Kürdler, 25 Eylül 2017 günü sandığa giderken, kendi aralarındaki anlaşmazlıkları değil, gelecekteki çocuklarını, torunlarını düşünmelidir. Çocuklarına ve torunlarına özgür bir ülke bırakmaya çalışmak, Kürdlerin davranışını belirleyen temel bir düşünce, temel bir heyecan olmalıdır. Örneğin, bugünkü Kürd nesilleri, zaman zaman, ‘atalarımız bize özgür bir ülke bırakmadı, bu mücadeleyi biz yapmak zorundayız. Mücadele ise gittikçe zorlaşmaktadır...’ diye eleştirmektedir. Bugünkü Kürd nesilleri de, gelecekte, çocuklarının ve torunlarının bu tür eleştirileriyle karşılaşmamak için bağımsızlık ve özgürlük için büyük bir çaba içinde olmalıdır. Oy vermeye böyle bir duygu ve düşünce içinde olarak gitmelidir.
Kürdler, Kürdistan, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti dönemi de çok büyük bir felakete uğramıştır. Bölünme, parçalanma, paylaşılma, bir ulusun tarihte uğratabileceği çok büyük bir felakettir. Bu, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmaktadır. Dönemin iki emperyal gücünün ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devletinin bu konudaki iş birlikleri çok açıktır. Ama bunu gerçekleştirenler, bu durumdan pişman görünmemektedirler. Hala Irak’ın birliğinden söz etmeleri, Kürdlerini avcılarına hiç değinmemeleri bunu göstermektedir. ‘Irak’ın parçalanmasına karşıyız’ diyenler, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış durumuna hiç değinmiyorlar. Bu durumun yarattığı acılara karşı duyarsızlar. Böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Bu süreçleri dikkate getirecek olanlar ise başta, Kürdlerdir.
Bu durum bugüne nasıl yansımaktadır. Bugün, Kürdler, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da 50 milyonun üzerinde nüfusa sahiptir. Fakat, uluslar ailesinin bir üyesi değildir. Örneğin, Birleşmiş Milletler’de, İslam Konferansı’nda temsil edilmemektedir. Dört yılda bir düzenlenen Olimpiyat Oyunları’na katılamamaktadır. Halbuki dünyada belki 40 devletin nüfusu bir milyonun altındadır. Bugün, dünyada mevcut 212 devletten 193’ü Birleşmiş Milletler’in de üyesidir.
Yüz yılı aşkın bir zamandır Kürdler mücadele yürütmektedir. Bu süreçte çok büyük katliamlarla, sürgünlerle, soykırımlarla karşılamışlardır. 16 Mart 1988’de, Halepçe’de yaşanan soykırımdır. 1983-1988 arasında, Saddam Hüseyin döneminde, ‘hangi gaz daha zehirlidir, daha kitlesel ölümler yaratır...?’ deneyleri, katliamdır, soykırımdır. Batı ülkelerinde, fareler üzerinde yapılan bu deneylerin, Kürd köylerinde ve cezaevlerindeki Kürd mahkumlar üzerinde yapıldığı bilinmektedir. Şimdi, müze olarak kullanılan Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nda bu süreci izlemek mümkündür. Kürdistan’da yaşanan bu soykırımlara, demokratik hiçbir Batı ülkesinde tepki gösterilmediği de bilinmektedir. 18 Mart 1988’de, Kuveyt’te toplanan İslam Konferansı’nın da bu konuda hiçbir tepki ortaya koymadığı da yakından biliniyor. 17 Mart günü, Tel Aviv’de düzenlenen gösteri, Saddam Hüseyin rejiminin Kürdlere karşı sürdürdüğü katliamları, soykırımı protesto eden, dünyadaki tek gösteridir. Ama, bu katliamlara, soykırımlara karşı hiçbir tepki göstermeyenler, bu konuda hiçbir söz söylemeyenler, bugün, Irak’ın birliğinden söz ediyorlar. Bu da tarihte, çok ibret verici bir süreçtir
Bu konuda, demokratik Batı ülkelerine söylenecek bir çift söz var. Bu devletlerin, Ortadoğu’nun tekçi, ırkçı, mezhepçi rejimlerinin ayakta tutma tutumları Kürdlerin ulusal özgürlük ve ulusal eşitlik istemlerinin, devlet terörüyle bastırılmasına göz yummaları, Batı’yı, Batı yapan temel değerleri çürütür. Halbuki, Batı’yı batı yapan evrensel değerlerin, eşitlik, özgürlük, ifade özgürlüğü gibi değerlerin her zaman ayakta kalması, güçlü bir şekilde kalması çok önemlidir.
1990’larda, Sovyetler Birliği dağıldı. 15 yeni devlet çıktı. Bu süreç dünyada çok doğal karşılandı. Aynı dönemde, Yugoslavya’da dağıldı. 7 devlet çıktı. Bu süreç de dünyada, Avrupa’da çok doğal karşılandı. Bu dönemde Çekoslovakya’nın da Çekya, Slovakya diye ikiye bölündüğü biliniyor. Ama, bu süreçleri çok doğal karşılayanlar, sorun Irak’a geldiği zaman, Irak’ın birliğinden başka bir şey söylemiyorlar. Bugün, Irak diye bir devlet ortada kalmadığı halde böyle bir tutum içindeler. Irak çok kutsal kabul ediliyor. Bu da Yakındoğu ve Ortadoğu tarihinde ibret verici bir gelişmedir.
Bu konuda, 1920’lerde, Irak’ın nasıl kurulduğuna bakmakta yarar var. Osmanlı İmparatorluğu’nun Mezopotamya’daki toprakları paylaşılırken, Büyük Britanya, Bağdat ve Basra vilayetlerine Musul vilayetini de katarak yeni bir ülke tasarladı. Yeni ülkenin adı Irak olacaktı. O zaman, Musul, bugünkü Süleymaniye, Hewler, Duhok, Kerkük, Xaneqin Şengal ... bölgelerini içine alıyordu. Kürdler, o zamanki Musul Vilayetinin Irak’a katılmasına her zaman karşı durdu. Ulusal isteklerini her zaman dile getirdi. Ama bu istekler her zaman devletin/ devletlerin silahlı güçleriyle, polis güçleriyle bastırılmaya çalışıldı. Musul petrol bölgesiydi, Büyük Britanya Musul’u muhakkak yen tasarladığı ülkeye katmaya çalışıyordu. O dönemde, emperyal güçler, Kürdlerin bağımsızlık gibi istemleri bir tarafa sömürge olmasını bile kabul etmediler. Sömürge çok alt düzeylerde de olsa bir statüdür. Kürdistan sömürge bile değildir.
Irak’ın birliği diyen devletlerden biri de ABD’dir. Bu konuda da birkaç cümle ifade etmek gerekir. Bunun için ABD’nin, İran politikasına da değinmek gerekli olmaktadır. Bu politika, İran’ın, Yakındoğu’daki Ortadoğu’daki etkisinin sınırlandırılmasını, İran’a ambargo uygulanmasını gerektirmektedir. ABD’nin, bu konulardaki İran ve politikası arsında derin bir çelişki vardır. Bugün, Irak’a yapılmış her yatırım İran’a yapılmış yatırım demektir. Çünkü bugün, Irak hükümeti İran’ın çok yoğun etkisi altındadır. Örneğin, Haşdi Şabi, Irak örgütü olmasına rağmen, daha çok, İran tarafından yönetilmektedir.
2010 yılarını hatırlayalım. ABD, Irak ordusuna milyarlarca dolarlık yatırım yaptı. Irak ordusunun ikinci büyük karargahı ise Musul’daydı. Haziran 2014 de Musul IŞİD’in eline geçti. O dönemde, Musul’da Irak ordusunun mevcudu 55 bin civarındaydı. Ordu hiç savaşmadan, IŞİD’le karşı karşıya gelmeden Musul’u terk etti. Ordunun bütün silah araç-gereçleri. Silah depoları, tanklar, zırhlılar... IŞİD’in eline geçti. Bu silahların daha sonra Kürdlere karşı kullanıldığı çok yakından biliniyor. ABD kime yatırım yaptı, bu yatırımın ürünleri kimlere karşı kullanıldı?
Bugün, Irak’a yapılan yatırım İran’a yapılmış bir yatırımdır. ABD Irak’a yatırım yaparak, İran’a uygulamaya çalıştığı ambargoyu bizzat kendisi delmektedir. Haşdi Şabi’nin IŞİD’den daha çok Kürdlerle savaştığı, fırsat bulursa savaşı yaygınlaştıracağı, derinleştireceği açıktır.
Kardeşlik elbette önemlidir. Ama Kürd-Arap kardeşliğinin en önemli koşulu, egemenlik de dahil, Arapların sahip olduğu her kuruma Kürdlerin de sahip olmasıdır. ‘Ben büyük ağabeyim, sen ben, dinle...’ anlayışından kardeşlik çıkmaz. Bu, her zaman gerginlik üretir. Kürdler de egemenlik sahibi olduğu zaman kısa vadede olmasa bile, orta vadede Kürd Arap kardeşliği oluşabilir. Ama bugünkü rejim hiçbir zaman kardeşlik yaratmaz. Birbirine komşu, iki devlet, birbirleriyle sağlıklı ilişkiler kuran iki komşu devlet, Arap-Kürd kardeşliğini oluşturabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.