Fransız yönetmen Caroline Fourest’in IŞİD’e karşı savaşan Kürt kadınları anlattığı Kadınların Silah Kardeşliği (Soeurs d’Armes) filmi 3 Ekim’de Paris’te galasını yapacak, 9 Ekim’de ise Fransa genelinde vizyona girecek.
Gazeteci ve sinemacı Fourest, filmin konusunu ve gelen tepkileri ANF'ye konuştu.
“Belki cephede savaşamam, ama çok iyi bir şekilde hikaye anlatabilir ve bunu başkalarına aktarabilirim” diyen yönetmen Fourest, “Bu film ile, kendimce, cephede savaşanlar ile beraber aynı mevziye giriyor ve bu savaşa katılıyorum, aynı zamanda siyasal islamcıların propagandasına da bir yanıt veriyorum” diyor.
“Ben feminist bir savaş filmi çekmek istedim, karanlığı değil, direnmeyi seçen gençlerin kahramanlığına yer vermek istedim” diyen Fourest ekliyor: “Bu film bütün bu direnişçilere bir saygı göstergesi. Kürtler ile savaşa katılmaya giden bazı gönülüler izledi filmi ve bana gözyaşları içinde teşekkür ettiler. Bu benim en güzel ödül oldu.”
Kürtleri ilk olarak nasıl tanıdınız?
Bu filmi çekmeye başladığımda, 1995 yılında gazetecilik hayatıma başlarken yazdığım ilk haberlerden birinin Kürtler ile ilgili olduğunu hatırladım. Paris’teki Kürtler ile konuşmuş ve onların Türkiye’de maruz kaldığı zulmü yazmıştım, kısmen de bu yüzden gazeteden kovulmuştum.
Sonra İŞİD karşıtı savaş ile beraber tekrardan Kürtlerle ilgilendim. Hiner Saleem’in “My Sweet Pepper Land” filmi sayesinde Kürt kadın savaşçıları fark etmiş, ilgimi çekmişti. Kürt kadın savaşçılarının ortak düşmanımız İŞİD’e karşı ön cephede olduğunu gördükten sonra onlar ve Êzîdî kadınlarının durumuyla yakından ilgilenmeye başladım. Paris’te yaşanan Charlie Hebdo katliamı sonrası tek isteğim onlara katılıp cephede savaşmaktı. Musul muharebesi öncesi ve sonrası birçok kez Kürdistan’a gittim. Şengal Dağı’na, Başika üssüne gittim. IŞİD mevzilerinin 800 metre yakınına kadar gittim. Her gruptaki kadın savaşçıları; gerillalar ve peşmerge kadın savaşçılarıyla görüştüm.
Film projesi sizin fikriniz mi, yoksa bir grup fikri mi?
Herhangi bir grup yardımcı olmadı, genellikle fikirlerim bana aittir. Eşim ile konuşuruz tabi, o yardımcı oluyor. Bu film benim şahsi takıntımdı. Tabi fikir sahibi olmak ve eyleme geçirmek farklı şeyler. Filmi çekebilmek için bir ekip lazım. Senaryoyu yazdıktan sonra bazı genç yapımcılar ile beraber mücadelemizi başlattık, mücadele diyorum çünkü ilk filmim olmasından kaynaklı kimse meteliğini riske atmak istemiyordu ve bize para lazımdı. France 2 kamu kanalı ve Metropolitain yapımcılık şirketi bizi kurtardılar.
Birçok kitap ve belgeseliniz var neden düşüncelerinizi kurgu bir filmi ile anlatmak istediniz?
7 Ocak 2015 Charlie Hebdo katliamından sonra kurguya yönelmek farz oldu. Onbeş yıldır aşırıcı, ırkçı ve kökten dinci gruplar üzerine çalışıyordum. Bütün gerici hareketlere karşı cephe aldım, Fransız ırkçı partisi FN’den Müslüman Kardeşlere kadar. Yalnız Charlie Hebdo katliamında birçok arkadaşımı kaybettim. Bu olaydan sonra bu aşırıcalara karşı tartışma programlarında sakince akıl yürütmenin mümkün olmadığını ve bunun işe yaramadığını anladım. Bu tür tartışmalar bıkkınlık vermişti. Paris katliamlarından sonra nefes alamaz hale gelmiştik. İşte böyle bir atmosferde Kürtlerin direnişini gördük. Bize umut kaynağı oldu.
Charb’ın (Katliamda öldürülen Charlie Hebdo karikatüristlerinden Stephane Charbonnier) gözü parlıyordu Kürt kadın savaşçılarını görünce. Ailesinin bize söylediğine göre “Kürtlere katılıp savaşmaya gidicem” demiş. En büyük hayali buydu. Aynı istem beni de yiyip bitiriyordu. Bu kadınların mücadelesine yardımcı olmam gerektiğini düşünüyordum bir şekilde, cephede ya da farklı bir şekilde. Yalnız cephede çok işe yaramayacağım kanaatine vardım, belki tartışma programlarında ağzım iyi laf yapıyor ama silahlı savaş farklı bir şey.
Böyle bir ruh halinde “Kadınların Silah Kardeşliği” filmini kurguladım. Belki cephede savaşamam, ama çok iyi bir şekilde hikaye anlatabilir ve bunu başkalarına aktarabilirim. Bu film ile, kendimce, cephede savaşanlar ile beraber aynı mevziye giriyor ve bu savaşa katılıyorum ve aynı zamanda siyasal islamcıların propagandasına da bir yanıt veriyorum.
Filminizle nasıl bir mesaj vermek istediniz?
Ben feminist bir savaş filmi çekmek istedim, karanlığı değil, direnmeyi seçen gençlerin kahramanlığına yer vermek istedim. Cihatçılar her katliam yaptığında gazeteciler olarak olayı vermek zorunda kaldık, hatta bize rağmen “gündemin kahramanları” oluyorlar. Gündemde kaldıkça daha çok öldürüyorlar ve daha çok gündemde kalıyorlar. Yalnız karşı tarafta savaşanların direnişini ve kahramanlığını ise nerdeyse görmüyorduk.
Bu film bütün bu direnişçilere bir saygı göstergesi. Kürtler ile savaşa katılmaya giden bazı gönülüler izledi filmi ve bana gözyaşları içinde teşekkür ettiler. Bu benim en güzel ödül oldu.
Filminiz hangi bölgede geçiyor?
Yer tam olarak belirtilmiyor, Irak ve Suriye sınırları arasında geçiyor kurgu. Tabi bu mücadeleyi veren arkadaşlar tam anlam veremeyecek belki ama bu filmin kadınların ve Kürtlerin fanatiklere karşı yürüttükleri savaşın bir metaforu olarak kalmasını istiyorum. Bu filmin İŞİD devlet olarak yenildikten sonra da güncel kalmasını ve eskimesini istemiyorum. Kürtleri bir bütün olarak ele alıyor ve çok coğrafik detaylara girmiyorum. Bu kurguda Kürtler ulusal birliğini kurmuş, aynı bayrak altında (birçok bayraktan derlediğim sanal bir bayrak) hilafeti yeniden canlandırmak isteyen grupların kulandığı siyah bayrağa karşı savaşıyor. İŞİD, Müslüman Kardeşler veya Türk cihadcı grupları olsun, hepsi diğerinin devamı ve ortak noktaları aynı. Farklılıkları, kadınları, azınlıkları ezen teokratik bir devlet kurmak.
Filmimde mücadele İŞİD ile son bulmuyor, sadece ilk zafer kazanılıyor. Gerçek hayatta bütün Kürtleri bir bayrak altında toplamak maalesef bir hayal, yalnız tarih bütün Kürtlerin gerçekten aynı düşmana karşı birleşip savaştığını hatırlayacak. Belki önemli olan da bu. Grupların kendi aralarındaki bölünmelerine çok girersen izleyici bunu anlamaz ve filmin özü anlaşılmaz. Tek istediğim bu filmin Kürtleri birbirine dahada yaklaştırması ve ortak bir geleceğe yaklaşmalarına yardımcı olması. Bu film gerçekten genç bir nesile hitap ediyor, onları geçmişteki ve gelecekti dinci propagandaya karşı uyarıyor.
Yani bu şekilde filminizin zamana direneceğini düşünüyorsunuz?
Öyle inanıyorum. Objektif olarak filmde Êzîdî kütürünün ne olduğu anlatılıyor, bu peşmerge ve YPG arasındaki sorunları anlatmaktan daha iyi. Gruplar arasındaki sorunları ve sebeplerini iyi biliyorum, oraya gittim ve bütün gruplarla konuştum. Bu filmin konusu bu değil, bu film kadınlar üzerine, savaşma güçleri ve düşmanları arasında yarattıkları korku üzerine.
Filminizi nerede çektiniz?
Filmin büyük kısmı Fas’ta çekildi. Büyük zorluklara rağmen bir kısmı ise Irak Kürdistan’ında çekildi. Tamamını Irak Kürdistan’ında çekmek istedik yalnız bu hiç kolay değildi; bütçemiz yetersizdi, güvenlik sorunu vardı, kimse bizi sigortalamak istemiyordu ve bir de siyasi sorunlar vardı. Referandum dönemiydi, yani orada olsaydık dönmek için kulanmamız gereken havaalanı kapalı olacaktı. Kendi imkanlarımızla ben, eşim ve küçük bir ekiple Kürdistan’da çekip yaptık daha sonra. Herhalde sinema tarihinin en küçük ekibi oldu. Peşmergeler bize çok yardımcı oldular, 47 zırhlı araç, üs, bir helikopter ve diğer teknik araçları hizmetimize sundular. Senaryoya bakmadılar bile.
Filmin çoğunu Fas’ta bir Berberi köyünde çektik. Berberi ve Arap köylüleri kendilerini Kürtlerin direnişinde görüyorlardı. Bir türbe üzerine inşa ettiğimiz Êzîdî kubbesini film bittikten sonra bile kaldırmadılar. Kobanêli bir aile yaşıyordu Fas’ta, Al Kurdi ailesi, onlar da bize çok yardımcı oldular.
Berberi halkını yakından tanıyorum, çok yakın bir halk Kürtlere
Kültürel olarak yakın halklar gerçekten. Birçok hatıramız oldu beraber.
Biraz bahsettiniz, yine de sormak istiyorum, film için bütçeniz ne kadardı?
Genel olarak bütün filmler gibi bütçenin bir kısmı kanallardan geliyor. France 2 kanalı, dağıtım şirketi Metropolitan, ortak yapımcımız italyan Eagle şirketleri ana finansörler. Ama bir şeyin iyi anlaşılması gerekiyor, gerçekten küçük bir bütçemiz vardı. Büyük bir bütçe gerektiren bir savaş filmini, olması gerektiğinin çok altında bir bütçeyle çektik. Asıl bizi en çok zorlayan bu oldu.
Filmi izleyen arkadaşlarımız var, çok beğenmişler.
Beni en çok sevindiren nokta da burası. Kürt mücadelesi içinde olan kişiler filmi beğendikleri söylediklerinde çok mutlu oluyorum.
Bu film bir kadın filmi dedimiz. Peki bu kadınların direnişi neden bütün kadınları ilgilendirmeli?
Şu anda yaşanan uluslararası savaş dünyada bir ilk, hem kadın düşmanlığı doruk bir noktada hem de bu düşmanlığa karşı müthiş bir kadın direnişi var. Êzîdî kadınlarının başına gelenler ataerkil vahşetinin bütün yönlerini içinde barındırıyor. Ve yine aynı savaş ataerkiliğin savaşçıları bir kadın tarafından öldürülmekten korkuyor.
Bu konu medya tarafında biraz abartıldı mı sizce?
İlk senaryoyu yazdığımda bu nasıl olsa bir kurgu film, biraz abartayım diyordum. Yalnız Şengal’e gidip oradaki YPJ ve gerillalarla konuştuğumda hayal ettiğim bazı sahnelerin gerçekten yaşandığını duydum. Hatta bazı yaşanmış olayların kurguyu fazlasıyla aştığını ve izleyiciyi bu gerçeklere inandırmanın güç olabileceğini gördüm.
Filme cephede yaşanmış birçok gerçek olayı, bu olayı yaşamış kadınların kendi yaşadıkları şekliyle koydum. Birçok detay var bu şekilde. Sembolik olarak gerçekler kurguyu o kadar aşıyor ki, seyirci inanmakta zorluk çekebilir.
Sorumuza dönersek, kadınlar neden Kürt kadınlarının savaşıyla ilgilenmeli, neden bu savaş aynı zamanda onların savaşı?
Yüzyıllardır bütün savaşlarda kadınlara verilen rol sadece kurban olmaktır. İlk kez kadınlar kurban değil savaşçılar, bu başlı başına sembolik bir devrim. Yani tarihte daha öncede savaştılar, ama her seferinde evlerine gönderildiler, unutuldular. Ve yüz yılardır tarihi hep erkekler yazdı. Bügün savaş filmlerini yapanlar yine erkekler ve ilgilendikleri konu erkek askerlerin, Amerikan askerlerinin kahramanlıkları. Bu filmde olan ise tam tersi, kadınların çektiği bir kadın savaş filmi. Bu sefer unutulmayacaklar.
Rojava hakkında ne düşünüyorsunuz?
Rojava kesinlikle yaşamalı. Bölgenin umudu şu anda. Dünyanın bu küçük bölgesi eski çağlarda olduğu gibi yine bir bahçeye dönüşebilir. Bu bahçe savaşların, diktatörlerin ve fanatiklerin saldırılarına rağmen bu bölgede belki yeşerebilecek tek bahçe. Burada yaşayan insanların daha özgür, eşit, ve laik bir gelecek için mücadele etiklerini görüyoruz. Sadece bu yüzden bile olsa kesinlikle savunmalıyız Rojava’yı çünkü bügün yine tehlike altında maalesef. İster siyah bayrak taşısınlar ister askeri üniformaları içinde gelsinler, gerçek değişmiyor; bunlar ataerkiliğin çirkin yüzü.