Kürdler, kendi vatanları olan Kürdistan’ı işgalden kurtarmak ve yine kendi halkını özgürleştirebilmek için yüzyılları bulan onurlu ve kesintisiz bir mücadele sürdürmektedirler. Nesilden nesile intikal eden bu zorlu mücadele süreçlerinde büyük acıların çekildiği ve inanılması zor trajedilerin yaşandığını bilmekteyiz. Zulme ve işgalcilere karşı özgürlük adına başlatılan her isyan kendi döneminde farklı acılara, katliamlara, sürgünlere ve yoksulluklara sahne olmuştur.
Mensubu olduğumuz Kürd halkının mücadelesinde her Kürd insanı gibi benimde Ağrı Serhıldan’ına katılmış olan ve hareketin üst düzey yönetiminde bulunan büyüklerimden dinlediğim bazı unutulmaz anekdotlar ve şahidi olduğum hadiseler vardır. Bugünkü yazımda hem babamdan duyup öğrendiğim hem de şahidi olduğum bazı hadiseleri okuyucularımın hoşgörüsüne sığınarak anlatmak istiyorum.
Konu-1) Yıl 1962, ben 12 yaşlarındayım babam Hasan Taysun akşam eve geldiğinde yanında kıyafetleri perişan, ağzında tek dişi dahi olmayan bir misafir vardı. Babam yörede çokça sevilen ve hürmet edilen birisi olmasına karşın yanında getirdiği misafirine son derece saygılı davranıyor ve onun rahat etmesi için elinden gelen bütün gayreti sarf ediyordu. Ertesi gün babam misafirimizi alarak iş yerimize getirdi ve biraz sonra bu şahsın dişlerini yaptırmak üzere doktora götürdü. Şahıs yaklaşık on gün kadar evimizde misafir kaldı. Bu arada şahsın diş tedavisi yapıldı ve yeni dişleri takılmış oldu. Şahsın köyüne gideceği gün babam beni çağırarak bu amcanla birlikte ayakkabı satan bir dükkana git ve ona iki çift cızlavet lastik ayakkabı al dedi. Bende babamın dediklerini yaparak ayakkabıları aldım ve işyerimize döndük. Babam o arada şahsa kıyafet de almıştı. Şahsı otobüse bizzat kendisi bindirip köyüne yolculadı.
Bu olay beni oldukça meraklandırmıştı ve akşam evimize döndüğümüzde ilk işim babama bu şahsın kim olduğunu ve neden bu kadar ilgilendiğini sordum. Babam derin bir ah çekerek bana dönüp “Oğlum, Ağrı hareketi düşmanlar tarafından bastırılıp ve biz İran’a her iki Ağrı Dağı arasından kaçarken yolda benim ayağımdaki çarık parçalandı. Bu misafir ettiğimiz şahıs bizim aşirettendir kendi ayağındaki çarıklarını çıkararak benim ayağıma giydirdi ve o esnada yaklaşık 15 km yürüyüp İran tarafına geçtiğimizde bu şahsın ayak parmaklarının arasından kanlar fışkırıyordu ve bana bu fedakarlığı yapan bu şahsa benim büyük bir minnet borcum vardı. 20 yıllık sürgün yaşamımdan sonra bu büyük özgürlük savaşçısı kahraman insana minnet borcumu ödemek için hep böyle bir günü bekledim. Yine bana dönerek sizler Kürd halkına hizmet etmiş her ailenin tüm ferdlerine yardım etmek ve dostluğunuzu sürdürmek zorundasınız.” Diyerek benim meraklı sorularıma cevap vermiş oldu.
Konu-2) Yıl 1974, yine babam Hasan Taysun’un Hacca gitmek için bir hazırlık içerisinde olduğunu gördüm. Bir akşam beni odasına çağırarak bana Hacca gitmeden önce yapması gereken kutsal bir ziyaretten bahsetti. Bahsini ettiği kutsal ziyaret 1946-1947 Mahabad hareketine öncülük yapan Qazi Muhammed’in mezarını ziyaret etmek üzere ertesi gün İran’a geçeceğini söyledi. Bunun kimse tarafından bilinmesini istemiyordu şayet İran’dan sağ salim dönersem artık Kabe’yi ziyaret etmek için bir engelin kalmayacağını söylemişti. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ağrı’ya döndü ve oldukça sevinçli bir biçimde yine beni çağırarak “Ben kendi halkı uğruna idam sehpasını mertçe boylamış ve maiyetinde çalıştığım liderimin mezarını ziyaret ederek gerçek Haccımı yapmış oldum. Şimdi artık Kabe’ye gitmek için hiçbir engel kalmadı.” demişti.
Konu-3) Yıl 1974, Mahabad Kürd Cumhuriyetinin kuruluşunda vergi müfettişliği görevi yapan babam, 1947 yılında bir resmi açılış töreninde Kürdistan bayrağının göndere çekilmesi esnasında bulunur. Ancak Ala Rengin’in göndere çekileceği sırada babam Hasan Taysun’un kıyafetinde kravat eksiktir. O dönem Rus generallerinin de bulunduğu bu törende kravatın eksik olması hoş karşılanmayacağı için babam bir Kürd bayanının başındaki eşarbı emaneten alır ve onu fular şekline dönüştürerek boynuna bağlar ve böylece kıyafetini tamamlayarak Ala Rengin’in göndere çekildiği sırada sadece Ey Raqip marşını bilen altı arkadaşıyla resmi törende bulunur. İşte bu törende eşarbını emanet aldığı aileyi ziyaret eder ancak ne yazık ki eşarbın sahibi Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Babam o olaydan dolayı vefat eden bayanın şahsında hayatta olan aile fertlerine minnet borcunu ödemeye geldiğini söyler ve aile babamın bu davranışından dolayı son derece mutlu olur.
Yukarıda okurlarımla paylaşmış olduğum konularda amacım babamın veya aile büyüklerimin reklamını yapmak değildir. Asıl amacım Kürdlerin bölgenin hem en kadim milleti olduğu hem de kültürünün oldukça zengin güzelliklerle dolu olduğunu vurgulamaktır.
Şimdi buradan bazı çevrelere sormak istediğim, Ortadoğu milletleri arasında cesaretiyle, fedakarlığıyla, kadirşinaslığıyla tartışmasız bir üne sahip olan Kürd halkının, gelinen noktada mücadelesini sürdürdüğünü iddia edenlerin Kürdlere ait bu değerleri ne kadar sahiplenip savunduğudur. Kürd halkı, dünya milletleri arasında yukarıda yazdığım karakteristik özellikleriyle biliniyor olmasına karşılık peki biz Kürdlere ne oldu ve kimler bize ne yaptı ki Kürdistan özgürlük mücadelesine katkı sunmak üzere taa İsveç ülkesinden Güney Kürdistan’a gelerek iki yıldan beri peşmergelerle omuz omuza savaşan bir Kürdistan dostu savaşçıyı Şengal’den kaçırarak akıbeti bilinmez bir muameleye tabi tutuyoruz.
Böylesine bir davranışın herhangi bir haklı gerekçesi olamaz. İsveçli Tony, Kürdlerin onur kavgasında ölümü göze alıp ülkesinden Kürdistan’a gelen ender Kürd dostlarından birisidir. O şahsa yapılacak her kötü muamele Kürdlerin özgürlük mücadelesine ve Kürdlerin kadirşinaslığına vurulmuş büyük bir darbe olarak algılanmalıdır. Ülkemiz ve halkımız üzerinden büyük oyunların oynandığı böylesine hassas bir dönemde bazı çevrelerin Kürdistan’da birtakım sinir uçlarına dokunarak kardeş kanı dökmek istemelerine tüm Kürdler topyekün karşı durmalı ve böylesine kışkırtmalara hiçbir şekilde fırsat vermemelidirler.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
28.03.2017 / İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.