Eve dönüş yasası ve kayyum uygulamalarına son verilmesi yakındaki gelişmeler olabilir…
Kürt sorununa yönelik çözüm arayışlarında yeni adımlar gündemde. Gazeteci Murat Sabuncu, eve dönüş yasası ve kayyım uygulamalarına son verilmesinin yakın dönemde atılabilecek adımlar arasında olduğunu belirtti.

Gazeteci Murat Sabuncu, Kürt sorununun çözümüne yönelik yürütülen çalışmalarda yakında önemli adımlar atılabileceğini belirtti. Sabuncu, T24’te yayımlanan yazısında, özellikle "eve dönüş yasası" ve kayyum uygulamalarına son verilmesi gibi başlıklarda gelişmeler yaşanabileceğini aktardı. Silah bırakma süreci sonrası bazı yasal düzenlemelerin gündeme gelebileceğini ifade etti.
Sabuncu’nun yazısından ilgili bölümler şöyle:
‘’Edindiğim bilgiler ve konuştuğum kaynaklar bu konuda kamuoyu görmese de yürüyen noktaların (silah bırakma), zihni hazırlıkların sürdüğünden bahsediyor. Tüm bunlar olurken yine iktidar kanadından gelen açıklamalar Kürt sorunu çözümü arayışına paralel yeni bir sistem-rejim düşünceleri egzersizlerinin var olduğunu düşündürüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın "Türk-Kürt-Arap ittifakından" bahsettiği konuşması, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Kürt ve Alevi cumhurbaşkanlığı yardımcılığı konusunu açması bu bahiste anılabilir. Erdoğan’ın ‘ittifak’ konusu ile ilgili yaptığı açıklamayı (ABD Türkiye Büyükelçisi Barrack’ın Osmanlı Millet sistemini övdüğü konuşmasını da dahil ederek) en iyi analiz edenlerden birisi Stanford Üniversitesi’nden Tarih Profesörü Ali Yaycıoğlu oldu. Oksijen’deki yazısında şu bilgileri paylaştı:
- “Millet sistemi” diye anılan ve esasen Tanzimat döneminde kurumsallaşan yapı, Osmanlı toplumunu özerk dini cemaatler temelinde örgütleyen ve her birini imparatorluğun yarı-kolektif siyasi aktörleri haline getirmeyi hedefleyen bir tasarımdı. Sistem özellikle Müslümanlar, Rumlar ve Ermeniler için geçerliydi. Yahudi cemaat bu modele mesafeli durdu; nitekim 1856 Islahat Fermanı’nda Müslümanlar ve Hristiyanlar açıkça anılırken, Yahudilere doğrudan atıfta bulunulmaz.
- “Türk, Kürt ve Arap ittifakı”ndan söz edilecekse, bu daha çok Tanzimat’ın millet sisteminden değil; II. Abdülhamid’in hilafet şemsiyesi altında şekillendirdiği, Sünni Müslüman merkezli evrensel imparatorluk tahayyülünden ilham alır.
Ali Yaycıoğlu’nun tarihsel geçmişe bakarak yaptığı analiz "üç milletli Türkiye hayali" yerine eşit yurttaşlığa dayalı demokratik Türkiye temennisi ile bitiyor.
Bahçeli’nin "Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcılığı" önerisi ise "Lübnanlaşma" tartışmalarını gündeme getirdi. T24’te Tolga Şirin’in yazısı bu anlamda son derece zihin açıcı. Şöyle diyor:
“Lübnanlaşıyor muyuz?”
Bu çok haklı bir soru. Zira Lübnan, din ve siyasetin birbirine girdiği “konfesyonalizm” denilen mezhepçi bir devlet örgütlenmesine dayanıyor. (Türkiye’de “korporatif federalizm” diye kullanılan şey, bir çatı kavram sayılabilir.)
Ardından ekliyor:
"Lübnan’daki mezhep temelli sistem, toplumu kurumsal olarak parçalamakta ve devletin asli işlevlerini felç etmekte. Mezhepçilik, modern yurttaşlık fikrini aşındırır, yolsuzluğu pekiştirir, sınıf mücadelesini böler. Azınlıkta kalanlar daha da dışlanır. Mezhepçi bir devlet gerçek anlamda bir 'Cumhuriyet' olamaz."
Bahçeli önerisinin "Lübnan merkezli" tartışılmasına son derece tepkili. Amacını şöyle açıklıyor:
"Türkiye’mizi yoran, yıpratan, enerjisini çalan, fahiş mahiyetli sosyal ve ekonomik maliyetlere neden olan etnik ve mezhep temelli dayatmalara karşı Terörsüz Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir."
Elbette burada mezhep-kimliğin dışında Bahçeli’ye ilk meşru soru Kürt ve Alevi'lerin neden sadece cumhurbaşkanı yardımcısı olarak hayal edildiği… Cumhurbaşkanı da olabilirler ve cumhurbaşkanlığı için ana nokta "liyakat" değil mi? Bu arada Bahçeli’nin mezhepçilik yapmayacağı varsayımıyla bu konuyu neden bu vurguyla dile getirdiğini de (açıklaması bana tam fikir vermedi) merak ediyorum.
Buraya kadarki bölümle ilgili bir yekün alıp son gelişmelerle ilgili birkaç bilgiyi aktaralım.
Türk milliyetçiliğinin en kurumsal partisinin genel başkanı Bahçeli’nin çağrısıyla Ekim 2024’te Kürt sorununun çözümü için yeni bir sayfa açıldı. Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve fesih çağrısına, kurduğu örgüt PKK uydu. Sembolik anlamda silah yakılma töreni düzenlendi. Erdoğan son dönemde süreci daha da sahiplenir bir tarza geçti. Ancak tüm bu gelişmeler olurken bir yandan da süreci zorlaştıracak yeni bir sayfa açıldı: İlki 2024 ekim sonu Esenyurt ile başlayan 19 Mart sonrası artarak devam eden CHP’li belediyelere arka arkaya yapılan operasyonlar, tutuklamalar. Ekrem İmamoğlu’nun da aralarında bulunduğu onlarca belediye başkanı, bürokrat tutuklandı. Gazeteci gözaltıları, ev hapisleri, tutuklamaları, kanal karartmalar arttı. Sürecin başında "demokrasi ve hukukun daha işler olacağı", siyasi tutukluların serbest kalacağı beklentisi-söylentisi yerine her gün yeni bir operasyon yeni tutuklama haberleri gelmeye başladı. Tüm bu gelişmelere rağmen CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ve tutuklu cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun süreci kendilerine yapılan yargı operasyonlarından ayrı tutması-destek olması da önemli bir duruş olarak not edilmeli. İçeriye dair bir tespitle burayı noktalayayım. Anketlere göre barışı destekleyenlerin yüzdesi yükselirken "süreç iyi şekilde noktalanır" diyenlerin oranının azlığı toplumun bu konuda az bilgilendirilmesi-şeffaflık yoksunluğu ve konunun barış-çözümden çok siyasi mühendislik eseri olabileceğine dair kaygılarını göstermesi açısından önemli.
Kürt sorununun en önemli ayaklarından birini oluşturan Suriye ise en az içerisi kadar hassas bir dengede gidiyor. Ülke içinde özellikle azınlıklara karşı yapılan silahlı saldırılar, yeni iç savaş riskinden bahsedilmesi, İsrail’in elini buradan çekmemesi ortadaki riskler.
Gelelim son duruma. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın siyasi partilere yaptığı ziyaretler kritik önemde. Görüştüğüm isimler Kalın’ı "süreci bilen-olumlu şekilde sonuçlandırmak için çaba sarfeden isim" olarak tarif ediyor.
Üç farklı kaynağın son durumla ilgili anlattığı bilgileri şöyle sıralayabilirim:
- Suriye içi ile ilgili şöyle bir durumdan bahsediliyor. Türkiye’nin özerk bölge ile ilgili tezi şu: Suriye’deki ‘bir yerde’ Kürt nüfus 30 bin. ( Yer ismi verildi ama burada yazmayacağım.) Aynı yoğunlukta başka bir yer 250 kilometre ötede. Yani birbirine yakın yoğun nüfuslu bitişik alanlar yok. O yüzden "özerk bölge" yaklaşımını Türkiye kabul etmiyor. ABD’nin de ‘tek Suriye’ diyerek bu fikri desteklediği anlatılıyor.
- Bu arada siyasi partilerle SDG ile ilgili sayılar paylaşılıyor. İçindeki Kürt-Arap ve Türk sayıları. YPG-YPJ’den, içlerindeki Türk sayısına kadar… Bunlarla ilgili analizler de yapılıyor. Bu arada anladığım alanda kimi görüşmeler de var.
- Türkiye içi ile ilgili en yakın gelişme iki noktada olabilecek gibi duruyor. Eve dönüş yasası (yani dağdakilerin hukuki bir güvenceyle topluma katılması) ve kayyum uygulamasının sona ermesi ile ilgili yasal düzenleme. Kayyım konusu kapanırsa CHP’li iki belediyenin de (Esenyurt ve Şişli) geri döneceği biliniyor.
- Silah bırakma konusunda (yeni baştan görsel bir gelişme beklememek gerekiyor) alanda devam eden bir süreç var. Bu konudaki gelişmeler yazmamak koşuluyla aktarıldı.
Bitirirken…
Türkiye’nin içinde yer aldığı coğrafya ciddi riskler barındırıyor. Kürt sorunu gibi köklü bir konuyu çözmek günlük siyasetin dışında olmalı. Bu arada toplum tam ne olduğunu anlamdan "Türk-Kürt-Arap ittifakından" , "Kürt-Alevi cumhurbaşkanı yardımcılığı" tartışmalarına yeni sayfalar açmak belirsizliği-endişeyi artırıyor. Geleceği ilgilendiren tüm konuların açıkça-özgürce konuşulduğu bir zemin olmadan, başta ana muhalefet tutuklamaların neredeyse rutine dönüştüğü, AYM-AİHM kararlarının uygulanmadığı bir ortamdan çoğunluğun ortaklaştığı barış zeminine geçmek zor olur. Konuşanı tartışanı itibarsızlaştırmaya, suçlu ilan etmeye çalışmak yerine konuşulabilir bir zemini oluşturmak çok kıymetli olur. Tüm zorluklara rağmen…’’
Son güncellenme: 15:56:00