Birahîm Qijikreş: Kurd dili Üzerine düşünceler

Ezman (gökyüzü), zemin (yeryüzü) ziman (dil) hepsi aynı anlamdadır. Hiyarerşik sınırlı ve tarafgir olan hiçbir şey buna ait değildir. Yok olma tehlikesi altındaki Kırmancca’nın korunması tüm Kurdî dillerin sorunudur.

24.05.2020, Paz - 10:09

Birahîm Qijikreş: Kurd dili Üzerine düşünceler
Haberi Paylaş

‘’Katr fıl katr ittifak bil nehr

Nehr fil nehr içtima bil behr’’

Damla damla ile ittifak ederek nehir olur, nehir nehir ile cem ederek deniz olur. Arapça bir dubeyti olan bu ibarenin izleğinde dilin uzay zamanında (space and time) Kırmancca’nın dereden(dereyek) deryaya(derîya) olan uzamında(dergî), beşikten(derguş) Eşiğe(dewris) olan aurasını(hewremîn) seyri sülük edeceğiz. Ancak Kırmancca’nın mahiyeti (çi ya estu) ve hüviyetine (çi çiniyu) dair innuitçe (Eskimoların kendilerini betimledikleri özgünad) bir cevap suali belirgin kılacağı gibi ve metnin seyrini kolaylaştıracaktır.

Politik bir umar olarak günümüzün modern ulus devletlerin sarıldığı çok kültürlülük Kavramının rol model ülkesi olan Kanada’da otokton halkların çocuklarının asimilasyona tabi tutuldukları ıslah okullarında herhangi bir çocuk kendi dilinde tek bir kelime söylediğinde ağızları sabun ile zorla yıkatılırdı. Aynı minvalde Türkiye’de uygulanan yatılı bölge okullarında lokal düzlemde de olsa bir biçimiyle bazı çocuklara bok yedirildi.

Bu ıslah okullarından bir şekilde bir yol bulup kaçan innuit çocukları bölgesel alanlarına geldiklerinde yerlilerin yaşlıları hayatta kalma, fok ve kutup ayısı avlama ve sömürgecilere karşı savaşçı yetiştirmek yerine bu gelenlere gençliklerine kadar şunu öğrettiler; bir innuit ava çıktığı her üç seferinde ancak birinde başarılı döner. Ama her seferinde ava üç defa çıkar. Birincisinde doğayı gözler, ikincisinde kendini süzer ve ancak üçüncüsünde avının izini sürer. Mütemadiyen avı başarıyla gerçekleştirdiğinde ivedilikle orada avı üç eşit parçaya böler. Birinci kısmını doğadaki diğer hayvanlar için terk eder, ikinci kısmını yaşam bölgesinde avlanamayan yaşlılar ve çocuklar için bırakır, üçüncüsünü ise kendisiyle mahalline götürür. Burada bunu yine üçe böler birincisini komşularına, ikincisini akrabalarına ve üçüncüsünü nihayet kendisine alır. İşte biz buna innuitçe diyoruz. İnnuit yaşam örüntüsü atl (dere) ve tepetl (kas/til/tepe) ilişkisi üzerine kurulmuştur.

Benzer durum medeni/bedevi, Yörük/yatık, koçgir/koçber yerleşik tarım öncesi birçok toplulukta mevcuttur. Lakin modern ulus devletlerin yeniden yapılanmaları sürecindeki bir alanda homojenleşme, tarihi referans alarak ortak bir geçmişe atfedilen kültür, dil, töre vb. gelenek söyleminde geleceğe dair istikbal belirleme ereğinde oluşturduğu yeni dünya gerçekliğinde etkilenmeyen ve ezilmeyen topluluk kalmamıştır. Huxley’in betimlediği biçimiyle keşf edilmemiş hiçbir yer kalmadı, keşfedilecek zamanlara kaldık. Uluslaşma sürecinde geç kalan/bırakılan toplulukların oluşturamadığı gücün yerini kimlik söyleminde etnik olmak durumu ve hızla eriyip yok olmaya karşı tetik tedirginliği kalmıştır.

Bu bağlamda Kırmancca’nın merkezi Koçgiri’de tutan bumerang misali bir ucu Hazar Denizine bakan ve diğer ucu Hürmüz Körfezine denk düşen tarihselleştirme söyleminin teorik arka planını Chomsky’nin geliştirdiği dilin evrensel grameri ile Sapir ve Whorf’un dilin göreceliliği hipotezinde öne sürülen iddia ve itirazların konum ve durumlarını belirleyip, dil felsefesinin sentakstan semantiğe doğru akan günümüz Wittgenstein yorumcusu Kripke ‘nin modellemesi eşliğinde nihai olarak değerlendireceğiz.

1786 yılında William Jones, Sanskrit, Latin ve Yunan dillerinin benzer bir gramer ve sözcük dağarcığına sahip olduğunu belirleyerek, bunların günümüzde artık mevcut olmayan ortak bir ata dilden doğduğunu öne sürdü (Hughes 1962). Bu ortak ata dil Hint-Avrupa dilleri altında Cermen, Kelt, Latin, Yunan, Slav, İran ve Hint dilleri alt dilleriyle belirlendi. Jones ortak atadan doğan bu dilleri karşılaştırmalı diller bilimi adı altında incelemeye başladı. Bu durum lengüistik biliminin gelişmesinde yapı taşı oluşturmuştur. Ruhlen, bu durumu benzer diller arasında genetik bir bağ olduğunu ileri sürerek evrimsel bir yaklaşımla dilleri kategorize etmiştir. Arnold M. Clark, bu durumu şu şekilde ifade etmektedir. Bu bağlamda dil bilimde kullanılan filo-genetik tema biyolojideki evrim ağacıyla aynı işlev ve biçim sahiptir.

Hint-Avrupa ana dil grubu ile birlikte 17 ana dil grubu belirlenmiş bulunmakta lakin tüm bu dillerin filo- genetik haritası tam olarak belirlenememiştir. Hali hazırda dilbilimde ve dil ile ilgili çalışmalarda en fazla referans alınan teori budur. Ancak bu teori yaygınlık gösterdiği alan itibariyle Bask dili ve Ural dil grubuna giren Macar ve Fin fiilerini kapsamına alamamaktadır.

Bu teoriye ilk eleştiriler morfolojik düzlemde evrensel dil mi ya da genel dil teorisi mi üzerinden yapıldı. Çünkü aynı dil grubunda yer alan dillerin morfemleri (cümlenin en küçük yapı taşı(öğesi)) üç farklı biçimde sınıflandırıldı; ayrık, eklemeli ve kaynaşmalı. Sentaks (özne, nesne, yüklem, basit cümle) düzleminde ise Kelt dilleri Arapçanın olduğu sınıfa girerken Ermenice İrani dillerinin dışına çıkmaktaydı. Greenberg geleneği bağlamında bu durum ziyadesiyle orta-amerikan dillerine uymaktaydı. Bu tipolojiler Prag Okulu, Leningrad yapısal tipolojisi, öndürücü dilbilgisi ve benzeri çalışmalarla canlılığını sürdürmektedir. Son olarak bu teorinin evrimsel biyolojiyle olan yakınlığıyla alakalı genetik özellikler ve dil ilişkisi bağlamında sonuçları üzerine birkaç noktaya değinmekte fayda var.

Luca-Sforza’nın yaptığı genetik bazlı çalışmada aynı dil ailesinden olan diller arasında istatistiksel korelasyonlar not edilse de birbirine uzak olan diller arasında bu bağ kurulamamıştır. Amerika’daki üç anadil grubu üzerinde genetik korelasyonlar not edilse de diller arasında süper dil ailesi bağlamında dil aileleri üzerinde yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Dikkat çeken özellikler bağlamında Çin-Tibet dilleri özelinde genetik özellikler ile dil özellikleri göze çarpmaktadır. Bu ise Han döneminden beri homojenleşen Çin politikalarıyla açıklanmaktadır. Benzer durum İskandinavya’daki Lapp ve Samoyed dilleri ile ilişkilidir. Bu diller Ural kökenli olduğu halde gen haritasının Avrupalılaştığı gözlemlenmiştir. Fakat Bask dili için herhangi somut bir köken belirlenememiştir. Ancak Kırmancca üzerine olan iddialar bağlamında bizim için önemli olan kısmı Etiyopya ve Somali dil ve genetik sonuçlarıdır. Kırmancca üzerine oluşturan bumerangın bir ucu deylem iken diğer ucu Elam’dır. Bu dilemma Kırmancca konuşan kesimler arasında oldukça güncellenen köken ve göç merkezi ile dili dünya haritasında oturtma ve toplum hafızasında şekillendirme ereğinde oluşan yazım ve belagatında merkezi bir konum oluşturmaktadır. Bu bağlamda Elam tezini bu evrensel dil terorisinde irdelemek ve son araştırmalar ile konumlandırmak önem arz etmektedir. Günümüzde özellikle New-Zazacacı kesimin ‘’Zaza’’ kelimesinin etimolojisi üzerinden yürüttükleri sinonim temelli çalışmaların merkezinde İlam eyaletindeki Susiana kenti yatmaktadır.

Bir diğer sinonim ise Sasani devletidir. Birçok araştırmacı ister bilimsel olsun ister gönüllü olsun teorik çerçevesinin ne olduğunu araştırmadan salt benzerlik üzerinden oldukça ciddi iddialar öne sürmektedirler. Haricen akademik düzeyde oldukça iyi olan ve mefhumun tüm bağlamlarına hâkim akademisyenlerin dilin tarihsel kümülatifinde karşılaştırmalı diller bağlamında devam ederken, farklı teoriler üzerine çalışmaları tercih etmemektedirler. Sosyal bilimlerdeki araştırmaların emic (zînc) ve etik (sînc) ederi araştırmacının içinde bulunduğu konum topluluk, toplum değerleriyle uyuşması emik iken, bilginin ve hakikatin tüm bu değerlerden bağımsız gerçekliği etiktir. Bu anlamda birçok araştırma emik (zîncî) ve birbiriyle zincirlemedir. Etnografik (ırk bazlı) çalışmaların yoğun olduğu kolonyalizm döneminde ve akabindeki birinci dünya krizine kadarki çalışmalar kafatası sinonimi üzerinden ele alındığından ziyadesiyle ırkçı, etnosentrik ve kafatasçıdır. Antropolojinin gelişmesi bu anlamda önemli ve kayda değerdir. Dilin göreceliği teorisi bu çalışmaların nihayetinde güncellenmiştir. Ilk dönem çalışmaları kırmanccayı afro-asyatik dilleri ekseninde afro-aryan çerçevesine oturtmaktadır. Bu çalışmalar örneklemlerini Sanskrit-Tamil (dhavanari) karşılaşmasından almaktadır. İlk dönem çalışmaları Sanskritçeyi Hint-Avrupa dillerinin kökenin olarak beyaz değerlendirdiklerinden Tamil dillerini siyah ele alır. Ari politikalarının merkezini de bu ön sayımlar oluşturur. Benzer durum Hürmüz Körfezine uygulandığında Elam kültürü baz alınarak Tamiller gibi Loranice ve Kırmancca konuşanların siyah Afrika’n kökenli olduğu ve Aryan dili konuştukları iddia edilmekteydi. Diğer taraftan ise Kurmanclar’ın İskandinav kökenli olduğu işlenecektir. Afrika’dan özellikle Etiyopya merkezinden dağılan insanlığın tek kökenden doğduğuna dair inanca o günün okumalarına uygun düştüğü düşünülen bir varsayımdı. Teorik çerçeveden bağımsız yapılan alıntılarla bu tezin söylemleri halen bile birçok kişinin inancına temel oturtmakta ve üzerinde birçok yeni iddia ve kanıt aranmaktadır. Bu teorinin uzamı ‘’Zaza’’ kavramı üzerinden yürümektedir.

Evrensel dil teorisi bağlamında öne sürülen bu iddiaları yine bu teorinin yaptığı genetik araştırmanın sonucu noktasından değerlendirelim.

Gen ve dil ilişkisi bağlamında Kırmancca’nın Afro-Asyatik verileri ırk siyah dil beyaz bağlamı (Etiyopya, Somali) gen haritasının Afrika kökeni %50 civarında ve diğeri Arap, Aryan ya da Kafkas. Dolayısıyla Afro-Asyatik dilin orijini Afrika mı yoksa başka bir yer mi belirsiz. Tersi biçimiyle eğer Afrika kökenli olsa bu oran gen olarak Afrika dışında oldukça düşüktür. Her ne kadar araştırma bir belirsizlik noktasına işaret etse de Kırmancca’nın ve dolayısıyla Loranicenin Afrika kökenli olmadığı belirgindir, oradan doğmadığı da aşikardır. Lakin bu tez varlığını sürdürmeye devam edecektir, tartışmalar ve niyet okumalar politik arenada bilimsel araştırmalar söyleminde sürmeye devam edecektir. Ancak bumerangı ne kadar uzağa atarsanız atın yine geri dönüp size olduğu yeri işaret edecektir. Evrensel dil teorisinin üst dil aileleri bağıntısında öngördüğü ana orjin dile ulaşma ereğindeki çalışmaların en başarılı örneği kurgulanan Hint-Avrupa dili sözlüğüdür. Birçok dilbilimcinin yararlandığı ana kaynaklardan biridir. Ancak Thomas V. Gamkrelidze ve V. V. Ivanov bu sözlüğün oluşturulmasında kaynak sağlayan fonolojiden yararlanarak bu dilin merkezinin neresi olabileceğine dair görüşlerine yer vererek Kırmancca üzerine tartışmalara bir üçüncü alan daha açmakta yarar görüyoruz. Oldukça tartışmaya açık bir alan olduğu için direk yazarlardan alıntılarla bilginize sunmayı uygun buluyoruz. Masallarıyla bilinen Grimm Kardeşler’den J. Grimm b, d, g yumuşak seslilerinin neden Almanca’da sert sessiz olan p, t,k‘ye dönüşmesine getirdiği açıklamayla birlikte fonoloji çalışmalarına öncülük etmiştir.

1958’de Paul Thieme Hint-Avrupa dilinin merkezini And Dağları ile Baltık Denizi’nin arasına oturtmuştur. Ancak arkeolojik kazılardaki gelişmeler, dilbilimindeki gelişmelerle birlikte ölü dillerin deşifre edilmesiyle beraber üst Hint-Avrupa dilinin merkezi yeniden tartışmaya açılmıştır. İhtimal dahilinde bölgeler Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya ve Batı Asya. Bedrich Hrozny’nin Hitit tabletlerini çözmesiyle beraber Luvi, Likya, Lidya, Frigya vb. Anadolu Hint-Avrupa dillerinin keşfi ilgi odağını Anadolu’ya çekmiştir. Yunan ve Ermeni dilleri haricinde keşf edilen bu diller ile tarihin yönü daha doğuya kaymıştır. Ancak Hititler’in yazıyı Hurriler’den aldığının anlaşılmasıyla beraber bu dillerin de Hint- Avrupa dillerinden doğduğu fonoloji üzerinden kanıtlanmıştır.

Michael G. F. Ventris and John Chadwick’in Mitanni dillerini çözmeleriyle birlikte bu dilin ne Sanskrit ne de Yunan ve Ermeni lehçeleri olmadığı ortaya çıkmıştır. En son Türkistan’da Çin yazıtlarında adı geçen Tokari dilinin keşfi ile tarihin seyri farklı bir alana kayacaktır. 20. Yüzyılda keşf edilen bu son ölü Hint-Avrupa dilinin W. N. Henning’in öngörüsüyle Gutilerdir. Brahmi alfabesiyle yazılan bu Budist metinlerin çözülmesi çok da zor olamamıştır. Bu dilin Latin-Kelt kökenli olmasıyla birlikte gözler onu Hint-Avrupa dilinin tam merkezine almıştır. Zira Hint ve Avrupa dillerini ikisini birlikte merkeze alan bu dilin önceli bunu doğuşuna ve yayılımına kaynak olabileceğini göstermiştir. Bu anlamda Tokari dili, Hazar hattından doğuya göç etmeden önce bu iki dilin ortak atası olarak Doğu Anadolu’da (Kürdistan) olması muhtemeldir.

Bu iddianın ana çerçevesini oluşturan aslında arkeolojik ve tarihsel konumlandırmalar değil daha ziyade fonolojik kanıtlardır. Bu anlamda b, d, g, sessiz harflerinin fonolojik özelliklerini inceleyeceğiz. Sesli, sesli soluklu, sessiz, gırtlaksı, sesli/soluklu, sessiz/soluklu

b bh p p’ b/bh p/ph (f)

d dh t t’ d/dh t/th (s)

g gh k k’ g/gh k/kh (x)

b,p ve v dudaksı ünsüzleri baskın karakter sergilediğinde ağırlıkla b’ye dönüşür. Kırmancca da va, Kurmancca’da ba rüzgâr anlamına gelir. Gırtlaksı özellik gösterdiğinde bu sesler yumuşama belirtisi gösterir. P’an, t’al, k’al ya da pwan, twal, kwal; yassı, acı, yaşlı (pan, tal, kal Kurmancca). Fonetik bağlamda sert sessizler daha muhafazakâr ve sabit olduğundan dildeki ses değişimlerinin koruyucusu fonksiyonuna sahiptir. Bu minvalde yapılan sözcüklerdeki ses değişimi analizlerinde ana/kız dil dağılımında Yunan ve Ermeni dilleri bölgeleriyle sınırlı kalırken Yukarı Mezopotamya’dan (Van Gölü ve Urmiye Gölü havzalarından) Anadolu’ya dilleriyle beraber öldüler. Daha doğuya gidenler Kafkaslar, Turan ve eski Hint halklarıyla karşılaşarak bir kaynaşma sağladılar. Bunun için en önemli faktör tarım, atın evcilleştirilmesi ve tekerlekli at arabasının icadıydı. Petrogliflerdeki bu relifler büyük çoğunlukta bu havzada bulunmuştur. Avrupa’daki bulunan en eski mezar gömüleri bu kalıntılardır. Toprak açlığı bu toplulukları Hindi-Çin’den (Nuristan) ve Sibirya steplerinden Avrupa’ya kadar yaymıştır. Aynı evrensel dil çerçevesinden bakan İvanov ve Gamkrelidze’nin değerlendirmelerinde anlaşılacağı üzere Kırmancca’nın Deylem bumerangı da dönüp aynı yere geri gelmektedir. Evrensel dil teorisiyle ilgili son bir söz söyleyerek makalenin girişindeki innuit dil tanımıyla dilin göreceliliği teorisine giriş yapmak istiyoruz.

Yapay zekâ kuramı evrensel dil teorisinden sağaltılan bir perspektif üzerine kurulmuştur. Hülasa eğer dil evrensel ve evrimsel ise o zaman yeni bir dil yaratılabilir, bu bağlamda yapay zekâ mümkündür düşüncesinden doğmuştur. Ancak Newton Mekaniğinden Kuantum Mekaniğine geçişle yeni bir metafiziğe aralanan modern dünya tüm bu tartışmaları analitik felsefenin açtığı dil felsefesi üzerinden yürütmektedir. İşte bu nokta da dikkatleri şimşek gibi üzerine çeken teori Sapir-Whorf hipotezi Hopi dili üzerindeki çalışmalarında yayınladığı uzay ve zamanın olmadığı bir görü üzerinden sunmasıyla Kuantum Fiziğindeki çıkarımlara yakın düşmesiyle bilinç bilimlerinde çalışmalarla ciddi katkı sağlamıştır. Teorinin en dikkat çeken tarafı dilin düşüncemizi belirlediği ya da etkilediği iddiasıdır. İnnuitçe budur da ki kasıt tam olarak budur. Cavalli-Sforza’nın dil ve genetik haritasına baktığınızda Koçgiri’nin sınırlarıyla karşılaşırsınız. Haritayı, resmi Türkiye tarihiyle birlikte okursanız Amasya tamimisinden Hatay’ın topraklara katılmasına kadar Atatürk dönemiyle karşılaşırsınız.

İşte Koçgirî tam bu sınırlardan başlar. Bundan kastımız çok dilli Osmanlıcadan tek dilli cumhuriyete geçiştir. Dilin göreceliliği teorisine öncülük eden W. Humboldt 19. Yüzyılda tek ulus tek dil söyleminin dilden düşmediği dönemde her dilin kendi dünya görüşü vardır sözüyle karşı çıkarak, gelişmiş dil ilkel dil gibi hiyerarşik söylemlere karşı çıkmıştır. Koçgiri nedir? Latince tabiriyle ex orientalis, lux (ışık doğudan yükselir). İrani dillerin batı sınırıdır. Kelime anlamı göçün tutulduğu yer demektir. Masalsı bir ifadeyle dere tepe aşıldıktan sonraki düzlük. Aslında Kırmancca’nın anavatanı Koçgiri’dir. Bu hat Gordion’dan başlar ve alt taraftan Buşehr’e üst taraftan Gurgan’a kadar uzar. Dereden Derya’ya uzanan bu hattın dilleri batı İrani diller havzasıdır. Üst hat Tat, Azar, Taliş, Gilak, Semnani, Khotan, Mazenderani, Gurgan’a kadar Hazar Denizi’nin kıyılarından uzanırken, alt hat Laki, Şexbizini, Kelhuri, Luri, Bextiyari, Mamasani hattında Hürmüz Körfezine kadar bir parabol çizer. Bu iki hattın hinterlandına Kirdasi düşer. Bu dağların ardından Persia oradan da yukarıdan aşağıya Dari, Peştun ve Beluc sıralanır.

J. Grimm’in fonetik görüsü üzerinden gidilirse Kürdi diller için benzer bir ses harita ortaya çıkar. Bu ses haritası izlendiğinde bir göç hattı belirginleşir. Bu hat tepelerden akan derelerin şarkısını söyleyen vadilerden toplanarak çaylara akar, onlardan müşterek nehirler haliçte ya da deltadan (kendinin taşıdığı topraklardan) da geçerek deryalara varır.

Ancak günümüzde şair Mehmet Çetin’in ibaresiyle sularında boğulan nehirlerin şehadetinde bir çoban misali ark(arche/suyun bıraktığı iz ya da yatak) izi süreceğiz. Şieyene (şuyene)/şieyiş (şiyayîş) Kırmancca’da gitmek ya da bir hatta / iz bırakarak akmak anlamlarına gelir. Zor olan hep kalmaktır. Kaldığında tuz bile çürür, su bile kokar. İbn-i Haldun bu duruma umranında sunnilik (hayy’ı unutmak) üzerinden değil sufilik (hayy’ı hatırlamak) üzerinden bir çözüm zikr eder. Bir balığın denizden geri doğduğu dereye yolculuğu timsali hatırlamak ve hatırı kalmak bağlamın düzen bozan (medeni) şehre düzeni (doğalı) aralar.

Bu anlamda gitmek fiilini ilk etapta irdeleyeceğiz. Şu- fiil kökü gitmek (şu-wane, şiyane), iz bulmak (ray-wan) ve yol sürmek (ray-ber). Her ne kadar modern dilde çoban anlamında kullanılan bu sözcük. İlk anlamı itibariyle yol bulan, iz süren, suyun izini bulan lider, öncü vb anlamlarındadır. Koçberliğin kilit tanımıdır bu sözcük. Kurmanci ‘’şivan’’, Farsçada çoban anlamlarına gelir. ‘’Şivan’’ sözcüğü modern Kurmancide sadece yapım eki olarak -şu ve -şo formlarındadır. Tevşo, hewşu, komşu, çarşu, cilşo etc. Pastoral dönemin koçberliğin lider formu ray-ber’i şuwan’dır. Ray ise yön ve yol anlamlarındadır. Bu yollar hep suyu takip etmektedir. Bu minvalde dere’den derya’ya bir dergî (uzam) üzerinden Kırmancca’nın haritası mümkündür.

Zazaca kuzey Mezopotamya’da; Diyarbakır, Dersim, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Muş, Bitlis illerinde; Siverek ve Gerger`de; Bitlis ve Siirt’te, Sivas’ın doğu ilçelerinde (Qoçgiri) Malatya’nın Fırat boylarında; Sarız’da, Maraş’ın bir kısım köylerinde, kısmen Gümüşhane’de, hatta Kars ve Ardahan’ın bazı yerlerinde konuşulmaktadır’ (Rosan Hayıg). Zazaca’nın konuşulduğu bölge, Sivas’ın batısından başlayarak Dersim (Dêsım), Erzincan (Erzıngan), Gümüşhane’den doğuya Bingöl (Çewlıg), Erzurum’un kuzeyi (Çat, Aşkale, Tekman, Hınıs), Varto’dan (Gımgım), Elazığ (Xarpêt) üzeri güneye Diyarbakır, Siverek (Sêwregı), Adıyaman (Semsur) illerine kadar uzanan bir alanı kapsamaktadır. Ayrıca Malatya (Pötürge ve Arapkir), Batman (Sason), Bitlis (Mutki) Kayseri (Sarız), Kars (selim) Ardahan (Göle) Aksaray illerinin bazı köylerinde ve de İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin gibi metropollerde de konuşulmakta

.Asmêno Bêwayir. Bu yazarların çıkardığı haritaya göre Kurmancca’nın konuşulduğu harita Aras-Kura hattı ve Karasu-Murat daha genel hattıyla Dicle-Fırat hattıdır. Aras-Kura hattı Hazar Derya’sına dökülür ve bağlamda özelde Gilak (Deylem) üzerine tartışmalara bakacağız. Karasu-Murat ya da ark (suyun bıraktığı iz)-jeolijik adıyla Dicle-Fırat hatta Hürmüz Körfezine dökülür ve bu bağlamda özelde Lakî üzerine tartışmalara bakacağız.

Kurmancca ile ilgili üç zariziwan’a bakacağız. Merkez (alan) kuzey ve güney hatlarına ya da Kirdkî, Kirmanckî ve Dimilî (Zaza), ben bunlara ‘’zarîn’’ demeyî tercih ediyorum. Lakin merkezi de hiyerarşik anlamda kullanmıyorum, aksine merkezsiz alan ya da genel hat anlamında kullanıyorum. İsteyen istediği alanı merkeze alabilir. Bu ister kuzey ister güney isterse de proto-merkez (primordalist) anlamıyla tahmini eski dil de olabilir. Aynı durum Kurmanci için de Farsça için de geçerlidir.

Yalnızca Doğu İrani dillerini yukarıdan aşağıya ya da kuzeyden güneye Dari, Peştun ve Beluc diye ayırdım. Bunu genel hatlarıyla tartışmayacağım için anlaşılır kılmak anlamıyla yaptım. Bu anlamda İrani dilleri değerlendirirken iki yönü bumerang misali çeper ya da daha bilimsel anlamıyla çan eğrisi misali bir parabol biçiminde soğanlı bitkilerin büyüme formuyla ilişkilendirdim. Kırmancca’nın derelerinin ulaştığı deryanın doğusu, daha doğru bir ifadeyle kuzey doğusu Dari’dir. Modern Darice’nin batısında yer alan bu dil Teberce adıyla bilinir. Koçgirî’de (Gordion) ölen ancak kültür olarak ‘’bozlak’’ ve ‘’abdal’’ adlarıyla bilinen Türkçe içinde sadece 200 kadar kelimesini koruyan ve meşhur tarihçi Taberi’nin dilidir.

Maalesef hem kuzey doğu da (İran’daki Gurgan) hem de kuzey batı da (Çankırı-Çorum- Yozgat- Kırşehir) öldüğü bilinen ilk İrani dildir. Kırmanca’nın hazar üzerinden uzandığı orta noktada kuzeyde Mazendari onun altında da Kuzey Farsça mevcuttur. Daha batısında Gilaki, Talişi, Tat dilleri bunun altında da Kirdasi, Kuzey Kırmanci’nin (Serhed) zarîni mevcuttur. Ayni durum Hürmüz hattında da devam eder. Güney batı Farsça, Loranice’yle komşu iken güney batı Kırmancca (Sorani) Kelhuri, Laki ve Şêxbizini ile komşudur. Doğu ve batı İrani diller en geniş çeperde birbirileriyle buluşur. Partça’nın, Avestaca’nın, Belucice’nin, Darice’nin, Kırmancca’nın birbirine yakın olması bundan kaynaklıdır. Buşehr’den başlayan güney batı Kırmancca hattı Aksaray, Karaman, Maraş hattında genel hattıyla Şêxbizini ve kuzey Azerbaycan, Sivas, Göle hattıyla Laki’dir. Zira göç güzergahı kuzey güney hattındadır. Pêri deresi örneğinde olduğu gibi. Tüm bunların merkezinde Batı İrani dil olan Kırmancca’nın merkez kuzey ve güney hatları Kırdasi ile karşılaştığında ortaya çıkan tablodur.

Dimili (Zaza) fonetik açısından Kırdki ile karşılaştırıldığında Kırdki, Zazaca’dan ziyade Serhed Kurmancca’sına daha yakındır. Dimili, Botan Kurmancca’sı ile karşılaştırıldığında gramer olarak Kırdki’ye daha yakındır. Aynı durum Loranice, Soranice ve Farsça arasında da mevcuttur. Ancak günümüz resmi dilleri merkez dil olarak kabul edildiğinden tüm araştırmalar bu bağlamda yapılmaktadır. Bu da zaten çetrefilli olan yakın dilleri merkezin lehçesine oturtma eğilimini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu dilin ses ve gramer formunu fazlasıyla yormaktadır. Sue-(y)ene, şiy-(ay)iş fiil eki olarak ele alındığında aslında iki ayrı dildir. Standart (politik) bir dil yaratmak adına isim halini bir dilden mastar halini diğer dilden kopararak yeni bir dil yaratma edinimi dilin kendi doğasına hakarettir. Aynı durum Kirdasi içinde geçerlidir. Ortak (politik) dil yaratmak adına dilde standardı oturtmak dili soyup soğana çevirmektir. Tüm bunların ötesinde merkezi nereye alırsanız dil oradan şekillenir. Örneğin eğer Siwereg (...) Zazaca merkez ise o zaman Laki Kirdasi’dir. Bunları politik bakışlar ile şekillendirmek dilin doğasına neşterdir. Misalen Gilaki kendilerine gel (el, halk) derken çeperine Kırd demektedir. Aynı durum Mazenderani içinde geçerli. Şehirleşme merkeze alındığında, köylere ve göçerlere Kırd denmektedir. Ermenice bir halk türküsü Aras get (nehir) sen nereden gelirsin diye sitem ederken, Aras Bingol’den doğar denen bir Kırdki ır’ı mevcuttur.

Diğer Hint-Avrupa dillerinin çoğunda dış, çeper kapı anlamlarına gelir. ‘’Der şiyene’’ açığa vurmak, kaynak anlamıyla Kırmancca iken göze, kaynak anlamıyla ‘’çım’’ Kırmancca da dere anlamındadır. Derya dışarısı sonsuz bucaksız deniz anlamıyla tüm İrani dillerde aynı anlamdadır. Derg(î) mesafe ve uzam bağlamında deri dergah bağlamıyla içerinin sınırını belirler. Bu bağlamda dereden derya’ya uzanan derg bağlamı Kırmancca’nın içkinliğine dair bir durumdur. Bu bağlamda özelde Deylem’den gelme değil bilakis Deylem’e gitmek mevcuttur.

Hazar kıyılarında Dari’ye kadar uzanan hatta Koçerler Kırd olarak tanımlanmaktadır. Kendilerine ise yerleşimci denmektedir. Derguştan dervişe olan aurada (hewr-emîn) dergah Koçgiri’dedir. Pirler, dedeler, ocaklar için derviş deryadan bir balık misali hep Anadolu’ya akmıştır. Kaynağına doğduğu yere. Bu yüzden Munzur babadır. Yarenler, erenler bu dergahlara akın eder.

Tüm bunları Hewreman’da bir Yarisen’e sorduğum bir soruya aldığım cevapla bitireyim. Köydeki bir demirci ocağında çalışan yetmişini çoktan devirmiş ustaya sordum ne kadar süredir bu dükkânda çalışıyorsun? Çırak olan torununu işaret etti ve yedi yaşındaydı. Ben burada onun yaşında dedemin yanına çırak olarak geldim. Dedem benzer bir soruya sana verdiğim bu cevabın aynısını verdi. Dedem de dedesinin yanında çırak olarak başlamıştı. Şöyle dedi, ben yüz ya da yüzelli yıl diyeyim ama sen bin ya da binbeşyüz yıl anla. Ben burada bir asır kaldım ama biz binlerce.

Nereden geldiğimiz sorusu, bizi kovmak isteyenlerin sorusudur. Tarih bilimin sadece metafiziğidir. Hikayemiz buradan başladı, buradan devam etmeli. Kafka der ki ‘’hepimiz olduğumuzdan dokuz ay daha yaşlıyız.’’ Koreliler buna biz kadar şaşırmaz, çünkü hamilelik süreci yaştan sayılır.

Zimanê zikmakî içinde doğulan dildir. Afrikalılar için doğum, annenin çocuk doğurmayı düşlediği andan itibaren yaşa sayılır. Ezman (gökyüzü), zemin (yeryüzü) ziman (dil) hepsi aynı anlamdadır. Hiyarerşik sınırlı ve tarafgir olan hiçbir şey buna ait değildir. Yok olma tehlikesi altındaki Kırmancca’nın korunması tüm Kurdî dillerin sorunudur. Bu vakitten sonra Dimillî olması gerekenler Kirdaslardır. Kırmancca’yı yaşatmak için tüm Kurmanclar’ın aynı zamanda Kırmancca konuşması tarihi kültürel bir zorunluluktur.

Nerinaazad
Bu haber toplam: 8036 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:13:23:39
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x