Dere kenarına kurulmuş bir köyde bakkallıkla geçimini sağlayan \'\' Mıho \'\' adında biri varmış. Yıllar içerisinde \'\' Mıho \'\' dükkânını büyütmüş, geliştirmiş. Adı çevrede ki köylere kadar yayılmış, çevre köylerden dükkânına alışverişe gelenlerin sayısı her geçen gün artmış \'\' Mıho \'\' nun bu gelişmeler karşısında gelirleri artmış karına karlar eklemiş. Lakin gündüz müşterileriyle uğraşırken geceleri de dükkânına musallat olan farelerle uğraşmak canını pek sıkarmış.
Bu can sıkıntısı öyle bir hal almış ki \'\' Mıho \'\' zamanının çoğunu, farelere tuzak kurmak, fareleri zehirlemek gibi projelere ayırmış Ama kurduğu tuzakların, yerleştirdiği zehirlerin hiç biri faydası olmamış, fayda etmesinden ziyade yerleştirdiği kapan ve zehirler birçok tavuk ve ördeğin ölmesine sebep olmuş
Bizim Mıho bu durum karşısında kara kara düşünüyorken, günlerden bir gün şiddetli bir yağmurun sonucu oluşan sel yıllarca emek verdiği dükkânını suların içine gömer. . Mıho\'nun dükkânının sular altında kaldığın öğrenen köylüler, hem geçmiş olsun demek, hem de yardımcı olmak için Mıho\'yu ziyaret etmeye giderler. Köylüler Miho’nun yanına vardıklarında gördüklerine pek bir anlam veremezler. Bizim Mıho yeller esen dükkânın arsasında elinde bir mendil halay başı misali halaya durmuş. Mıho\'yu bu halde görenler \'\'kırk gün kırk gece süren\'\' bir düğünün sahibiymiş algısına kapılırlar.
Köylüler daha fazla dayanamayıp.. \'\' Yahu Mıho bizler dükkânının sular altında kaldığına üzüldük, sana geçmiş olsun demeye geldik, sen hiç bir şeyler olmamış gibi halay çekiyorsun. Buna bir anlam veremedik\'\' derler.. Köylülerden bu sözleri duyan Mıho, soğukkanlılığını bozmadan \'\' Bugün benim en mutlu günüm, mal, mülk umurumda değil, dükkân sular altında kalmış, kalmamış çok da dert değil. Yıllardır başıma musallat olan farelerden kurtuldum ya, ben halaya durmayayım da kimler dursun. Dükkân ile birlikte farelerde gitti ve en büyük sorunum çözülmüş oldu. “Ew tir ji miskare nema.\'\' diye köylülere cevap vermiş.
Maalesef TC sisteminin çözüm noktasında ürettiği mantık, Bakkal, Mıho\'nun mantığından çok farklı olduğu söylenemez. TC’nin geliştirdiği, ve uygulamaya koyduğu bütün yaklaşımlarının arkasında olan \'\' bu topraklarda Kürtler ulusal kazanımlarını ve özgürlüklerini kazanmasın, buna karşılık Türkiye batacaksa batsın.\'\' mantığıdır.
Hata Türkiye\'nin sınırları dışında kalan Kürtlerin estirdiği özgürlük rüzgarlarının dahi, TC devletinin nefes borularını tıkadığını bilmeyen yok sanırım. Bölgesel güç ve büyük devlet naralarını bir tarafa bırakırsak, Kürtlerin özgürlük ve ulusal demokratik taleplerine karsı direnen ( Akp, TC’si ) uluslararası arenada nasılda çırpındıklarını ve bu kazanımlara karşı durmak için ulusal onurlarını pervasızca nasıl pazarladıklarını, AB ve Amerika\'nın yanı sıra Arap ülkelerinin de kapılarını utanmazca nasıl ve hangi sıklıkta aşındırdıklarını bilmeyenimiz mi var? Ama her ne hikmetse yüzleri Kürtlere döndüğünde büyük devlet, büyük bölgesel güç hikâyeleri ağızlarından düşmez oluyor. Dolayısıyla böyle bir anlayışa sahip bir devlet yapısının, ırkçılıkta dünyaya nam salmış böyle beyinsel bir yapının çözüm konusunda ne kadar gerçekçi olduğu ve hiç bir çözüm üretemeyeceği gün gibi ortadadır .Tabii ki yamalama görevi gören çözümlerini saymazsak...
Bu mantık parametreleriyle Türkiye nasıl bir çözüme hazır olur diye düşünüldüğünde, anlamlı bir çözümün zorluğu TC’nin uzayda karpuz yetiştirmesi kadar zor görünüyor. Zira Kürt sorununa çözüm diye sundukları öneriler çok boyutludur ve bu bağlamda değerlendirilmesi lazım. Yani bir anlamda çok boyutlu, çok taraflı bir denge sorunudur. Zira bu sorun günü birlik çözüm önerileriyle ve küçük yamalarla ertelenerek çözülebilecek bir sorun değildir. Kaldı ki mevcut anlayışın ortaya koyduğu çözüm formülleri yarının büyük sorunlarının önünü açabilecek güçte ve ölçekte değildir, Dolasıyla üzerinde konuşulması gereken çözüm, yarın ve gelecek ile bağlantılı ve tamamlayıcı olmalıdır. Aksi takdirde öne sürülen çözümler yarının çözümünü zorlaştıran problemleri üretmesi kaçınılmazdır. Bunun en büyük kanıtı yaşanılan tarihtir... Yaşanılan tarihi kendimize ayna olarak tuttuğumuz da varolan gerçekle yüzleşme noktasında önemli bir adim atmış oluruz. Tıpkı Selçuklu ,Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinin yaşadığı bu gün, karşılaştığımız ve içerisinden çıkamadığımız tarihi gerçekler gibi..
Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşundan günümüze kadar yapıcı tek bir çözüm önerisinin olmadığını bilmeyen yoktur. Yakmak, yıkmak dağ ve ovaları kan gölüne çevirmek sistemin en büyük çözüm sertifikaları olagelmiştir. Zira çözüme gitme noktasında yakıp yıkma sanatkârlığı çok ileri düzeyde olan TC sisteminin icraat konusundaki beceriksizliği ortadır.
Ne zaman bu anlayıştan vazgeçilir ve değişen dünya sistemlerine ayak uydurulmaya çalışılır işte o zaman çözüm yolunda bir mesafe aldığına inanılır. Yüz yıllık bir geçmişten ders almayıp, yok etme ile bezenmiş bir çözümün geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu topraklarda felaketten başka bir şey doğurmayacağı muhakkaktır. Bu yaklaşım faşist ve militarist bakış açılarının bu topraklarda ne kadar etkili olduğunun göstergesidir. Milenyum çağında Cumhuriyet Türkiye’sinin başbakanı bile kendi anavatanımız olan bu topraklarda biz Kürtlere \'\'ya sev, ya terk\'\' anlayışıyla kinini açık açık kusuyorsa, geliştirecekleri çözüm önerilerinin nasıl bir gerçekliği dayandığını siz düşünün....
Hüseyin Akıncı
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.