PWK'nin yeni sürece ilişkin görüşlerini içeren deklarasyon

Bölgede, Türkiye Ve Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve “terörsüz Türkiye projesi”ne dair PWK’nin görüş ve perspektifleri

3 Kasım 2025 - 09:31
3 Kasım 2025 - 09:31
 0
PWK'nin yeni sürece ilişkin görüşlerini içeren deklarasyon

Giriş

21. yüzyılın başından bu yana dünyada ve bölgemizde hızlı, radikal ve dramatik gelişmeler yaşanıyor. Ortadoğu, Türkiye ve diğer bölge ülkelerinde yaşanan gelişmeler Kürt milletinin kaderini yakından ilgilendiren gelişmelerdir. Abdullah Öcalan-PKK’nin son söylemleri, TC Devleti ile birlikte yürütülen ”Terörsüz Türkiye” projesi ve bu temelde meydana gelen gelişmeler de bu sürecin bir parçası olarak görülmelidir.

Partimiz PWK, yayınladığı Parti Programı, Deklarasyon ve diğer yazılı belgelerinde, Genel Başkanı Sayın Mustafa Özçelik ve partinin diğer yönetici kadrolarının basın-yayın organlarındaki açıklamalarında, sürece ilişkin sürekli bilgilendirme ve değerlendirmelerde bulundu. Bununla birlikte, PWK Parti Meclisi, başta ”Terörsüz Türkiye” projesi olmak üzere, hızla gelişen sürece ve yeni gelişmelere ilişkin toplu bir değerlendirmeye ihtiyaç olduğunu tesbit etmiştir. Elinizdeki bu toplu değerlendirme (deklarasyon) böyle bir ihtiyaca binaen hazırlanmıştır.

Dünya Yeni Bir Süreçten Geçiyor

20. yüzyılda oluşan dünya düzeni bugün var olan kurum ve kuruluşlarıyla, insani ve demokratik değerleriyle, uluslararası hukuk kurallarıyla varoluşsallığını ve işlevini büyük ölçüde kaybetmiştir. Başta BM olmak üzere eski dünya düzeninde varolan uluslararası kurum ve kuruluşlar, üzerinde inşa edildikleri hukuk ve değerleriyle birlikte, büyük ölçüde işlevsiz kalmıştır. 20. yüzyıldan kalma dünya düzeni bir çöküş süreci içindedir. Dünya yeni bir dönemden geçiyor. Uluslararası alanda yaşanan belirsizlik, güvensizlik, istikrarsızlık ve çok kutupluluğa doğru yeni bir nizam arayışındadır. Böyle bir ortamda uluslararası ve bölgesel hegomanya peşinde olan ülkeler yeni bir paylaşım kavgası içindedirler. Dünyanın bazı bölgelerinde yeni bir paylaşım savaşı için dolaylı ve yer yer açık mücadele içindedirler. Bazı uzmanlar bunu ilan edilmemiş üstü örtülü yeni bir dünya savaşı olarak tanımlamaktadır.

Ortadoğu Dünyanın En Sıcak Bölgesi Durumundadır

Ortadoğu Yeni Bir Paylaşım Ve Yeniden Dizayn Sürecini Yaşıyor.

Dünyada yaşanan genel belirsizlik ve istikrarsızlık ortamında Ortadoğu bölgesi yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları, jeo-politik konumu ve tarihsel olarak çözülememiş milli, dini ve mezhebi sorunlarıyla dünyanın en sıcak bölgesi durumundadır. Genel olarak dünya çapında yaşanan belirsizlik, istikrarsızlık, gerginlik ve sıcak savaş durumu bugün en fazla ve fiili olarak Oratdoğu’da yaşanıyor. Bölge fiili olarak sıcak bir savaşın içindedir. Bir süredir büyük devletler ile bölgesel hegomanya peşinde olan devletler arasındaki vekalet savaşları son aşamaya gelmiştir, bundan sonrası doğrudan savaş olasılığıdır. Ortadoğu bölgesinde soğuk savaş döneminde iki dünya bloku (Nato-Varşova) arasında zımni olarak varılan anlaşmanın sonucu olarak ortaya çıkan bölgesel statüko, Sovyetler Birliği’nin dağılması ardından çatırdama ve dağılma sürecine girdi. Bölgenin yüzyıllık siyasal haritasını çizen Lozan Antlaşması’nın (24 Temmuz 1923) Irak ve Suriye’de büyük bir darbe almasıyla, bölgede yeni bir paylaşım gündeme gelmiştir. Bu bölgesel yeniden paylaşım elbette beraberinde yeniden bölgesel bir düzenlemeyi getirecektir. Ortadoğu’nun yeniden bir paylaşım ve yeniden dizaynla karşı karşıya olduğu genelde kabul gören bir görüştür.

Bazı uzmanlara göre ülke bazında İran, Irak, Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan, Yemen ve örgüt olarak Hamas, Hizbullah, Husiler, Haşdi Şabi bölgenin yeniden dizayn edilmesi projesine dahil ülkeler ve örgütlerdir. Bazı çevreler ise PKK’nin de siyasi olarak tasfiye edilmesi gereken örgütler listesinde yeraldığını söylüyor, bunu, PKK’nin kendisini feshetme ve silahlı mücadeleye son verme kararı ile Türkiye’de başlatılan ’’Terörsüz Türkiye/Terörsüz Bölge’’ projesiyle ilişkilendiriyorlar. Burada sorun, bölgesel paylaşım ve bölgesel yeniden düzenleme mücadelesinde, uluslararası ve bölgesel güçlerin saflaşma ve konumlanmasının hangi mihverde gelişeceği ve nihayetinde nasıl bir bölgesel düzenlemenin olacağı sorunudur. Ortadoğu’nun geleceğinde Kürt milletinin kaderinin nasıl belirleneceği ise bizi ilgilendiren asıl konudur. Açıktır ki, günümüzde uluslararası alanda ve bölgesel düzeyde Ortadoğu bölgesinin değişmesini ve yeniden dizayn edilmesini isteyen ve diğer yandan buna şiddetle karşı çıkan taraflar vardır.

Ortadoğu bölgesindeki statükonun devamını isteyen ve bunu sağlamak için elinden geleni esirgemeyen başta Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi sömürgeci ülkeler ile bazı gerici bölge rejimleridir. Bunlar, bölgede ileriye dönük her türlü değişim ve gelişime şiddetle karşıdırlar. Türkiye, İran, Irak ve Suriye zaten her biri Kürdistan’ın birer parçasını işgal altında bulunduran sömürgeci ülkelerdir. Bugün Irak ve Suriye’de farklı durumlar yaşansa bile bu ülkelerin sömürgeci emelleri devam etmektedir. Dört sömürgeci ülke Kürtler ve Kürdistan ile ilgili her sorunda kendi aralarındaki sorun ve çelişkilerine rağmen bir araya gelerek, ortak hareket edebiliyorlar. Özellikle ve öncelikle Kürt ve Kürdistan sorunundan dolayı bölgedeki statükonun hararetli savunuculuğunu yapıyorlar.

Diğer tarafta bölgedeki mevcut statükonun değişmesi ve yeniden dizayn edilmesi konusunda ortak ve net bir siyasete sahip olmasalar da, Ortadoğu’daki yapılanmayı değiştirmek ve bölgeyi siyasi, ekonomik ve askeri çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek isteyen devletler ve uluslararası güçler vardır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa ve Avrupa’nın diğer bazı devletleri bölgedeki statükonun değişmesini ve yeniden dizayn edilmesini isteyen tarafta yer alıyorlar. Giderek bölgesel bir güç haline gelen İsrail ise, bu cografyada yer alan bir devlet olarak, yeni jeo-politik güvenlik politikası ile Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde önemli misyon üstlenmiş devletlerden biridir.

İsrail, Ortadoğu’nun geleceği üzerine öteden beri öngörülerde bulunmuş ve jeo-politik güvenlik stratejileri geliştirmiş bir ülkedir. Ancak, 7 Ekim 2023 tarihi İsrail için bir milad olmuştur. Bilindiği gibi Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e karşı Supernova (Nova) Müzik Festivali’ne yaptığı saldırıda yüzlerce sivil öldürüldü, yüzlercesi de rehin alındı. Bu, İsrail için bir dönüm noktası oldu. Tıpkı ABD için El Kaide’nin 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde bulunan İkiz Kulelere (World Trade Center) saldırısından sonra, bu trajik olayı, kendisi için bir milad kabul etmesi gibi. Bu saldırıda 3 000 kadar sivil insan ölmüştü. ABD, bu tarihten sonra uluslararası alanda yeni bir güvenlik stratejisi geliştirdi, özellikle El Kaide ve benzeri radikal cihadist örgütleri hedef almaya başladı. 7 Ekim 2023 tarihi, İsrail tarihinin en trajedik günlerinden biridir. İsrail, bir kez daha benzer bir durumun yaşanmaması ve uzun vadede güvenliğini teminat altına alması doğrultusunda, tüm Ortadoğu’yu kapsayan uzun dönemli yeni bir jeo-politik güvenlik stratejisi geliştirdi. Bugün, Ortadoğu’da yaşanan savaş ve buna bağlı gelişmeler 7 Ekim 2023’te yaşananların devamıdır. Bölgede Hamas, Hizbullah, Husiler, Kasım Tugayları gibi cihadist, terörist ve Yahudi düşmanı örgütlerin ortadan kaldırılması, İran’ın bölgedeki varlığının sınırlandırılması, onun adına vekaleten savaşan (proxy) güçlerin ortadan kaldırılması, Suriye’de Esad Rejimi’ne son verilmesi, İran’dan boşalan yerleri başka bir ülke ve gücün doldurmaması vb. bu stratejinin önemli hedefleri arasındadır. İsrail, Suriye’de de ilerde kendisine tehdit oluşturacak silahlı güce sahip merkezi güçlü bir devlet istemiyor. Yine İsrail, bölgede kendisine komşu veya güvenlik açısından sınırlarına yakın hegomanyacı bölgesel başka bir güç istemiyor. Türkiye ile İsrail arasındaki gerginliğin temelinde bu bölgesel rekabet ve jeo-politik güvenlik kaygıları yatıyor.

Kürtlere gelince, onlar zaten yüzyıldan fazladır özgürlük ve bağımsızlık yolunda tarihi bir ulusal demokratik kurtuluş mücadelesi içindedir. Onların mücadelesi doğal olarak öncelikle Kürdistanı işgal altında bulunduran bölgedeki sömürgeci ülkelere karşıdır. Kürdistan üzerindeki işgal ve sömürgeciliğin kırılması sonuç olarak Ortadoğu bölgesindeki statükonun kökten değişmesine yol açacaktır. Dolayısiyle Kürtler ulusal çıkarları çakıştığı sürece doğal olarak Ortadoğu bölgesindeki statükonun değişmesini isteyenlerin safında yer alacaklardır.

Bu, Kürtlerin bugünü ve geleceği için çok önemli bir durumdur. Diğer bazı faktörlerle birlikte bugünden yarına Kürt milletinin 21. yüzyıldaki kaderini belirleyecek olan Ortadoğu’daki bu yeni durumdur. Kürt milleti için tarihlerinin bu kader belirleyici döneminde milli çıkarları temelinde doğru amaç ve hedeflerle doğru yerde, doğru zamanda, doğru tarafta yer almak varoluşsal bir sorundur. Dört parçadan Kürdistan ulusal demokratik hareketinin ve tüm bileşenleriyle Kürt milletinin buna hazırlanması gerekiyor.

Suriye’de Yaşanan Kaos ve Sürecin Düğümlendiği Güney Batı Kürdistan (Rojava)

Mart 2011’de başlayan iç savaştan bu yana Suriye’de sular hiç durulmadı. Geçen zaman içinde Suriye, Ortadoğu’nun en sıcak bölgelerinden biri oldu. 8 Aralık 2024’te, başında Beşar Esad’ın olduğu Suriye Baas rejiminin düşmesinden bu yana ise yeni bir süreç yaşanıyor. Bölgeden ve dünyadan bazı devletlerin içinde bulunduğu uluslararası bir koalisyon tarafından Şam’da iktidara taşınan Colani (Ahmed Şara) ve örgütü HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) aslında eski İşid, El Kaide, El Nusra gibi cihadist terör örgütlerinin devamıdırlar. En az 12 farklı örgütten oluşan bu cihadist örgütler koalisyonu kendi içinde de çatışma halidedir. Bunların değiştiği ve değişeceği yönünde bugüne kadar somut her hangi bir emare ve gelişme yok. Aksine, Suriye’nin batısında, Akdeniz kıyısında yaşayan Nusayrilerin (Elewîyûn) ve güneyde Durzilere karşı yapılan katliamlar bunun somut birer göstergesidir. Kafa kesmek için hazırda bekleyen/bekletilen dünyanın birçok ülkesinden gelme her renkten Suriye’deki cihadist terörist gruplar, intikam naraları atarak şimdi de yüzünü Batı Kurdistan`a (Rojava’ya) ve Kürtlere çevirmiş bulunuyorlar.

Bilinmelidir ki Suriye’deki Colani-HTŞ yönetimi geçicidir. Bu yönetimin Suriye toprakları üzerinde siyasi ve hukuki bir egemenliği olmadığı gibi fiili bir denetimi de yoktur. Suriye devleti egemenliğindeki topraklar fiili ve defakto bir durumda en az üç parçaya bölünmüştür, aslında hala kendilerini toparlayamayan Nusayrileri de sayarsak, dört parçaya bölünmüştür. Çok sayıda millet, etnik grup, dini ve mezhebi topluluklardan oluşan bölünmüş bir Suriye var. Ortada bir devlet yok, nizam yok, gelecek vadeden meşru bir yönetim yok. Onları iktidara taşıyan uluslararası ve bölgesel güçlerin mevcut yönetime tanıdığı belirsiz bir süre dışında ortada bir güvence yok. Dünyadaki demokratik güçlerin ısrarlı söylem ve baskılarına rağmen, bu cihadistler şimdiye kadar kendilerinden beklenen ciddi hiç bir adım atmadılar. Suriye’nin mevcut durumu ve geleceği ile ilgili farklı beklenti, model ve planlar var. Suriye’de ya çok uluslu, çok din ve mezhepli, çok kültürlü yapıya uygun demokratik bir devlet ve toplum düzeni kurulacak, ki bu uzun zaman alan bir süreçtir, ya da Türkiye’nin şiddetle dayattığı tüm milli, etnik, dinsel, mezhepsel bileşenlerin hak ve özgürlüklerini yok sayan, tek devlet, tek bayrak, tek orduya dayalı eskisinden farklı olmayan merkezi totaliter bir devlet kurmada ısrar edilecek. İkinci yol çıkmaz bir yoldur, iç savaştır ve Suriye için yolun sonudur. Suriye’de bu ikilemi aşmak kolay olmayacaktır.

Kobani direnişinde olduğu gibi, bugün de dört paçada Kürt milletinin ve diasporadaki Kürtlerin üzerinde yoğunlaştığı ve günü-gününe takip ettiği konuların başında, Suriye’de yaşanan süreç ve bu süreçte Güney Batı Kürdistan’ın (Rojava’nın) kaderinin ne olacağı gelmektedir. Millet olarak Kürtlerin kalbi Rojava Kürdistanı için atıyor. Çünkü, bugünlerde, Kürtlerin tarihsel kaderlerinin bağlı olduğu Ortadoğu'daki değişim ve yeniden dizayn edilme sürecinin en kritik ve en çok yoğunluk kazandığı alan Suriye ve Rojava’dır. Diğer yandan, Suriye’deki durum ve Rojava, Abdullah Öcalan-PKK ile Türkiye Devleti arasında başlatılan süreç (’’Terörsüz Türkiye Projesi’’) bağlamında son derece önemlidir. Taraflar, açık bir tonla söylemiyor olsa da, ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’nde pazarlık konularının başında, Rojava geliyor. PKK’nin kendisini feshetmesi ve silah bırakması bir bakıma Rojava’daki gelişmelere endeksli gelişmelerdir. Suriye’deki durum ve esasen Rojava, bu sürecin ana düğümüdür, kırılma noktasıdır. Açıktır ki, Abdullah Öcalan-PKK ile Türkiye Devleti arasında süren görüşmelerin ve mevcut sürecin kaderi, Rojava’daki kör düğümün nasıl çözüleceğine bağlıdır. Gelişmelere bakıldığında, görünen o ki, Rojava düğümününün çözümü, Türkiye’nin istediği şekilde olmayacaktır. Zira Suriye ve Rojava bölgesel ve uluslararası çok bilinmeyenli bir denklemdir, bu denklemde karar sahibi çok sayıda aktör ve faktör vardır. Türkiye bu denklemde yer alan çok sayıda tarflardan sadece biridir. İran’ın denklem dışı bırakılması ardından mevdut durumda, Suriye, Türkiye ve Katar işbirliği ile Suudi Arabistan arasında yoğun bir çekişme ve rekabet sahasıdır. Bu çekişme ve rekabet Türkiye’nin askeri gücü ve sahadaki avantajları ile Katar’ın mali desteği ve Suudi Arabistan’ın aktif bir şekilde mali destek sunması mihverinde gelşmektedir.

Denklemin çözümünde Türkiye’nin kaba gücünü kullanma dışında, ABD ile Rusya arasındaki çelişkilerden yararlanarak sürdürdüğü denge politikası ve diğer yandan ABD ile İsrail’in bölgesel siyasetlerindeki bazı farklı yaklaşımlarından da umutlanarak bölgede Kürtler aleyhine oyun bozan bir aktör olmaya çalıştığı görülmektedir. Türkiye'nin kaba güç kullanmaya dayalı bir maceraya kalkışması bir anlamda ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’nin de sonu olacaktır. Üstelik Türkiye, artan neo-osmancılık iştahıyla ’’ Terörsüz Türkiye Projesi’’nin kapsam ve alanını genişleterek ’’Türk, Kürt, Arap tarihi kardeşliği temelinde Terörsüz Bölge’’ düzeyine çıkarmıştır. Bunun ne anlama geldiği bölgeyi tanıyan ve saha gerçekliklerini gören herkes tarafından yakinen bilinen bir şeydir.

Türkiye’nin, hegemonyacı bölgesel güç olma amaç ve hedefinde, Suriye ve Rojava öncelikli sıralarda yer alıyorlar. Kürtler, Türkiye için hem bu hedefin önünde bir engeldir, hem de Türkiye, Rojavayı geleceği için bir beka sorunu olarak görüyor. Beka sorunu için ve bölgesel hedeflerine varabilmek için Kürtlerin Rojava’da elimine edilerek kazanımlarının mümkün olabilecek en düşük bir düzeyde kalmalarını istiyor. Dolayısıyla Rojava, Kürtler için ne kadar önemli ise, beka sorunu ve geleceğe dönük bölgesel politikasında Türkiye için de Rojava o kadar önemlidir. Bilinmelidir ki Türkiye Efrîn, Serê Kanîyê ve Girê Sipî’yi işgal eden, Suriye’nin bir çok yerinde askeri üs ve güç bulunduran, kendisine bağlı binlerce cihadist teröristten oluşan çeteleri besleyen, işgalci bir devlettir. Bu durum, sahada Türkiye için en büyük avantajdır. Rojava’yı bekleyen en büyük tehlike, Suriye ve Rojava’da istediği sonuçları elde etmemesi halinde, Türkiye’nin işgalini kalıcılaştırarak bu yerleri ilhak etmesidir. Zaten epey bir zamandır Türkmeneli diye uyduruk bir projeyi elinin altında tutuyor. Bunlar, aynı zamanda Türkiye’nin Misak-i Milli siyasetinin de birer gerekçeleridir.

Türkiye’nin temel önceliği SDG’nin (aslında Kürtlerin) biran önce silahsızlandırılması, HTŞ yönetimine entegre olması, Rojava’da Kürtlerin bir statü talebinde bulunmamasıdır. Bunun için de gerekirse kaba güç kullanma tehdidi dahil, hem sahada hem uluslararası diplomaside, elindeki tüm kartlarını masaya koymuş bulunuyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son olarak 1071 Malazgirt kutlamalarında Ahlat’ta yaptığı konuşmada: “Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz.” diyerek, bir kez daha Kürtleri tehdit etti.

Türkiye’nin diğer bir önemli kartı da Devlet Bahçeli eliyle bizatihi ”örgütün kurucu önderi” olarak tanımladığı Abdullah Öcalan idi. Doğrusu, Türkiye’nin, ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’nin (şimdi de Terörsüz Bölge Projesi) hayata geçirilmesinde Abdullah Öcalan’dan oldukça yüksek beklentileri var. Genel olarak Kürtlerin de süreçte en çok merak ettiği ve hatta oldukça tedirgin olduğu bilinmezlerden biri de budur. Gelişmeler, Abdullah Öcalan’dan yana beklentilerin gerçekçi olmadığını, Abdullah Öcalan’nın Rojava üzerinde beklentiler oranında etkili olamadağını gösterdi. Kuşkusuz bu durum, Abdullah Öcalan için ciddi bir etkinlik ve prestij kaybıdır. ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’(Terörsüz Bölge Projesi) sürecinin bir tıkanma içinde olmasının nedenlerinden biri de bu olmalıdır. Umarız Rojavalı yönetici ve kadrolar ulusal hasasiyetle hareket ederek Kürt milletinin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutar, Rojava’yı Abdullah Öcalan’ın entegrasyon projesine kurban etmezler. PKK’nin, Rojava üzerindeki ideolojik hegomanyasının ve alandaki fiili etkisinin kırılması,  dört parçada Kürdistan ulusal demokratik hareketinin önünü açacaktır.

Herkesin şunu görmesi gerekiyor: SDG’nin silah bırakması ne Türkiye’nin baskı ve tehditleri ve ne de tek başına SDG’nin vereceği bir kararla mümkündür. SDG’yi modern silahlarla donatarak bugüne getiren Amerika Birleşik Devletleri ve diğer koalisyon güçleridir. ABD ve denklem içinde yer alan diğer bölgesel ve uluslararası güçlerin onayı olmadan SDG ne tek başına silahları bırakma iradesine sahiptir, ne de HTŞ ile bir entegrasyona girebilir.

Suriye sahasında ABD bir yandan Türkiye, SDG ve HTŞ arasında, diğer yandan Türkiye ile İsrail arasında uzlaşı ve denge kurma çabasındadır. SDG-Şam diyaloğu ve Suriye’nin geleceğine bu pencereden bakılmalıdır. Mevcut durum ve koşullar devam ettikçe süreci belirleyecek olan diplomatik görüşmelerden ziyade sahadaki defacto durum ve mevcut güç dengeleridir.

Dış saldırılara karşı ve Şam’da gerçek bir temsiliyet için Rojava’da öncelikle en geniş kesimleriyle Kürtlerin gerçek bir ulusal ve toplumsal iç barışı sağlamaları gerekiyor. En son 26 Nisan 2025 tarihinde Kamışlo’da düzenlenen; Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı, Kürt siyasi hareketlerinin ittifak ve ortak bir tutum belirleme çabalarının önemli bir adımıdır. Bunun geliştirilmesi ve her alanda hayata geçirilmesi gerekiyor. PKK’nin Rojava üzerindeki ideolojik hegemonyası, buradaki yapılanmanın geleceği ve diğer Kürdistan parçaları ve örgütleriyle ilişkileri üzerinde ciddi bir risktir. Bu hegemonya kırılmadan parçalar arasında dayanışma ve Kürdistan ulusal demokratik hareketinin ulusal birlik ve dayanışma içinde hareket etmesi zordur.

Kürdistan Ortadoğu’nun Kalbinde Yer Alıyor

Kürtler ve coğrafya olarak Kürdistan bir kez daha sıcak savaş alanı haline gelen Ortadoğu’nun merkezinde (kalbinde) yer alıyor. Kürdistan daha önce Osmanlı ve İran arasında sömürgeleştirilerek iki parçaya bölünmüştü. 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması ile emperyalist ve sömürgeci ülkeler tarafından dört parçaya bölünerek uluslararası bir sömürge haline getirildi. 1917 Bolşevik İhtilali ve Yalta Konferansı (11 Şubat 1954) 20. yüzyıl dünya düzeninin oluşmasında ve Ortadoğu’daki ucube statükonun yaratılmasında önemli tarihi duraklardır. Lozan Antlaşması ise sadece Kürdistan’ın dört parçaya bölündüğü bir uluslararası antlaşma ile öne çıkmıyor. Lozan Antlaşması aynı zamanda 20. yüzyıl boyunca egemen olan dünya düzeninin oluşmasında, Ortadoğu’daki suni sınırlara dayalı yapının yaratılmasında ve aynı zamanda uluslararası alanda ”anti-Kürt nizam” olarak işleyen düzeninin sürdürülmesinde önemli kilometre taşlarından biridir. Kürt milleti için 20. yüzyıl bir esaret yüzyılıdır ve bu yüzyılda oluşan uluslararası düzen ise ”anti-Kürt nizam”dır. Bu yüzyıl içinde yaklaşık olarak 120 millet ulusal devletlerini kurarken, Kürt milletinin iradesi 20. yüzyılın egemen emperyal ve sömürgeci devletleri tarafından gasp edilmiş, yüzyıl boyunca kendi kaderini tayin etme hakkı zorla elinden alınmıştır.

Ortadoğu’nun Yeniden Dizayn Edilmesi ve ”Terörsüz Türkiye Projesi”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024 tarihinde TBMM’de yaptığı çıkışla başlayan gelişmeler ve gelinen aşamada Türkiye Devleti tarafından ”Terörsüz Türkiye Projesi” olarak adlandırılan proje, Ortadoğu’da başlayan gelişmeler ve yeniden dizayn sürecinden ayrı ele alınamaz. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve toplumsal durum ise bu projenin böyle bir süreçte gündeme gelmesinin diğer bir boyutunu oluşturuyor. Devlet Bahçeli tarafından başlatılan ve ”Terörsüz Türkiye Projesi” olarak şekillenen gelişme artık TC Devleti’nin resmi bir projesi olarak kabul ediliyor.

Türkiye Devleti, tarihinin en derin ekonomik, siyasi ve toplumsal bunalımını yaşıyor. Başka nedenlerle birlikte, Türkiye Devleti’nin 40 yıldır Kürdistan’da sürdürdüğü savaşın, bu derin bunalımın temel nedenlerinden biri olduğunu belirtmek gerekiyor. Her geçen gün daha çok derinleşerek genişleyen bunalım ekonomik hayatı çekilmez bir noktaya getirmiştir, toplumun önemli bir kesimi açlık sınırının altında yaşıyor, gelecek güvencesi olmayan geniş toplum kesimleri sosyo-psikolojik olarak derin bir toplumsal bunalım içindedir.

Türk-İslam sentezi ile iktidarına devam edebilmek için, mevcut yönetim artan baskı, zulüm ve hukuksuzluğu ile Türkiye’yi her gün biraz daha devlet başkanı sıfatıyla bir kişinin idare ettiği totaliter bir polis devleti olmaya götürüyor. Türk toplumunda iktidar ve muhalefet arasındaki kavga temelinde keskin ve derin bir bloklaşma yaşanıyor. Irkçı-faşist temelde her geçen gün biraz daha yükselen Kürt düşmanlığı dizginlenemez boyutlara varmıştır. Türkiye’nin metropol kentlerinde Kürt oldukları veya Kürtçe konuştukları için insanlar sokak ortalarında linç ediliyor ve hatta öldürülüyor. Türkiye, uluslararası alanda ve bölgesinde yalnızlaşan bir ülkedir günümüzde. Ortadoğu sahasında ve özellikle Suriye’de aynı yalnızlığı yaşıyor. Siyasi, askeri ve ekonomik tüm varlığıyla Kürtlerin herhangi bir parçada yeni mevziler ve statü elde etmemesi için elinden geleni yapıyor. Uluslararası ve bölgesel politikasını ve iç siyasetini Kürt düşmanlığı temelinde şekillendiren Türkiye, bu akıl almaz siyasetinden dolayı hep kaybediyor, yalnızlaşıyor ve yeni çıkmazlara giriyor. Ve bu nedenle, tarihte yaşanan örneklerinde görüldüğü gibi, Kürtleri kandırmak amaçlı yeni bir ’’milli birlik, beraberlik ve kardeşlik projesi’’ başlatıyor.

”Terörsüz Türkiye Projesi” nasıl ortaya çıktı?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024 tarihinde TBMM’de partisinin grup toplantısında kimsenin beklemediği bir konuşma yaptı. Bahçeli, konuşmasında “Eğer terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM’de partisinin grup toplantısında konuşsun. Terörün sona erdiğini ve örgütün dağıtıldığını yüksek sesle ilan etsin.” dedi. Yıllarca bizzat Abdullah Öcalan’ın idamı için her şeyi yapan, idamı için ip atan Devlet Bahçeli’nin, kimsenin beklemediği bu çıkışı, hem Türkiye’de hem Kürdistan’da her kesim tarafından hayretle karşılandı. Bu çıkışın nedenleri, hedef ve amaçları, bir başkası değil de böyle bir konuşmayı neden Devlet Bahçeli’nin yaptığı konusunda farklı yorumlar yapıldı. Bazı çevreler bu çıkışın Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a rağmen yapıldığını ve bunun bir devlet projesi olamayacağını söyledi. Recep Tayyip Erdoğan’ın belli bir süreye kadar sessiz kalması ve uzun bir süre mesafeli davranması bu yöndeki yorumlara kaynaklık yapıyordu. Belli bir süre geçtikten sonra ihtiyatlı ve yine mesafeli olsa da Erdoğan’da süreci sahiplenmeye ve bunun bir devlet projesi olduğunu dillendirmeye başladı. Gelinen aşamada Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi ve Musavat Dervişoğlu’nun yönettiği İYİ Parti dışında, DEM Parti dahil Türkiye’de resmi olarak var olan siyasi partiler de projeyi sahiplenmeye başladılar. İktidar ortaklarının, muhalefetin ve devlet odaklarının farklı yaklaşımlarına rağmen Türkiye’de siyasi partiler arasında ve daha sonra TBMM’de varılan mutabakatla bunun resmi devlet projesi olduğu artık genel kabul gören bir durumdur.

Türk Devleti’nin Abdullah Öcalan İle Birlikte Üzerinde Çalıştığı Proje

Aradan geçen zaman zarfında gelişmeler ve ortaya çıkan bilgi ve belgeler ile Abdullah Öcalan’ın açıklamaları, bunun TC Devleti ile PKK adına Abdullah Öcalan’ın uzun bir süredir üzerinde birlikte çalıştıkları ortak bir devlet projesi olduğunu gösteriyor. Projenin uzun bir hazırlık aşamasından sonra ve özellikle Devlet Bahçeli üzerinden açıklanmasının uygun görüldüğü anlaşılıyor. Uzun yıllar bizatihi devlet tarafından yaratılan ve beslenen Türkiye’deki Kürt düşmanı ırkçı faşist toplumsal dalganın kırılması ve Türk toplumunun buna hazırlanması için en uygun figürün Devlet Bahçeli olacağı, elbette devlet için isabetli bir seçenekti.

Aradan bir yılı aşkın bir zaman geçti. Gelinen aşamada bir yandan Türk ve Kürt  toplumunda bu projeyi destekleyen ve hayata geçirilmesi için çalışanlar var, diğer yandan buna şiddetle karşı çıkan ve alternatif görüşler sunanlar var. Kuşkusuz, burada bizim açımızdan önemli olan PKK, DEM Parti ve onların bileşenleri, bağlaşıkları durumundaki siyasi ve toplumsal örgütlenmeler dışındaki Kürt siyasi çevrelerinin ne düşündüğü, hangi alternatif görüşlere sahip olduğu, DEM Parti’ye oy veren kitle de dahil, Kürt milletinin ne düşündüğü, bu projeden ne beklediğidir.

Neden ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’ ?

İktidarı ve muhalefeti ile uzun zamandır TC Devleti resmi ve gayri resmi kurum ve kuruluşlarıyla ”Türkiye’nin bekası” sorununu işlemektedirler. Bunun nedeni olarak da Kürtleri ve dört parçada gün geçtikçe yükselen Kürdistan ulusal demokratik mücadelesini görüyorlar. Bölünme korkusu Türkiye’de devlet katında ve toplumsal planda bir paranoyaya dönüşmüştür. Son yıllarda bölgede meydana gelen gelişmeler ve yukarda kısaca anlatmaya çalıştığımız Ortadoğu’nun yeniden dizaynı projesinin yer yer görünür hale gelmesi, TC Devleti’nin bu ”beka sorunu”nu ve ”bölünme” travmasını adeta azdırmıştır. Türk derin devletini stratejik çözümleri aramaya iten ve ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’nin temellerini oluşturan bu korku ve travmadır.

Eldeki bilgi ve belgelere göre, kimi ülkelerin istihbarat birimleri, Türk Devleti’nin derin devlet yetkililerini Ortadoğu’nun yeniden dizaynı ve yeni dizaynda Kürtlerin konumu ve ”Kürt sorunu”nda bazı adımların atılmaması durumunda, Türkiye’yi nasıl bir sonuç beklediği konusunda belgelerle ve detaylı bir şekilde bilgilendirmişlerdir. Bu konuda somut bilgi ve belgelerle bilgilendirilen Türk Devleti’nin derin devlet yöneticilerinden biri de Devlet Bahçeli’dir.

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu

Uzun görüşmelerin ardından, TC Devleti ile Adullah Öcalan-PKK arasında varılan mutabakat ve yol haritasına göre 5 Ağustos 2025 tarihinde Numan Kurtulmuş başkanlığında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarına başladı. Komisyona parlamentoda temsil edilen siyasi partilerden 51 üye seçildi. AKP 21, CHP 10, DEM Parti 4, MHP 4, Yeni Yol 3, Deva Partisi 1, Gelecek Partisi 1, Saadet Partisi 1, HUDAPAR 1 ve TİP 1 üye ile temsil edildi. Komisyona katılmak istemeyen İyi Parti’nin 3 sandalyesi diğer bazı partiler arasında paylaştırıldı. Birinci toplantıda komisyonun adı, çalışma metodu ve amacı üzerinde duruldu. Bu toplantıda komisyonun 12 maddeden oluşan amacı komisyon üyeleri tarafından oy birliği ile kabul edildi. Komisyonun çalışma süresi 31 Aralık 2025’e kadar olmakla beraber gerekli görüldüğünde beşte üç çoğunlukla uzatılabilir. Bu Komisyonun siyasi ve hukuki bir temeli, yetkisi ve aldğı kararların bir bağlayıcı hükmü yoktur.

Komisyonun amacı şöyle tanımlanıyor: ’’Komisyonun amacı terörün Türkiye’nin gündeminden tamamen çıkartılması, toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi, milli birlik ve kardeşliğimizin pekiştirilmesi, özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti alanlarında çalışmalar yapmaktır’’.Ama, Komisyon’un, asıl olarak ”Terörsüz Türkiye” hedefinin gerçekleştirilmesi için çalışan bir komisyon olduğu açıktır.

Komisyonun tutanak ve kararları 10 yıla kadar hiçbir suretle kamuoyuna açıklanmayacaktır. Bu Komisyonu'nun şeffaf olmayan, oyalama ve zaman kazanma amaçlı, devletin kontrolü ve yönlendirmesi altında çalışan formaliter bir komisyon olduğu her halinden aşikardır. Böyle bir Komisyonun siyasi ve hukuki olarak ”Kürt sorunu”nu tartışma ve bu alanda karar alma erki ve gücü yoktur. Zaten yasama erki olan bir komisyon değildir.

Kürt sorununu tartışmak bir yana, gündeminde zaten böyle bir sorun yok, sadece ’’Terörsüz Türkiye Projesi’’nin hayata geçirilmesi için çalışan bir komisyondur. Yaşlı bir Kürt annesinin Kürtçe konuşmasına bile tahammül edemeyen bir komisyondur. Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş’un müdahalesiyle Kürt annesinin konuşması anında kesildi ve tutanaklara mutad olduğu üzere bilinmeyen bir dil olarak geçirildi. İlginç olan komisyon başkanının, komisyonun diğer üyelerinin görüşlerine başvurmadan, hesaba katmadan böylesi bir tutum almasıdır. Bir iki komisyon üyesi dışında bu tutuma bir itirazın gelmemesi de diğer ilginç bir noktayı oluşturmaktadır. Bu olay bile tek başına Komisyon’nun ne amaçla kurulduğunun ve nasıl bir çerçevede hareket ettiğinin kanıtıdır. Yaşlı bir annenin kendi diliyle konuşmasına bile tahammül etmeyen ve izin vermeyen bir Komisyondan Kürt sorununun çözümü, demokrasi, özgürlük, kardeşlik, hukuk devleti, barış için görüş, çözüm önerisi, karar verme veya başka bir şey beklemek sadece saf dillilik olur.

Komisyonda bir de çokça ”şehit ve gaziler”den, mağduriuyetlerden bahsediliyor. PKK ve devlet arasında süren 40 yıllık savaşta her iki taraftan da onbinlerce insan öldürüldü. Onbinlerce kız-erkek Kürt gençleri dağlarda, şehirlerde öldürüldü. Peki bu savaşta ölen asker, polis ve devlet yanlısı insanlar şehit kabul edilirken neden diğer taraftan ölenler ”terörist” olarak şeytanlaştırılmaya devam ediliyor? Ölen asker ve polisin annesi şehit annesi iken Kürt evlatlarının anneleri ”terörist annesi” olarak muamele görüyor. Hani barış ve kardeşlik projesi başlatmışız? Hani komisyonun adını ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ koymuşuz? Barış ve kardeşliğin dili bu dil ve bu davranış değildir.

Bir başka önemli nokta da şudur. Ne sözkonusu komisyonun, ne PKK çevrelerinin, ne de DEM Parti’nin, bugüne kadar PWK dahil, milli ve Kürdistani hatta yer alan parti ve örgütlerle bir teması olmamıştır. Kürdistani parti ve örgütlerin sürecin dışında tutulması yönünde devlet, Abdullah Öcalan, PKK, DEM Parti arasında zımni bir uzlaşı olduğu görülüyor.

Halbuki gerçek anlamda bir barış için zemin oluşturulması ve Türk Devleti’nin Kürt milletinin acil taleplerini tanıması yönünde somut adımların atılması için, öncelikle tüm Kürt siyasi partilerinin, demokratik ve sivil  toplum kuruluşlarının, siyasi ve toplumsal temsiliyeti olan çevre ve şahsiyetlerin içinde yer aldığı bir tarafın oluşması, bunun Kürt tarafı ve muhatap olarak kabulünün deklere edildiği bir yol haritasının izlenmesi gerektiğini söylüyoruz. Sorun, Kürtlerin milli demokratik hak ve özgürlükleri ise, Kürtlerin kaderi, kapalı kapılar ardında, şeffaf olmayan bir şekilde, Abdullah Öcalan ve Türkiye Devleti arasındaki görüşmelere hapsedilemez. Bu asla kabul edilemez.

Kürt ve Kürdistan sorunu gibi sorunların çözüm yeri ve yolu bu değildir. Bunun yeri zaman kazanma amaçlı formaliter komisyonlar değildir, hatta mevcut anayasa ile bileşim ve yapısıyla TBMM Parlamentosu da değildir. Bunun yolu ve yöntemi tarafların birbirlerini karşılıklı olarak kabul ettiği, saygı duyduğu, soruna doğru ad koyduğu, soruna taraf olanların (burada Kürt milleti ve TC Devleti) iradesini gerçekten temsil edebilen muhatapların bulunduğu, taraf ve  muhatapların eşit koşullarda ve demokratik bir ortamda aynı görüşme masasını paylaştığı, bazı durumlarda üçüncü bir tarafın/tarafların garantör veya en azından gözlemci olarak yer aldığı, bu konulardaki uluslararası hukukun bağlayıcı hükümlerinin kabul edildiği ve buna benzer olmazsa olmaz koşulların oluştuğu bir ortam ve durumdur. Eğer gerçekten sorunun insani bir şekilde barışçıl, siyasi ve demokratik yol, yöntem ve araçlarla çözülmesi isteniyorsa, bizim PWK olarak, açık ve somut bir önerimiz şudur: Gelin, Kurdistan Yurtseverler Partisi’nin (PWK) parti programında da yer alan Acil Talepler listesindeki maddelerin tartışılması doğrultusunda bir masa oluşturalım ve sorunun çözüm yollarını hep birlikte bulalım, diyoruz. İddia ediyoruz, PWK’nin Acil Talepler listesi, Kürt ve Kürdistan sorunun tartışılması, siyasi ve demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesine zemin hazırlanması ve uygun bir yolun bulunması için en uygun bir başlangıç ve zemindir.

’’Terörsüz Türkiye Projesi’’ Kürtleri Türk Devleti ve Toplumuna Entegre Etme Projesidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmileştirdiği adıyla projenin adı ”Terörsüz Türkiye” projesidir. Kürt milletinin ve ülkesinin varlığını reddeden, Kürtlerin millet olmaktan doğan  ulusal ve demokratik haklarını yok sayan bir projedir. Adından da anlaşıldığı üzere sorunu ”terör sorunu” olarak tanımlayan, özü itibariyle Kürtleri millet olarak potansiyel terör kaynağı olarak varsayan ve Kürtler için ulusal hak taleplerinde bulunanları terör kapsamında gören bir projedir. Zira, Türk Devleti’nin yürürlükteki siyasetine göre, Türkiye’de ”Kürt sorunu” yok, aksine bir terör sorunu vardır. Dolayısıyla çözülmesi gereken Kürt ve Kürdistan sorunu değil, ’’var olan terör sorunu’’dur. Bu amaçla kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yaşlı bir Kürt annenin kendi dilinden konuşmasına bile izin verilmedi.

’’Terörsüz Türkiye Projesi’’, Abdullah Öcalan ve onun mutlak otoritesi altında PKK, DEM Parti ve TC Devleti’nin birlikte yürüttüğü ortak bir projedir. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ”kurucu önder” olarak taltif ve terfi ettirdiği Abdullah Öcalan, kendi deyimiyle ”muazzam bir söylem ve eylem gücü” ile projenin ideolojik ve teorik mimarı ve aynı zamanda mutlak otoritesi ile, pratikteki tartışılmaz lideridir.  

Anlaşılan, Abdullah Öcalan, derin devlet yetkilileriyle eşgüdüm halinde proje üzerinde uzun bir süredir çalışmaktadır. Farklı tarihlerde yapılan görüşme notları, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, PKK 12 Kongresi’ne gönderdiği 25 Nisan 2025 tarihli Perspektif başlıklı mektubu ve basına sızan diğer belgelerde, devlet yetkilileriyle birlikte yürütülen bu eşgüdümlü çalışmanın somut verilerini görüyoruz.

Abdullah Öcalan bu çalışmayı Yeni Paradigma olarak sunuyor. İdeolojik, teorik ve siyasi boyutlarıyla Abdullah Öcalan’ın yeni paradigmasının ne olduğunu halkımıza anlatmak kuşkusuz günün acil görevlerinden biridir. Bu görev öncelikle Kürt aydın ve akademisyenlerine düşüyor. Fakat, burada, Abdullah Öcalan’ın yeni paradigmasını ana çizgileriyle ortaya koymadan alternatif doğru önermelerde bulunmanın doğru bir yöntem olmadığını da belirtmek lazım.

Abdullah Öcalan yeni paradigmasıyla gerçekte ne demek istiyor, neyi hedefliyor?

Bazılarına göre Abdullah Öcalan Yeni Paradigması ile yeni açılımlarda bulunuyor, yeni perspektifler sunuyor. Bunun doğru olmadığını özellikle belirtmek gerekiyor. Onun adına yayınlanan belgeler incelendiğinde Abdullah Öcalan’ın Yeni Paradigması ile aslında yeni bir şey söylemediğini, aksine, 1990’lı yılların başından bu yana söylediklerini biraz daha derinleştirerek ve başına “demokratik” kavramını getirerek yeni bazı kavramlarla yeniden formüle ettiğini görüyoruz. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Abdullah Öcalan’ın siyasi söyleminde Kürtlerin millet olarak varlığı, Kürdistan gerçekliği, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı, Kürt dili ve kültürünün kadim ve zenginliği gerçeği ve Kürt dilinin işlevselliği, kısacası Kürtlerin milli varlığı ve millet olmaktan doğan ulusal ve demokratik hakları yer almıyor. 25 Şubat 2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı kendi elyazması açıklamasında: “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olmamaktadır.“ diyor.

Abdullah Öcalan’a göre, Kürtler tarihsel olarak bir millet olma özgünlüğüne sahip olamadılar. Hatta, ona göre, Kürtler tarihsel olarak ulus öncesi bir kategorik aşama olan halk topluluğu bile değildir. PKK’nin, kuruluşundan beri Kürtler için sıkça kullandığı ”düşkün” ve ”düşürülmüş” halk/toplum, apocu hareketin literatüründe en çok kullanılan kavramlardandır. 12. PKK Kongresi’ne gönderdiği Perspektif başlıklı yazısında, Öcalan, “Kürtler var mı yok mu? Varsa ne kadar var olabildiler?” sorusuyla tarihsel olarak ”Kürtlerde varlık bilinci ve farkındalık konusunu”nu sorgulamaktadır. Ona göre; ”Aslında durum halen de tam aşılamamıştır. Dersim’deki, Bingöl’deki, Zagros’taki bir kültür kalıntısıdır Kürtler. Çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil, tarikat kırıntıları, aşiret aile kavgaları… Bunun halen ve PKK’nin varlığına rağmen istenilen düzeyde aşılamamış olmasının nedeni tarihsel toplumsal dağılmışlığın derinliğidir. Bir noktadan sonra buna sömürge demeyi de yeterli görmedim. Sömürge ötesi bir durumdur söz konusu olan. Bir tür çöplük. Çöplük toplumu, bir mezarlık.” Burada da görüldüğü üzere, Öcalan’a göre, Kürt toplumu tarihsel olarak köleci ve feodal toplumlardan kalma farklı komık, kom, komünite, kabile, aşiret, din, tarikat, inanç, mezhep, farklı kültürel kimlik grupları gibi birbirinden kopuk ve gelişmemiş sayısız yerel topluluk ve silik kimliklerden oluşan ve ortak bir işlevsel dili olmayan, ulusal ve toplumsal norm ve birlikteliklerden yoksun, primitif yapıdan oluşan ulus öncesi kimliksiz bir topluluktur. Yani Kürt toplumu ’’çöplük bir toplum’’dur. Böylesine bir toplum için kendi kaderini tayin hakkı, ulus devlet, federasyon, idari özerklik, kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olmamaktadır. En uygun çözüm, farklı kimlik ve isimlerle anılan bu sayısız kom ve komünalitelerden oluşan komünlerin Demokratik Konfederalizm çatısı altında birleştirilmesidir. Abdullah Öcalan’a göre, çözüm ’’demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, ortak vatan’’dır, ’’eşit vatandaşlık’’tır, ’’pozitif entegrasyon’’dur.

Tarihi ve güncel olan nesnel veri ve olgulara dayanarak söylüyoruz. Bunlar, inkara dayalı kaba tarihi ve toplumsal çarpıtmalardır. Abdullah Öcalan nesnel olan tarihi, milli ve sosyal olgu ve gerçekleri tamamen çarpıtarak tersyüz ediyor. Abdullah Öcalan’ın Paradigması ve bu paradigmada yer alan diğer açılımlar bu inkar ve tarihi çarpıtmalar temelinde inşa edilmiştir. Bu temelde oluşturulan görüşler Türk Devleti’nin tezleriyle uyumlu ve ona hizmet eden görüş ve tespitlerdir. Diğer bir ifade ile Abdullah Öcalan’ın Kürt ve Kürdistan sorununa dair dile getirdiği görüşler özünde, Türk Devleti’nin 100 yıllık ’’Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil’’ söyleminin günümüz koşullarına uyarlanmış halidir.

Binlerce yıldır Ortadoğu ve Mezopotamya’da yerleşik olarak yaşayan Kürtler, üzerinde yaşadıkları topraklarda dil, tarih, kültür, gelenek ve görenekleriyle tarihsel olarak istikrarlı bir topluluk oluşturan, vatan bildikleri ve Kürdistan olarak tanımladıkları topraklarda diğer etnik gruplarla birlikte yaşayan bir millettir. Kürt milleti iradesi dışında parçalanmış, ülkesi işgal edilmiş, parçalanmış, tarihsel olarak ve uluslararası düzeyde haksızlığa uğramış bir millettir. Kürdistan, Mezopotamya uygarlığına beşiklik eden, Ortadoğu bölgesinde tarihten günümüze kadar Kürdistan olarak adlandırılan bir coğrafyanın adıdır. Kürdistan bugün dört parçaya bölünmüş bir uluslararası sömürge statüsündedir.

Kürt dili farklı lehçeleriyle Hint-Avrupa dil gurubuna mensup kadim ve zengin bir dildir. Farklı lehçeleriyle (Kurmanci, Sorani, Hewrami ve Zazaki (Kırdki) çok zengin bir Kürt edebiyatı yaratılmıştır. Ali Hariri (11. yüzyıl), Melayê Cizîrî (1570–1640), Feqîyê Teyran (1590–1660), Ehmedê Xanî (1650–1707) ve daha başka Kürt şair ve edipleri 11. yüzyılın sonlarından başlayarak her biri şaheser olan büyük edebi eserlere imza atmıştır. Kürt dili bugün de basın-yayın, eğitim, idari yapılanma ve toplumsal hayatın her alanında kullanılan işlevsel bir dildir. Güney Kürdistan’da resmi olan Kürt dili ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim ve öğretim dili olarak işlevsel bir dildir. Kürtçe, Rojava Kürdistanı’nda da eğitim dilidir. Kimi dil uzmanlarına göre Kürtçe dünyanın sayılı kadim ve zengin dilleri arasında yer almaktadır.

Abdullah Öcalan, ulusal inkarcı bir siyasetle başından beri Kürdistan’da her şeyi kendisiyle başlatan, kendisi dışında tarihte başka bir Kürt ulusal liderini tanımayan, PKK dışındaki diğer Kürt ulusal hareketlerini yok sayan, bırakınız birlik ve dayanışmayı, onlara düşmanlık eden ve hatta ortadan kaldırılması gereken hareketler olarak gören, Kürt ulusal lider ve kahramanlarını ve Kürt ulusal değerlerini küçümseyen, hakaret eden bir yaklaşım içinde olmuştur. Yukarıda adı geçen güncel belgelerde bunun teorisini de yaparak, tarihimizdeki ulusal hareketlere ve liderlerine ağza alınamayacak ifadelerle hakaret etmekte, onları Nazi işbirlikçiliği yapan Yahudi Komitesi (Judenrate) ile özdeşleştirerek değerlendirmektedir.

Doğrusu, Abdullah Öcalan ile Türkiye’de Ümit Özdağ, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ve daha başka kafatasçı ırkçı faşistlerin söyledikleri arasında öz itibariyle bir fark yoktur. Kürt liderlerini ve tarihi şahsiyetlerini ve Kürt milletinin ulusal değerlerini yok sayan, onlara hakaret eden ve bunları savunanları düşman olarak gören bu güruh ile Türk Devleti’nin ırkçı yöneticilerinin söylemleri çoğu zaman Abdullah Öcalan’ın söylemleriyle birebir örtüşüyor.

Kuşkusuz, bir millet dili, tarihi ve kültürü, ulusal değerleri ve kahramanları, vatan saydığı ortak ülke coğrafyası ile ancak var olabilir. Bayrak, milli marş, milli liderler ve şahsiyetler, milli kahramanlar ve efsaneler vb. bir halk topluluğunu tarihsel bir süreç içinde millet olarak bir araya getiren ve onları milli bir ruhla bütünleştiren ortak sembol ve değerlerdir. Bunlara hakaret etmek, o milletin tarihi varlığına, bugününe ve geleceğine hakaret etmektir.

Kürt Milletine Dayatılan Kendini İnkar ve Türk Devlet ve Toplumuyla Entegre Olmaktır

Gerçekte Abdullah Öcalan-PKK ve Türk Devleti bu proje ile neyi amaçlıyorlar?

Abdullah Öcalan’ın PKK 12. Kongresi’ne sunduğu Perspektif adlı belge ve bu çerçevede yayınlanan PKK 12. Kongre Sonuç Bildirisi esasen ve öz olarak, Kürtleri bir millet ve Kürdistanı bir ülke olarak görmeyen ve dolayısıyla ‘’ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümleri”reddeden belgelerdir. Buna karşın Kürtleri herhangi bir ulusal özelliği olmayan, ’’kültür kalıntısı’’, ’’çöplük toplumu”, ”mezarlık’’olarak tanımlayan ve dolayısıyla tarihsel olarak uluslaşmayı başaramayan gelişmemiş, ama farklı silik kimliklerden meydana gelen uluslaşamamış otonom toplulukların oluşturduğu bir ‘’yerel konfederal komünal topluluk’’ olarak görüyor. Hal böyle olunca da, Öcalan’ın yapmış olduğu nitelendirmeye göre böylesi bir ‘’ilkel topluluk’’, kendi kaderini tayin etme hakkı, milli, demokratik, kolektif hak ve özgürlükleri başta olmak üzere, ne yerel düzeyde ve ne de uluslararası hukukta, herhangi bir statüye hak kazanamayan ve hatta buna layık olmayan ulus öncesi bir topluluktur. Böyle bir topluluğun ne tarihsel ne de güncel durumda herhangi bir statü talep etmemesi gerekir. Bu tür otonom komünal topluluklar için tarihsel olarak olması gereken, Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mektupta dile getirdiği biçimiyle, ‘’medeni ve gelişmiş egemen güce/güçlere’’ (Türkiye, İran, Irak ve Suriye devlet ve toplumlarına) tabi olmak, onlara entegre olmak, kendi rızasıyla bu gücün “devlet ve toplumuyla bütünleşmektir’’. Bu, 20. yüzyılda zor ve şiddet temelinde Kürtlere dayatılan işgal, ilhak ve klasik sömürgeleştirme yerine, tüm ulusal özelliklerinden arındırılarak kollektif milli hak ve özgürlükleri, kendilerini yönetme hakları yok sayılarak, 21. yüzyılın başında Kürtleri rızaya dayalı Türk Devleti ve toplumuyla ’’bütünleştirme’’ projesidir.

Şimdiye kadar ortaya çıkan bilgi ve belgelerden anlaşılıyor ki bu proje devlet tarafından, devletin kontrolünde ve Devlet Bahçeli önderliğinde başlamıştır. Yine belgelerden anlaşılıyor ki proje Türkiye ve Kuzey Kürdistan ile sınırlı bir proje değildir. Irak, İran, Suriye ve bu ülkelerdeki Kürdistan parçaları da proje kapsamındadır. Şimdilik projenin ilk ayağı Türkiye’dir. PKK’nin kendisini feshetme ve silah bırakma kararı projenin ön adımlarıdır. İmralı Heyeti’nin de içinde olduğu DEM Parti heyetinin Güney Kürdistan seferi, Güneyli güçlerin de silahların bırakılması konusunda projenin içinde olduğunu, hem de başından beri süreçte yer aldıklarını gösteriyor.

Türk Devleti’nin 100 yıldır söylediği ve Öcalan’ın da bu süreçle beraber daha açık bir şekilde dile getirdiği görüşlerin Kürt tarihinde bir yeri yoktur. Kürtler, yüzyıldan fazladır şunu söylüyor: Kürtler bir milletir, Kürdistan Kürtlerle birlikte üzerinde yaşayan farklı etnik kökenlerden, din ve mezheplerden, değişik dil ve kültürlerden insanların ülkesidir. Bu milletin dünyadaki diğer milletler gibi kendi kaderini kendi eliyle tayin etme hakkı vardır. Bu yoldan çağdaş dünyada diğer uluslar gibi özgür ve bağımsız bir millet olarak onurlu yerini almaya aday bir millettir. Zamanlaması, yol ve yöntemleri şimdiden kestirilmezse de, ulus ve ülke olarak Kürtlerin ve Kürdistan’ın birliği Kürt milletinin tarihi, meşru ve doğal hakkıdır. Ulusun ve ülkenin birliğine ve bunun nasıl gerçekleşeceğine Kürdistan’daki bileşenlerle birlikte özgür iradesiyle ancak Kürt milletinin kendisi karar verir. Hiçbir şahıs, hiçbir örgüt tek başına bir milletin kaderini belirleyemez. 60 milyonluk bir milletin kaderini Abdullah Öcalan’ın ağzından çıkan sözlere bağlamak büyük bir trajedidir. Kürtleri aşağılayan, iradesini hiçe sayan, onur kırıcı bir durumdur. Kürt milleti özgür iradesiyle geleceğine kendisi karar vermek istiyen bir millettir. Kürtlerin yüzyılı aşkın mücadelesi zaten bu amaca ulaşmak içindir. Kürtlerin özgürlük ve bağımsızlık yolundaki mücadelesi dört parçada farklı biçim ve düzeylerde devam ediyor. Güney Kürdistan Federe Devleti ve Güney Batı Kürdistan’daki (Rojava) defacto özerk statü bu mücadelenin geldiği aşamanın somut örnekleridir. Dünyadaki büyük devletler ve uluslararası kurumlar iki parçadaki kazanımları tanıyor ve dünya kamuoyu bunları destekliyor. Güney Kürdistan Federe Devleti ve Rojava’daki fiili özerk statü halihazırda 87 ülkenin içinde yer aldığı Global Coalition to Defeat ISIS; (İŞİD’i Yenilgiye Uğratmak için Küresel Koalisyon) ile 30 ülkenin içinde yer aldığı askeri operasyonları koordine eden Combined Joint Task Force – Operation Inherent Resolve" (CJTF-OIR) ile birlikte mücadele veriyorlar. Kürtler, kendi kendilerini yönetebildiklerini ve koşulları oluştuğunda kendi kaderlerini tayin etmeye (bağımsızlık, federasyon, konfederasyon) muktedir bir millet olduklarını hem ulusal hem uluslararası düzeyde ispatlamış bir millettir. 25 Eylül 2017’de Güney Kürdistan’da yapılan Kürdistan Bağımsızlık Referandumu’na yüzde 72’lik bir katılım ve yüzde 93’lük bağımsızlık için evet oyu ile Ortadoğu bölgesinde gerçekleşen ilk özgür ve demokratik bir referandumdur. Ortadoğu’da bunun başka bir örneği yok, dünyada ise örnekleri sayılıdır.

Buna rağmen, Abdullah Öcalan-PKK Paradigması, Kürtleri bir ulus olarak görmüyor, Kürtlerin ulusal bir devlet kurmalarına karşı çıkıyor. Perspektif yazısında ”son Kürt federe devleti olayı bize karşı çıkartıldı” diyor ve buna şiddetle karşı çıkıyor. Ama aynı Abdullah Öcalan Türklerin, Farsların ve Arapların devlet kurmalarına ses çıkarmıyor. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, İran Devleti’ni, Irak ve Suriye Devleti’ni meşru görüyor.  Kürdistan’ı aralarında paylaşan bu devletlerin mevcut sınırlarını ve toprak bütünlüğünü savunuyor. Dünyada sayısı 200’ün üzerinde olan milletlere ve tabiki Türklere, Araplara, Farslara hak olarak gördüğü ulusal devlet hakını Kürtlere reva görmüyor. Ona göre Kürtler buna layık değildir, tarihsel olarak bunu hak eden bir millet değildir. Abdullah Öcalan,Türkiye’deki İttihatçı-Kemalistler ile Türk-İslamcı çevrelerden daha fazla Türklerin Misak-Milli sınırlarını savunuyor, hatta bu konudaki görüş ve önerileriyle onlara yol göstericilik yapıyor. Öcalan, bununla da yetinmiyor, Kürdistan’ın diğer iki parçasının da (Güney ve Rojava) Misak-i Milli’ye dahil edilmesini istiyor ve bunun meşruiyeti için çalışıyor. Ona göre Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtler için en iyi ve rasyonel çözüm herhangi bir ulusal demokratik hak ve statü talebinde bulunmadan, hatta ”kültüralist haklar” bile istemeden kendi rızalarıyla ”demokratik ulus” ve ”demokratik cumhuriyet” paradigmasıyla bu ülke toplumlarıyla entegrasyona girmeleridir. Kürtler için ulus devlet yerine ne olduğu belirsiz ”demokratik ulus” ve bağımsız, federal devlet yerine ”demokratik cumhuriyet” öneriyor. Türkiye’de başlatılan ”Terörsüz Türkiye” projesinin üzerinde inşa edildiği zemin tam da budur.

Demokratik Özerk Yönetim

Demokratik Konfederalizm ve Kürdistan Gerçeklikleri

Abdullah Öcalan, Yeni Paradigma olarak sunduğu çalışmalarında dünyadaki durum, ulusal sorun, devlet, toplum, kadın, sosyalizm ve sosyalizmin sorunları gibi bir çok konuda ideolojik ve teorik belirlemelerde bulunuyor. Örneğin, tarihte öne çıkan bir çok düşünür ve filozofları ve bu arada Karl Marksı da eleştirerek, onu aştığını söylüyor ve Marks’ın sınıf mücadelesi teorisine karşı devlet-komün teorisini koyuyor. Reel sosyalizm yerine demokratik komünal sosyalizmi öneriyor. Ve daha başka bir çok konuda uluslararası alanda şimdiden kabul gören örnek teoriler geliştirdiğini yazıyor. Bunları incelemek ve sonuçlar çıkarmak esasen aydınların, akademisyenlerin, bu konulara ilgi duyanların işidir. Bizim için önemli olan, Onun, Kürtler ve Kürdistan ulusal demokratik hareketine dair görüşleridir. Dolayısıyla burada, esas olarak süreçle bağlantılı konularda yanlış gördüğümüz görüş ve tespitleri üzerinde durmak istiyoruz.

Öz olarak Abdullah Öcalan’ın önerdiği model, Kürtlerin, bu ikinci yüzyılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve toplumuna yeniden entegre olmasını öneren bir modeldir. Abdullah Öcalan, barış ve demokratik toplum çağrısıyla duyurulan bu yeni paradigmanının ”Türkiye Cumhuriyeti devletinin icazetiyle yapılması enteresan ve önemlidir.” diyerek, bunun, Türkiye Cumhuriyeti devletinin onay ve desteğiyle yapıldığını da gizlemiyor. İmralı’da kaldığı yıllar içinde, Abdullah Öcalan, Türk Devletin’e yeni perspektifler sunma çabası içinde olmuştur. Görüşme notlarından da anlaşıldığı üzere devlet yetkilileri bu konuda Öcalan’a ihtiyaç duyduğu kaynakları temin etmek için imkanlarını seferber etmiştir.

Abdullah Öcalan PKK 12. Kongresi’ne sunduğu Perspektif yazısında ”Avrupa’da yeni çağın adı modernitedir. Biz moderniteyi Mahşerin Üç Atlısı üzerinden tanımlıyoruz: Kapitalizm, ulus devlet ve endüstriyalizm.” diyor. Modernitenin başına demokratik sözcüğünü getirerek ”demokratik modernite” olarak değiştiriyor ve buna çağdaş ve ilerici bir muhteva kazandırmak istiyor. Ona göre, modernitenin üç temel taşı ulus devlet, kapitalizm ve endüstriyalizmdir. Bunlar demokratik modernitede demokratik ulus, komün- komünalite ve eko-ekonomi olarak yeni bir anlam kazanıyor. Reel sosyalizm modernite döneminin bir ürününüdür ve onun için yıkıldı. Demokratik modernite döneminde ise geçerli olan komünal demokratik sosyalizmdir. Ve Öcalan, Paradigmasında, günümüz dünyası için geçerli olan demokratik modernite döneminde ulus devlet ve ulus devlet modeline dayalı sosyalizm döneminin bittiğini söylüyor. Buna karşılık günümüz dünyası için (demokratik modernite döneminde) geçerli olan demokratik komün ve demokratik ulus temelinde özgürlükçü toplum sistemi olan demokratik toplum sosyalizmi modelidir.

Abdullah Öcalan’ın paradigmasında bir karşıtlık olarak ”devlet” ile “komün” ve “ulus devlet” ile “demokratik ulus” sorunsalı var. O, Kürtler için ulus devlete karşı “demokratik ulus” ve devlete karşı “komün” seçeneğini öneriyor. Her iki önerme de Kürtlerin ulus gerçekliği ve bunun öngördüğü çözüm biçimlerine karşı önermelerdir. İdeolojik ve politik olarak Kürtlerin bir millet olduğu gerçeğine ve her millet gibi kendi kaderini tayin etmenin en üst biçimi olan ulusal devletini kurma hakkına bir itirazdır. Abdullah Öcalan, bunu doğrudan, Kürtler ulusal egemenliği hak eden bir millet değildir, onların ulusal devlet kurma hakkı yoktur ya da buna layık ve muktedir değiller demek yerine, ucube yeni kavramlar yaratarak sorunu manipüle ediyor. Dünya “ulusal devlet” kavramını kullanırken, dünyada 200’e yakın ulus devlet modelindeki ülke BM’ye üyesi iken ve bu kavram dünya literatürü ve uluslararası hukukta yerini almışken, Abdullah Öcalan neden ”demokratik ulus” kavramını kullanıyor? Gerçekte ne demektir “demokratik ulus“ kavramı? Ne zamandan beri ve nerede kullanılıyor bu kavram? Dünya üzerinde herhangi bir ülkede örneği var mıdır?

Ulusların tarihinde ve uluslararası literatürde demokratik ulus diye tarihsel bir olgu ve ve buna tekabül eden bir kavram yoktur. Demokratik ulus kavramı aslında Kürt ulusal varlığına yönelik manipülatif bir kavramdır.Türk Devleti’nin ’’Tek Millet’’ paradigmasının farklı bir dille gündemleştirilmesidir. Demokratik ulus kavramı ilk olarak 1999 yılında Abdullah Öcalan tarafından savunmasında kullanılmaya başlandı. Onun dışında dünyanın herhangi bir ülkesinde kimler tarafından kullanıldığı konusunda açık bir bilgi yok. Demokratik ulus modeli ise bugüne kadar dünyanın herhangi bir ülkesinde görülmüş değildir.

İlginç olan bir nokta da şudur: Abdullah Öcalan, ”demokratik ulus modeli”ni Türkiye, İran, Irak ve Suriye için önermiyor. Her dört ülke de ulus devlet modeline dayanıyor. Fakat, Kürtlerin kendi ülkelerinde milli, siyasi, coğrafi bir statü ile kendilerini yönetme hakkını n reddi anlamına gelen ’’demokratik ulus’’ devlet modelini bu sömürgeci ülkelerde yaşayan Kürtler için öneriyor. Bu ülkelerin devlet egemenliğine, iktidarlarına, sınırlarına, yürürlükteki hukuk düzenine dokunmadan ’’demokratik ulus’’ modeli öneriliyor? Daha önce dile getirdiğimiz üzere, Abdullah Öcalan ve PKK, bu ülkelerin mevcut sınırlarını meşru ve dokunulmaz görüyor ve ulusal devletlerini meşru sayıyor. Peki neden Kürtleri ve üzerinde yaşadıkları toprakları ulusal devlet modeli için uygulama alanı olarak görüyor? Abdullah Öcalan mademki ulus devlet modeline karşıdır, o halde Öcalan’ın gerçekte öncelikle Türk, Fars ve Arap ulusal devlet modellerine karşı çıkması ve onları meşru görmemesi gerekmiyor mu?.

Abdullah Öcalan’ın “sosyalizm” ve ”komünal toplum” ikilemine gelince. Bilindiği gibi ulus ve devlet kavramları, kategorik ve tarihsel olarak birbiriyle bağlantılı kavramlardır. Toplum ve devlet, tarihsel gelişmenin çok erken dönemlerinde ortaya çıkan iki kategorik gelişmedir. Millet (ulus) ise tarihsel gelişmenin yakın bir döneminde, feodalizmin çözülme ve kapitalizmin doğuşu çağında, ortaya çıkan tarihsel bir olgudur. Bir ulusun (milletin) uluslaşma sürecinin vardığı en üst aşama territorial olarak belli siyasal sınırları esas alan ve ulus adına egemenlik hakkını kullanan ulusal devletin vücut bulmasıdır. Dolayısıyla tarihsel olarak ulusun varoluşsallığına tekabül eden yine tarihsel olarak ortaya çıkan ulusal devlettir. Bunu bilen biri olarak Abdullah Öcalan, başından beri, Kürtleri millet olma gerçekliğinden, millet olmaktan doğan kendi kaderini tayin hakkından, ülkesinin toprakları üzerinde egemenlik aracı olarak ulusal devlet olarak bağımsız devlet kurma hakkından uzak tutmaya çalışıyor, buna ideolojik-terorik önermeleriyle itirazda bulunuyor. Kürtler için ulus devlet yerine komünal toplum önermesinde bulunuyor.

Yeri gelmişken, Kürt Ulusal Devleti ’nden söz ederken, Kürdistan’da Kürt milletiyle birlikte yaşayan tüm halkların ortak devleti olan bir devletten söz ettiğimizi önemle belirtmek istiyoruz.Yani sadece Kürtlerin değil, tüm Kürdistan halkının devletinden söz ediyoruz.

Öcalan, sosyalizmin modernite çağında reel sosyalizm olarak şekillendiğini ve bunun tarihsel bir sapma olduğunu, bunun da ’’ulus devlet yollu sosyalizmden kaynaklandığını’’ söyler. Demokratik modernite çağında ise geçerli olan komünal toplum temeline dayalı demokratik sosyalizmdir diyor. Kürtleri bir ulus ve çağdaş bir toplum olarak görmeyen Abdullah Öcalan, buna rağmen ve her nedense, çöplük olarak tanımlamasına rağmen Kürt toplumu için de böyle bir model önermesinde bulunuyor. Sonuç olarak, Abdullah Öcalan’ın ideolojik-teorik yaklaşımına göre demokratik özerk yönetim ve demokratik konfederalizm modelinin özeti şudur: Kürtler tarihsel olarak ulus olamamış, dağınık, komünal ve aşiret yapılarından oluşmuş bir topluluk olarak tanımlanır. Ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve hatta kültüralist milliyetçi çözümler red edilir. Bunun yerine farklı kom, klan, aşiret, din, mezhep, tarikat ve kültürel kimliklerin demokratik konfederalizm çatısı altında gönüllü birlikteliği öngörülür. Bu model ulusal hak ve statü talebini değil, yerel komünlerin doğrudan demokrasiye dayalı, adem-i merkeziyetçi, özyönetimci, ekolojik, toplumsal cinsiyet eşitlikçi ve katılımcı bir toplumsal örgütlenmeyi esas alır. Öcalan’a göre Kürtler, uluslaşma yerine, devlet dışı, çoğulcu ve yerel komünal konfederal birlikler temelinde gelişmelidir. Bunun yolu ise dört sömürgeci ülkenin meşru kabul edilen sınırları içinde ve hatta bölgesel düzeyde yaşadıkları ülkelerin devlet ve toplumlarına entegre olmaktır. Ve Abdullah Öcalan bunu aynı zamanda Ortadoğu Demokratik Konfederalizmi olarak tanımlar.

Görüldüğü üzere, Abdullah Öcalan’ın önermeleri soyut, , hayalci, manipülatif ve Kürtlerin millet olarak kendisini yönetme hakkını reddeden önermelerdir. Ayrıca bu önermeler kesinlikle uygulanabilirlikten uzak önermelerdir. Bir çok önermenin/kavramın başına ”demokratik’ kelimesini getiren Öcalan aslında demokratik değerleri de anlamından koparıyor. Örneğin, demokratik ulus hayali, esrarengiz, uydurma ve manipülatif bir tezdir. Abdullah Öcalan’ın amacı bu hayali, esrarengiz, uyduruk ve manipülatif tezlerle Kürt ulusal bilincini karartmak, çarpıtmak, Kürtleri ulusal özelliklerinden kopartmak, onları yeniden sömürgeci ülkelerin devlet ve toplumlarıyla bütünleştirmektir. Zaten Türk Devleti’nin istediği ve yapmaya çalıştığı da budur. Bugüne kadar Kürtlerin ülkesi Kürdistan Türk Devleti’nin askeri operasyonları, karakol ve garnizonları, askeri ve stratejik barikatları, katliamları, köy boşaltmaları, sürgünleri, işgal ve ilhak siyasetleriyle sömürgeleştirildi. Şimdi yapılmak istenen ise Kürtleri zihinsel olarak  sömürgeleştirmektir.

Kürt milletine, DEM Parti’ye Oy Verenlere, PKK Kadrolarına

PKK’nin kendisini feshetme ve silah bırakma kararları doğru ve yerinde kararlardır. PKK’nin silah bırakmasının halkımızın çıkarına olduğunu, sivil, siyasi, demokratik mücadele zeminini güçlendirebileceğini ve Türk Devleti’nin Güney Kürdistan ile Rojava Kürdistanı’ndaki işgal bahanelerini ciddi şekilde elinden alabileceğini düşünüyoruz.

PKK’nin bu kararları Kürt milleti nezdinde de kabul görmüş ve kısmen de olsa bir rahatlamaya yol açmıştır. Aslında PKK’nin bu kararları çok daha öncesinden alması gerekiyordu. Ama sorun asıl bundan sonra başlıyor.

PKK adına tek sözcü ve tek karar merci olarak hareket eden Abdullah Öcalan’ın, Devlet Bahçeli ve Recep Tayip Erdoğan şahsında TC Devleti’yle başlattığı süreç doğru bir süreç değildir. Kürtler için hiç bir ulusal demokratik hak kazanımı getirmiyor. Bu, adını devletin koyduğu, devletin denetiminde yürüyen, Kürtlere hiç bir hak vaad etmeyen, 21. yüzyılda Kürtleri Türk Devleti ve toplumuna entegre etmek isteyen, Kürtlerle ilgili her şeyi terör olarak gören devletin bir ”Terörsüz Türkiye Projesi”dir. Ve üstelik, size oyunu veren milyonların da içinde olduğu, Kürt milletinin iradesinin teslim edildiği tek bir şahıs, PKK ve TC Devleti tarafından ortak olarak tayin edilen Abdullah Öcalan, karar veriyor. Abdullah Öcalan 26 yıldır tutsaktır. Sizin adınıza ve Kürt milleti adına karar verecek/verebilecek bir konumda değildir. Buna hakkı da yoktur. Konumu ne olursa olsun, tek bir şahsın bir millet adına karar vermesi, o millet için büyük bir ulusal trajedidir.

Yıllarca PKK saflarında savaşan ve kimi gençliğinin baharında Kürdistan topraklarına şehit olarak düşen, kimi TC Devleti’nin zindanlarında işkencelerde direnerek şehit olan, kimi hala zindanlarda, dağlarda veya sürgünde yabancı ülke varoşlarında yaşayan insanlar, buna ne kadar rıza gösterebilirler!

Hangi parti ve örgütten olursa olsun, hangi siyasi görüşten olursa, hangi toplumsal sınıf ve tabakadan olursa olsun, tüm bileşenleriyle Kürt milleti milli davasına ve iradesine sahip çıkmalıdır!

Kürdistan Ulusal Demokratik Hareketini Bekleyen Görev ve Sorumluluklar

Kürt milleti yeni bir süreci yaşıyor. Kürdistan genelinde yıllardır uygulanan inkar, imha, baskı ve zulüm politikası sonucu bastırılmış olan Kürt milliyetçiliği ülke topraklarında ve diasporada yeni bir yükseliş içindedir. Kürt milletinin uluslaşma süreci her gün biraz daha derinleşip genişleyerek hız kazanmıştır. 21. yüzyıl Kürt milletine tarihi yeni fırsatlar sunuyor. Kürt milletinin topyekün olarak buna hazırlanması gerekiyor. Kürdistan ulusal demokratik hareketinin 21. yüzyıla yeni bir programla dünyada, Ortadoğu’da ve Kürdistan’da yaşanan bu yeni döneme hazırlanması, tarihi görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Kürtler, mevcut parti, örgüt, sivil ve demokratik kurum ve kuruluşlarıyla ulusal alanda ve uluslararası düzeyde bir millet gibi davranarak birlik ve dayanışma içinde hareket etmelidirler. Partiler ve parçalar arasında düşmanlığa, iç müdahaleye son verilmeli, iç çatışmalar ve kardeş kanının dökülmesi yasaklanmalıdır. Bu amaçla dört parçadan Kürt örgütleri ve Kürt diasporası arasında karşılıklı saygı, birlik ve dayanışma temelinde, sorunları diyalog ve kardeşlik ruhu içinde demokratik yol ve yöntemlerle çözmeyi esas alan bir Danışma, Dayanışma ve Koordinasyon Makanizmasının kurulması için koşullar yaratılmalıdır.

Öncelikli görev, Kürdistan’ın her bir parçası ve diasporada mümkün olan en geniş bir çerçeve ve düzeyde birlik, dayanışma ve ittifaklarla ulusal birlik içinde hareket etmektir. Özellikle ve öncelikle Kuzey Kürdistan’da milli ve Kürdistani hatta yer alan parti, örgüt, sivil ve demokratik kurum ve kuruluşların ortak bir ulusal platformda bir araya gelmeleri acil ve ertelenemez bir görevdir. Partimiz PWK, bu tarihi görev ve sorumluluğun bilinciyle, her zaman şunu söylemiştir: ”Amaç ve siyasi görüşleri birbirine yakın olan siyasi parti, örgüt ve çevreler aynı partide birleşebiliyorlarsa, birleşsinler; aynı partide birleşemeyenler birlik ve ittifak kursunlar; birbiriyle birlik ve ittifak kuramayanlar, diyalog içinde olsunlar; diyalog içinde olamayanlar, birbirlerine düşmanlık yapmasınlar.” Bu çağrıyı burada bir kez daha yapıyoruz. Gelin birlikte hareket edelim.

Söylemde birlik, ittifak istemek yetmiyor. Birlik, ittifak konusunda çokça konuşuyor, yazıyor, görüşme ve toplantılar yapıyoruz, ama somut bir adım atamıyoruz. Bu konuda öncelikle samimiyet, güven ve cesaret lazımdır. Birlik konusunda, Kürdistani parti ve örgütlerin kadrolarını, gönül verenlerini, halkımızı Kuzey Kürdistan’da ulusal birlik ve ulusal temsiliyet platformu için parti ve örgütleri üzerinde baskı unsuru olmaya çağırıyoruz. Bundan kaçınamayız, bizleri kurtuluşa götürecek olan yol budur. PWK olarak inanıyoruz ki, birlik içinde hareket edersek, hem tıkanan mevcut siyasi sürecin önünü açar, hem de 21. yüzyılın bize dayattığı görev ve sorumlulukları birlikte göğüsleyebiliriz.

PWK, her düzeyde birlik, iş birliği ve ittifaklar konusunda üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğunu, bir kez daha ifade etmek istiyor.PWK, Kuzey Kürdistan’da bir yandan milli, demokratik, Kürdistani prensipler temelinde stratejik bir ittifak için; diğer yandan Kürtlerin acil telepleri için daha geniş bir potansiyeli kapsayacak bir işbirliği için hemen şimdi adım atılması gerektiğine inanıyor. Bu iki ihtiyaç biribirine alternatif değil, bir birbirini tamamlayan ihtiyaçlardır.

Kürt milletinin kaderini belirleyecek olan bu kritik tarihi dönemde Kürdistani hatta yer alan parti ve örgütlerin kendilerine güvenmeleri, tarihi görev misyonlarına sahip çıkmaları, cesaretle ortaya çıkmaları gerekiyor. Kürdistani parti ve örgütler bu konjekturel durumda politik birer güç olarak bir varlık gösteremiyor ve sürece gerektiği kadar müdahale edemiyor olabilirler. Ama, milli ve Kürdistani söylemleriyle olsun, rol ve misyonlarıyla olsun, bu süreçte taraftırlar. Söylem ve talepleri, Kürt ve Kürdistan davasında dile getirdikleri ideolojik, politik ve stratejik gerçeklikler, bugünkü konjonktürel durumun aşıldığı yeni süreç ve koşullarda toplumsal bir temel bularak süreci belirleyen dinamiklere dönüşeceklerdir. Söz ve söylem gerçeklikle buluştuğunda tarihsel ifadesini bulur, belirleyici bir güce dönüşür.

Kürdistan Yurtseverler Partisi (PWK) Parti Meclisi

 

 

Bu haber toplam 1220 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 15:49:14