Ercan İlgin: Kürt Entelijensiyasının Milliyetçilikle İmtihanı – 1
'' ... Ana akım içerisinde, kendisini milliyetçi olarak tanımlayan entelijensiyanın da en temel yanlışı, kendi milliyetçiliğine meşruiyet sağlamak adına bu düşünceyi “ezen ulus-ezilen ulus milliyetçiliği” ikilemine hapsetmek olarak ortaya çıkmaktadır. Oysaki milliyetçi düşünce bunun çok daha ötesinde, yerküre üzerindeki özgür milletlerin her bir ferdinin de her durumda içselleştirdiği bir olgudur. ''

Bilindiği gibi, son yıllarda, Kuzey Kürdistan toplumunun milliyetçiliğe bakış açısında olumlu anlamda ciddi bir değişim göze çarpıyor. Bu bağlamda, kendisini Kürt milliyetçiliğine karşı konumlandıran ve bu düşünceyi “ilkel milliyetçilik” olarak yaftalayıp ona karşı mücadeleyi hedefine koyan Kürdistan’da hâkim siyasetin bu tutumuna karşın, Kürtlerin hatırı sayılır bir kesiminin artık kendisini Kürt milliyetçisi olarak tanımladığı somut bir gerçeklik.
Bunun temelinde ise, Kürt milliyetçiliğinin, yadsınamaz bir haklılıkla, kendi milletine bir statü talebi yatmaktadır. Zaten, ezilen ve tahakküm altında bulunan milletlerin milliyetçi düşünceyi benimseyip onu içselleştirmesinin temelinde de bu gerçeklik vardır. Yani, kendi milletinin de yerküre üzerindeki diğer özgür milletler ailesine katılma talebi ve bunun yolunun da kendi milletinin de bir statü sahibi olması gerektiği gerçekliğinin farkında olunması vardır.
Keza, kendi milletine bir statü talebinin, milliyetçiliğin temel düsturu veya bir başka ifadeyle mütemmim cüzü olduğu herkesin malumudur.
Bu somut gerçeklikten hareketle, günümüz Kürt siyasetinin temel ayrışması da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu ayrışma iki ana akım temelinde oluşmuştur. Bu iki ana akımın bir tarafında, kendisini milliyetçi olarak tanımlayıp bu minvalde kendi milletine bir statü talep edenler, diğer tarafında ise kendi milletine statü talebini gereksiz gören ve bu doğrultuda da kendisini anti-milliyetçi çizgide konumlandıranlar yer almaktadır.
Bu doğrultuda, bu iki ana akım içerisinde, kendisini münhasıran Kürt milliyetçiliği karşısında konumlandıranlar, bununla da yetinmemekte, yine kendisini her zaman bu düşünceye karşı mücadele eden bir siyasetin odağı olarak tanımlamaktadır. Nitekim, bu ana akımın, gerek ideolojisine, gerekse de siyasi pratiğine baktığımız zaman, bu yapının, pek çok temel konuda, ihtiyaç duyduğu zaman, rahatlıkla kendi zıddına dönüşebildiğini, fakat Kürt milliyetçiliği söz konusu olduğunda bununla mücadeleyi şaşmaz bir biçimde temel hedefi olarak belirlediği gerçeğini görmekteyiz.
Diğer yandan, bu iki ana akımın diğer kanadını oluşturan kesimin milliyetçilik kavramına karşı ikircikli tutumu dikkat çekmektedir.
Söz konusu bu ana akım içerisinde belli bir kesim kendisini Kürt milliyetçisi olarak tanımlarken diğer bir kesim ise bu düşünceye karşı negatif bir tutum takınmamakla birlikte esasen kendisini bu kavramla tanımlamaktan kaçınmaktadır. Bu kesimin en çok tercih ettiği kavramların başında ise “yurtseverlik” gelmektedir. Oysaki “yurtseverlik”, özü itibarıyla çağımızda en çok kirletilen kavramların başında yer almaktadır. Ayrıca, bu kavram, hiçbir biçimde milliyetçilikle bire bir özdeşleşmemekte olup bunun yerine ikame de edilemez.
Diğer yandan yine bu ana akım içerisinde, kendisini milliyetçi olarak tanımlayan entelijensiyanın da en temel yanlışı, kendi milliyetçiliğine meşruiyet sağlamak adına bu düşünceyi “ezen ulus-ezilen ulus milliyetçiliği” ikilemine hapsetmek olarak ortaya çıkmaktadır. Oysaki milliyetçi düşünce bunun çok daha ötesinde, yerküre üzerindeki özgür milletlerin her bir ferdinin de her durumda içselleştirdiği bir olgudur.
Bu yazı dizisinde esas olarak bunları ele almaya çalışacağız. Çünkü bu durum, aynı zamanda, yukarıdaki satırlarda vurguladığımız gibi, Kürt entelijensiyasının milliyetçilikle bir nevi imtihanıdır ve bu doğrultuda bunların tartışılması bir gerekliliktir.
Bu doğrultuda, ilk önce Kürt siyasetinin 1960’lardan sonraki tarihsel sürecine kısaca göz atmalıyız. Bunu yaparken, aynı zamanda bu süreç içerisinde ortaya çıkan Kürt partileri ve örgütlerinin Kürt milliyetçiliğine karşı nerede konumlandıklarını da görmüş olacağız.
Bilindiği gibi, Kuzey Kürdistan’da uzun yıllar süren suskunluk 1960’ların ilk yıllarında yerini yeni bir milli uyanışa bırakacaktı. Şüphesiz bunda en büyük etken, efsanevi Kürt lideri Mela Mustafa Barzani’nin, 1946 yılından beri sürgünde yaşadığı Sovyet Rusya’dan, 1958 yılında Irak’ta oluşan iktidar değişimi sonrası Kürdistan’a dönmesiydi. Onun ülkesine dönmesi sadece Güney Kürdistan’da değil, Kuzey Kürdistan’da da yeni bir milli uyanışı tetikleyen en önemli faktör olacaktı.
Bu minvalde 1960’ların ilk yıllarından başlayarak, kendi milletinin özgürlüğünü esas alan yeni bir Kürt entelijensiyası oluşmaya başladı. Bunun ilk örgütlü adımı 1965 yılında kurulan T-KDP (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) idi. Bunu, 1969 yılında kurulan DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) takip edecekti.
Şüphesiz, gerek T-KDP’yi, gerekse de DDKO’yu ortaya çıkaran esas irade, dönemin Kürt aydınlarının kendi milli kimliğini sahiplenmesi ve bu realiteyi, kendisini yok sayan kolonyalist rejime dayatmasıydı.
Bu iki kesimden T-KDP, illegal örgütlenme temelinde esas olarak gelenekçi-muhafazakar Kürtler arasında taban bulurken DDKO ise legal örgütlenme temelinde, daha çok seküler ve şehirli kesimin rağbet gösterdiği bir kurum olacaktı.
İkincisinin, yani DDKO’nun seküler kimliğine yön veren esas etkenlerin başında da, o dönemde revaçta olan ve bu yapının içindeki Kürt aydınlarını da birincil düzeyde etkisi altına almış olan sosyalist ideoloji gelmekteydi. Bu durum, bu yapının, aynı zamanda kendi içinde önemli bir zaafını da teşkil etmekteydi. Çünkü, bu kadrolar, aynı zamanda, bu ideolojik yakınlaşmanın kaçınılmaz sonucu olarak, o dönemde Türk şovenizminin en önemli sol inşası olan MDD çizgisine bağlı Türk sosyalistleriyle dirsek temasını devam ettirmekteydiler.
Fakat bu zaafına rağmen, bu yeni oluşumun esas önemi, dönemin Kürt entelijensiyasının, kendi milli kimliğini ve milli taleplerini esas alarak, Türk sosyalistlerinden bağımsız olarak örgütlenme iradesini göstermiş olmasıydı.
Diğer yandan bu yapı etrafında bir araya gelen Kürtlerin o dönemdeki talepleri de kolonyalist rejimin Kürt realitesini tanımasıyla sınırlıydı. Bu doğrultuda esas talep kendi etnik farkındalığına saygı duyulması üzerine kuruluydu. Yine bununla birlikte, Cumhuriyet rejiminin “Türkiye’nin doğusu”nu ihmal ettiğini ve bu bölgenin de kalkınması için gerekli adımların atılmasını devletten talep etmekteydiler. Nitekim bu talepleri doğrultusunda o dönemde “Doğu mitingleri” düzenleyeceklerdi.
Yine de, tüm bu sınırlı taleplerine rağmen bu kurumu, şehirli seküler kesimin Kürt milliyetçiliğine evrilmesi yolunda ilk utangaç adımı olarak tanımlayabiliriz. Nitekim bundan iki yıl sonra, 1971 darbesi sonrası tutuklanan bu kadrolar, cezaevi sürecinde, Kürdistan hakikatini içselleştirme bağlamında önemli bir değişim geçireceklerdi
Bu noktada, 1970’lerin Kürt hareketlerine geçmeden önce, 1969’da, Sait Kırmızıtoprak’ın (Dr.Şıvan) öncülüğünde kurulan T’de KDP’ye bir parantez açalım. Çünkü bu parti, o dönemde, diğer iki oluşumun tersine, kendisini çok net bir biçimde Kürt milliyetçisi bir yapı olarak adlandırıyordu.
Bu partinin politik çizgisi iki bakımdan oldukça önemliydi. Birincisi Marksist ideolojiyi rehber edinmesine rağmen kendisini aynı zamanda Kürt milliyetçisi bir hareket olarak tanımlaması, ikincisi ise, Türk Marksist hareketi ile arasına kalın bir duvar örmüş olmasıydı.
Bu bağlamda, bu partinin tüzüğünün 7. Maddesi son derece önemliydi. Şöyle deniliyordu:
“T-KDP; emperyalizmi ve özellikle günümüzde ortaya çıkan bazı azgelişmiş ülkelerdeki dâhilî, milli-sosyal çelişkileri, bilimsel metotlarla analize eder: Giriş bölümümüzde, mahiyeti kısaca belirtilen Dâhilî Milli Çelişki çözülemediği, yani Türkiye’de Kürt halkının inkârı ve demokratik milli haklarının gaspı şeklinde ortaya çıkan, dâhilî-milli ezme tatbikatı sona ermediği müddetçe; Kürt halkının dâhilî-milli muhalefet potansiyelini münhasıran, “Milletlerarası Emperyalizme Karşı Savaş!” alanına kanalize etmek isteyen tüm fikri ve aksiyoner çabaları kötü bir tuzak ya da fahiş bir yanılgı olarak telâkki eder.”
Sait Kırmızıtoprak, bundan bir yıl kadar sonra, Kürdistan tarihinde bir kara sayfa olarak yer alacak olan “Saitler Olayı” sonucu hayatını kaybedince bu partinin faaliyeti de son bulacaktı. Fakat, bu parti içinde yer alan kadroların önemli bir kısmı, 1970’lerde oluşan Kürt örgütleri içerisinde önemli bir rol üstlenmekle kalmayacak aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine en yakın yerde duracaklardı.
Devam edecek…
Son güncellenme: 20:48:54