Mithat Sancar: Öcalan’ın önerisiyle 'silah bırakma' sürecin başına alındı
DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Prof. Dr. Mithat Sancar, 6 Temmuz 2025’te Abdullah Öcalan’la İmralı Adası’nda yaptığı görüşmede, Öcalan’ın barış süreci için silah bırakmayı en başa koyan radikal ve stratejik bir yaklaşım sunduğunu açıkladı. Görüşmede barışın artık yalnızca devlet ve örgüt arasında değil, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla yürütülmesi gerektiği vurgulandı. Sancar ayrıca, sürecin hukuki ve siyasi zeminde ilerlemesi gerektiğini, silah bırakan kadroların topluma entegre edilmesinin zorunlu olduğunu belirtti.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti üyesi ve eski eş genel başkanlarından Prof. Dr. Mithat Sancar, 6 Temmuz 2025’te İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan’la gerçekleştirdiği görüşmeye dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Mezopotamya Ajansı’na konuşan Sancar, görüşmenin 2,5 saat sürdüğünü, bu görüşmede barış süreci açısından "tarihi nitelikte" kararların ortaya çıktığını ifade etti.
Sancar, Öcalan’ın, dünyadaki örneklerden farklı olarak, silah bırakmayı sürecin en başına almayı önerdiğini belirtti. Bu kararın radikal ve stratejik olduğunu vurgulayan Sancar, barışın bundan sonra sadece devlet ve örgüt arasında değil, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla şekilleneceğini söyledi.
Sancar, görüşmede Öcalan’ın sürece dair ortaya koyduğu stratejik yaklaşımı şöyle aktardı:
Sayın Öcalan bu görüşmede çok net bir biçimde yeni bir aşamadan bahsetti. Bu yeni aşamanın temel özelliği ise silah bırakma çağrısının sürecin sonuna değil, en başına yerleştirilmiş olmasıdır. Yani alışılmışın tersine bir yol izlenmektedir. Dünyadaki örneklerde silahlar en son bırakılır, çünkü önce güven, hukuk ve siyaset zemini inşa edilir. Fakat burada tam tersi bir tercih söz konusu. Bu tercih, çözüm sürecinin artık sadece örgüt ile devlet arasında değil, çok aktörlü, toplum merkezli bir zemine taşındığını gösteriyor. Sayın Öcalan'ın bu tercihi stratejik olduğu kadar dönüştürücüdür.
“Süreci toplum sahiplenecek"
Sancar, silah bırakmanın sıradan bir taktik değil, geleceğe dönük bir barış mimarisinin başlangıç taşı olduğunu belirtti:
Bu yaklaşım Sayın Öcalan’ın şahsi tercihi olarak ortaya konmuştur. Radikal bir tercihtir. Gerçekçi bir stratejiye dayalıdır. Bu tavır, 'önce silah bırak, sonra barışı konuş' demek değildir. Aksine, bu sürecin artık toplumun doğrudan öznesi olması gerektiğini ortaya koyuyor. İki tarafın masada olduğu dar modellerin ötesine geçilmesini öngörüyor. Öcalan, barışı sadece örgüt-devlet denklemine sıkıştırmıyor; bütün halkın, bütün siyasal aktörlerin, sivil toplumun ve yerel inisiyatiflerin dahil olacağı bir süreçten bahsediyor.
“Artık belirleyici olan hukuk ve siyaset olacak”
Görüşmenin ardından Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’la da temas kurduklarını belirten Sancar, sürecin sadece siyasi değil, hukuki adımlarla da desteklenmesi gerektiğini ifade etti:
Silah bırakmanın öne alınması, sürecin artık silahlı mücadele değil hukuk ve siyaset zemininde yürütülmesi gerektiği anlamına geliyor. Sayın Öcalan bu konuda da çok açık konuştu. Dedi ki: ‘Süreç artık barış hukukuyla ilerlemelidir.’ Bu noktada biz de Adalet Bakanı ile yaptığımız görüşmelerde şunu vurguladık: Cezaevinde 30 yılını doldurmuş insanlar var. Hasta tutuklular var. İnfazı keyfi şekilde ertelenmiş binlerce insan var. Bunların çözümü için yeni yasa gerekmez. Mevcut mevzuat yeterlidir. Yeter ki siyasi irade olsun.
“Demokratik entegrasyon bireyleri ve sistemi birlikte kapsamalı”
Sancar, çatışmasızlık ortamının kalıcı barışa dönüşmesi için silah bırakan kadroların topluma entegre edilmesinin zorunlu olduğunu dile getirdi:
Barıştan söz ediyorsak, bu sadece silahların susmasıyla olmaz. O kadroların siyasal ve toplumsal hayata dahil edilmesi gerekir. Bu da sadece bireysel düzeyde değil, sistemsel bir entegrasyonu gerektirir. Demokratik entegrasyon dediğimiz şey hem hukuk sistemini hem siyasi yapıyı hem de toplumsal algıyı kapsayan bir geçiş sürecidir. Öcalan bu süreci çok net tanımlıyor: 'Siyasetin alanı genişlemeden barış kurumsallaşmaz.' Bu nedenle siyaset üzerindeki kısıtlamaların kalkması, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi gerekiyor.
Sancar, Öcalan’ın “kardeşlik hukuku” kavramına da özel vurgu yaptığını söyledi. Bunun sadece anayasal bir ifade değil, derin bir toplumsal dönüşüm çağrısı olduğunu belirtti:
Kardeşlik hukuku kavramı sadece bir retorik değil. Bu, yeni bir toplumsal sözleşmeye işaret ediyor. Sayın Öcalan diyor ki: ‘Bugüne kadar Türk-Kürt ilişkisi, kimlikler arası bir tahakküm ilişkisi olarak yaşandı. Bu tahakküm çözülmeden kalıcı bir barış sağlanamaz.’ Bu nedenle önerilen şey, sadece siyasi değil, kültürel ve toplumsal ilişkileri de dönüştürecek bir sözleşmedir. Bu da ancak eşit yurttaşlık temelinde yeni bir anayasa ile mümkün olabilir.
“CHP bu sürecin dışında kalmamalı”
Sancar, çözüm sürecinin sadece hükümet ve muhalefet değil, geniş bir toplumsal mutabakat gerektirdiğini belirterek özellikle CHP’nin rolüne dikkat çekti:
Bu sürecin toplumsal zemini güçlü olmalı. Bu zeminin bir parçası da ana muhalefet partisidir. CHP sürecin dışında kalırsa bu iş yürümez. Çünkü CHP, sadece siyasi değil, sosyolojik olarak da Türkiye’nin önemli bir damarını temsil ediyor. Barış dediğiniz şey, sadece iki tarafın mutabakatı değil, bütün halkların ve kesimlerin uzlaşmasıyla mümkündür. O yüzden, CHP’nin bu sürece doğrudan katılımı, hatta ön açıcı rol üstlenmesi elzemdir.
“Destek var ama güven sorunu sürüyor”
Çözüm sürecine toplumda yüksek destek olduğunu ancak güven düzeyinin düşük kaldığını belirten Sancar, bu açığın ancak somut adımlarla kapatılabileceğini vurguladı:
Şu anda kamuoyu yoklamalarına baktığımızda, özellikle Kürt halkı arasında barış sürecine destek yüzde 80’in üzerinde. Türkiye genelinde ise bu oran yüzde 70’e yakın. Ama aynı kamuoyu çalışmalarında ‘bu sürece güveniyor musunuz?’ sorusuna verilen cevaplar çok daha düşük çıkıyor. İşte bu uçurumu kapatmak gerekiyor. Güven dediğimiz şey, sözle değil, eylemle kazanılır. Somut adımlar, şeffaf mekanizmalar ve güvenceler şart.
Sancar, son olarak barışın inşasının artık devletin tekeline bırakılamayacağını, halkın ve toplumun doğrudan sürecin öznesi olması gerektiğini söyledi:
Barışı devlet kurmaz. Barışı toplum kurar. Devlet ancak bu sürece zemin hazırlayabilir. Barış müzakeresi artık bir devlet-örgüt diyaloğu olmaktan çıktı. Bu çok aktörlü, çok katmanlı bir yapıya dönüştü. Kadın hareketi, gençlik örgütleri, barolar, akademisyenler, inanç grupları – herkes bu sürecin içinde yer almalı. Demokratik barış, ancak en geniş toplumsal mutabakatla kurulabilir. (MA)
Son güncellenme: 17:07:45