Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir hükümet AKP döneminde olduğu kadar Kürt halkına çözüm ve barış umudu vermedi. Hiçbir hükümet AKP’nin cüret ettiği kadar Kürtleri ve Kürt sorununu gündemine almadı. Ama aynı şekilde hiçbir hükümet AKP kadar kürdün umuduyla böyle oynamadı.
Siyasette ve savaşta başarının ölçütü kazanmaktır. Kazanmak ise, öngörülen hedeflere ulaşmaktır. Salt direnmek kazanmak değildir.
Geçmiş Kürt tarihi kahramanca yenilgi tarihidir. Bu bakımdan Kürtlerin esas sorunu direnmemek ya da az direnmek değil, kazandıracak bir direniş tarzını doğru zamanda ve uygun koşullarda hayata geçirememektir. Son zamanlarda Kuzey Kürdistan’da olup-bitenlere bakıldığında yaşanan şeyin direnerek kaybetmek olduğunu söylemek durumundayız. Silopi’de, Cizre’de ve Sur ’da ve giderek başka yerlerde yapılmak istenenlerin ortaya çıkardığı tablo budur.
Silopi, Cizre ve Diyarbakır- Sur ‘da yaşanan büyük acı ve yıkıma yol açan “Hendek “ çılgınlığının ortaya çıkardığı tablo karşısında sessiz kalmak mümkün değildir. Kürtler böyle bir tabloya neden mahkûm edildi. Kaybedileceği belli olan hendek direnişine neden başvuruldu, Kürtler direnmek adına neden hendeklerde ölüme mahkûm edildi? Ne kazanıldı ne kaybedildi ve bu tablonun sorumluları bu halka nasıl hesap vereceklerdir ya da bu halk unutulması mümkün olmayan bu yıkım ve acının hesabını sormayacak mıdır? En azından Kürt cephesi, aydın ve siyasetçileri bu ve benzeri sorular temelinde yaşanan bu süreci doğru sorgulamak ve gerekeni yapmak durumuyla karşı karşıyadır.
Öncelikle bu vahşet tablosunun oluşmasının baş sorumlusu Türk devletidir. Türk devletinin tarih boyunca Kürt halkına yaptığı zulüm, katliam ve yıkım dikkate alındığında bugünde tarihine ve geleneğine yakışır bir barbarlığı gerçekleştirmesine tanık olmak şaşırtıcı değildir. Farklı olan bunun AKP yönetimi altında gerçekleşiyor olmasıdır.
Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir hükümet AKP döneminde olduğu kadar Kürt halkına çözüm ve barış umudu vermedi. Hiçbir hükümet AKP’nin cüret ettiği kadar Kürtleri ve Kürt sorununu gündemine almadı. Ve yine hiçbir hükümet Türk devletinin Kürtlere karşı uygulamalarından dolayı kendi tarihiyle yüzleşmesi gereğinden söz etmedi. Hiçbir Türk hükümeti Kürtçe radyo-TV yayını yapmadı ve Kürtçe öğretim için ortamı uygun hale getirmedi. Ama aynı şekilde hiçbir hükümet AKP kadar kürdün umuduyla böyle oynamadı.
Cumhuriyet mağduru kesimlerin desteğini arkasına alarak iktidara gelen AKP’nin kendisi despotlaşarak mağdura zulmeder bir duruma geldi. Kürt sorunu vardır ve bunu ben çözerim diyen Erdoğan Kürt sorunu yoktur diyecek noktaya geldi. Ortaya çıktı ki, AKP Kürt sorununu iktidara gelmenin ve iktidarını pekiştirmenin bir enstrümanı olarak kullandı. Kürtleri, kendisinin çizdiği daire içinde kalmaya ve verdiği kadarıyla yetinerek yaşamaya zorladı. Kürtlerin varlığını kabul etmekle inkâr ve asimilasyonun son bulduğu tezine sarıldı. PKK’nin silahsızlanmasını ve güçlerini sınır dışına çekmesini sorunun çözümünün esası sandı. Bölgede izlediği dış politikanın iflası ve yaşanan daralma AKP’yi içerde daha despotik ve saldırgan hale getirdi. Suriye’de çöken politikasının birincil dereceden sorumlusu olarak Kürtleri gördü. Yaşanan gelişmeler AKP’nin özünde gizli, İslamcılıkla bezenmiş şoven Türk milliyetçi eğilimin güçlenerek dışa vurmasına yol açtı. Bu eğilim Silopi’ de, Cizre’ de ve Diyarbakır Sur’ da ölüm ve yıkım olarak karşımıza çıktı. “Terörizme ve teröriste karşı mücadele” adı altında Kürtlere uygulanan bu zulüm, yaşatılan bu yıkım ve acı o kadar büyüktür ki, bunu tarif etmek ve resmetmek mümkün değildir. Yerle bir edilen mahalleler, sokaklar, evler, katledilen ve yakılan bedenler bu acının ve yıkımın görünen yüzüdür. Bunun bir de kürdün ruh ve duygu dünyasında yarattığı yıkımı ve enkazı görmek önemlidir. Kardeşlik ve birlik nutuklarının kürdün düşünce, ruh ve duygu dünyasında tam bir enkaza dönüştüğü ve anlamsızlaştığı, bunun giderek derinleşen bir kopuşa dönüştüğü artık herkesin görebileceği kadar açıktır.
Başbakan Davutoğlu’nun “büyük bir aşkla bağlı olduğunu” söylediği Sur’ u nasıl bir enkaz yığınına dönüştürdüğünü bu halk yaşıyor ve görüyor. “Ya Benimsin Ya Kara Toprağın” mealindeki bu “ aşkın” nasıl yok edici olduğuna yaşayarak tanıklık ediyor. Ve bunu asla unutmayacaktır. Hal böyle iken AKP’nin o çokça sözü edilen “fabrika ayarlarına” tekrar dönmesi ve Kürt sorununda çözen aktör imajı ve şansını kazanması olası görünmüyor. AKP Kürt meselesini daha çok ölüm ve yıkımla çözmenin mümkün olmadığını geçmişe dönüp bakarak anlamalıydı. Katlettiği Kürt “ceset”lerini saymakla zafer kazanmanın eşdeğer olmadığını görmeliydi. Ama artık çok geç.
Yaşanan bu acı tabloyu sadece devletin yaptıklarıyla izaha kavuşturmak mümkün değildir. Bu trajedinin yaşanmasının bir diğer sorumlusu da PKK’dir.
Çözüm süreci adı altında Kürtleri Türkiye’ye entegre etme siyaseti yürüterek halkı “Silahlar susacak, barış olacak” söylemi etrafında umutlandıran PKK, seçimler yaklaştığında “barajı geçmezsek savaş olur” söylemiyle % 13 gibi bir oy ve 80 milletvekili çıkararak önemli bir sonuç elde etti. Tüm Kürtler artık barışçıl demokratik siyasal mücadele dönemi başladı inancını yaşıyorken AKP ile karşılıklı ortamı tahrik eden açıklamalar ve adımlar atıldı. Suruç ve Diyarbakır bombalaması ardından yaşanan eylemlerle ortada barış ve çözüm süreci adına hiçbir şey kalmadı. Ardından bildiğimiz “ öz yönetim ilanları” ve bunun savunma taktiği olarak “Hendek savaşı” başladı.
PKK’nin hendek savaşı kararı peşin kaybedilmiş bir çatışmayı kabul etmek demektir. Kürdistan’ın bazı ilçe ve mahalleriyle sınırlı ve hendekte ölüme yatmak biçimindeki bir direnişin başarı şansının olmadığını bilmek için dahi olmaya gerek yok. Peki, buna rağmen Kürt gençleri neden bu taktiğe yatırıldı. Kobanê’den ilham alınarak bir denememi yapıldı, ya tutarsa babında bir girişim midir bu? Eğer böyleyse bu bir cinayettir, hata değil ulusal bir suçtur işlenen. Kobanê’de IŞİD çetelerinin vahşi saldırılarına karşı Kürtler uluslararası ittifak güçleri ve Peşmergenin aktif desteğiyle direnmiş ve sonuçta bir zafer kazanmıştır. Orada tüm dünyanın ortak düşman bellediği ve karşısında savaştığı bir IŞİD vardı. Eğer dünyanın desteği olmasaydı Kobanê’de bu zaferi kazanmak mümkün olabilir miydi? Hayır. Peki, Kobanê ile Silopi, Cizre, Sur veya Kuzeyin diğer kentlerindeki koşullar aynı mıdır? Bunun böyle olmadığını gelişmelerden haberdar olan herkes çok iyi bilir. Durum bu kadar açık iken PKK, bu konuda olmaz diyen, itiraz eden hiç kimseyi dinleme, ciddiye alma ve yanlışından dönme gereği duymamıştır. Hatta öyle ki, buna itiraz edenleri hainlikle suçlamıştır. Hain bireyler, gruplar, kurumlar ve giderek hain kentlerin ilanına gitmiştir. Sonuç ortada. Büyük bir yıkım, yaşanmaz hale gelen kentler, yüzlerce can kaybı ve on binlerin göçü…
Bu tablo karşısında “Cizre’de hata yaptık, biz devletin bu kadar vahşice saldıracağını tahmin etmiyorduk” tarzında yapılan açıklama ise hayli düşündürücü. Yapılan yanlışın ya da “hatanın” izahı bu olamaz. Devletin merhametine sığınarak taktik mi üretilir. Bu halkın tarihini çok iyi bildiğini, bu devleti çok iyi tanıdıklarını söyleyenler bu cümleyi kurmamalıydı. Kaldı ki, ortada çok ağır bir tablo var. Bu öyle hata yaptık denilerek geçiştirilecek bir durum değildir. Bunun hesabını kim nasıl verecek. PKK yaptığı yanlışlarla yüzleşmek ve bunun hesabını Kürt halkına vermek zorundadır. Kürt halkı bu haliyle PKK’yi daha fazla taşıyamaz. Kürt halkının büyük öfkesi ve tahammülsüzlüğü görmezden gelinemez. PKK bunu yapar mı yapmaz mı bilemeyiz. Ama PKK açısından gelinen nokta ya yanlışlarını aşar ya kendisi aşılır noktasıdır.
Bu sorgulamayı Kürtler yapıyor ve yapmalıdır. Eminim Kürt aydınları, siyasetçileri, sivil toplum örgütleri ve toplumun tüm kesimleri bu tartışmayı yani, Kürt cephesini yanlışlarından arındırma mücadelesini daha aleni, daha kararlı ve yüksek bir sesle yapacaktır. Bu durumdan çıkmanın başka yolu yoktur. Yaratılacak toplumsal baskıyla hem yanlış politika ve uygulamalara karşı bir set oluşturmak ve hem de yeni seçenek ve tercihler ortaya çıkarmak mümkün olacaktır. Aksi halde dayatılanlara katlanmaktan başka çare yoktur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.