Kimse mucize beklemiyordu. Trump'ın kararını açıklamadan önce sadece İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklarken açık kapı bırakıp bırakmayacağı ve Avrupa ülkelerinin ikna girişimlerinin işe yarayıp yaramadığı merak ediliyordu. Şimdi ABD'nin nihai olarak İran'ın nükleer programını sınırlandırılması karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öngören anlaşmadan çekildiğini ve yaptırımları yeniden yürürlüğe koyduğunu öğrenmiş olduk. Başkan Trump daha önce tartışılan çekilme opsiyonlarının en tehlikelisinde karar kıldı.
Bu karar dünyayı ne daha güvenli ne de daha barışçıl kılacak. Doğrudan etkisi silah şirketlerinin borsa değerinin Trump'ın açıklaması sırasında artması oldu. Bir diğer gerçek de ABD'nin anlaşmayı bozmasının Trump'ın Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile yapacağı zirve buluşmasının başarı şansını azalttığı.
Trump'ın gerekçesi, anlaşmanın ABD'nin güvenliğinin korunmasına yaramayacağı oldu. Anlaşmadan ayrılmasının ABD'nin güvenlik çıkarlarına ne yararı olacağını ise bilse bilse o biliyordur. Anlaşma İran'ın atom bombası geliştirmesinin denetlenebilir şekilde önlenmesini, dolayısıyla bölgede nükleer silahlanma yarışı başlatılmamasını öngörüyordu. Anlaşmanın tek görevi buydu ve görevini yerine getiriyordu. Trump'ın yeni dışişleri bakanı ve ateşli İran karşıtı Mike Pompeo bile İran'ın anlaşmadan kaynaklanana yükümlülüklerini yerine getirdiğinden şüphe duymuyor.
Bir Fransız diplomatı "Trump'ın derdi nükleer anlaşma değil, İran İslam Cumhuriyeti'dir” demişti. Bu bakımdan anlaşmanın Avrupalı imzacı devletleri ile ABD arasındaki aylar süren görüşmeler ve Macron, Merkel ve Johnson'ın Beyaz Saray ziyaretleri başından beri başarısızlığa mahkûmdu.
Trump başta Dışişleri Bakanı Pompeo ve Güvenlik Danışmanı John Bolton olmak üzere bütün İran düşmanlarını Beyaz Saray'a topladı. Bolton bir makalesinde ‘ABD'nin öncelikli hedefinin, İran'daki İslam devrimini 40'ıncı yıldönümü gelmeden sona erdirmek olması gerektiğini' yazmıştı. ‘Rejim değişikliği' Washington'dakilerin dilinden düşmez oldu. Bolton'ın 2003 yılındaki Irak savaşından önce oynadığı rol de endişe vericiydi. Devletler hukukuna aykırı olarak başlatılan taarruz savaşının bütün bölgede yol açtığı sonuçlar herkesin malumu. Irak'a saldırmak için uydurulan bahanelerin yalandan ibaret olduğu da.
Trump İran ile imzalanan anlaşmadan çekilmesinin gerekçelerini açıklarken İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun geçen haftaki söylemlerine atıfta bulundu. Oysa Netanyahu tam anlamıyla bir propaganda gösterisine çıkmış gibiydi. İddiaları eski ve doğruluk derecesi şüpheli malzemenin harmanlanıp İran nükleer programının güncel durumu dikkate alınmadan yeniden ambalajlanmış olmasından ibaretti. Netanyahu'nun şovu ancak İran'ı nükleer gayesinden sadece imzalanan anlaşmanın vazgeçirtebileceğini göstermesi açısından ciddiye alınabilirdi.
Donald Trump'ın kararı, 12 yıl süren diplomatik uğraşın alternatif göstermeden çöpe atılması anlamına gelir. Şimdi Avrupa ülkelerinin Çin ve Rusya ile birlikte, ABD'nin ayrılmasına rağmen anlaşmaya sadık kalması için İran'ı özendirici adımlar atmaları gerekiyor. Atlantik aşırı ilişkilerdeki çatlak şimdi daha da büyüyecektir.
Tahran üzerindeki baskının artması ülkenin iktidar yapısındaki muhafazakâr kanadı güçlendirecek, ılımlıları ise geriletecektir. Yemen, Suriye, Lübnan ve Irak'taki anlaşmazlıkların tehlikeli bir şekilde tırmandırılması ihtimali artacaktır. Buna karşılık Ortadoğu'nun, bütün tarafların meşru çıkarlarını kollayan güvenlik mimarisine kavuşturulması zorlaşacaktır. Oysa bölgeyi gerçek barışa götürmenin tek yolu bu olabilir.