Yazımın bu üçüncü bölümünü kaleme alırken özellikle Kürd siyasetçilerine yönelik samimi sitemlerimle başlamak ihtiyacını duyduğumu belirtmek istiyorum. Kürd siyasetçilerinin birçoğu yazılanları okumak yerine kendi ezberlerini anlatarak olaylara bakmayı tercih etmektedirler, işte bundan dolayıdır ki Kürdler adına siyasette gündem yaratamadıkları için özellikle Kürdlerin düşmanlarının yarattıkları gündemlerin peşinden koşmaktadırlar.
Bu nedenledir ki ömrünün dörtte üçünü mensubu olduğum Kürd halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde geçirmiş ve bununla da gurur duyan birisi olarak gördüklerimi ve yaşadıklarımı kendi halkımla paylaşmak istiyorum. Bütün bu yaşadıklarımı ve nelerle karşılaştığımı ve nerede neleri eksik bıraktığımı yaşım ilerlemiş olmasına rağmen büyük bir sorumlulukla bir film şeridi gibi gözden geçirerek genç nesillerimize aktarmak istiyorum. Buradaki asıl amacım kendimi ya da ailemi anlatmaktan öteye Kürd ulusal mücadelesinin arşivine ufak da olsa bir katkı sunmaktır.
Asıl konumuza dönersek artık 16-17 yaşıma girmiş çocukluktan gençliğe yeni adım atmışken ve çevremizde gelişen olayları az çok algılayabilecek ve bu konuları eksik de olsa yorumlayabilecek ve bu konularda neler yapabileceğim konusunda kafa yorabilecek durumdaydım. İşte bunlardan dolayı Kürd meselesi hakkında bilgi ve tecrübe sahibi kişilerle görüşerek onların bana aktarabileceklerinden yararlanmak üzere özellikle aşiretimizin ve tanıdıklarımızın köylerini, yaylalarını ziyaret etmek üzere D.Beyazıt, Iğdır, Tuzluca, Van’ın Muradiye , Çaldıran ve Erciş bölgelerinde bazı insanlarımızı görmeye ve ayrıca bu bölgelerin arazi yapısını tanımaya çalışıyordum. Bu arada en çok merak ettiğim yerler arasında Ağrı Dağı ve Tendürek Yaylalarının topografik yapısı geliyordu. Buraları özellikle merak etmemin sebebi Ağrı Direnişi ve Geliye Zilah katliamlarının buralarda cereyan etmiş olmasıydı.
Bu sebeplerden dolayı genelde o mıntıkadaki köylere ve yaylalara yaz aylarında sık sık gidiyor ve buralarda yaşanmış olayları bölgenin yaşlı insanlarından öğrenmeye çalışıyordum. Bu arada özellikle Muradiye, Çaldıran, Erciş ve Diyadin’deki Geliye Zila mıntıkasında T.C. sömürgeci güçlerinin yöre insanlarına uyguladıkları zulüm ve vahşet hakkında birçok bilgiye sahip olmuştum. Aile büyüklerimiz yöre halkı tarafından tanındığı için o bölgeleri rahatlıkla gezebiliyor ve bölge insanlarından büyük ve samimi ilgi görüyordum. Elbette ki bu ilgi ve samimiyet beni çok mutlu ediyordu. Ben ise misafirliğim sırasında onlara yük olduğumu düşünerek mahcubiyet duyuyordum.
Bahsi geçen bölgeleri ziyaretlerim sırasında bölge halkının üç ayrı ruh halinde gördüğümü hiç unutamıyorum. Birincisi büyük bir memnuniyet, ikincisi korku ve tedirginlik, üçüncüsü ise önemli bir rahatsızlık duymalarıydı. Ben de az çok bu insanların ruh halini seziyor ve hissediyordum. Bir seferinde Zilan Katliamında ölenlerin cenazesi arasında saklanarak kurtulan yaşlı bir amca bana şunları söylemişti: Bizler 1927’de yaşadığımız zulmü yeniden yaşamak ve hatırlamak istemiyoruz demişti. Aynı zamanda bir başka yaşlı amca ban hitaben, Evet ailenizin Kürdlere emeği çoktur ancak Şeyh’in oğlu siz şimdi şehirlerde yaşıyorsunuz, haliniz vaktiniz oldukça yerindedir, inşallah bizlerin başını yeniden belaya sokmazsınız demişti. Yine orta yaşlı bir başkası ise sonradan öğrendiğim kadarıyla otuza yakın aile ferdini ve akrabalarını Zilan Katliamı sırasında kaybetmiş ama buna rağmen T.C. Devleti’ne methiyeler dizerek oğlum sen artık buralara daha fazla gelme şeklinde beni üstü kapalı tehdit etmişti.
Ben bu yaşadıklarımı ve gördüklerimi 1966-1969 yılları arasında çoğunluğu benim yakın akrabalarım olan yaklaşık 15 kişi civarındaki üniversitelerde okuyan akrabalarımla paylaşıyordum ve onların görüşlerini almaya çalışıyordum. Ailemiz çocuklarını okutmak için büyük fedakarlıklar yapıyor ve bununla da gurur duyuyorlardı. Bunların birçoğu Erzurum Atatürk Üniversitesinden mezun oldular ancak Erzurum’un bilinen ırkçı özelliklerinden dolayı okudukları dönemde büyük zorluklar yaşamışlardı. Okudukları dönemde yaşadıklarını evimize misafir olduklarında bana anlatıyorlardı. Daha sonraları benim için en büyük mutluluk bunların hepsi de birer yurtsever olarak Kürd ulusal meselesine büyük ilgi duymalarıydı ve bu akrabalarım okullarından mezun olduktan sonra bulundukları makam ve mevkilerde Kürd insanlarına gösterdikleri yakın ilgi ve hizmetleriyle bölge halkının sevgisini kazanmış olmalarıydı. Dolayısıyla ben bu abilerimin bana verdikleri emeklerinden dolayı her zaman kendilerine minnet borçlusu olarak görmekteyim.
Ayrıca aynı dönemlerde Ağrı merkezinde bulunan ilerici yurtsever yaşıtlarımla Kürd meselesini konuşmak üzere zaman zaman bir araya geliyor ve birlikte neler yapabileceğimizi kendi aramızda tartışıyorduk. Benim için en büyük talihsizlik yaşadığım mahallenin %80’i ya Azeri ya da Türkmenlerden oluşuyor olmasıydı. Mahallemizdeki az sayıda Kürdler ise oldukça yoksul durumdaydılar. Dolayısıyla arkadaşlarımı daha çok başka mahallelerde oturanlardan seçmek zorundaydım. Kendi mahallemizde görüşebildiğim ve fikirlerinden yararlandığım sadece 2 akrabam vardı. Bunlardan birisi şimdi sürgünde olan Reşo Zilan diğeri ise Rıza Taysun’du. Bunlar liseyi bitirip üniversitelerde okumak üzere birisi Ankara’ya diğeri ise Eskişehir’e gidince adeta mahallemizde yalnız kalmıştım.
Devam edecek…
Saygılarımla,
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.