M. Malmîsanij’in, ‘1925’ten Önce Ayrılma Taraftarı Kürt Örgütleri’ (Vate, İstanbul 2020) kitabı yayımlandı.
Bu çalışma, sanılanın aksine, belgelere dayanarak, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1920’lerde, Kürdlerde, yoğun bir siyasal hayatın yaşandığını göstermektedir. Sözü edilen örgütler şunlardır:
Cemiyet-i İstihlas-ı Kürdistan (Kürdistan Kurtuluş Derneği)
Cemiyet-i İstihlas-ı Kürdistan (Kürdistan Kurtuluş Derneği) 1917’de kurulmuştur. Derneğin yöneticileri arasında, Simko, Seyid Taha, Seyid Abdülkadir’in oğlu, Seyid Abdullah gibi kişiler bulunmaktadır. (s.37-39)
Kamil Bedirxan, Abdurrezzak Bedirxan gibi yurtseverler Kürdistan’ın bağımsızlığı için Rusya’ya görüşmeler yapmaktadırlar. Nuri Dersimi, Koçgirili Alişêr bu çerçevede yoğun çalışmalar içindedirler. Dersim Kürdlerinin bir kısmı, Kürdistan’ın muhtariyeti için Çar’a telgraf göndermişlerdir.
2. Kürd İstiklal Komitesi (Kürt Bağımsızlık Komitesi)
Kürt İstiklal Komitesi, 1918’a Kahire’de kurulmuştur. Süreyya Bedirxan, bu örgüt içinde çok yoğun bir çaba içindedir. Komitenin başkanı, Şam eski valisi ve Şura-yı Devlet üyelerinden Mardinizade Muhammed Arif Paşa (1852-1920) sektereri ise, Süreyya Bedirxan’dır. Mevlanzade Rifat’ın özel belgeleri arasında, komitenin kurucularının isimleri de vardır. Süreyya Bedirxan 1917-1918 yıllarında, Kahire’de Kürdistan isimli bir gazete yayımlar. Gazete Kürdlerin menfaatını savunur, 15 günde bir yayımlanır. (s.43) Gazete Avrupai güçlere, sık sık Kürdlerin haklarını ve özgürlüklerini hatırlatmaktadır.
3. Kürdistan Teali Cemiyeti
Kürdistan Teali Cemiyeti 17 Aralık 1918’de, İstanbul’da 1918’de kurulmuştur. Cemiyetin, Diyarbakır, Harput, Hınıs, Derik, Koçgiri, Hozat, Bitlis, Erzurum, Van, Siirt, Muş, Bayezid, Arapgir, Garzan gibi alanlarda 19 subesi vardır.
Birçok Kürd örgütünde yöneticilik yapmış Memduh Selim süreci, Kürdlerin isteklerini şöyle ortaya koymaktadır: Kürdler, bir millet olarak yaşamak, benliklerini muhafaza ederek yaşamak, mesud yaşamak ve ancak kendi ruhlarından doğan bir idare altında yaşamak gayesini çok uzun zamanlardan beri takip edegelmişlerdir. Açıkça bilinmelidir ki, Kürd ruhundan doğmamış hiçbir idare, Kürdistan’da payidar olamayacaktır. Kürd mukadderatına ancak, Kürd arzuları hakim olacaktır. Kürdler yaşayacak ve yükselecektir.’ (s. 25-26)
Koçgiri ayaklanması sırasında, Kürdler tarafından, bölgede bazı bildiriler dağıtılmıştı. Bu bildirilerden en önemlisi, ‘Kürt Hükümeti Muvakkatisi’ (Geçici Kürt Hükümeti) imzalı bildiridir. (s.77) Bu bildiri Kürd hükümetinin kuruluşunu bildirmekte, Wilson Prensipleri çerçevesinde, Osmanlı saltanatına bağlı muhtar bir Kürdistan için çalışacaklarını dile getirmektedir. Bu, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin önemli bildirilerinden biridir.
4. Kürd Millet Fırkası
Kürd Millet Fırkası ile ilgili olarak, 19 Temmuz 1919 tarihli Osmanlı basınında bazı haberler var. Memduh Selim, Hizanizade Kemal Fevzi, Babanzade Aziz, Necmeddin Hüseyin gibi bazı yurtseverlerin yer aldığı bu fırkanın temsilciliğini Memduh Selim yapmaktadır. (s.87)
5. Kürd Demokrad Fırkası
Kürd Demokrat Fırkası hakkında, Ağustos 1919’dan itibaren Osmanlı basınında ve Jin Gazetesi’inde bazı haberler yer almıştır. Kürd Demokrat Fırkası yöneticilerinden Abdülaziz Yamulki, Wilson Prensipleri çerçevesinde, Kürlerin haklarımın, özgürlüklerinin garanti altına alınmasını istemektedir. (s.89 vd.)
6. Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti (1920)
Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti’nin kurucuları şunlardı: Bedirxanı Emin Ali, Bedirxani Ferid, Şükrü Baban, Fuad Baban, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Şükrü Mehmet, Bitlisli Kemal Fevzi, Ekrem Cemil Paşa, Kerküklü Necmettin Hüseyin, Mevlanzade Rifat, Memduh Selim. Cemiyetin başkanı Emin Ali Bedirxan, sekreteri, Memduh Selim’dir. Wilson Prensipleri uyarınca Kürdistan’ın bağımsızlığı planlanmaktadır. Bu ilişkiler ağında , özellikle Büyük Britanya’nın yardımı talep edilmektedir. Kırmızı, beyaz, yeşil, beyaz ortasında güneş Kürd bayrağı Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti tarafından tasarlanmıştır.
7. Kürdistan İstiklal ve İstihlas Komitesi (Kürdistan Bağımsızlık ve Kurtuluş Komitesi)
Kürdistan İstiklal ve İstihlas Komitesi’ni, Şeyh Said önderliğindeki, 1925 direnişinden sonra yazıldığı anlaşılan bir bildiriden öğreniyoruz. Bu bildiride, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Komitesi Merkez-i Umumisi’ şeklinde bir imza var. (s.101-102)
Kürdistan İstiklal ve İstihlas Komitesi, Sovyetler Birliği yetkilileriyle ilişki kurmaya çalışıyordu. Bu ilişkilerle ilgili önemli bir belge, Cibranlı Halid Bey’in, Sovyetler Birliği’nin Erzurum Konsolosu, Pavloski’ye ilettiği, örgütün 10 maddeden ibaret karar ve koşullarını içermektedir. Sözü edilen 10 maddede, Kürdistan hakkında bilgi verilmekte, Kürdlerin/Kürdistan’ın bağımsızlığına vurgu yapılmaktadır.
Kürdistan İstiklal ve İstihlas Komitesi’nin, İstanbul, Kars, Beyazıt, Malazgirt Varto, Hınıs, Muş, Bitlis, Van, Siirt, Şırnak, Cizre, Diyarbakır, Mardin, Harput, Erzincan, Dersim gibi alanlarda şubeleri vardır.
Örgütün merkez komitesi üyelerinden Bitlisli Kemal Fevzi, 23 Kasım 1923’de, Sovyetler Birliği’nin Urmiye’deki konsolosuna, Simko’nun bir mektubunu iletir. Bu görüşmede Kemal Fevzi, Sovyetler Birliği’nin, Kürdlere yardım etmesinin talep eder. Yardım edip etmeyeceklerinin öğrenmeye çalışır.
Ogünlerde, Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı, Ankara ve Tahran temsilciliklerine gönderdiği bir talimatta, Kürd meselerinin uluslararası bir mesele olarak görmediğini açıklar. Kürdistan’a otonomi verilmesini reddettiğini bildirir. ‘Türkiye, Kürdistan’a otonomi verirse, bizim çıkarlarımıza aykırı bir gelişme olur’ der. (s. 109-112)
Araştırmacı yazar Malmîsanij, bu bilgileri, Dr. Afrasyab Hawramanî’nin, Piranlı Şeyh Said Devrimi incelemesini kaynak göstererek vermektedir.
Burada, Sovyetler Birliği yöneticilerinin anti-Kürd tutumu dikkati çekmektedir. Sovyetler Birliği yöneticileri, 1910’larda, Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme hakkından söz ediyorlardı. 1923’e gelindiğinde, Kürd/Kürdistan sorunun uluslararası bir sorun olduğunu bile kabul etmiyorlar. Halbuki, bölünmeden, parçalanmadan paylaşılmadan dolayı, Büyük Britanya’nın (Irak’ın), Fransa’nın (Suriye’nin), Türkiye’nin ve İran’ın içinde olmasından dolayı, uluslararası bir sorun olması açık bir şekilde ortada durmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1920’lerde, Memduh Selim, Kemal Fevzi, Emin Ali Bedirxan, Süreyya Bedirxan, Kamuran Bedirxan, Celadet Bedirxan, Ekrem Cemil Paşa, Kadri Cemil Paşa, Mevlanzade Rifat, Liceli Ahmed Ramiz, Dr. Mehmet Şükrü, Alişêr, Nuri Dersimi, Cibranlı Halid birçok gibi Kürd aydınının, Kürdler ve Kürdistan için çok yoğun bir çaba içinde oldukları görülmektedir. Hernekadar İstanbul’da faaliyet yürütüyorlarsa da, Kürdistanla, halkla ilişki kurmaya gayret ettikleri de açıktır.
***
Jin, Kürdistan, Serbesti, Seda gibi yayın organlarında dile getirilen bu Kürd/Kürdistan isteklerine rağmen, Lozan’da Kürdler/Kürdistan bölündü, parçalandı paylaşıldı. Ondan sonra, Kürdlerin/Kürdçe’in inkarı devletin temel bir politikası oldu. Herkesin Yeni Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin Türk olduğu, Kürdçe diye bir dilin olmadığı savunuluyordu.
Harf Devrimi…
Halbuki, Malmîsanij’in ‘1925’ten Önce Ayrılma Taraftarı Kürt Örgütleri’ çalışmasında da görüldüğü gibi, Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, Kürdler arasında yoğun toplumsal, siyasal, kültürel çalışmalar var. Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, Roji Kürd, Hetawe Kurd, Jin, Serbesti, Seda gibi yayın organlarında, Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti, Hewi Kürd gibi örgütlerde, yukarıda isimleri belirtilen yedi örgütte, bu çalışmaları izlemek mümkündür.
İnkar ve imha sürecinde, yeni Kürd nesillerine bu çalışmaların ulaşmasını engellemenin önemli bir yolu kanımca Harf Devrimi olmuştur.
Harf Devrimi’nin çağdaş dünya ile bütünleşme anlayışıyla ilgili olduğunu düşünürdüm. Ama, yukarıda belirtilen ilişkiler söz konusu olduğu zaman, Harf Devrimi’nin, ilk planda, Kürdlerle, Kürdlerin asimilasyonuyla ilgili olduğu daha rahat söylenebilir.
1 Kasım 1928 Harf Devrimi’nin, Türkler için ve Kürdler için anlamı çok farklıdır. Harf Devrimi’yle Türklerin çağdaş dünya ile daha kolay bir şekilde bütünleşme yoluna girdikleri söylenebilir. Kürdler için ise, Kürd dilini ve kültürünün reddedilmesi, Kürdlerin Türk dili ve kültürü içinde yaşamaya zorlanmalarında uygun bir zeminin yaratılması anlamına gelir.
Harf Devrimi’yle geçmiş bıçakla kesilmektedir. 1928’den daha doğrusu, Cumhuriyetle birlikte doğan Kürdlerin, Kürdlerin geçmişi hakkında hiçbir sağlıklı bilgiye sahip olamayacakları açıktır.
1928’den sonra, daha doğrusu Cumhuriyet’ten sonra Kürd çocuklarına verilen bilgiler ise, Türk oldukları, Kürdçe diye bir dilin olmadığı şeklindedir. Bu bilgiler kamu yönetimi tarafından, ordu ve polis tarafından, basın, okullar, üniversiteler tarafından, yargı tarafından organize bir şekilde verilmektedir. Harf Devrimi’yle Kürd çocuklarının zihinleri tam bir beyaz kağıt şeklindedir. Okuldan ne söylenirse o kaydedilecektir. Kürdlere sağlıklı bilgiler verecek Kürd aydınları ise, ya çatışmalarda öldürülmüştür, ya cezaevindedir ya da illegal yaşamaktadır veya mültecidir. Harf Devrimi sürecinde yetişen Kürd neslinin, Malmîsanij Hoca’nın, sözünü ettiği, yukarıda kısaca belirtilen ilişkiler konusunda sağlıklı bir bilgiye ulaşamayacakları açıktır.şey sait
12 Mart Rejimi’nde, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yapılan duruşmalar önemli bir eşiğin aşılmasını sağlamıştır. O günlerde, Kürdler, bu yazıda ifade edilen bilgilere sahip değildi. Örneğin İddianameye Cevap metinlerinde, bu bilgiler görülmez. Ben o zamanlar 32-33 yaşlarındaydım. Dr. Tarık Ziya Ekinci ve arkadaşları 40-46 yaşlarındaydı. Musa Anter, Şükrü Ramanlı, Çeto Akgül, Halil Ağa, Hurşit Ağa gibi bugün ( Ağustos 2020) hepsi de rahmetli olan daha yaşlı Kürd tutuklular da vardı. Devrimci Doğu Kültür Ocakları mensupları ise, 18-22 yaş civarındaydılar. Yaşça daha küçük, Lise öğrencileri, ortaokul öğrencileri olan DDKO üyesi iddiasıyle getirilen çocuklar da vardı.
Mehmet Emin Bozarslan, Malmîsanij gibi hocaların, Kürdlerin 20 yüzyılın ilk çeyreğindeki basın ve örgüt faaliyetleri ile ilgili çalışmalar yapmaları 1970’lerin ortalarında başlamış, gittikçe yoğunlaşarak bugünlere kadar gelmiştir. Bugün, Said Veroj’un da bu sürece katılan bir araştırmacı-yazar olduğu söylenebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.