Vicdanın ve İnsani Değerlerin Dibe Vurduğu Anlar

ABD'nin Gazze için sunduğu barış planı sonrasında, İsrail askerlerinin Gazze'den çekilmesiyle, bunu fırsat bilen dünyanın en vahşi terör örgütlerinden biri olan Hamas’ın Filistinli siyasal rakiplerini meydanlarda sıraya dizerek toplu infaz görüntülerini hiç utanıp sıkılmadan adına "temizlik" ve "cezalandırma" diyecek kadar akıl, vicdan ve insanlıktan çıkmış açıklamalarda bulundular

18 Ekim 2025 - 09:27
18 Ekim 2025 - 09:29
 0
Vicdanın ve İnsani Değerlerin Dibe Vurduğu Anlar

Bazen ahlaki ve vicdani değerlerin olmazsa olmazlarının nasıl olması gerektiği konusunu nasıl ifade ve telaffuz edeceğinizi bilemez bir duruma gelirsiniz. Basit çıkarlar uğruna, yada ideolojik veya dinsel saplantıların bilinçaltı dürtüler şeklinde dışavurumu, insani duruşunuzu dumura uğratabilir. Bu bilinçaltı saplantıların su yüzüne çıkması, bir ideolojik ve/veya dinsel-mezhepsel saiklerle kendisinden farklı ve düşman gördüğü diğer kesimlerin katledilmesine haklılık payı vermek, adı geçen bu öldürme ve katliamlara meşruiyet addetmek hiç bu kadar iğrençleşememişti. Üstelik bunları, on binlerce insanın izlediği ve seyrettiği televizyon kanallarında savunmak, vicdani suskunluğunun son kertesidir.

CNN adlı televizyon kanalında bir açık oturum düzenlendi. Moderatöründen, sözde akademisyenine, siyasal analistinden gazetecisine kadar bir konuyu tartıştılar. ABD'nin Gazze için sunduğu barış planı sonrasında, İsrail askerlerinin Gazze'den çekilmesiyle, bunu fırsat bilen dünyanın en vahşi terör örgütlerinden biri olan Hamas’ın Filistinli siyasal rakiplerini meydanlarda sıraya dizerek toplu infaz görüntülerini hiç utanıp sıkılmadan adına "temizlik" ve "cezalandırma" diyecek kadar akıl, vicdan ve insanlıktan çıkmış açıklamalarda bulundular. Bu insanlık dışı söylem ve savunmaları, 21. yy ın ilk çeyreğinde duyuyor ve yaşıyoruz. Peki bu vahşetin adına "temizlik" veya "cezalandırma" demek, hangi evrensel hukuk gerekçeleri ve de somut delillerle yapılıyor? Hiç. Gerekçe şu; "Bunlar bize karşı, o halde haindirler ve yok edilmeleri gerekir" adlarının önünde "akademisyen" ve "analist" yazan bu mahluklar, bu infazların meşruiyetini de ABD başkanı Trump'a dayandırıyorlar. Onlara göre Trump; "Bizim için mahsuru yok, onlarda çete ve teröristtirler, öldürülmelerinde bizce bir mahsuru yoktur" dedikten sonra, Trump şimdi neden çıkıp bu infazlara karşı çıkıyor? diyerek onu eleştiriyorlar. Gerekçeye bakar mısınız? Trump, sizin peygamberiniz mi? fetvacı başınız mı? Şimdi olaya biraz da tersten bakalım. Örneğin İsrail'de barış ve demokrasi isteyen büyük çoğunluk, meydanlara çıkıp Netenyahu'nun istifasını istiyorlar. Hata hakarete varan sloganlar atıyorlar. Böle bir manzaraya Türkiye'de şahit olabilir misiniz? Türk ordusu Rojava da kurup donattığı cihatçı ve çapulcu çeler vasıtasıyla, Kürtleri Afrin’den göçe zorlayarak kadınları yaygın tecavüzlerde bulundular. Hiç bir siyasi parti veya sivil toplum örgütü meydanlara çıkıp "Erdoğan istifa, Suriye’den ve Kürtlerden elinizi çekin dediler mi? İşte fark burada. İsrail toplumu demokratik bir toplumdur. Şimdi, İsrail yetkilileri de çıkıp bu kesimleri "Terör destekçileri" "HAMAS ajanları" diyerek onları infaz etme hakkı mı doğuyor? İşin ilginç yanı, hiçbir siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinden bu vahşetlere karşı bir tepkilerini de görmedik. En azından "Bir dakika orada durun. Silahlı bir örgütün 'hain' olarak damgaladığı insanları toplu infaz vahşetini savunamazsınız. Bu insanlık suçudur" demiyor, diyemiyorlar.

Son şaşkınlığı da Meclisteki tartışmalarda yaşadık. Irkçılık ve faşistlikte çağ atlamış, Dr. Mengele takipçisi ve artığı bir zat, evrensel hekimlik değerlerine ve Hipokrat yeminini yer yeksan eden nefret kusan ırkçı söylemleriyle karşılaştık (Meslektaş olduğum için utanç duyuyorum) Kullandığı hakaret dili ve nefret söylemlerinin her santiminde başına "terör" kelimesini ekleyerek, yüzyıldır ulusal varlığı inkar edilmiş, dili ve kültürü yasaklanmış, karşı çıkışlar çocuk-kadın demeden katliamlardan geçirilmiş mağdur bir millet olan Kürtlerin değerlerine hakareti kendisine hak gören bir mahluk. Bu ülkede bunlardan mebzul miktarda varlar. Hepimizi acılara boğan, Türk-Kürt yüzbinlerce genç canların toprağa düşmesine, köylerin yıkılmasına, doğanın tahrip edilmesine neden olan inkar ve imhanın bir sonucu olarak ortaya çıkmış bu devasa sorunda, döneme damgasını vuran yönlendirici Örgüt ve lideri üzerinden hepimizin açıkça eleştirdiğin son derece yanlışları sulandırarak, kendi sorumluluklarını ve devletlerinin bu konudaki katı ısrarlı inadını görmezden gelmesi, kan üzerinden siyasi hamasetlerle rant devşirmeye çalışmasına şahit olduk. Dünyanın her yerinde bir kaç binlik bir Türk popülasyonu için, dil, kültür ve siyasi katılım istemek (haklarıdır isteyebilirler) bu konuda diplomatik çabaların harcaması, hatta bir adayı bölerek 120 bin Türk popülasyonu için bağımsız bir devlet kurmayı vazgeçilmez hak olarak gören bir anlayış, 20-30 milyon Kürdün yüz yıldan beri ulusal varlığı, dili, kültürü, kamudaki görünürlüğü yasaklanarak cezai müeyyidelerle tecziye etmek Türk çoğunlukta neden rahatsızlık yaratamıyor? Kürtlerin bu doğal ve vazgeçilmez haklarının barışçıl ve demokratik yollardan karşılanmasına, kırmızı görmüş İspanyol boğaları gibi saldırmak, yalanlarla bezenmiş "Kürtler bizim kardeşimizdir" ifadesiyle nasıl yan yana gelebilir?

Mecliste medeni ölçüler içinde kürsüde fikirlerini anlatmak yerine orayı bir ring gibi algılayıp şuursuzca karşı çıktığı parti ve temsilcilerine hakaret yağdıran bu ırkçı milletvekili, hızını alamayarak, meclis oturumunu yöneten başkan vekili kadına "Siz bir ulaksınız" dedikten sonra, sıra onun partisine ve dolayısıyla kendisini de "alçaklıkla" itham etmesi, ırkçılık ve faşistliğin sınır tanımazlığının da açık bir göstergesi olmuştur. DEM parti milletvekili ve meclis başkan yardımcısı olan Pervin Buldan, takdir ettiğim bir cesaretle, bu ırkçı hatibin partisindeki bir milletvekilinin açıkça adını vererek sosyal medya hesabından cinsiyetçi iğrenç tacizlerde bulunması, kadın hakları anti-cinsiyetçi kesimler ve kadına yönelik her türlü şiddete karşı sokaklara çıkıp eylem yapanlar neden sus-pus kaldılar? Bu iğrenç tacize uğrayan kadının, Kürt cenahındaki kimliği mi bu sessizliğe yol açtı? Türkçede güzel bir atasözü var. "Bir musibet, bin nasihatten evladır" Bakalım Kürtler şu an içinde bulundukları bu anlamsız siyasi ve bireysel çekişmeleri bir kenara bırakıp kendi ulusal hakları etrafında kenetlenmeyi başarabilecekler mi? Hep birlikte göreceğiz.

 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı toplam 1295 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 11:30:21