24 Anayasası ile birlikte Kürdlere verilen sözler unutuldu. Aşağılayıcı ve genelde şiddet ile dayatılan asimilasyon politikası uygulanmaya başlandı dönemi en güzel ifade eden Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un "Türk bu ülkenin yegane efendisidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı" ifadesinde yerini bulan Kürd'ler kendi yurtlarında yok sayılmıştı.
1.Paylaşim savaşından yenik çıkan çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası üzerinde Jakobenci ve tekçi anlayış ile Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Buna ve yapılan uygulamalara tepki olarak Koçgiri, Ağrı ve 1925 Şeyh Said önderliğinde olduğu gibi çok sayıda başkaldırı oldu. Kanla bastırılan her başkaldırı sonrası katliamlar yaşandı. Sıra müdahale etmek için uzun süre hazırlığı yapılan Dersim'e gelmişti. Dersim'de başkaldırı olmadığı halde soykırım yapıldı. Sağ kurtulabilenler asimilasyon amaçlı batı illerine dağıtılarak iskana tabi tutulurlar.
Dünyanın 2.paylaşım savaşına hazırladığı yıllarda Türkiye savaşa girmeyip tarafsız kaldı. Dikkatlerin savaşa verildiği bu yılları çok iyi kullanan tek parti döneminde Kürd'ler üzerinde baskı ve mecburi iskan politikalarını yuğun bir şekilde uyguladı.
Çok partili sisteme zorunlu geçiş ile birlikte isyan ve direnişlerinde yer aldıkları için ileri gelenleri idam edilip mecburi iskana tabi tutulan aileleri de asimilasyon sürecine dahil etmek için çocukları Demokrat Parti'de millet vekili yapıldı.
60 darbesi sonrası önlem olarak Kürd aydınları ve bölgelerinde etkin olan aile ve aşiret önderlerine yönelik 49'lar denilen olayda 50 kişi tutuklandı.
Yeni anayasasının sınırlı da olsa sağladığı yayın ve örgütlenme gibi demokratik haklar ile sol ve sosyalist hareketler oluşmaya başladı O dönemde TKP dışında kalan çeşitli grupların oluşmasında Doğan Avcıoğlu ve M.Ali Aybar, Mihri Belli gibi Kemalistlerin yol göstermeleri etkili oldu. Türkiye'de jakobenci anlayış ile kurulan oligarşik devlet yönetimi (siyasal iktidarın dar bir grubun elinde olduğu) anlayışı ile kurulmasına rağmen Atatürk öldüğü için yarım kalan Milli demokratik Devrimi tamamlama iddiası ile legal mücadelede TİP, illegal mücadelede de THKP-C,THKO gruplar oluştu. Bu grupların içinde o dönemde Kemalizmi burjuva ideolojisi olarak değerlendiren, Kürdleri ulus ve Kürdistan'ı sömürge kabul eden görüşleri ile sadece İbrahim Kaypakkaya ve örgütü TİKKO oldu. TİKKO'dan sonra Kemalizmin küçük burjuva değil burjuva ideolojisi ve Oligarşik diktatörlük olarak değerlendiren ve Kürdistan'ı sömürge kabul edip seksiyon örgütlenmeyi savunduğu için THKP-C'den ayrılan Kurtuluş hareketi oldu. Bu iki grupta Kürdlerin ulusal kurtuluşunu ortak mücadele ile Türkiye devriminin bir parçası olarak değerlendiriyorlardı.
Türkiye'de gelişen sosyalist hareketinden eğitim için metropollere gelen ekonomik durumu iyi Kürd gençleri de etkilendi. Aile yapılarına ters geldiği halde kendi deyimleri ile "sınıf intiharından geçip" sosyalizmi savundular. Türk solundan ayrılarak DDKO'ları kuruldu. Buna rağmen amip gibi bölünen Türk sosyalist hareketi ayrı örgütlenmeyi savunan Kürd örgütleri içinde de etkisini gösterdi ve bölünmeler başladı. Bu bölünmelere rağmen anti sömürgeci güçler legal mücadelede Diyarbakır’da belediye başkanlığını kazanacak güce eriştiler.
12 Eylül sonrası köy boşaltmaya, asit kuyuları ve 5nolu cezaevi gibi işkence uygulamalarının yaşandığı dönemde bile uygulanan asimilasyon çalışmaları günümüzdeki kadar başarı sağlayamadı, anti sömürgeci mücadele devam etmişti.
O güne kadar sol gruplara karşı silahlı mücadele veren, aşiret kavgalarında taraf olan PKK Bağımsız Kürdistan için 84 yılında da silahlı mücadeleyi başlattı. Bu savaşta yüz bine yakın, belki daha fazla insan feda edildi, binlerce iç infaz yaşandı.
Daha sonra bağımsız Kürdistan kurmaktan vaz geçen PKK öz yönetim için ellerine keleş verdiği gençler ile kirli Hendek Savaşı'nı başlattı. Sonuçta yüzlerce genç öldürüldü, ilçeler yerle bir edildi, yüzlerce aile bir daha dönmemek üzere batıya göç etmek zorunda kaldı. Göç eden bu ailelerin büyük çoğunluğu en geç ikinci nesilde asimile olmaktan başka şansları yok.
70'li yıllarda Doğan Avcıoğlu gibi Kemalistlerin yerini günümüzde Yalçın Küçük, Doğu Perinçek ve Mithat Sancar, Figen Yüksekdağ gibi atanmış yöneticiler aldı. Ulusal baskı ve yasaklar devam ederken uygulanan asimilasyon politikası gövdesi Kürd olduğu halde atanmış yöneticilerin yönlendirdiği partilerde uzman kadrolar ile köylere kadar uygulanmaya başlandı. Artık ulusal mücadelenin yerini ütopik görüşler ile Demokratik Konfederalizm aldı.
DEM Parti ve HUDA-PAR Kürdlerden aldıkları oylarla mecliste, temsil edilen iki parti. Bu iki partinin de millet vekili olabilmek için mecliste olunması gereken yemin ile, anayasanın ilk dört maddesi, bayrak ve Misak-ı Milli ile bir sorunları yok.
İki Partide Filistin halkı için istediklerini Kürd halkı için istemiyor. İsteyenlere de karşı tavır alıyor.
Biri halkların kardeşliği diyerek Kürdlerin ve ulusal haklarının ifade edilebileceği temsili demokrasi yerine katılımcı demokrasiyi savunuyor, diğeri ümmet kardeşliği ile şeriat düzenini istiyor.
HUDA-PAR'ın CHP, Kemalizm ve laiklik ile, DEM Partinin de AKP ile sorunları var. CHP ile AKP arasındaki fark ne kadarsa bu iki partinin arasındaki farkta o kadar. Türkiye’de Kürdçe konuştukları için insanlar dövülüyor, işten atılıyor hatta kurşunlanıp öldürülebiliyorlar. İki partinin millet vekilleri ile temsil edildiği TBMM'de hala Kürdçe yasak değil ama bilinmeyen bir dil.
Bunlara rağmen AKP Genel Başkanı ile birlikte Malazgirt Savaşının 953'üncü yıl dönümü kutlamalarına katılan Huda par genel başkanı MHP genel başkanı ile poz poz resim çektirebiliyor. CHP iktidarda olsaydı 30 Ağustos ya da 29 Ekim bayramında DEM Parti Genel Başkanı'nda İYİ Parti veya Zafer Parti Genel Başkanları ile aynı karede resim çektireceğini de unutmamak gerekiyor.
Asimilasyon politikasının içeriden ve dışarıdan el birliği ile uygulandığı bu süreçte bütün eksikliklerine rağmen iyiki Güney Kürdistan var.
A.Güllüoglu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.