Kürdistan ülkesine ve PKK’ye karşı düşmanlık yapanlardan biride ABD eğitimini yapmış ve Erdoğan’ın en önemli danışmanlarından biri olan İslamcı Yusuf Kaplan’dır. Kaplan, 2 Şubat, 2015 tarihinde Yeni şafak köşe yazısında Hizbullah’a olan yakınlığını şu sözleriyle ifade ediyordu: \'HÜDA-PAR, bölgenin ve ülkenin ‘emniyet sübabı’dır\'. \'PKK’YA KARŞI HİZBULLAH, HDP’YE KARŞI HÜDA-PAR\'
(Bu çalışmayı Şeyh Said efendi, Seyit Riza Efendi, Cibranlı Halit bey ve değerli Azadi Hareketinin şehitlerine adıyorum!)
1991 ile 1995 yılları arasında Kürdistan bölgesinde PKK, Menzil, Ehlibeyt, Batman ve Bingöl eksenli İslami hareket ve benzeri değişik İslami gruplarla girdiği silahlı, satırlı ve sopalı saldırılarla adını “Hizbullah” olarak duyuracaktı. Kendisini Kürdistan menşeili “İslami bir Cemaat” olarak tanıtan “Hizbullah”; 17. Ocak. 2000 tarihinde İstanbul’un Beykoz ilçesinde, gündüz saaatlarinde Türk devleti’nin kolluk güçleri ile “Hizbullah” lideri Hüseyin Velioğlu ve yardımcıları Edip Gümüş, Cemal Tutar arasında silahlı çatışmayla birinci sahne perdelenecekti.
İşgalçi Türk devletiyle yaşadığı bu çatışmayı Türk medyası canlı olarak ekranlara taşıdı. Bu çatışma sonucunda Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu, ölü olarak ele geçirildi. Ayrıca dava arkadaşları Edip Gümüş, Cemal Tutar ve Hizbullah örgütünün 20 yıllık arşivi Türk devletinin kolluk güçleri tarafından ele geçirilecekti. Böylece ele geçirilen bu arşiv ile Hizbullah’ın tüm kademeleri Türk devletinin kolluk güçleri tarafından etkisiz hale getirecekti. Böylece, kendini “Hizbullah Cemaati” olarak tanıtan bu karanlık örgütlenmenin yirmi yıl içinde Kürdistan coğrafyasında oynadığı Mehdi’lik misyonu, sömürgeci ve işgalçi Türk devletinin kolluk güçleri tarafından feci bir biçimde bir bozguna uğratılıp; kontrol altında tutulacaktı. Ancak gerek duyulduğu zaman PKK ve diğer Kürt dinamiklerine karşı, tekrar tetikçi ve paramiliter bir unsur olarak kullanılacaktı. Bu tetikçi ve paramiliter unsurun temel kaldıraç görevini görecek yegane slogan şu olacaktı: “Kürdistan halkının kurtuluşu İslam’dır.”
Bundan sonraki dönemde ise; Milli Türk Talebe kadroları (AKP) işgalçi Türk devlet yönetiminde, söz ve sorumluluk sahibi olacaktı. Dolayısıyla bu yeni dönemde Kürt Hizbullah’ın, denetim ve kontrolü iktidarlaşan Türk-islam hareketi tarafından koordine edilecekti. Eski Milli Türk Talebe kadroları, devlet yönetimini ele geçirmeleriyle birlikte; belirli peryodlarla Kürt Hizbullah’ını taktiksel stratejilerle, Kürt ve Kürdistan davasını veren dinamiklere karşı tetikçi olarak kullanmak için, ilk iş olarak cezaevinde idamla hüküm almış lider kadrosunu serbest bırakmakla işe başladı.
İkinci etapta, “Hür Dava Partisi” adı altında legalite edilerek sahaya tekrar sürüldü. Bu vesileyle, 2011 Eylül ayında dönemin Başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Tayıp Erdoğan Özel Harpa Dairesi Başkanı Teoman Koman gibi, Hür Dava Partisi-Hizbullah liderlerine yönelik şu konuşmayı gerçekleştirmişti: “PKK’ye karşı direniş ortaya koyacaksınız. Devlet millet el ele vermek zorundayız”. Ayıca, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “Hür Dava Partisi davadaşımızdır” ve son olarak Bülenç Arınç; “Hür Dava Partisi bizim din kardeşimizdir, dinsiz ve terörist örgüt bu kardeşlerimize zülum ediyor” sözleri bu karanlık örgütlenmenin anatomisini özetlemiş oluyordu.
Üçüncü etapta ise; Kürt ve Kürdistan mücadelesini veren, PKK ve HDP’yi murted olmakla tekfir edecekti. Ayrıca, PKK ve HDP’nin Kürt halkını İslam’ın ulvi değerlerinden soyutlamakla ve Kürt halkını Zerdüşleştirmekle itham etmekten imtina etmeyecekti. Kürt Hizbullah’ını, PKK ve HDP’nin kafir ve murted olduğu konusunda, en çok ikna eden ve Hizbullah’ı tekbirler eşliğinde Yurtsever ve dindar Kürt milletine saldırtanlar hiç süphesiz, yetmişli yılların ülkücü, akıncı ve MTTB tetikçi kadrolarıdır.
İşgalci Türk devletinin ve AKP’nin bu yeni Sebulülreşatcı kuşağı Kürt Hizbullah’ın, PKK ve HDP’ye karşı yeniden alternatif konuma geçirmek için , 2015 yılın ilk aylarında Mehmet Göktaş, Hamza Türkmen, Rıdvan Kaya, Yusuf Kaplan, Selhattin Eşçakilgil, Mustafa İslamoğlu, Nurettin Şirin ve benzeri isimler Hür Dava partisinin konukları olarak; Kürdistan’da, şehir şehir ve kasaba kasaba gezdirilecek ve PKK ‘le mücadelede yeni strateji ve yol haritası belirlenecekti.
Türk devletinin bu paramiliter örgütlemesinde başat rol oynayan isimlerin başında Burhan Kavuncu, Hamza Türkmen, Nurretin şirin ve benzerleridir. Nurretin Şirin 8 Mart, 2015 tarihinde kendi resmi Twitter hesabında yayınladığı şu twit’le Kürt Hizbullah’ını, PKK ve HDP’ye karşı kışkırtmakla kalmayıp ve ne kadar azılı bir Kürdistan düşmanı olduğunu göstermekten imtina etmiyecekti: Nurretin Şirin, işgalci İran devletine biat eden ilk tetikçi Türk İslamcılar biridir. Hakeza Lübnan Hizbullah’ın Türkiye lideridir. 30 Ocak 1997\'de Sincan belediyesi ve Ankara İran büyük elçiliğiyle birlikte Kudüs gecesini düzenledi ve bundan dolayı 28 Şubat olayına damgasını vurdu. AKP döneminde dışarıya çıkarıldı ve AKP ve İran istikbarati kendisine Kudüs tv. kanalını hediye etti.
Şirin’in, Tayip Erdoğan’la çok eskilere dayanan dostlukları vardır. Bu dostlukları en yüksek düzeyde devam etmektedir. Ayrıca, Tayip Erdoğan’ın baş danışmanı olan Sefer Turan, Nurretin Şirin’in en samimi dostudur. Yalçın Akdoğan’la da ilişkileri bu düzeydedir. Sefer Turan’da doksanlı yıllarda Lübnan Hizbullah’ın en önemli lider kadrosundan biriydi.
Nurretin Şirin’in, sahibi ve genel yayın yönetmeni olduğu Tevhid Dergi; 1991-1993’lı yıllarında, PKK DEP’in kafir bir örgüt ve parti olduğunu, İsrail tarafından kurulduğunu, bu örgüte ve partiye karşı mücadele veren Hizbullah’ın, İslam’ın Mücahitleri olduğunu ve Ape Musa’yı dergi kapaklarında Kürtlerin Selman Rüştü’sü olarak hedef gösteriyordu. Kürdistan ülkesine ve PKK’ye karşı düşmanlık yapanlardan biride ABD eğitimini yapmış ve Erdoğan’ın en önemli danışmanlarından biri olan İslamcı Yusuf Kaplan’dır. Kaplan, 2 Şubat, 2015 tarihinde Yeni şafak köşe yazısında Hizbullah’a olan yakınlığını şu sözleriyle ifade ediyordu: “HÜDAPAR, bölgenin ve ülkenin ‘emniyet sübabı’dır\". PKK’YA KARŞI HİZBULLAH HDP’YE KARŞI HÜDAPAR”
Ve son olarak, yetmişli yılların en hızlı tetikçilerinden ve Erdoğan’ın en iyi dostlarından biri olan misyoner, ırkçı ve Kürdistan düşmanı Hamza Türkmen’dir. Türkmen, 1990 ‘lı yılların başlarından ta günümüze kadar Kuran’ın Aydınlığına doğru sloganıyla Kürdistan’da, Türk İslam evengalizmini ve oryantalizmini yaymak ve PKK ve Kürdistani dinamikleri kafir olarak Hizbullah’a hedef göstermiştir. Hamza Türkmen, 17.06.2015 tarihinde “Aytaç Baran’ın İdealleri Yaşayacak!” adlı köşe yazısında PKK’nin “ Lenilist Tağuti-kafir bir örgüt” olduğunu, Hizbullah ve Hür Dava Partisinin “ bu kafir örgüte karşı Kürt ulusçuluğunun, cahiliyenin ve ırkçılığın tüm kuşatmasına karşı teslim” olmadığını, “Güneydoğu’ da İslami hareketin mücahitleri” olduğunu ve bu “kardeşlerimizle birlikte kafir örgüte karşı İslami ve ümmet” mücadelemizi birlikte” vereceklerini söyler.
Hizbullah örgütü, Beykoz’daki gayri İslam’i ahlakını ve işlediği dehşet dolu amellerini bu kez Kutlu Doğum Haftasıyla kamufle edecek ve İslam’ın düşünce tarihinde hiç bir İslami organizasyonun deneyip tevessül etmediği bir ilki gerçekleştirecekti. Hizbullah, Kutlu Doğum etkinlikleriyle Kürt halkının nezdinde kaybolan güvenirliğini ve meşruluğunu tazelemek için bu yola başvurduğunu, Kürt Hizbullah’ını tanıyanlar peki ala bilir. Kürt Hizbullah’ın Peygamberin doğum günü kutlamalarını tertiplemesinin diğer iki sebebi şudur: DEP-HEP-BDP-HDP ’nin her yıl düzenlediği Nevroz kutlamalarına alternatif olmak. Üçüncüsü: İhvan, Hamas, Taliban, El-Kaide ve Humey’ni İslam’ını Kürdistan’da egemen hale getirmek için bu yöntemi kullandığını gene Kürt Hizbullahını yakından tanıyanlar çok iyi bilir.
Dolayısıyla konu kutlu Doğum haftası olunca kürt Hizbullah’ın yüzbinleri bulan Müslüman Kürt halkını Diyarbakır İstasyon meydanına toplaması ve onlara salavat çektirmeleri çok kolay bir iş olmuştur. Çünkü Kürt halkı Peygamberin bu doğum günü kutlamasını Hizbullah’ın organize ettiğini hem bilmiyor, hemde Kürt halkının inanç dünyasında yatan Peygamber sevgisi bu işi kolaylaştırmış oluyordu.
Bu tespitimizi bilimsel olarak şöyle izah edebiliriz: Hizbullah-Hür Dava Partisi, kutlu doğum etkinliklerinde meydanlarda topladığı yüz binlerce insanı 7 Haziran, 2015 tarihinde genel seçimlerinde kendilerine oy vermeleri konusunda aynı şekilde ikna edememiştir. YSK sonuçlarına göre, bu karanlık örgüt 7 Haziran genel seçimlerinde Türkiye genelinde aldıkları oy oranı 42 binde kalmıştır. Bu rakam aynı zamanda matematiksel olarak Hizbullah elemanlarının toplam sayısının beş bin civarında bir rakama tekabül ettiğini bize göstermektedir. Ayrıca şunu belirtmekte fayda görüyorum: Kürt halkının, Peygamber’e olan bu derin muhabbeti ve sevgisi başta ne beni nede hiç bir dindar yurtsever Kürt insanını rahatsız etmediğini belirtmek istiyorum.
Dolayısıyla Hizbullah’ın bu türden organizasyonlara imza atması, başta Türk devletini ve Türk İslamcılarını sevince boğduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Türk devleti ve Türk İslamcıları bu tür organizasyonlarla PKK’yi İslam’ın düşmanı olarak Kürt halkının nezdinden düşürerek hedef gösterecekti. Hizbullah bununla, hem PKK’yi tekfir hemde PKK’yi ve HDP’yi tedirgin ederek varlığını bu şekilde gündemde tutmayı başaracaktı.
Hizbullah’ın Sahip olduğu bu teolojinin, patolojik ve paranoyak olduğu gerçeğini gösteren binlerce bulgularından sadece birini örnek verelim: Hizbullah’ın liderlerinden biri olan Enver Kılıçaslan; “Newroz cahili bir adettir. Ateşperestlerin âdetidir. Zerdüştlerin âdetindedir.” (24.02.2014 İlkha Haber) Hizbullah, bu sözleriyle iki milyona varan Nevroz kutlamalarını Kutlu doğum haftasına tahvil etmek istemiş ve bunun için Kürt milletini müşrik olmakla tehdit ve tekfir etmekten imtina etmemiş ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışarak özelde işgalçi Türk devletinin genelde Türk –İslamcı unsurların rızasını ve taktirini kazanmış olacaktı.
“Hizbullah”’ın, PKK ve HDP karşı sergilediği bu kontra faaliyetler Türk İslamcılarını cesaretlendirmiş ve onların şu beyanlarda bulunmasına vesile olmuştur: ”Kürt halkını Zerdüşleştirenler Kürtlerin temsilcisi olamaz. Benim Kürt kardeşlerim Müslümandır. Bu kardeşlerimiz, bölücü ve dinsiz örgüte karşı cihad ediyor.“ biçimindeki sözlerle Kürt Hizbullah’ını, Kürt ve Kürdistan davası için mücadele eden Kürt hareketine karşı kışkırtarak, devleti aliye’nin bekasını korumuş oluyordu.
İkincisi, “Hizbullah”’ın ilk kurucu kadroları şimdiki devletin yönetimini ele geçiren kadrolarla MTTB saflarında birlikte, fikir ve mücadele yürütmüş olmalarıdır. 1979 İran devrimiyle birlikte, bu fikir ve mücadele birliktelikleri yöntemsel olarak son bulsa da; her iki taraf da İran devrimini yapan şahsiyetlere hemde İhvan hareketinin yönetici kadrolarına büyük hayranlık duygusunu taşımış ve aynı atmosferde musafaha tenefüsüne çıkmışlardır.
Dolayısıyla hem işgalci Türk devletini yöneten İslamcı kadroların, hemde Kürt Hizbullah’ın lider kadrosunun, inanç ve düşünce iklimini inşa etmede aynı politik İslami şahsiyetlerin, fikir ve eserlerin katalizör rolunu oynadığını söylemek mümkündür. Örneğin: Kürt Hizbullah’ı için Said Hava, Hasan El Bena, Seyid Kutup, Hamidullah, Abdulkadir Udeh, Ramazan El-Buti, Mustafa Sibai, Fethi Yeken, Mutahhari, Humeyni, ömer El Beşiri, Şeyh Şamil, İzzet Aliye Begoviç, İzzetin Kassam, Şeyh Ömer, Fethi Şikaki, Usama Bin Ladin, Molla Ömer, Halid Meşal, Elmali Hamdi, Mehmet Akif Ersoy gibi şahsiyetler nasıl değerliyse; Tayıp Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Yasin Aktay, Yalçın Akdoğan ve benzerleri için de bu şahsiyetlerin o derecede değerli olmasıdır.
Nasıl ki, bir Türk solu için bir Marx, Engels, Fourier, Owen, Proudhon, Kropotkin, Bakunin, Landauer, Lenin, Stalin, Troçki, Nazim Hikmet, Hikmet Kvılcımlı, Mihri Belli, İbrahim Kaypakkaya ve Deniz Gezmiş gibi şahsiyetler büyük bir değer olarak görülüyorsa; genel olmazsa bile, Kürt solu içinde bu şahsiyetler aynı değer parametreleriyle kabul görüyor.
Türk devletinin yeni yönetimini ele geçiren bu Sebilürreşadçı çizgi ve onların dostları Türk devletinin resmi antagonizmasını yeniden 1071 Alpaslan, 1453 Fatih, 1923 Mehmet Akif’ın zihin kodlarıyla güncelleyerek; yeni bir İslamcılık ve yeni bir Türkçülük harekatını başlatmış olmalarıdır. Dolayısıyla Katliamcı Türk devleti bundan sonra Kürtler üzerindeki siyasal egemenliğini, kolanyalist ve oryantalist İslamcı kadrolarla sağlayacağını söyleyebiliriz. Özellikle bunu Tayip Erdoğan, Abdullah Gül, Fetullah Gülen ve benzeri isimlerin liderliğinde gerçekleştirmek istiyor.
İşgalci Türk devletinin görevlendirdiği bu İslamcı lider ve kadrolar Kürt Hizbullah’ıyla birlikte yukarıda isimlerini zikr ettiğimiz şahsiyetlerin eserlerini okuyarak, aynı inanç ve amel repertuvarından mezun oldukları için, doksanlı yıllarda Kürt avına çıkan Tansu Çiller’den, Hayri Kozakçıoğlu’ndan, Mehmet Ağar’dan, Ünal Erkan’dan ve diğer ibnül ziyadlar’dan çok daha tecrübeli olduklarını söyleyebiliriz.
Türk devletinin bu yeni sahipleri ve yöneticileri, Kürt Hizbullah’ın hangi düşünceden beslendiğini, hangi konularda hasas olduğunu çok daha iyi bildikleri için, onları Kürdistan davasına karşı hangi İslami argümanlarla kanalize edeceğini çok iyi biliyor. Çünkü Kürt Hizbullah’ın, akide ve amel kozası Türk-Arap-Fars İslamcı unsurların, akide ve amel kozasından vücud bulmuş olmasıdır. Çünkü hem Hizbullah’ın, hemde Türk devletini yöneten İslamcı kadroların, inanç ve amel kodları İhvan İslam’ıyla inşa edilmiştir.
Dolayısıyla Türk devletini yöneten İslamcı kadroların gözünde Mehmet Akif Ersoy’ nasıl değerli biriyse, Hizbullah örgütü içinde Mehmet Akif Ersoy o derecede değerli biri olarak görülür. Ancak, Kürt ve Kürdistan davasını yürütenler Akif’in, nasil bir Türk ırkçısı ve Kürdistan düşmanı olduğunu peki ala bilirler. Bunun en büyük delili ise; Atatürk’ün Türk ulusunu yeniden yaratma mücadelesine en büyük desteği veren, Mehmet Akif Ersoy ve genel yayın yönetmeni oldugu Sebilürreşad dergisidir. İşgalçi Türk devleti Şeyh Said efendiyi idam ederken, Mehmet Akif Ersoy 15 Haziran. 1925 tarihinde, Kürt halkının bu kahraman liderini ve alimini “hain ve şaki” olarak Sebilürreşad’ın birinci sayfasında manşetten haber yapmıştır.
Dolayısıyla Kürt Hizbullah’ın, inanç ve amel dünyası yukarıda isimlerini zikr ettiğimiz Arap-Türk- Fars teologların düşünceleriyle inşa edildiği için; her İslam milliyetinin bireyleri gibi, her İslam milletinin din adamları gibi, ülkelerini işgal edenlere ve dillerini yasaklayanlara karşı hiç bir tepki vermemiş olacaktı. Çünkü Hizbullah’ın sahip olduğu ilahiyat, sömürgeci teologların eserleriyle inşa edilmişti. İkincisi, bu sömürgeci ilahiyatin eserleriyle zehirlendiği için, kendine Kürdistan demeyi haram görecek, Kürdistan’ı sevenleri ilhadçı olarak görecek ve Kürdistan ülkesi için mücadele veren dinamiklere ve dindar sempatizanlarına karşı tutumunu şu biçimde sergileyecekti: “İslam düşmanı, Murted (PKK) ve İslam düşmanlarına destek veren Munafıklar” kavramsallaşmasını yaparak tavrını netleştiriyordu.
Tam bu noktada Diyarbakır 4 nolu DGM’de Hizbullah’tan yargılanan, Sonra AKP tarafından serbest bırakılan ve şimdi Hür dava Partisinin yöneticisi olan Sait Şahin, 19.06.2015 tarihli Doğru Haber köşesinde “Benzeşme psikolojisi sendromu” adlı köşe yazısında Hizbullah’ın, Kürt dindarlarını ve Kürt siyasetçilerini tekfir etme alışkanlığını bırakmama konusunda ne kadar kararlı olduğunu şu sözlerinden anlıyoruz: “Bırakın her türlü bilincini kaybetmiş halkın bunu görmesini, İslamcı Kürtler dahi bunu görmüyor. Belki de görüyor ama PKK kafir kimliğini İslami kimliğinin üzerinde tutarak bilinçli bir tercihte bulunuyor. Bütün yaşananlara, tehlikelere ve (İslam düşmanlığında) her şeyin gün gibi ortada olduğu bir gerçekliğe rağmen HDP\'yi destekliyor ve S. Demirtaş\'ı masumlaştırıyorlar”.
Oysaki siyasal İslamla Kürtlerin inanç dünyasını döven, zehirleyen ve asimile eden Türk teologların hiç bir tanesi; bin yıllık Türk devet geleneğine, Mülhid, murted, Munafık ve işgalçi sıfatını yakıştırdığına kimse şahit olmamıştı. Bugün sahih ehli-sünnet İslam’ını temsil ettiğini idia eden Mustafa İslamoğlu, Türk devletinin “Mulhid” ve “kafir” olduğunu söylemezken; aynı şekilde Sahih İslam düşüncesini temsil ettiğini söyleyen Hamza Türkmen, hiç bir siyasal Türk İslamcı gruba, munafık ve hiç bir Türk solcu gruba, “kafir” ve “murted” ilanı yapmamıştır. Nurettin Şirin ve benzerleri ise; hiç bir Türk siyasetçisine, yazarına ve fikir adamına kafir ve munafık nitelemesinde bulunmamıştır. Ve belkide en önemlisi şudur: Türk İslamcı şahsiyetlerin ve grupların hiç birinin kendi aralarında ve Türk devletiyle hiç bir şiddet olayına tevesül etmemiş olmasıdır. Bu gerçek aynı zamanda, Kürt aydınına Türk sömürgecilik teolojisini kavramasını sağlamış oluyor.
Siyasal Türk İslamcı hareket; kanla beslenen Türk devletiyle, Murtediyle, Mülhidiyle, Munafıkıyla, zalimiyle, diktatörüyle, sosyalistiyle hesaplaşmazken; Kürt Hizbullah’ını, PKK ve Kürt siyasetine karşı tetikçi olarak kışkırtarak en büyük İblislik örneğini sergiliyordu. Ancak, Kürt Hizbullah’ı bu yaman çelişkiyi görmüyordu! Bunu görememesinin sebebi İslam’ı kendi teolojik kaynaklarından değil; Sömürgeci teolojinin kaynaklarından besleniyordu. Dolayısıyla Hizbullah, özgün ve bilimsel bir Kürdistani hafızadan yoksun olduğu için, Kürt ve Kürdistan meselesine bakış acısı tıpkı bir İslamcı Arap-Fars-Türk gibi olmuştur.
Tüm Müslüman milletlerin bireyleri çok farklı düşüncelere ve inançlara sahip oldukları halde, devletleşme ve uluslaşma meselesinde ortak hareket ederek yazgılarını belirlemişlerdir. Dolayısıyla Şu ana kadar Kürt Hizbullah’ı diğer Müslüman milletlerin dindarları gibi, özgür vatan bilinciyle hareket etmemiş olması ve bundan sonra da Kürdistan bilinciyle hareket etmesini gösterecek tek bir alameti farikaya rastlanmamış olması; bu karanlık örgütlenmenin Kürdistan davası için ne derecede tehlikeli bir unsur olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bu bağlamda hareketle bugüne kadar Kürt Hizbullah’ıyla ilgili birçok kitap ve makale yazıldı. Yazılan bu kitapların ve makalelerin hiç bir tanesi Kürt Hizbullahı tarafından gerçekçi ve doğru olarak değerlendirilmedi. Çünkü Kürt Hizbullah’ı kendi cemaatleri hakkında yapılan bu araştırmaların hiç bir tanesinin doğru olmadığını şu sözleriyle beyan edecekti: ”Çünkü, bugüne kadar Cemaat hakkında konuşan, TV programı düzenleyen, haber yapan, makale ve kitap yazan insanların çoğu TC’nin güvenlik ve istihbarat raporlarını esas almışlardır. TC’nin hazırladığı raporlar gerçeği yansıtmadığından, bu insanlarda TC’nin yaptığı ve içine düştüğü hataları tekrar ederek kendileri de aynı yanılgıya düşmüşlerdir.” (1)
Dolayısıyla Hizbullah örgütlenmesi işgalçi ve sömürgeci Türk devleti tarafından kurulmuş kontra bir güç olduğu bilgisi size ulaştırıldığı vakit, “ Onu işittiğiniz zaman, erkek mü\'minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: \'Bu, açıkca uydurulmuş iftira bir sözdür\' demeleri gerekmez miydi? O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir suç)tür.” (Nur,11) Ayetini referans alarak bilgi, ahlak ve hukuk karinesini gözeteceğiz.
Bu vesileyle Kürt Hizbullah’ın, Kürdistan meselesiyle, Kürt dinamikleriyle, dindar ve demokrat demokrat düşünen Kürtlerle, işgalci Türk devleti ve diğer önemli konular hakkındaki görüşlerini anahatlarıyla, İslami referanslar muvecehasında ve muvazanesinde sistematize ederek, okuyucuyla buluşturmayı gayret edeceğiz. Ayrıca, Hizbullah’ın zihin kodlarını belirtirken, içine düştüğü komlikasyon durumlarına yorum ve Hizbullah hakkında kısaca görüşlerimi belirteceğim.
Türk devleti, işgalçi ve sömürgeci bir ahlaka ve hukuka sahip olduğu için, kamuoyuna sunacağı hiç bir bilginin katımda muteber sayılmadığını ayrıca belirtmek istiyorum. Başta Diyarbakır ve İstanbul DGM mahkemesinin hazırladığı onbinlerce sayfalık iddianame tutanakları, Hizbullah lider kadrosunun ve itirafçıların mahkemede günahlarını itiraf etme görüntülerine rağmen delil olarak çalışmamızda kullanmayacağız. Ayrıca; Hizbullah örgütü içinde, liderlik ve üst düzey yöneticilik yapmış çok sayıda insanın bana yüz yüze, telefon, hotmail, facebook ve Twitter kanalıyla verdikleri tüyler ürmetici bilgileride bu çalışmamızda referans olarak kullanmayacağız.
Arif Doğan’ın Hizbullah’la ilgili yazdığı kitabı da referans almayacağız.
Türk Özel Harp Dairesi Başkanı ve MİT Müsteşarı General Teoman Koman’ın söylediği şu sözleride referans almayacağız: “PKK’nin baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançlı kuvvetli vatandaşlarımızdır”
OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun Hizbullah için itiraf ettiği şu sözlerini de referans almayacağız: “JİTEM, MİT ve Emniyet’in Hizbullah’la o dönem istihbarat alışverişi yapması gayet doğal bir durum”.
Türk devletine bakanlık yapmış, Eyüp Aşık ve eski içişleri bakanı İsmet Sezgin’ın şu beyanlarını da delil olarak göstermeyeceğiz: “Güneydoğu’da terörlü mücadelede devletin en etkili üç silah vardı. Özel tim, koruculuk ve Hizbullah”. “Hizbullah, PKK karşı örgütlendirildi”.
T.B.M.M. Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı ve Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın şu araştırma ve inceleme sözlerinide referans almayacağız: “Hizbullah, PKK’ya karşı devletin kurduğu, beslediği, büyüttüğü bir örgüttür. Zaten derin develetin bir politikası var;“İti ite kırdırmak”. PKK’ya karşı bu yöntem kullanılmıştır”.
Eski Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek’in yaptığı şu basın açıklamasınıda referans almayacağız: “Hizbullah’ın üzerine nasıl gidelim? Karargahları JİTEM binasının yanındadır. Bunların Gercüş’ün Çiçekli, Sekilli ve Gönüllü köylerinde kampları var. Silah eğitimini de jandarmadan gelen bazı subay ve astsubaylardan alıyorlar”.
Ve daha buna benzer yüzlerce delil ve kanıtları da referans almayacağım. Bizim bu çalışmamızda izlediğimiz, yöntem ve analatik kendi turunda ilk olacak. Hizbullah örgütünün en önemli iki kaynağı olan, “Kendi Dilinde Hizbullah” ve “Hizbullah Ana Davası ve Savunmalar“ adlı kitapları referans alacağız:
Hizbullah’ın liderlerinden Cemal Tutar’ın şu doğru sözlerini referans alarak çalışmamıza giriş yapacağız: “İslami Cemaat veya diğer gayri İslami örgütleri tanımanın en iyi yollarından birisi, lider veya lidere yakın isimlerin yazdığı kitapları incelemekte geçer. İhvanı Müslimin teşkilatını tanımak için; Hasan El- Benna ve Seyyid Kutub’un kitaplarını okumakla anlaşılabilir. Lübnan Hizbullah’ı; Fadlallah veya Hasan Nasralla’ın kitaplarını okumakla anlaşılabilir. Aynı şekilde İran İslam devrimini tanıtmak içinde İmam Humeyni, Mutahhari ve Ali Şeriati’nin yazdıkları incelenebilir. Yine sosyalizmi tanımak için Karl Marks’ın Ünlü “Das Kapital” i, Nazi Faşizmini anlamak içinde Adolph Hitler’in”Kavgam” adlı kitabı yeteri kadar fikir verebilir.” ( sayfa 54, Savunmalar)
Hem yukarıdaki doğru sözleri destekleyecek hemde okuyucunun araştırma tercihlerini daha mazbut adreslere kanalize edecek olan şu gerçeği de hatırlatmak istiyorum: Hizbullah Örgütünü Faik Bulut, Rüşen Çakır ve Mehmet Faraç gibi insanlardan öğrenmeyi son derece problemli gördüğümü belirtmek istiyorum. Çünkü bu insanlar hem İslam ilimlerini bilmiyor hem İslami hareketleri tanımıyor hem İslamı hareketlerin içinde yer almamış hemde İslami hareketlerin lider kadrosuyla hiç bir yakın ilişki içinde olmamıştır.
Bu zaviyede hareketle Türkiye Kürdistanın daki politik İslam’ın, ilk işaretleri ve ilk yuvalanması 1970’lerden hemen sonra başlar. Özellikle Said Hava, Mustafa Sibai, Mevdudi, Hasan El Bena ve Seyit Kutub’un kitaplarını Türkçe’ye çeviren ve bu eserleri Kürdistan’a taşıyan Türk İslamcı kadrolardır. Bu İslamcı kadrolar, Cumhuriyet sonrası, Sebilül Reşat ve Mehmet Akif Ersoy çizgisini takip eder. Bu isimlerin başında Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Selhattin Eşçakilgül ve Ercüment Özkan’dır. Bu isimler, 1979 İran İslam devrimine kadar Türkiye İslam’ı hareketin katalizörü oldular.
O dönemlerde Kürdistan bölgesinde siyasal arenada Milli Selamet Partisi, Akıncılar ve MTTB gibi hareketler, Kürt gençlerini Türk-İslam antagonizması etrafında toplayarak; onlara Diriliş, Düşünce, Mavera, Hilal ve Talebe gibi yayınlar okutarak, Kürt gençlerin inanç ve amel dünyalarına gelenekçi, mukadesatcı, sağcı, Türkçü, mezhepçi ve devletçi bir İslam düşüncesini Kürt beyinlerine enjekte edecekti.
Bu Mukadesatçı, Türkçü ve devletçi İslam’ın empoze ettiği Kürt gençlerinden biride hiç kuşkusuz Fidan Güngör’ olacaktı. Fidan Güngör, 1978 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte MTTB saflarından ayrılır. Ayrılma gerekçesini, bu yapıların devletçi ve Türkçü olmalarını gösterir. 1978 yılında bir grup arkadaşıyla yaptığı itişare sonucunda Diyarbakır şehir merkezinde Menzil Kitap evini açmaya karar verir. Fidan Güngör ve grubunun bu girişimi ve bu girişim etrafında sahiplendikleri misyon Türkiye Kürdistan’ın da, siyasal Kürt İslam’ın ilk koruyucuları ve temsilcileri olma unvanını kazanacaktı.
1984 yılına gelindiğinde ise; siyasal Kürt İslam’ın ikinci kitap evi Batman’da Hüseyin Velioğlu tarafından “İlim Kitap Evi” olarak açılacaktı. Bu kitap evi etrafında örgütlenecek olan Kürt Hizbullah’ı, ilk örgütlenmesini 1979 yılında Hüseyin Velioğlu ve bir grup arkadaşı tarafında Batman’da kuruldu.
1986 yılına gelindiğinde ise; Abdulvahap Ekinci ve bir grup arkadaşı İlim grubundan ayrılarak Diyarbakır’da “Vahdet kitap Evi” açar. O sıralar Batman merkezli çalışan İlim grubu, çalışma merkezini Batman’dan Diyarbakır merkeze taşır. Böylece Diyarbakır’ da Politik Kürt İslam’ın entellektüel hafızasını inşa edecek üçünçü kitap evi açılmış olacaktı. Bu kitap evlerine sık aralıklarla uğrayan, Üniversite ve Medrese öğrencileri olacaktı. Bu kitap evlerinde en hararetli tartışmalar, Siyasal İslam’ın anatomisi ve fizyonomisi üzerinden Darül İslam (Darül Erkan) ve Darül Harp (Darül Nedve) kavramlarına, yeni bir epistemoloji ve metodoloji zaviyesini sunmak ve Politik Kürt İslam’ın hiç bir dönem sahip olmadığı analatik bakış acısı kazandırmak olacaktı.
Kazanılan bu analatik zaviye, siyasal Kürt İslam’ın hafizasını inşa edecekti. İnşa edilen bu siyasal Kürt İslam’ı temel referanslarını Kürt orjinli kaynaklardan, Kürt şahsiyetlerinden ve Kürt bilgelerin düşüncelerinden esinlenerek yapmıyordu. O dönemlerde Türkiye’nin hiç bir yerinde Menzil, İlim ve Vahdet’in yaptığı kitap satışlarını, hiç bir kitap evi yapmıyordu. Ali Şeriati, Mutahhari, Humeyni, seyit Kutup, Fethi Yeken, Fadlallah, Mevdudi, Hasan El Bena, Abdulkkadir Udeh, Muhammed Ebu zehra, Muhamed İkbal gibi; Fars, Arap ve Türk şahsiyetlerin eserleri ekmek su gibi kapışılıyordu. 1991 yılında Bingöl’de, sahibi olduğum Ülfel kitap evi, Humeyni’nin, “Sırrı Salat” ve “İlahi Aşk” isimli kitaplarını bir günde yetmiş adet sattığımı hatırlıyorum.
Batman’dan taşınarak karargahını Amed’e kuran Kürt Hizbullah’ı kısa bir süre sonra bu üç kitap evi ekseninde yapılan Vahdet-birlik tartışmaları sonucunda Hüseyin Velioğlu grubu, Menzil grubuna katılarak güçlerini birleştirdi. Bu iki grup tarafından yapılan Vahdet evliliği ne yazık ki fazla uzun sürmeyip, sonu hüsranla bitecekti. Her iki tarafda ayrılma sebeplerini, birbirlerine karşı samimi davranmamakla ve ihanet etmekle suçlayacaktı. Bu durumu Kürt Hizbullah’ın liderlerinden biri olan İsa Altsoy, bu birliğin Menzil grubunun ihanetiyle son bulduğunu şu tekfir sözleriyle belirtecekti: ”Cemaatin Müslümanların vahdetine verdiği önemden dolayı sadece Allah rızasını gözeterek hiçbir menfaat gözetmeksizin, İslami sorumluluğu gereği ortaya koyduğu bu fedakarlık ve dürüstlüğe bu munafıklar ihanet ettiler.”(a.g.e.s 40)
Kürt Hizbullah’ı Menzil grubundan ayrıldıktan sonra, kendi ifadesiyle “ Mürted örgüt”, (PKK) ve “Munafıklar” (Menzil grubu) ile girdiği silahlı çatışmalarla adını Kürt Hizbullah’ı olarak duyuracaktı. Kürt Hizbullah’ı kendi tarihsel mücadele kronolojisini iki dönem biçiminde kategorize eder: ”Cemaatin mücadele tarihini iki temel dönem teşkil etmektedir. Birincisi kuruluş tarihi olan, 1979 yılından 1991 yılına kadar olan dönem, ikincisi ise 1991 yılından 2000 yılına kadar olan dönemdir. Birinci dönem, tamamen cemaatleşme, tebliğ, davet ve eğitim ağırlıklı olup silahlı mücadele ve çatışmanın olmadığı dönemdir. İkinci dönem ise; birinci dönemlerdeki faaliyetlere ilaveten, murted PKK, Munafık grubu ve TC’nin derin devletine bağlı istihbarat örgütleri, ajan ve çetelerle yoğun bir mücadele ve çatışmanın yaşadığı dönemdir.”(a.g.e.s 175)
Hizbullah’ın; PKK sempatizanlarıyla ve Menzil grubuyla girdiği çatışmaya değinmeden önce, “Kendi Dilinde Hizbullah”’ın, amaçını ve düşüncesini kısa pasajlar biçimde değerli okurlara sunup; okuyucuya tarafsız Hizbullah algısını kazandırmaktır. Bu eksende hareketle, Kürt Hizbullah’ın önemli isimlerinden ve ”Kendi Dilinde Hizbullah” adlı kitabın yazarı, İsa Altsoy, “Hizbullah Cemaat’in, bölge merkezli ve mensuplarının yüzde doksan beşinin Kürtlerden” meydana geldiğini ve İslami bir hareket olduğunu söyler. Ayrıca bu “Cemaatın” sadece Kürtlerden meydana gelen bir hareket olmadığı, çok az sayıda Arap,Türk ve Çeçen kimliğine sahip insanların da, bu hareketin saflarında yer aldığına işaret eder.
“Cemaatımızın, ulusalcı-miliyetçi bir çizgide değil de, ümmetçi bir çizgiyi takip etmesi onun; mücadele verdiği coğrafyada bulunan insanların ve özellikle içinde doğup, büyüyüp geliştiği toplumun ve mensubu bulunduğu ulusun sorunlarına duyarsız kalması anlamında değildir.” Sözleriyle Hizbullah’ın, Kürt ve Kürdistan davasına ümmet zaviyesinden bakarak; Kürdistan meselesinin asıl ortaya çıkış nedenini İslam ümmetinin parçalanmışlığını gösterir: ”Cemaat olarak, Kürt ve Kürdistan sorununu, bugüne kadar İslam ümmetinin içinde bulunduğu parçalanmışlık ve yaşadığı ciddi problemlerden kaynaklanan olumsuzluklarla bağlantılı bir sorun olarak görüyoruz.” İkincisi, Hizbullah’a göre; Kürdistan meselesinin kökten çözümü şöyledir: “Yani, eğer İslam coğrafyasına ve Kürdistan’a İslam şeriatı hakim olursa ve gayr-i İslami düşünceler ve rejimler ortadan kalkarsa, Kürtlere yönelik yapılan bu haksızlığın son bulacağına inanıyoruz” a.g.e.s 67-76-144 )
Hizbullah’ın, Kürdistan meselesine bakış acısının ne kadar problemli ve ne kadar özgün İslam düşüncesinden, ırak ve fırak olduğunu yukardaki muşahas ifadelerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Oysaki Kuran’da “biz her millete kendi dilinde konuşan bir Peygamber gönderdik” (İbrahim,4) ayeti’nin yanında, her millete gönderilen Peygamber “Ey sevgili kavmim”, “Ey sevgili milletim” hitabıyla başlayan ve “güzel söz ve hikmetle yanlarına çağır” hitabiyla milletlerinin kalplerini ve yüreklerini feth ettiği gerçeği hem teoloji ilmi hemde ontoloji ilmi tüm Peygamberlerin özelde ulusalcı olduğuna işaret etmiştir.
Kürt Hizbullah’ı; 22 Arap devleti, 11 Türk devleti ve 3 Fars devletinin varlığını İslam ümmetinin vahdetini bölüp parçaladığını düşünmüyor-görmüyor; fakat dili İslam ümmeti tarafından yasaklanan, toprakları İslam ülkeleri tarafından işgal edilen ve dört parçaya bölünen yalınayaklı Kürt milletinin Kürdistani mücadelesini kavmiyetçilik görecek kadar, aklını ekmek ve peynirle yemiş cahil bir fırka olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor.
Üçüncüsü: Kürt Hizbullah’ı, uyduruk şeriat ve uyduruk ümmet mefkuresini Kürt halkının kurtuluş reçetesi olarak işaret ederken; Kuran’ın özgün akidesinden ve sahih İslam düşüncesinden ve diğer rasyonel bilimlerden, ne kadar uzak ve irrasyonel durduğunu göstermiş oluyor.
Hizbullah’ın, Kürt ve Kürdistan davasına bakış acısını belirleyen sömürgeci Türk-Arap-Fars ilahiyatı olduğunu gerçeğini şu sözlerinden anlıyoruz: ”Kürdistan toprağı İslam toprağıdır ve buranın gerçek sahibi İslam ümmeti ve Müslüman Kürt halkıdır. Bu halkın bütün sorunlarının tek çözüm adresi ancak İslam şeriatıyla mümkündür.” a.g.e.s 65) Görüldüğü üzere Kürt Hizbullah’ı Kürdistan ülkesini ümmet mefkuresine tahvil ediyor, Kürdistan ülkesini emperyalist İslam ülkelerine peşkeş çekiyor ve tıpkı IŞİD, El-Kaide ve Taliban gibi Kürdistan ülkesinin tek kurtuluşunun şeriat olduğunu ısrarla vurgu yapıyor.
Kürt Hizbullah’ın İslami, insani ve Kürdistani mühayillesinin ne kadar yamuk ve arızalı olduğuna delalet eden yüzlerce alameti farikadan biride şu sözlerdir: ” Bize göre Müslüman bir Türk, Müslüman olmayan bütün Kürdlerden; Müslüman bir Kürd de Müslüman olmayan bütün Türklerden daha değerlidir.” Hizbullah’ın bu İslam’ı tasavvur biçimi IŞİD’in ta kendisidir, provakatiftir, faşisttir, sahih Kuran düşüncesini temsil etmekten çok beridir, kibirlidir ve daha çok ehlisünnet İslamını temsil ettiği gerçeğidir.
Çünkü; Kuran ilmi insanın Müslüman kimliğini kazanmasıyla birlikte onun artık yaşama, insana, farklı inanca ve farklı düşünceye zarar veremez gerçeğini asla kabul etmez. Çünkü bu kuran’ın bahs konusu ettiği sünnetullah-fıtrat veya ontolojik yasalara hem aykırı hemde büyük bir dualizim demektir. Kuran söyle der: “ Ey Peygamber! günahının bağışlanmasını dile.” (mümin 55)- “ Ey peygamber! kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile.”( Muhammed 19)
İkincisi, “bir kavime, düşünceye ve inanca olan kininiz sizi adaletsizliğe götürmesin” ilkesi, “Size hayat veren şeylere çağrıldığınız vakit icabet ediniz”emri, “onlar sözü dinler ve sözün en güzeline uyarlar” öğüttü gerçek Müslüman kimliğin, görevlerini ve vasıflarını belirlemiş oluyor. Mamafih, Peygamberin en samimi dava arkadaşları ve Cemaati’nin Müslüman kimlikli olması, onların korkunç zulümler ve günahlar işlemesine mani olmadığı gerçeğini hatırlatmakta fayda var. Hakeza bin dört yüz yıl boyunca ehli-sünnet Müslüman toplumları haksız yere milyonlarca insanı katl etmiş, insanın hafsalasının tahammül edemeyeceği düzeyde, zulüm ve tuğyan işlediğine dair, İslam kaynakları ve devletlerin resmi tarih arşivleri buna tanıklık etmiştir.
Bugün ise; İslam dünyasında yapılan sosyo politik, sosyo psikolojik, sosyo ekonomik araştırma ve istatistik veriler; dünyada en büyük haksızlığın, en büyük adaletsizliğin, en büyük cehaletin ve en büyük mutsuzluğun görüldüğü yerlerin başında İslam toplumları geldiği gerçeği doğrulanmıştır. Özellikle İran, Sudan, Fas ve benzeri şeriatla yönetilen diğer İslam ülkelerin milletleri ya aç kediler gibi duvarlara tırmanıyor yada birbirlerini en vahşi şekilde acımasızca boğazlıyor. Dolayısıyla İslam toplumlarına kurtuluş vaad eden Humeyni’nin “İslam devleti”, Hasan Tura’binin İslam’ı entellektüel birikimi, Seyit Kutup’un İslam toplum teorisi, Hasan Elbenna’nın İhvan Hareketi ve Mevdudi’nin İslami cemaatleşme teorisi İslam toplumlarına zere miskal kadar adalet, özgürlük, barış, sevgi, refah, demokrasi, bilim, teknoloji, spor, sanat ve kültür bilincini kazandırmamış; aksine İslam toplumların içinde bulunduğu, cehalet ve sefalat vadisini daha bir derinleştirmiştir.
Müslüman coğrafyanın, cehalet ve sefalat iklimi ve insicamı bu hakikatken Hizbullah, Humeyi rejimini ve İhvan hareketini örnek aldığını şu sözleriyle beyan eder: “Mısır’ da İhvan-ı Müslimin, İran’da İslam İnkılabı öncesinde ortaya konan mücadele yöntemleri, Pakista’ın kuruluşunda büyük emekleri geçen Mevdudi gibi kendi ülkelerinde şeriatı hakim kılmaya ve evrensel İslam adaletini yaymaya hedefleyen bütün mücadele sahibi, Müslüman önder ve alimlerin mücadeleleri, Hizbullah Cemaati için esin kaynağıdır.”(a.g.e.s163)
Hizbullah, Mevdudi’nin, seküler düşünen Ali Bin Cinah’la birlikte Pakistan’ın bağımsızlık mücadelesini ortak yürüttüğü, 22 Arap devletinin uluslaşmasında Politik İslamcıların çıkardığı Urvetül Vuska adlı derginin, Arap milliyetçiliğini devletleşmeye taşıdığını ve Atatürk’ün modern Türk ulusçuluğunu yaratırken Mehmet Akif Ersoy’la birlikte hareket ettiğini bilecek bir entelektüel repertuvardan ayrıca, mahrum ve yoksundur.
İkincisi: Hizbullah, Müslüman milletlerin uluslaşmasını ve devletleşmesini meşru bir hak görürken; Kürtlerin beş bin yıldır üzerinde yaşadığı toprakların, uluslaşmasına ve devletleşmesine şiddetle karşı çıkıyor. Bunun sebebini; “İslam ümmetini bölmek” ve “Kürdistan topraklarını mülhidleştirme” olarak okuyor ve bu noktada tüm Kürdistani dinamikleri tekfir ederek; içine düştüğü komplikasyonlarla, ne derecede sapkın ve karanlık bir örgüt olduğunu şu sözleriyle beyan ediyor: “Bu mülhid ve ilhadi örgütler ve siyasi partiler özgürlük, bağımsızlık, ulusçuluk, adalet, eşitlik vb. güzel ve cazip kavramları kullanarak Müslüman Kürtleri dinsizleştirmek ve ilhadi ideolojilerle halkı saptırmak istiyorlar” a.g.e.s 71
Hizbullah’ın yukarıda Kürdistani mücadele veren dinamiklere karşı sergilediği tavrın ne derecede IŞİD vari, sapkın ve tekfir inancına sahip bir cehalet örgütlenmesi olduğunu gözler önüne seriyor. “Hizbullah’ın liderlerinden Cemal Tutar; ”Savunmalar” adlı kitabın ileriki sayfalarında Hizbullah’ın içine düştüğü bu cehaleti ve çelişkiyi iki Kürt Said’e tahvil ederek bu karanlık örgütlenmenin içinden şu sözleriyle çıkacaktı: “Hizbullah Cemaati, çok uzaklara gitmeden, evvela kendi toprakları üzerinde mücadele vermiş olan iki Said’i örnek almış ve kendilerinden çokça istifade etmiştir.” Sayfa 161 savunmalar Sözleri pratikte Kürt Hizbullahı hem alim, hem de mücadele adamı olan bu iki değerli Kürt insanın verdiği örnek mücadeleyi vermeyerek ikinci bir yaman çelişkiye düşmüş olacaktı. Çünkü bu her iki Said’de hem İslami mücadelede hemde Kürt ve Kürdistan davasında, onlar gibi düşünmeyen hiç bir Kürt bireyini ve hiç bir Kürt siyasi dinamiğini tekfir edip Türk devletinin karanlık güçleriyle birlikte vahşice katl etmemiştir.
İkincisi ise; Kürt Hizbullah’ın iki Said’in yol ve yöntemini benimsemekten ziyade, daha çok siyasal Ehlisünnet yol ve yöntemini benimsediğini yukardaki sözleriyle ve Kürdistan’da Türk devletinin karanlık güçleriyle birlikte gerçekleştirdiği uygulamalarından biliyoruz: Hizbullah’ın Kürdistan’da işlediği bu cinayetleri kendi dilinde birlikte okuyalım: “Cemaatimiz murted örgüte ve onun Ermeni çetelerine yönelik yakalama, sorgulama, ve etkisiz hale getirme türünden çok sayıda eylem gerçekleştirdi.” Sayfa215 hizbullah
Dolayısıyla Hizbullah’ın kendi diliyle Kürdistan’da İslam adına çok sayıda Kürt İslam alimi ve yüzlerce dindar Kürt yurtseverini, Kürt siyasetçilerini ve ulusal mücadeleye desten sunan sempatizanlarını Kürt halkını dinsizleştirmekle suçlayıp katl ettiğini birlikte okuduk. İkincisi, içki, kumar ve benzeri ehlisünnet prensiplerini ihlal edenleri önce tekfir etmiş ve ardından Abdulkadir Udeh’in uyduruk İslam hukukunu devreye sokmuştur. İçki içen gençleri beysbol sopalarıyla dövmüş, zekat vermeyen en az otuz esnafı katl etmiş ve mini etek giyinen genç kızların bacaklarına kezap suyunu dökerek ne derecede IŞİD’ci bir terör örgütüne benzediğini fazlasıyla kanıtlıyordu. Ve son olarak, 17 Ocak 2000 Beykoz operasyonuyla, Türkiye ve Kürdistan genelinde mezar evlerinde 217 insan cesedine ulaşılmış ve o gün insanlık ailesi korku ve şaşkınlık travmasını yaşayacaktı.
Hizbullah örgütü tıpkı IŞİD terör örgütü gibi kendisi gibi inanmayan siyasi yapıları “Münafık” ve “Murted” görmekle birlikte; örgüt kendisini İslam’in yegane tek temsilcisi gördüğünü şu sözleriyle beyan ediyor: “Müslüman Kürt halkının, inancının ve kültürünün temsilcisi, toplumsal, siyasi ve insani haklarının gerçek savunucusu Hizbullah cemaatidir.” (8a.g.e.s64) Oysaki Hizbullah “Hür Dava Partisi” adı altında 2015 parlamento seçiminde 42 bin oy alarak ne derecede Kürt halkının temsilcisi olduğunu fazlasıyla kanıtlıyordu(!) Dolayısıyla Hizbullah’ın 2015 genel seçimlerde aldığı oy miktarı, Kürt halkının, desteğinden ve tevecühünden son derece mahrum marjinal bir örgüt olduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Yazımın başında, AKP ve Hizbullah’ın ortak frekanslarına değinmiştim. Dolayısıyla Hizbullah’ın daha önceki faaliyet alanları olan istikbarat birimleri, mafya çeteleri, Camii, Medrese, okul, köy ortamı, Beykoz operasyonuyla birlikt tüm bu adresler tuz buz edilmişti. Bu sebepten ötürü Hizbullah mensupları çok uzun bir süre bu ortamlara uğramamış; taki AKP kendilerine bir koridor açıncaya kadar. Dolayısıyla AKP Hizbullah örgütünün faaliyetlerini ikmal edeceği yeni adresler belirleyecekti. AKP; Hizbullah’ın faaliyetlerini illegal alandan legal alana taşıyacak, yeni bir örgütlenme modeli devreye sokarak ve her türlü imkanı sunarak Hizbullah’ın Türk devletiyle birlikte gerçekleştirdikleri karanlık işleri; Hür Dava Partisi, Kutlu Doğum haftası, Mustazaf Der, İnzar Dergisi, Dua Yayıncılık, Doğru Haber Gazetesi, çağrı radyo, Rehber tv, dini konferans ve panel organizasyonları ile yirmi yıllık tüm klasik çalışma yöntemlerini modern çalışma yöntemlerine tahvil ederek, yeniden Kürdistan davasının ve yalınayaklı milletinin başına musallat edilecekti.
Hizbullah’ın eski tetikçilerinden ve şimdiki en önemli bir kaç liderden biri olan Fikret Gültekin, 27.09.2013 tarihli doğru haber haftalık gazetesi köşesinde Türk devletini, AKP’yi ve Türk İslamcılarını PKK karşı ortak mücadeleye şu sözleriyle davet ederek, ne derecede musibet bir örgüt olduğunu gösteriyordu: “O halde ne yapılmalı? Özellikle bölgelerimizde PKK çizgisinde olmayan tüm parti, sivil toplum kuruluşu ve cemaatler bir araya gelmeli ve halkı PKK’nin bölgeden çıkarılmasına veya etkisizleştirilmesine yönelik bilinçlendirme çalışmalarına başlamalıdırlar. Yekvücut olarak seslerini yükseltebilmeli halka daha fazla inebilmenin yollarını belirleyecekleri stratejiler geliştirebilmeliler. Nitekim PKK sadece Hüdapar\'a veya onun gönüllülerine saldırmıyor. Mesela geçen seçim döneminde onlarca Ak Parti binası da yakıldı, bombalandı. Saadet Partisine ait yerler de aynı akibete uğruyor. Tüm bunlar gösteriyor ki, pkk veya türevleri bizim parçalanmışlığımızdan istifade ediyorlar. O halde yapılacak şey tüm iç ihtilaflarımızı bir kenara bırakarak bu şımarık, pervasız çocuğa haddini bildirmek ve halkın üzerinde baskı kurduğu tüm kozlarını elinden almaktır.”
Hizbullah’ın sahip olduğu bu yeni kurumlar ve araçlar işgalci Türk-Arap-Fars devletlerini zere miskal kadar hedef almamış; aksine onlarla birlikte ortak hareket ederek, PKK ve YPG’ye muazzam bir düşmanlık faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. Özellikle, Şengal ve Kobané’nin işgal ve katliamı karşısında, IŞİD ve AKP yanlısı faaliyetler içinde olmuştur. IŞİD ve Nusra teröristlerini tekfir edecek yada nefretle kınadığı tek bir açıklama yapmamış olması bu örgütün İslam’i Kürdistan’i ve insani değerlere bakış acısını tartışma konusu yapmıştır.
Hizbullah’ın kadın meselesi hakkındaki görüşü ise, Taliban ve IŞİD’in bakış acısıyla aynı paralelde olduğunu şu sözlerinden çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz: “Murted ve mülhid Kürt örgüt ve ideolojiler aile içinde erkeğin otoritesini kırmış, ailenin olmazsa olmaz şartlarından birisi olan kadınların erkeğe bağlılık ilkesini ortadan kaldırmıştır. Öyle ki kocasından kızan kadın, kocasını dağa çıkmakla tehdit ediyor, evin kız çocukları dilediği zaman örgüt etkinliklerine gidiyor buna karşı babalarını, ağabeylerini, kardeşlerini tehdit ediyorlar. “Sayfa 217savunmalar)
Hizbullah; devlet, toplum, bilim, demokrasi, laiklik ve benzeri meseleler hakkında idealize ettiği dünya görüşününü aşağıda aktaracağımız sözlerle özetlerken; aynı zamanda Kürdistan toplumunu, İslam toplumu olarak görmediğini ve bu vesileyle Kürdistan davasının ulvi mücadelesini ve yalınayaklı dindar milletini, suhulet ortamından şekavet ortamına sürüklemeye çok hevesli olduğunu görüyoruz: “ Bize göre, dünyada tek adalet devleti şeriat devletidir. Biz laikliğe, demokrasiye, sosyalizme, kemalizme karşı olmakla birlikte; modern düşünce ve ideolojilerede karşıyız. Cemaat olarak Kürt milletini şeriat kurallarıyla yönetmek istiyoruz. Bize göre Müslümanların yaşadığı bir toplumda, devlet yönetimi İslam’ın emirlerine göre şekillenmeli; anayasa, yasa ve kanunların yüzde yüzü Şeriat ile uyum içinde olmalıdır. İslam’a zıt ve kaynağını İslam’dan almayan hiç bir kanun, yasa, organizasyon veya yapılanmayı kabul etmiyoruz. (Sayfa 150 savunmalar)
Hizbullah’ın Kürdistan davası ve diğer siyasi, düşüncel ve toplumsal meseleler hakkındaki ehlisünnet İslam anlayışını kısaca anahatlarıyla okuyucuya sunmaya çalıştık. Bundan sonra Hizbullah örgütünün Türk devleti, PKK, Menzil Grubu ve “Zehra Vakfı Başkanı” ile yaşadığı en önemli hadiselerin sıkalasını anahatlarıyla okuyucunun, muhakeme ve murakabe zaviyesine sunmaya çalışacağız:
Hizbullah örgütünün en önemli isimlerinden ve aynı zamanda “Kendi dilinde Hizbullah” adlı kitabın yazarı İsa Altsoy, 250 sayfalık kitabın yarısından fazlasını PKK ayırmış olması, PKK ile yaşadıkları hadiselerin ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Yaşanılan bu çatışmaların hiç bir detayına girmeden sadece, oluş ve bitiş noktaları üzerinde daha çok duracağız. Çünkü bu yöntemle, Kürt ve Kürdistan davasına daha fazla faydalı olacağımızı düşünüyorum. Ayrıca, Kürt ve Kürdistan davasıyla ilgilenen okuyucuya bu çalışmamızla daha çok Hizbullah’ın, epistemolojini ve metodolojisini çözümleyerek sunmaktır. Çünkü taraflar arasında yaşanan hadise karşısında, ifrat ve tefrit noktasında, musavi ve mütedil noktada duruş almanın, her iki tarafın takip ettiği, epistemolojiyi ve metodolojiyi daha doğru anlamamıza-okumamıza, tarafların yaşadıkları olayları daha mazbut ve muhkem tespit etme şansını doğuracağını düşünüyorum.
Bu zaviyeden hareketle Hizbullah’ın, PKK ile yaşadığı hadiselere geçmeden önce, Hizbullah’ın PKK hakkındaki düşüncelerine kısaca göz atmakta fayda var: Hizbullah; PKK’nin miliyetçi, Marksist ve Leninist bir ideolojiye sahip olduğunu, PKK’nin Kuzey Kürdistan’da ortaya çıktığını ve ulusalcı bir hareket olduğunu söyler. Hizbullah; PKK’nin gayr- ı İslam’i bir ideolojiye sahip olduğunu, İslam’ın Tevhid inancına, İslam Şeriatına ve İslam’ın diğer ulvi değerlerine asla saygısı olmayan, mürted ve kafir bir örgüt olduğunu ve Kürt halkının, özgürlük ve kurtuluş mücadelesinde hiç bir başarı kayıt etmediğini şu sözleriyle ifade eder: “PKK ise bilindiği üzere, İslam dinine ve İslam dininin mukaddesatına kökten düşman olan dinsiz bir örgüttür. PKK, yöneticilerinin büyük çoğunluğunu, kafir, İslam düşmanı ve hatta gayr-i Müslim olmalarının da bir sonucu olarak, ilk savaşını Kürtlerin dini bağlılığına ve ahlaki değerlerine yönelik olarak gerçekleştirmiştir.”(a.g.e.s215,236) sözleri Hizbullah’ın PKK gerçeğine karşı kullandığı bu propagandanist üslup ve yöntem “Bir düşünceye karşı olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe götürmesin.” Ayetini ihlal etmiştir.
Oysaki PKK’nin gerillası, kurum yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları ve on milyondan fazla taraftar kitlesinin Müslüman olmadığını sadece Kürt Hizbullah’ı söyleyerek; bu İslam’i anlayışıyla İŞİD teröristlerin akidesine çok yakın durduğunu göstermiştir. Dolayısıyla Hizbullah’ın PKK’yi değerlendirmede kullandığı yöntemin, ilmi ve kitabi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hizbullah’ın gözünde PKK olgusunu kısaca işledikten sonra, Hizbullah’ın ağzında bu kez PKK ile yaşadıkları olaylara kısaca değineceğiz. Hizbullah 1991 yılında işçi, esnaf, memur ve toplumun diğer katmanları olmak üzre geniş bir yelpazede İslami Faaliyetler yürüttüğünü iddia eder. Üniversitelerde, orta dereceli okullarda, camilerde ve köylerde yürüttükleri İslami çalışmalar sırasında, PKK kadrolarıyla ve sempatizanlarıyla bu ortamlarda karşı karşıya geldiklerini, bu ortamlarda ilk olarak sözlü tartışma, kavga ve ardından öldürme eylemleriyle çatıştıklarını söyler. Hizbullah’a göre; “Kendisine karşı çıkan ve boyun eğmeyen herkesi; işbirlikçi, ajan, hain, vb. Yalan, iftira ve ithamlarla karalıyordu. Böylece ileride bu insanlara karşı yapacağı eylemlere gerekçe ve zemin hazırlıyordu. Bu taktik ve politik yöntemlerle teşhir ettiği insanlara sonradan darbe vurup etkisiz hale getiriyordu. Aynı taktiği Cemaate karşı da uygulamak istiyordu; fakat cemaatımız buna izin vermedi” (a.g.e.s85)
Hizbullah, Kürdistan’da yürüttüğü İslami faaliyetlere PKK’nin tahammül etmeyerek; ilk iş olarak cemaat mensuplarını cami, okul, sokak ve ev ortamında yoğun psikolojik baskı altında tutuğunu ve daha sonra cemaat mensuplarından birden fazla kişiyi yaralayıp öldürdüğünü idia eder. Bu öldürme ve yaralamalara rağmen Hizbullah, dört- beş ay boyunca, PKK ile çatışmaya girmekten çok uzak durduğunu, PKK ile yaşadıkları bu gerginliğin ve sürtüşmenin bölge geneline yayılacağını, her iki tarafında bu işin sonunda zararlı çıkacağını ve bu işin sonunda Türk devletinin karlı çıkacağının mesajını PKK’ye bir elçi göndererek bu çatışmaların taraftarı olmadığını şu sözleriyle belirtir:
”Bağımsız İslami bir hareket olarak bölgede sürdürdüğümüz İslami mücadelemizin esas hedefinin zülüm rejimi olduğunu, PKK’ye yönelik özel bir düşmanlık ve faaliyetimizin olmadığını, bölge genelinde var olan sürtüşme ve gerginliklerin PKK’nin baskı ve saldırılarından kaynaklandığını, Cemaatın PKK ile çatışmak istemediğini, patlak verecek bir çatışmanın lokal olmaktan çıkıp, bütün bölgeyi kapsayan bir savaşa dönüşeceğini, böyle bir çatışmanın uzun süre devam edeceğini ve maliyetinin ağır olacağını, bunun her iki tarafın da zararına olacağının, özellikle şu anda fiili bir çatışma ortamı içinde olan PKK’nın kendisine yeni bir cephe açmakla daha fazla zarar eden taraf olacağını, iki taraftan ziyade bu savaştan TC ‘nin kazançlı çıkacağını, Cemaate yönelik saldırılarını durdurmalarını, aksi taktirde bizimde kendimizi savunmak zorunda kalacağımızı, bu mesajımızı iyi değerlendirmelerini, böyle bir çatışma başlarsa bunun sorumlusunun kendileri olacağını” PKK’ye ilettiğini söyler.(a.g.e.s89)
Hizbullah, PKK’ye gönderdiği bu barış elçisinin PKK tarafından dövüldüğünü ve kanlar içinde bırakılarak kendilerine şu cevabın verildiğini söyler: “Biz, neyin çıkarımıza ve neyin zararımıza olduğunu sizden daha iyi biliyoruz. Bunları siz bize öğretemezsiniz. Sizin nasihatlarınıza ihtiyacımız yoktur. Eğer gerçekten devlete muhalifseniz gelin PKK’ye katılın ve PKK‘nin önderliğinde mücadeleyi sürdürün. Eğer bunu yapmıyorsanız bu işi bırakın ve bölgeyi terk edin. Eğer bunuda yapmıyorsanız, size yönelir ve sizi imha ederiz. Buna göre hangisini istiyorsanız kendinize tercih edin.” Diyerek, kendilerini bu üç seçenekten birine zorlatıldıklarını söyler.( a.g.e.s89)
Hizbullah örgütü, kendisine dayatılan bu üç seçenekten biri olan çatışma seçeneğini neden tercih etme zorunda kaldığını şu sözleriyle ifade eder: “Cemaatin PKK’ye katılıp önderliği altında mücadele etmeyi kabul etmesi, uzun yıllara dayanan mücadelesini terk edip kendisini fesh etmesi demektir. Cemaat PKK’nın inanç, ideoloji ve mücadele yöntemini kabul etmediği ve gayr-ı İslami olarak gördüğü için... Cemaat; beş fert, on fert, yüz fertten oluşan küçük bir grup, bir kaç aile veya bir kabile değildi ki bölgeyi terk etmesiyle iş bitsin. Uzun bir mücadele geçmişi olan, çile, emek, kan ve gözyaşıyla yoğrularak bugünlere kadar gelen, on binlerce elamanı, yüzbinlerce sempatizanı, büyük bir potansiyeli ve halk tabanı olan bir hareket olarak Cemaat, bütün bu değerleri ve kazanımlarını PKK gibi mulhid bir parti ve ideoloji için terk edemez ve bir kenara bırakamazdı.”(a.g.e.s91)
Her ne kadar Hizbullah örgütü, on binlerce kadro elemanına, yüzbinlerce sempatizana ve çok büyük bir halk kitlesine sahip olduğunu iddia etse bile, Hizbullah’ı, Kürdistan’daki İslami hareketi, Türk İslam’i hareketi ve liderlerini çok yakından tanıdığım için bu söylediklerinin gerçeklik payı son derece zayıf olduğuna yukarıda işaret etmiştik.
Çünkü doksanlı yıllarda, PKK, İslamcı Kürt grupları ve özellikle Kürt halkına karşı Türk istikbarat elemanlarıyla birlikte kullandığı akıl almaz şiddet yöntemlerinden dolayı Kürdistan halkının tüm kesimlerin nefretini kazanmış olacaktı. İkincisi; 17. Ocak. 2000 Beykoz operasyonunda ortaya çıkan onlarca dehşet verici mezar evleri, onlarca işkence ve infaz kasetleri ve bu örgütün sadece bir istihbarat örgütü olduğunu kanıtlayan yüzbinlerce istihbarat dokümanları göstermek mümkündür. Eğer örgütün amacı İnsanları Allah’ın yoluna davet etmek olsaydı; “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla güzellik üzerine mücadele et.” (nisa 16) yöntemi olurdu. Ancak örgüt bunu yapacağına, Türkiye ve Kürdistan genelinde siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda faaliyet yürüten tüm kesimler hakkında istihbarat topladığını, hata Türk mafyasıyla en yüksek düzeyde ilişki kurduğunu ve binlerce insanları göz altına alıp sorguladığını ve ardından infaz etiğini şu sözleriyle itiraf eder: “Cemaatımızın içine sızan ve İslam karşıtı faaliyet yürüten ajan, çete, münafık, kafir unsurlara yönelik yakalama, sorgulama, etkisiz hale getirme ve bunlar hakkında geniş caplı istihbarat toplama türünden çok sayıda eylem ve faaliyet yürütük” a.g.e.s-215
Üçüncüsü: Hüseyin Velioğlu öldürüldüğünde cenazesinin Kürt halkı tarafından kaldırılmasını bir kenara bırakalım; tek bir Hizbullah üyesi öldürülen liderlerinin cenaze defin işlerini güvenlik gerekçesiyle yerine getirmemiştir. Dolayısıyla, tabanı olan bir hareketin lideri öldürüldüğünde nasıl halk tarafından kitlesel bir merasim töreniyle defin edilmez? sorusunu akla getirmektedir. İkincisi, Cenaze defin işlemini bir grup Hizbullah elemanın eşleri tarafından kaldırılmış olması, bu örgütün kesinlikle halk desteğinden yoksun olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor.
Oysa ki Kürdistan bölgesinde, Fetullah Gülen ve diğer marjinal ve misyoner Türk İslamcıların ( dernek, vakıf, okul) faaliyetleri ve kitle desteğinin Hizbullah’ın sahip olduğu eleman, sempatizan ve halk desteğinden kıyaslanmayacak düzeyde fazla olduğu gerçeğidir. Bu tespitlerimizi doğrulayacak şu çalışma yapıldığında, kimin daha fazla eleman ve taraftar kitlesine sahip olduğu gerçeği bilimsel rakamlarla ortaya çıkacaktır. Kürdistan genelinde Hizbullah’ın açtığı Mustazaf der şubeleri ile Fetullah Gülen, Süleymancılar, Türk nurcuları, Akabe, Özder, Haksöz ve benzeri onlarca Türk İslamcıların açtığı dernek, vakıf, parti, okul, dersane, yayınlar ve organizasyonlar yerinde incelenip, alınan sonuçlarla karşılaştırma yapıldığında;Hizbullah’ın söylediklerinin propaganda dan ibaret olduğu yüzde yüz doğrulanmış olacaktır. Hizbullah, “Kutlu doğum haftası” etkinlikleriyle, Kürt halkının Peygambere olan derin muhabetini ve aşkını tabanı olarak gösteriyorsa; bu asla bilimsel din sosyolojisine ve bilimsel Kürt sosyolojisine tekabül etmez. Ayrıca dileyen Okuyucu, “Kürdistan’da Din ve Siyaset Sosyolojisi” ve “Siyasal İslam’ın Krizi” adlı kitaplarımıza müracaat edebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.