Kürdistan Sorunu ve Sistem İçi Uyanışın İmkânsızlığı: Kemalist, Post-Kemalist ve İslami Retoriğin Kavramsal Arkeolojisi

Gerçek yüzleşme, “Kürdistan vardır” demekle başlamaz; “Kürdistan nasıl unutuldu?” sorusunu sormakla başlar. Bu sorunun cevabı sadece Ankara’da değil, Diyarbakır’da, Hewlêr’de, Qamişlo’da ve her Kürt zihninde saklıdır.

15 Ekim 2025 - 15:32
15 Ekim 2025 - 15:32
 0
Kürdistan Sorunu ve Sistem İçi Uyanışın İmkânsızlığı: Kemalist, Post-Kemalist ve İslami Retoriğin Kavramsal Arkeolojisi

Hakikatle Araya Giren Diskurs

Kürdistan meselesi, yüz yılı aşkın bir süredir sadece siyasal bir kriz değil, aynı zamanda bir hakikat meselesidir. Bu hakikatin üzeri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş mitolojisinden günümüze kadar değişen biçimlerde örtülmüştür. Cumhuriyet’in Kemalist paradigması, Kürt’ü “vatandaş Türk” kategorisine asimile eden bir ulus-devlet mühendisliği yürütürken, bu paradigmanın ardılları –ister seküler sol varyantlarında ister İslami retorik biçimlerinde– aynı epistemik zemini korumuştur: Kürdistan yoktur; sadece “doğudaki kardeşler” vardır.

Kemalist Rejimin Arkaik Sürekliliği

Kemalizm, modernleşmeyi merkezîleştiren bir kolonyal proje olarak Kürdistan’ı iç sömürgeye dönüştürdü. Eğitim, dil, toprak ve hafıza politikaları üzerinden yürüyen bu süreç, ulusal kimliği “Batılılaşma” ile özdeşleştirdi. Kürtler, bu sistemde hem “geri” hem de “tehdit” olarak kodlandı. Bu, klasik kolonyal söylemin içselleştirilmiş bir versiyonuydu: merkez, çevreyi “medenileştirme” misyonuyla kontrol eder.

Post-Kemalist Devlet ve Sistem İçi Reformizm

21. yüzyılın başından itibaren AKP iktidarı, bu yapıyı “post-Kemalist” bir yüzle yeniden üretti. Görünüşte İslamî kardeşlik söylemiyle gelen bu yaklaşım, aslında ulus-devletin kolonyal formunu “dini kardeşlik” kisvesiyle sürdürdü. Bu bağlamda HÜDA-PAR gibi yapılar, sistemin üçüncü ayağını oluşturur: onlar, Kürdistan’ın hakikatini Tanrı’nın birliğine indirgerken, politik özerkliği “fitne” ya da “diş mihraklar” olarak kodlar. Böylece kolonyal merkezin işini “iman dili” üzerinden yeniden üretirler.

DEM ve Solun Self-Kolonyal Tuzakları

DEM (ve önceki HDP çizgisi) ise “Türkiyeleşme” stratejisi üzerinden başka bir sistem içi tutum geliştirdi. Bu çizgi, Kürdistan meselesini toplumsal adalet ve demokrasi eksenine taşıyarak belirli bir hegemonik söylemi kırmaya çalıştı; ancak “demokratik ulus” paradigması, pratikte Kürdistan’ın tarihsel-siyasal özgüllüğünü belirsizleştiren bir post-nasyonal muğlaklık yarattı. Sonuçta Kürt hareketi, kendi kolonyal tecrübesinin kavramsal merkezinden uzaklaşarak Türkiye içi “demokratik reform” projesine eklemlendi.

Bu, self-kolonyalizmin en incelikli biçimidir: kolonyal sistemin dilini reddetmeden, sadece semantiğini dönüştürerek kendi özgürlük mücadelesini ifade etmek.

Kavram Arkeolojisi: “Kürdistan”ın Yeniden İcadı

Bugün Kürdistan meselesi, sadece devletin baskısına değil, Kürt öznesinin kendi bilincindeki kolonyal içselleştirmeye de çarpmaktadır. “Kardeşlik”, “demokrasi”, “birlik”, “dini ümmet”, “demokratik ulus” gibi kavramlar, kolonyal yapının farklı yüzleri olarak Kürtlerin zihinsel coğrafyasına yerleşmiştir. Bu kavramların arkeolojik çözümlemesi, hakikatin yeniden görünür kılınması için zorunludur.

Kürtlerin uyanışı, artık sadece politik değil, epistemolojik bir kopuş sorunudur:

Devletin ürettiği Türk modernitesinin içinden düşünmekten vazgeçmek,

İslamcı kardeşlik söyleminin içselleştirilmiş tahakküm dilini çözmek,

Solun evrenselci “demokrasi” retoriğiyle örtülmüş kolonyal sürekliliğini fark etmek.

Sonuç: Gerçek Yüzleşme

Gerçek yüzleşme, “Kürdistan vardır” demekle başlamaz; “Kürdistan nasıl unutuldu?” sorusunu sormakla başlar. Bu sorunun cevabı sadece Ankara’da değil, Diyarbakır’da, Hewlêr’de, Qamişlo’da ve her Kürt zihninde saklıdır.

Kürdistan’ın yeniden düşünülmesi, sistemin içinden değil, dışında; reformdan değil, kopuştan geçecektir.

Çemo Varto

Bu haber toplam 492 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 17:54:49