Maslow’un ortaya koyduğu ihtiyaçlar hiyerarşisine ait teorisi, toplumsal yapılanma hakkında bireyden topluma giden yolun parametreleri için önemli belirlemeler içermektedir. Bireyin en alt basamakta yer alan -biyolojik kökenli- temel ihtiyaçlarını karşılarken, sosyal yaşamı konusunda herhangi bir kaygı taşımadığını belirlemiştir. Daha üst nitelikteki ihtiyaçları konusunda sosyal kaygı duygusunun ön plana çıktığını belirlemiştir. Sosyal kaygı ile ihtiyaçların karşılanması arasında kurduğu doğru orantıyla aynı zamanda toplumsal yapılanmanın temel dinamiğini ifade etmeye çalışmıştır.
Dünya üzerinde bugüne kadar Maslow’un belirlediği temel dinamiği göz ardı ederek başarıya ulaşmıştoplumsal yapılanmalardan söz etme imkânı var mıdır yok mudur, noktasına bakmak gerekiyor. Tarihsel veriler orta yerde duruyor, herkes bunları açık biçimde inceleme şansına sahiptir. Bu nedenle toplumsal bir hareketten söz edilirken söz konusu hareketin dayandığı kitlelerin iyi tahlil edilme zorunluluğu vardır.
Toplumsal bir hareketin dayandığı kitlelerin ihtiyaçlarını karşılama konusunda Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşinin hangi basamağında yer aldıklarına bakmak gerekir. Biyolojik ihtiyaçlar seviyesinden bir üst noktaya ulaşabilen kitlelere dayanan hareketlerin başarı şansı yakaladıklarını bu seviyeye ulaşamamış hareketlerin ise başarı yakalama şansına sahip olmadıklarını görmek hiç de zor değildir.
Maslow’un bu belirlemesi, dünya üzerinde akla dayalı felsefi düşüncenin doğuşu anlatılırken temellendirme olarak kullanılan önemli bir referans noktasıdır. Özellikle Mezopotamya ve Mısır Medeniyetlerinin ulaştıkları bilimsel bilgi düzeylerine rağmen akli felsefi düşünce üretmekten yoksun oluşlarına neden olarak refahın orta sınıfa yayılamaması gerekçelerden biri olarak kullanılır. Akli felsefi düşüncenin doğuş yeri olarak kabul edilen -bize dayatılan- Antik Yunan toplumunda ise refahın orta sınıfa yayılmış olması örnek gösterilir.
Bir toplumun temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra elde ettiği artı ürün ve artı zamana sahip olması o toplumun bireylerinde sosyal kaygı duygusunun başladığını gösteren önemli bir veridir. Oysa buna sahip olmayan toplumlarda böyle bir duygunun başlamadığı da kesinlik biçiminde ortada olan bir veridir. Ki bu durum sosyal kaygı duygusunun temelinde doyurulmuş biyolojik ihtiyaçların olduğunu göstermektedir. Sosyal kaygıya yol açan temel parametre orta sınıfın sahip olduğu ekonomik düzeydir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi bu türden bir açıklama biçimini gizil olarak içinde barındırmaktadır.
Somutlaştıralım.
Konumuzu Kürd ve Kürdistan realitesi üzerinden ele almanın faydası var. Osmanlı’nın 1808’den itibaren Kürdistan’da devreye soktuğu merkezileştirme projesini, Kürdistan Mirliklerinin önemli bir kısmı kendi varlıklarına yöneltilmiş bir tehdit olarak algıladılar. Bu tehditin bireysel olmadığını, Kürd toplumsal yapısına yöneldiğini fark ettikleri için de karşı bir direnç gösterdiler, Osmanlı bu dirence, Kürd Mirlerini kendi toplumlarından soyutlama yoluyla cevap verdi.
Toplumsal anlamda bu durum şunu ifade etmekteydi: Bir toplumun aristokrasisini -ileri gelenlerini- dayandıkları toplumsal dinamikten çekip alırsanız toplumun rotasını şaşıracağı ve temel amaçlarını gerçekleştirmekten yoksun kalacağıdır. Osmanlı, Mirlikleri tasfiye etmek ile bu amacına ulaştı ancak hesaplamadığı bir şey daha vardı. O da, bir toplumun dinamiğini oluşturan önderlerinin yeni bir biçim kazanarak ortaya çıkacağı idi. Oluşan bu boşluk Kürd toplumunda -manevi- dini liderlerin o fonksiyonu üstlenmesiyle kısa bir sürede dolduruldu. Mirliklerden sonra Tekke ve Medereseler yoluyla doldurulan bu alan -bu manevi (dini) önderlikler- Osmanlı Devleti nezdinde yönelinmesi gereken ikinci kesimolacaktı.
Her iki durum da bizlere temel ihtiyaçlardan sonra sosyal kaygı duygusuna ulaşan kesimlerin tasfiyesi yoluyla Kürd toplumunun ulaşabileceği sosyal kaygı duygusunun ortadan kaldırılmasına yönelik olduğunu göstermektedir. Benzeri bir durum TC’nin kurulması ve ayaklarının yere basmayabaşlamasıyla da Kürdlere yönelik olarak gerçekleştiğini tarihsel veriler göstermektedir. Şimdi dikkatlerimizi biraz Bakur Kurdistanı dışına çevirince TC sınırları dışında kalan yerlerde tam benzeri bir durum yaşanmadığını göreceğiz. Ki bu durumun Kürd ve Kürdistan mücadelesini başarıya ulaştırmasa da yüzyıl boyunca mücadelenin diri kalmasına vesile olduğu görülecektir.
Bu durum şunu açıkça ortaya koymaktadır: Bir toplumun ileri gelenleri -aristokrasisi- o toplumun sosyal kaygı duygusunu harekete geçirebilen yegâne unsurdur. Eğer o toplumun önderleri olan ve sosyal kaygı duygusuna ulaşan kesimleri ortadan kaldırırsa toplumun rotasını doğru biçimde tayin edemeyeceğini göstermektedir. Ki bu tür toplumlarda geriye kalan kitlelerin manipüle edilmesi kolaylaşır. Yaniakıldanları yoksa dışarıdan kendilerine akıldan tayin etmek zorunluluğu hissedeceklerdir. Aslında bu durum sömüren ve sömürülen her toplumda görülmesi ihtimal dâhilinde olan bir sonuçtur.
Bakur Kürdistan’ı yüzyılın başında ileri gelenlerinin ortadan kaldırılması sorunuyla karşılaştı. Aynı zamanda Rusya ile Osmanlı arasında gerçekleşen uzun süreli çatışmalara sahne oldu. Bu çatışma ortamı, Ermeni tehciri -soykırımı- Bakur Kürdistan’ında temel ihtiyaçların bile karşılanamaz duruma gelmesine yol açtı. Dolayısıyla yüksek perdeden sosyal kaygı duygularını dile getirmekten imtina eden kitleler rotalarını sonuç itibarıyla yanlış çizdiler.
TC’nin çok partili hayata geçişiyle birlikte o güne kadar kısmen varlık kazanabilen Kürd ileri gelenlerininsağ siyaset içerisine sokulmaları onların toplumsal anlamdaki kaygılarının deformasyonauğramasında etkili oldu. Kalanlarının veya bu entegrasyona hayır diyebileceklerin de Sivas Kampı’nda toplanmaları yine ‘sosyal kaygı’ duygusunun törpülenmesini amaçlayan bir başka uygulama idi.
Sonuç:
İleri gelenleri törpülenen Kürd halkı çaresiz biçimde olup biteni seyretmek zorunda kaldı. Ancak 1960’lı yıllardan itibaren üniversitelerde sol ile tanışan Kürd gençliği sosyal kaygı duygusunu körüklemeye başladı. 70’li yıllar onların iç tartışmalarıyla geçti. 80’lı yıllarda ipleri eline geçiren PKK önce toplumun sosyal kaygı duygusunu dikkate alan bir programla varlık kazanmaya başladı. Ancak süreç içerisinde benimsediği ideolojik argümanlar nedeniyle toplumun ileri gelenlerini öncelikli hedefi haline getirdi. Ki bu durum 60’lı yıllardan itibaren öğrenciler üzerinden veya Bakur Kürdistan’ı dışında olup bitenler üzerinden toplumun ileri gelenleri arasında yükselmeye başlayan sosyal kaygı duygusunun tekrardaninkıtaya uğraması anlamına geliyordu.
90’lı yılların çatışma ortamında TC tarafından boşaltılan Kürdistan köylerinden hedeflenen amaç da aynı sosyal kaygının yok edilmesine yönelikti. Kürdlerin toplumsal yapılanması içerisindeki üretimsel gücünden kopartılan ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bir kesim oluşturuldu. Bu kesim şehirlerin varoşlarına yerleşerek kin ve öfke dolu bir duygu ile mobilize olmaları kolaylaşan kitleler haline dönüştürüldüler.
Toplumsal yapılanmanın motor gücü olan sosyal kaygı duygusunu taşıyan kesim yerine, kin ve öfke dolu kesim yerleştirilerek dinamiğin aslı unsurundan kopması PKK yapılanmasının işini kolaylaştıran bir veri oldu. Böylece değer ve normları önemsemeyen olup biteni kin ve öfke duygusuyla tanımlayan kesimin öne çıkması sağlandı. Bugün şehir merkezlerinde yürütülen çatışmalı ortamında çatışmalarda yer alan kesim dikkate alındığında bile 90’lı yıllarda köyleri boşaltılan kesim ve çocuklarının önemli bir yekûn oluşturduğunu görmekteyiz. Çatışmalar dabunlar üzerinden yürütülmektedir.
Sorun olan şudur; bu kesim üretimsel güç açısından toplumda önemli bir yer tutmadığı için kaybetme duygusundan yoksundur. Burada İbni Haldun’un Haderi ve Bedevi ayrımını dikkate alırsak bu kesim dinamiktir ancak günümüz koşullarında yaptırım gücüne sahip değildir. Eğer bu güce sahip olabilseydiler TC devleti şehirlerde gerçekleştirdiği yıkımın kendi ülkesinin ekonomisine darbe vuracağı varsayımı ile bu kadar pervasızca davranamazdı.
Çünkü sosyal kaygı duygusuna ulaşılan bir kesim olmadıkları için yerlerini ve yurtlarını kolay terkederek sömürgecinin istediği asimilasyoncu dönüşüme uygun duruma gelmeleri devletin işine gelmektedir. Oysa bu kesimler üretimsel güce sahip olsalardı hem yer ve yurtlarını terk etmez hem de sosyal kaygı duygusuyla toplumun dinamik kalmasına vesile olurlardı.
Günümüzün şehir çatışmasına maruz kalanlarla 90’lı yılların köy boşaltılmasına maruz kalanlar aynı durumda değildir. O dönemde bu kesim üretimsel bir güçtü ve devlet bu üretimsel gücü yok etmeyi hedefleyerek çatışmalı ortam içerisinde gelişme imkânı olanı sosyal kaygı duygusunu onlarıyoksullaştırarak yok etmeyi amaçlıyordu. Ki bu amacını bir anlamda gerçekleştirdi. Bu gün ise bu kesimin yerlerinden edilmesinde amaçlanan şey, daha çok asimilasyoncu dönüşüme uğramalarını sağlamaktır.
EZCÜMLELER:
Kuzey Kürdistan özelinden düşünüldüğünde Milli ve ulusal bir çizginin neden gelişme göstermediğini belki de bu çerçeve içinde okumanın faydası vardır. Temel ihtiyaçlarını karşılayan insanların düşünme becerilerini geliştirmeye yatkın oldukları ve bunun üzerinden milli bir duyguya öncülük edeceklerini, karşılayamayan insanların ise daha çok öfke ve kin duygusu üzerinden karşıtlık üreteceklerirealitesini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Devlet bu nedenle Kuzey Kürdistan\'ın üretimsel güç açısından yoksullaşmasını önemsiyor. PKK de mobilize etme gücüne sahip olduğu kitleler üzerinden buna çanak tutuyor. Çünkü örgütsel mantık çerçevesinde beslenme kaynağını kaybetmek istemiyor.
Sosyal bilimler, örgütlerin varlığını sürdürmek için orta sınıflara değil, daha çok fakir ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan kesimlere ihtiyaç duyduğunu ortaya koymaktadırlar. Nedenleri üzerinde kafa yormak gerekir mi?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.