Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün yaptığı saha araştırması, bölgede hala uygulanan koruculuk sisteminin devlet zoruyla nasıl köylülere kabul ettirildiğini ortaya koydu. Baskı nedeniyle koruculuğu kabul edenler, koruculuğun kald.
Saha araştırması, halen geçici ya da gönüllü korucu olarak çalışanlar ve aileleri ile korucu olup kendi istekleriyle işten ayrılan, meslekten el çektirilen ya da emekli olan köy korucularıyla yapılan görüşmelere dayanıyor.
12 Ağustos 2011 tarihinde başlayan görüşmeler, aynı yılın Ekim ayının bitirildi. Bu süre içinde Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Urfa, Şırnak ve Van il, ilçe ve köylerinde toplam 68 görüşme yapıldı. Bu görüşmelerden 33'ü korucu ve korucubaşı, 15'i korucu eşi, 11'i korucu çocuğu, 3'ü emekli korucu, 4'ü Geçici Köy Korucuları Yardımlaşma ve Dayanışma Dernekleri yöneticileri, 2'si gönüllü korucu ile yapıldı.
'OLACAKSINIZ YA DA GİDECEKSİNİZ'
Koruculara öncelikle, koruculuğu neden kabul ettikleri soruldu. Öne çıkan yanıt, devletin baskısı ve yoksulluk oldu. Saha araştırmasında yer alan yanıtlardan bazıları şöyle:
"Köyümüzü, hayvanlarımızı, ekinlerimizi terk etmemek için korucu olduk."
"Bizim korucu olmamızdaki temel etmen devletin baskısıydı. Hatta bir bayram sabahı geldiler. 'Siz korucu olacaksınız.' Hatta bizi terörist ilan ettiler. Askeriye: 'Kalan olursa vurun!' Yani vur emri verdiler. 'Olacaksınız ya da gideceksiniz.' Biz de araba çağırdık, yüklemeye başladık eşyalarımızı göç edeceğiz diye. Bu sefer gelip 'Yav gitmeyin, gelin, silah alın' falan. Amcam da 'tamam' dedi, 'Gelin.", "Alalım, ama herkese vereceksiniz, yoksa hiçbirimiz almayız' dedik. "
"Akrabalarımızın çoğu 1990'larda yaşananlardan dolayı buraları hep terk ettiler. Adana, Diyarbakır gibi kentlere gittiler. Aşiret dağıldı, kalanlar korucu oldu. Liceli 1990'da sıkıntı verdiler, baskı yaptılar. O dönemde bizi zorla korucu yaptılar. 'Ya korucu olacaksınız ya da köyden çıkacaksınız' dediler. O zaman ekonomik durum çok zayıftı, millet çok perişandı, yapamadık yani. 1987'de Mersin'deydim. 1990'da döndüm. 11 çocuğum var ama bir tek kuruşum yok, param yoktu. Yine bir sene dayandım, çalıştım. Sonra asker bize çok baskı yaptı. 'Ya köyden çıkacaksınız ya da korucu olacaksınız' dediler. Başka çaremiz kalmadı."
Saha araştırmasına göre, köylüler, en başta korucu olurken tam olarak kendilerinden ne beklendiğini bilmiyordu. PKK ile mücadele etme fikriyle katılanlar da tarih içinde "devlet yanlısı" olarak bilinen aşiretler.
Bu aşiretlerden biri koruculuğu kabul etme nedenlerini şöyle anlatıyor: "Mesela bizim maddi sıkıntımız hiç yoktu. Maddiyat olarak korucu maaşına ihtiyacımız yoktu ve maddiyattan dolayı da korucu olmadık. Belki aile olarak biz 500 insanı besleyebiliriz. 12 bin dönüm arazimiz var. Apocular falan yaptılar, aile büyüklerini öldürelim ki aşiretin alt tabanı bize teslim olsunlar. İşte falan ağayı öldürdüler diye. Ondan sonra bizim çaremiz kalmadı. Silahı kendiliğimizden alsak bir sürü cezası var devletten. Silah almazsak da başka çaremiz yoktu. Köyümüzü bırakıp buralardan gitmek de zor olurdu. Nasıl bırakacağız bu kadar arsayı. Bu yüzden korucu olmak zorunda kaldık. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Ağaydık, zengindik malımız mülkümüzden dolayı. Ama uzman çavuşun emri altına girdik. Ne yapacağımızı bilemedik."
'ASKER BİZİ KULLANDI'
Araştırmaya göre, korucular arasındaki yaygın kanılardan belki de en önde geleni askerlerin kendilerini kullandıkları.
Kızıltepeli bir korucu, devlete olan güvensizliğini, "O dönemler daha aktif, daha heyecanlı çalışıyorduk. Çok istekli operasyonlara giderdik, hem yaşanmışlıklardan hem de kaybettiğim yakınlarımdan dolayı. Ancak şimdi hem ailem ve çocuklarımız hem de devletin bizi kullandığını fark ettiğimizden artık istekli ve heyecanlı gitmiyoruz" sözleriyle anlattı.
Araştırmada bu konuda yer alan görüşlerden bazıları da şöyle:
"Devlet de koruculuğu yağmalıyor, eğer yağmalamasaydı kaldırırdı. Çünkü korucu rehber oluyor devlete. Kültür, ahlak, coğrafi her şeyi korucular biliyor ve devlet bu şekilde onları kullanıyor. Korucular bilinçlendirilirse onlar da soğuyacaktır bu şeylerden."
"Operasyonlarda asker olmadığında, arkadaşlarla baş başa kaldığımızda kendi kendimize 'Burada ne işimiz var' derdik."
"24 saat nöbet tuttuğumuz oluyor ve bu da üç günde bir oluyor. Operasyonlara da gidiyoruz. Karakol ne istiyorsa, nasıl istiyorsa o oluyor. Şu an için de gerekli gereksiz yerlerde bize nöbet tutturuyorlar. Mesela BOTAŞ'ta, boru hatlarında biz gidip nöbet tutuyoruz. Aslında oraları özelleşmiş, devlete bağlı değil. Ama bizi nöbet için orada görevlendiriyorlar. Askeri kesim de bizi kullanıyor."
"Adeta robotlaşmış durumdayız, hiçbir sosyal aktivitemiz yok, robot gibi emirlere uymaktan başka bir şey yapamıyoruz, verilen her emri yapıyoruz."
''Karakol bize güvenmiyor. Bize nereye gideceğimizi asla söylemez. Ne onlar bize güvenir ne de biz onlara güveniriz."
Korucuların sisteminin kaldırılması konusundaki görüşleri farklılık gösteriyor. Zorla korucu yapılan ve çatışmalara katılmayanlar, kısa sürede koruculuğun kaldırılmasını istiyor.
Diğer bir grup, koruculuk bitirildiği takdirde, can güvenliği, iş ve özlük haklarını talep ediyor.
Üçüncü bir grubun ise, silah bırakmaya pek de niyeti yok. Bu grup, silahın ve korucu olmanın sağladığı nüfuzdan vazgeçmek istemiyor.
Saha araştırmasına göre, koruculuk sisteminin hemen kaldırılmasını isteyen korucuların en çok vurguladıkları konu, huzur içinde ve tehdit altında olmadan yaşama isteği. Korucu olmaktan duydukları pişmanlığı dile getiriyorlar ve bir an önce silahtan ve korucu olarak yaftalanmaktan kurtulmak istiyorlar.