Günümüzdeki gelişmeleri ve PKK’nin 40 yıllık siyaset tarzını anlamak için TC Devleti’nin kuruluş yıllarındaki uyguladığı siyaset biçimini doğru anlamak gerektiğine ihtiyaç vardır. Bunun için TC Devleti’nin kimler tarafından ve nasıl bir anlayışla kurulduğunu ayrıca hangi taktik ve stratejileri kullandığını bilmekte büyük yarar olduğu kanaatindeyiz.
Birinci paylaşım savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü büyük bir fırsata dönüştürmeyi düşünen ve çok önceden Balkanlar’da ciddi bir örgütlülüğe ulaşmış İttihat ve Terakkici ekip uzun yıllardan beri hayalini kurdukları Türk Devleti’ni yaratmak üzere kollarını sıvayarak Anadolu, Mezopotamya topraklarında yaşamakta olan başta Kürd halkı olmak üzere diğer milletleri yeni bir devletin kurulması için ikna etmek ve onların büyük desteğini almak amacıyla yola koyulurlar.
İşe Erzurum ve Sivas Kongre’leriyle başlayan Mustafa Kemal öncülüğündeki ekip başta Kürdler olmak üzere bölgede yaşayan bütün milletlere özgür, eşitlikçi ve demokratik bir ülke vaatlerinde bulunan İttihat ve Terakkici bu anlayış bu girişimleriyle önemli mesafeler aldıktan sonra Mustafa Kemal ve ekibinin yaptığı vaatlere rağmen kısa bir dönem sonra Anadolu, Mezopotamya’nın mazlum halklarının umutlu bekleyişlerini boşa çıkaracak entrikacı ve sinsi siyaset anlayışıyla karşılaşarak büyük bir hayal kırıklığı yaşamaya mahkûm olurlar.
M. Kemal ve ekibinin özellikle Lozan olmak üzere birçok alanda ve siyaset sahnesinde beklenmedik oyun ve entrikalarına uğrayan Kürd yurtseverleri son çare olarak M. Kemal ve ekibini farklı direniş yöntemleriyle istenilen çizgiye çekmeye çalışırlar. Ancak her türlü hak ve hukuktan mahrum bırakılan Kürd aydın ve yurtseverleri başka bir yol bulamayınca Kürdistan’ın değişik alanlarında ve birbirini izleyen farklı zamanlarda silahlı direniş ve isyan hareketlerine başvurarak meşru hak arayışına girerler.
Ancak bin yıllık imparatorluktan kendilerine kalan askeri, ekonomik ve diplomatik tüm avantajları sonuna kadar kullanan M. Kemal ve arkadaşları tarihte emsaline az rastlanır zorbalık, katliam ve sürgünlerle Kürd yurtsever milli direnişlerini vahşice bastırarak Kürd halkının hak arama eylemlerini ve mücadelesini bir başka bahara ertelerler. Kurtuluş Savaşı dönemlerinde Kürdistan’dan devşirdikleri işbirlikçi Kürdlere büyük imkânlar ve imtiyazlar sağlayan M. Kemal ve ekibi milli özelliklere sahip Kürd kanaat önderlerini ve ailelerini büyük bir sürgüne tabi tutarken onlardan oluşan boşluğu işbirlikçi hain Kürdlerle doldurmak üzere kendilerine muazzam imkanlar tanırlar.
Kürdistan coğrafyasında inanılmaz bir yoksulluk ve sefalet yaşanırken devletin tüm imkânları hainlere, işbirlikçilere ve ispiyonculara sınırsızca kullandırılarak milliyetçi yurtsever halk yığınları ve onların öncüsü olan kanaat önderleri adeta açlık, yoksulluk ve sefaletle terbiye edilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda Kürdistan’daki Demografiyi değiştirmek üzere özellikle Kafkaslardan ve Balkanlardan devşirilen Çerkez, Çeçen, Azeri, Türkmen ve Arnavut kökenli aileler yığınlar halinde bölgede iskân edilerek kendilerini güçlü kılmak üzere büyük araziler tahsis edilir ve yine kendilerine tüm devlet dairelerinde iş verilmek üzere her türlü kolaylık sağlanır.
Aynı zamanda bölgede asimilasyonu hızlandırmak amacıyla yatılı bölge okulları açılarak bölgenin körpe çocukları birer M. Kemal hayranı ve Türk milliyetçisi olarak yetiştirilir. Böylece Kürd’ün Kürd’e düşmanlığının ilk temelleri atılır. Konuya böylesine bir perspektifle baktığımızda günümüzdeki Kürd ülkücüleri ve Kemalistlerin nerelerde yoğunlaştığını rahatlıkla görebiliriz. Dolayısıyla yaklaşık 40 yıldır Kürd halkına büyük acılar çektiren yüz binlerce Kürd gencinin katline milyonlarca Kürd’ün kendi coğrafyasından kopmasına sebep olanların hangi derin anlayışın eseri olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Kürdlerin milli demokratik mücadelesini ve ulusal kavgasını Kemalist Türk solunun sözde emek mücadelesiyle nasıl rayından çıkarılarak kimlerin uğruna çarpıtıldığını büyük bir rahatlıkla anlayabiliriz.
Geldiğimiz bu aşamada öncelikleri kendi hain anlayışları, ütopyaları ve örgüt çıkarları olan Kemalist solcuların güdümündeki sözde Kürd siyasetçilerinin Kürdlerin özgürlük mücadelesiyle zerre kadar ilişkilerinin olmadığını doğru anlamak ve bunları mazlum Kürd halkı nezdinde tarihi gerçeklikleri ortaya koyarak deşifre etmek milli unsurların önemli bir görevi olarak düşünülmeli ve buna uygun bir siyaset tarzı acilen ortaya konulmalıdır. Aksi durum halkımızın acılarının süreklileşmesi ve hayalini kurduğumuz özgürlük anlayışının gerçekleşmeyeceği anlamına gelmektedir. Her Kürd ve demokrasi yanlısı insanı uyandırıp ikna etmek gerçek Kürd devrimci ve demokratların acil görevi olmalıdır.
Son söz olarak bir konuya değinecek olursak Kürd milli demokratik davası PKK/HDP’nin TC parlamentosuna göndereceği ve çoğunluğu Kemalist Türk solcuları ya da onların güdümündeki 50-60 milletvekili gönderme mücadelesi değildir. Kürd siyasi çevrelerinin ve diğer yurtsever kesimlerin kendi halkına ait dinamikleri harekete geçirerek ve her türlü korku ve kompleksten arınarak Kürd milli meselesini başta kendi halkı olmak üzere uluslararası kamuoyunun desteğini alacak bir biçimde örgütlemesi ve Kürdlerin hakkı olan tüm kazanımlara sahip olacak biçimde bir strateji geliştirerek bu mazlum halkı Dünya Milletler Camiası’nda onurlu bir yere taşıma uğraşı verilmelidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.