaki neferden oluşacaktı. Her alayın nefer sayısı da en az 523 en çok 1152 olacaktı. Alaylar çoğunlukla göçebe Kürd aşiretlerinden oluştu. Başlangıçta 50 alay oluşturulurken bir süre sonra alayların sayısı 65’i buldu. Bunların 58’i Kürd, 4’ü Arap ve 3’ü Karapapak aşiretlerinden oluşturulurdu.    

Hamidiye Alayları, 1894’ten itibaren etkin olmaya başladılar. Alaylardan dördü 5.Ordu, biri Sivas’ta bağımsız, diğerleri (60’i) 4. Ordu’ya bağlı olarak kuruldular. Yani alaylar, Osmanlı Ordusu’nun bir parçasıydı. Sivas’taki bağımsız alay, ağırlıklı olarak 93 Harbi (1877) sırasında Sivas’a getirilen Karapapak muhacirlerinden oluşturuldu. Alaylar için gelen eleştirilere karşılık, Abdülhamid anılarında şöyle diyor:

Kürd alaylarını teşkil ettiğim için, Avrupa gazeteleri acı tenkitlerde bulunuyor ve bu alayların teşkiliyle, Şark vilayetlerinde Ermenilere karşı vahşice davrandıklarını iddia ediyorlar... Her ne kadar paşalarımızdan bazılarının da ‘Kürd kazakları’ ile teşkil ettiğimiz alaylara itiraz etseler de fikir, Erzurum eski 4. Ordu Kumandanı Zeki Paşa’ya ait olduğundan, bu meslektaşlarının kıskanmış olmalarına da delâlet edebilir.

Rusya ile harp vukuunda, disiplinli yetiştirilen bu Kürd alayları bize büyük hizmetlerde bulundular… Senelerdir Hıristiyan Ermeniler nazır mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürdleri kendimize yaklaştırmakta ne zarar vardır?.. Tenkit etsinler. Fakat ben kabul ettiğim Kürd politikalarında doğru yolda olduğum kanaatindeyim.” [5]

 Hamidiye Süvari Alayları, Kürd Ordusu Değil, Osmanlı Ordusu’ydu.

Alayların liderlerine maaşlar bağlanması, kendilerine silah ve yüksek payede nişanlar verilmesi, parlak özel üniformalar içinde olmaları, herkesi imrendirdi. 1891 yılı yaz başlarında, uzun bir yolculuktan sonra reislerin İstanbul’a gidip, Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkarılmaları ilginçti. Süslü atları, özel üniformalarıyla İstanbul’da onlar için düzenlenen şenlikler, yabancı temsilcilikler tarafından da ilgiyle, kısmen kaygıyla izlendi.

Hamidiye Alayları iki ana bölgede yoğundu.

1.Bölge (Serhad bölgesi): Erzurum, Erzincan, Muş, Varto, Kars, Ağrı, Van’ın kuzeyi. Bu bölgedeki alaylar, genel olarak Heyderan Aşireti Reisi Kör Hüseyin Paşa’nın komutası altındaydılar.

2.Bölge (Güney çevresi): Diyarbekir ve Urfa civarı. Bu bölgenin genel komutanı Milanlı İbrahim Paşa idi.

Ayrıca Cizre ve civarında Mîranlı Mustafa Paşa etkin bir komutandı.

Hamidiyelere, başta Batılı devletler, Ermeniler, Abdülhamid’in muhalefeti İttihat-Terakki, bazı Kürd aydınları olmak üzere büyük bir kesim karşıydı. Bu alayların, Kürd ulus çıkarlarıyla hiçbir ilişkisi olmadığı hâlde, Kürdler bu alaylardan dolayı çokça suçlandı. Bu alayların Ermeni hareketine karşı kurulduğu şeklinde genel bir kanaat vardır. Genel olarak aşağıdaki amaç ve hedefler belirtilebilir.

1-) Osmanlı Ordusu’nun zor ulaştığı sınır bölgelerinde; kuzey sınırında Rusya’ya, doğu sınırında İran’a ve güney sınırında İngilizlere karşı caydırıcı bir güç olarak kullanmak.

2-) Kürdlerin ve Ermenilerin yoğunluklu olarak yaşadığı Doğu bölgelerinde, Osmanlı Devleti otoritesini sağlamak

3-) Çıkabilecek yerel asayiş sorunlarına ve Ermeni isyanlarına müdahale etmek, Ermenileri kontrol altında tutmak

4-) 19. yy başındaki merkezileştirme politikaları sonucu Kürd Beyliklerinin dağıtılmasıyla devletten uzaklaşan Kürdleri devlete bağlamak

5-) Bölgedeki devlet görevlilerinin güvenliğini sağlamak

6-) Batılıların reform taleplerini geciktirmek, misyoner faaliyetlerini kontrol altına almak.

Kürdleri devlete bağlamak, Rusya’ya karşı bölgesel bir silahlı güç oluşturmak, Ermeni komitelerini kontrol etmek ve Kürdleri devlete bağlamak başta olmak üzere, bu alayların çok amaçlı bir proje olduğu söylenebilir.

Ermeni meselesinin uluslararası bir hâl aldığı bu sıralarda, Batılıların bölgedeki Hristiyan halklara gösterdiği yakınlık, Berlin Antlaşması ve Vilâyat-ı Sitte projesi, peş peşe Ermeni komitelerinin kurulması, Kürdleri, Osmanlıya ve dönemin güçlü sultanı Abdülhamid’e yaklaştırdı.

Hamidiye Alayları’nın, bazı Ermeni isyanlarına karşı kullanılması, alayların bu yanını daha çok öne çıkardı. Alaylar, en fazla 1894 Sason Ermeni İsyanı ve sonrasındaki 1896 yılına kadar süren pogromlar sürecinde rol aldılar. Özellikle, 1894-1896 döneminde bu alaylara mensup kişilerin, Ermenilere saldırdığı, mallarını gasp ettiği, öldürdükleri şeklinde çokça şikâyetler oldu. Ellerindeki silah gücüyle, yalnız Ermenilere değil, rakip aşiretlere ve kendilerine biat etmeyen Reya Kürdlerine de zulmettiler. Bölgede, “zalim güç” olarak nitelendirilen alay mensupları, din çelişkisini kullanarak, bazı Hristiyan gruplara baskı kurduğu, zorla Müslümanlaştırdığı şeklinde de çokça şikâyet oldu.[6]

Ermeniler, çeşitli silahlı komiteler oluştururken bir kısım Kürd aşiretleri de devlet eliyle, bu alaylar aracılığıyla silahlandırıldı. Bu durum, ister istemez, Kürd-Ermeni ilişkilerinde gerginlikler yarattı.Misyonerler ve Hristiyan Avrupa devletleri, bölgede yaşanan pek çok olayın suçlusu olarak Kürdleri gösterdiler. Bağımsız veya özerk bir Ermeni devleti kurmayı hedefleyen Ermeni cemiyetleri, bu alayların kurulmasına şiddetle karşı çıktılar ve bazı alay mensuplarının yaptığı haksız uygulamaları, Sadarete (İstanbul’a) ve özellikle Batı kamuoyuna şikâyet ederken genel olarak Kürdler suçlandı.

Belirli bir ulusal bilince sahip dönemin belli başlı Kürd aydınları, Hamidiye Alayları oluşumuna karşıydı, bir kısmı muhalif olarak ortaya çıkan İttihat-Terakki’nin yanında yer aldı. Kürd Aşiretleri ise giderek Abdülhamid’e daha çok yaklaştı. Bu da Kürdler arasında bölünmeler yarattı, Kürd ulusal birliğine büyük zarar veren sonuçları ortaya çıktı.

Hamidiyeler, bazı Kürd aşiret çevrelerine çeşitli maddi faydalar sağlayıp onları Osmanlı Devleti’ne yaklaştırırken aynı zamanda bir kısmının, işbirlikçi konumuna düşmelerine de sebep oldu. Alayların bazı Kürd kesimlerine güven ve statü kazandırdığını, bir nevi Kürd ordusu gibi görüp, Kürdlerin de bir silahlı güce sahip olmasını doğru bulanlar da vardır.[7]   

Hamidiyelerin, Kürdler arasındaki Sünni-Alevi ayrılığını arttırdığı, alaylarda yer almayan aşiretlerle ayrılıklara neden olduğu da bilinmektedir. Hamidiyeler dışında kalan bazı Kürd aşiretlerine, yoksul köylülere, silahlı alay mensuplarının zulmetmesi, Kürdler arasındaki birliği iyice bozdu. Örneğin Muş-Varto bölgesinde, Sünni Cibran ve Hasenan aşiretlerinin alaylarda yer alması, Alevi aşiretleri Hormekler ve Lolanlarla arasında, günümüze kadar gelen düşmanlıklar yarattı.      

Hamidiye Alayları’nı, günümüzdeki koruculuk sitemine benzetenler olsa da bu doğru değildir. “Kullanılma” anlamında bir benzerlik olsa da iki yapı tamamen farklıdır. I. Dünya Savaşı sırasında kullanılan ve Kürdlerin Bejik (Eskerê Bejik)[8] dediği milislere de benzetilirler ama onlardan da farklıdırlar. Alay mensupları hangi etnik unsurdan olursa olsun, doğrudan Osmanlı Ordusu’nun özel neferleriydi.

HamidiyeAlayları, Abdülhamid’in amaçları doğrultusunda, Kürdlerin imparatorlukla bağlarını arttırırken Kürdlerin siyasal olarak yalnızlaşmasına da neden oldu. Müslüman Kürdlere zaten uzak olan Hristiyan Batı’nın, bu alaylar dolaysıyla Kürdlere bakışı, daha da olumsuzlaştı. Bu durum, sonraki süreçlerde Kürdlerin yalnızlaşmasında önemli bir etken oldu.

Kürd-Ermeni ilişkilerini objektif bir şekilde değerlendiren yazarlardan Kamal Mazhar Ahmad, bu alayların Ermeni katliamlarına karışmasıyla ile ilgili olarak şöyle diyor:Hamidiye Alaylarının, Ermeni katliamlarına katılmasını, nizami askerlerin ve zaptiyelerin bir devlet eylemi olarak görmek gerekir.Bu birliklerin mensupları, Kürd olmaktan çok devlet askeri olarak görülmelidir. Dolaysıyla davranışları, Kürdlerin genelde katliamlara katılması şeklinde değerlendiremez; bazı gerici feodal beylerin katliamlarda rol alması bu gerçeği değiştirmez. Hamidiye Alaylarının komutanları ile belirli feodal bey ve ağaların Ermenilere yönelik kırımı, kurbanlarının arazilerine el koymak ve mallarını yağmalamak için iyi bir fırsat olarak gördüklerini de belirtmek gerekir.”[9]

Hamidiye Süvari Alayları’nın Tasfiyesi

Alay mensupları, zamanla, ellerindeki silah gücüyle devletin kontrolünden çıkıp, devlet için de problem hâline geldiler. Alayların Ermenilere karşı kullanılması, II. Meşrutiyet’e, yani Abdülhamid döneminin sonuna kadar devam etti. 1908’den sonra, İttihat-Terakki, rakipleri Abdülhamid’in adını taşıyan bu alaylardan tamamıyla vazgeçmedi. I. Dünya Savaşı öncesinde yapısını değiştirdi ve Hafif Süvari Alayları adıyla, özellikle Kafkas Cephesi’nde kullandı.

İddia edildiği gibi Hamidiye (Hafif) Süvari Alayları’nın, 1915 tehcirinde fazla rolleri olmadı. O sıralarda bir kısmı Rus cephesindeydi ve büyük oranda dağıtılmışlardı. Bir bölümü de 1914 yılı sonu ve 1915 yılı başında meydana gelen Sarıkamış bozgunu sırasında imha oldu. Savaşın birinci yılı dolarken tamamıyla tasfiye edildiler. Bazı mensupları da 1916 Kürd Tehciri’nde, asimilasyon amacıyla Anadolu içlerine gönderildiler.

Hamidiye Süvari Alayları, Osmanlı Devleti’nin yüksek çıkarları için kullanıldı ve işleri bitince yok edildiler…       

       /CT/

 

Gelecek Yazı: Aşiret Mektebi…


[1] Erzurum, Bitlis, Van, Mamuretülaziz, Diyarbekir ve Sivas (Bugünkü yapıyla 19 il)

[2] Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.Yüzyıldan Günümüze Kürt-Ermeni İlişkileri, Med Yayınları, 1992, s.159: Naci Kutlay, İttihat-Terakki ve Kürtler, Koral-Fırat Yayınları, 1991, s. 13

[3]  Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi, Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Dipnot Yayınları, 2018, s. 95

[4]  Ara Sarafian, ANF News Agensy, 16 Ekim 2011

[5]  Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım, Dergâh Yayınları, 1975, s. 74-75

[6]  Bilal Şimşir, British Documants on Ottman Armenians, Cilt: 4, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1982, s. 255 (Melek Sarı Güven, Kürt-Ermeni İlişkileri, Anakara Ü. Doktora Tezi, 2012, s. 145)

[7]  Bakınız, Murad Civan, İstanbul Ekopolitik’te 2011 yılındaki seminer.

[8]  Bej, bejî, Kürdçe, ham, yoz anlamındaki bitki veya meyveler için kullanılan bir ifade. 1915 Ermeni, 1916 Kürd tehcirlerinde kullanılan, Kürdlerin “Eskerê Bejik” veya “Jendermê Bejik” dediği bu milisler, kitlelerin bölgeden uzaklaştırılmasında kullanılmış işbirlikçi gruplardı.

[9] Kemal Mazhar Ahmad, I. Dünya Savaşı’nda Kürdistan, Berhem Yayınları, 1992

 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı toplam 1698 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 12:58:48